Özne etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Özne etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Kasım 2015 Perşembe

Fizik ve Marksizm (Genel Görecelik Kuramının Yüzüncü Yılı Vesilesiyle)

Genel Görecelik Kuramı “muhtemelen bütün zamanların en büyük bilimsel keşfidir”
Paul Dirac
Bugün Genel Görecelik Kuramı’nın açıklanışının yüzüncü yılı. Einstein yüz yıl önce 25 Kasım 1915’te, Genel Görecelik Kuramı’nın son düzeltmelerini yapıp yayınladı.
Bu kuram sadece tüm fizik dünyayı algılayışı kökten değiştirmemiştir, aynı zamanda bütün büyük kuramlar gibi son derece estetiktir ve sadedir.
Newton’un çekim kuramında, zaman ve uzay, içinde nesnelerin ve olayların yer aldığı onlardan bağımsız bir sahne gibidir.
Genel Görecelikte ise, uzay-zaman maddenin ayrılmaz bir bileşeni veya özelliği olur onunla karşılıklı etkileşim içindedir. Kütle uzay-zamanı eğer, eğilmiş uzay zaman kütlenin hareketini karşı olarak etkiler. Bu çok derin, diyalektik ve devrimci bir kavrayıştır.

3 Haziran 2013 Pazartesi

Neler Olabilir?

Elbet şu saatlerde olayların nasıl gelişeceği bilinmezken olayların gelişimi üzerine bazı tahminlerde bulunmak yanlış görünebilir. Ama yine de ayrıntılara ilişkin değil ama genel gidiş üzerine bir tahminde bulunabiliriz. Güçler ve onların karakterleri üzerinden.
Epeydir birçok kereler yazdığımız bir benzetme vardı. “Şimdi DP iktidarının 1955 sonrasını yaşıyoruz. Önümüzde 27 Mayıs var” diyorduk. Menderes ve Tayyip’in yaptıklarının paralelliklerine dikkati çekiyorduk. Önümüzde, muhtemelen böyle bir süreç var.
Neden böyle olur?
Sosyolojik nedenleri vardır. Sınıfların gücü, karakteri ve çıkarları ile ilgili.
Askeri bürokratik oligarşi (CHP) ile burjuvazi (DP, AP, ANAP, AKP)  birbirlerinin varlığına meşruluk kazandırırlar.
Birincisi, Burjuvazi anti demokratik olduğundan geniş bir demokratik reformlar manzumesiyle en geniş kitleleri birleştirmez ve bu pahalı, baskıcı bürokratik devlet cihazını tasfiye etmez, sadece var olan cihazı kontrolü altına almakla kendini sınırlandırır.
Ama bu cihaz aynı kalınca Askeri Bürokratik Oligarşinin maddi temeli (Bu muazzam baskıcı, merkezi, bürokratik, askeri, keyfi mekanizma) olduğu gibi kalır. Politik gücünü tekrar ele geçirmek için karşı tarafın yıpranmasını ve akılsızlıklarını bekler.
Karşı taraf yine demokratik olmadığından nüfusun bir yarısını karşıya itecek uygulamalara gider. Bu memnuniyetsizlik geri teper. Nüfus içinde az da olsa şehirli ve modern toplumun sinir uçları da şehirler olduğundan nüfus içindeki oranlarından çok daha etkili bu güçler ayağa kalkar.
Karşı taraf da bunu ezmek ve sindirmek için şiddete başvurur. Bu çıkmaz içinde ordu yine bir denge unsuru, bir kurtarıcı olarak geri gelir.
İkincisi, Askeri bürokratik oligarşinin esnektir. Burjuvazi kadar hatta ondan daha esnektir. Bizans iken, Osmanlı ile ittifak kurup, Kendini yenilemiştir. Osmanlı olunca, Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet, Çok Partili Rejim gibi dönüşümlerle muazzam bir esneklik gösterir ve bu güne kadar gelir örneğin.
Bu sefer de aynı esnekliği gösterip ömürlerini bir elli yıl daha uzatabilirler. Bunu yapacak esnekliği ve tazeliği bizzat AKP iktidarı Ergenekon tevkifatlarıyla bu tabakaya sağladı. Zaten bu tabakanın kendisi el ve bel vermeseydi Ergenekon tevkifatları, yani bürokrasinin bağırsak temizliği gerçekleşmezdi.
Nasıl 28 Şubat Politik İslam’a taze kan verdiyse, Ergenekon tevkifatları da askeri bürokratik oligarşiye tekrar esneklik kazandırıp taze kan verdi.
Daha önce, Son birkaç yılda cephenin döndüğünden, Erdoğan’ın artık otoriter ve anti demokratik bir görünüme bürünüp muhalefetin demokrasi savunucusu ve mazlum duruma geçtiğinden söz etmiştik. Şu an bu görünüm iyice pekişmiş duruyor.
Yani şimdi eğer Gül, Arınç gibi Politik İslam’ın kurmayları duruma el koyup Tayyip Erdoğan’ın istifasını sağlayamazlar ve bir tamir hareketine girişmeyi beceremezlerse bu iş darbeye kadar gider. Hem de bir kurtarıcı gibi gelecek bir darbeye kadar.
Ama istifasını sağlayabilirlerse AKP kurmayları, o zaman durumu onaracak, onun attığı adımları geri alacak bir hükümet ile işler sivil bir biçimde bir süre daha gidebilir.
Ancak, bizzat iktidarı kendi elinde merkezileştirmiş olması Erdoğan’ın en büyük handikabıdır. Kendini bir tuzağa düşürmüştür. Çıkarabilecek kimseyi etrafında bırakmamıştır. Onu kimse ikna edip kenara çekecek durumda değildir.
Bu nedenle büyük bir olasılıkla olaylar tırmanmaya devam edecektir.
Çünkü bu noktadan sonra ne direniş geri gidebilir ne de Erdoğan. Erdoğan’ın geri adım atması bitmesi olur. Onun için daha ileri gitmek zorundadır. Ama ileri gittikçe de tepkiler büyüyecektir. Korku sınırı aşıldığından bu iktidarı daha sert davranmaya zorlayacaktır. Ama bu ise mücadeleyi tırmandıracaktır.
Özetle, Erdoğan’ın istifası dışında sivil bir çözüm görülmemektedir.
Ama onu istifaya zorlayabilecek bir mekanizma da yoktur.
Bir olasılık daha bulunmaktadır. Fethullahnçıların AKP’yi bölmesi ve Erdoğan’ın bir anda azınlığa düşmesi. 1960’ların sonunda Demirel’in AP’sinde bu olmuştu.
Fethullah ve CHP görüşmelerine dair söylentiler bunun olabileceğini de göstermektedir.
Şimdi Taraf, Zaman, Gül, Arınç, İstanbul Belediye Başkanı Topbaş, Milli Eğitim Bakanı, Ertuğrul Günay vs. hepsi Erdoğan’a cephe almış bulunuyor. Tecrit durumda.
Bu Politik İslam’ın içinden bir çözüm çıkmazsa, bu iş darbeye gider.
Şu ana kadar bir şans eseri ölüm olmadı.
Ancak bu şiddet bir süre sonra onu da getirecek. O zaman bu işin şehitleri de olacaktır.
Bu gidişle bir darbe gelir. Hem de Erdoğan’ın en güvendiği generalleri yapar. Allende de bir takım güvenilir generaller getirmişti ve onlar onu yıkmıştı.
O zaman ne olur?
Bu kurtarıcı, bir denge rejimi olur. Tekrar prestiji ve gücü elinde bulunduracağından hükümeti kısa zamanda parlamentoya iade eder. Muhtemelen Kürtleri de sisteme entegre edecek bir anayasa yapar. Yani 27 Mayıs’ın ikinci bir versiyonu. Hatta Öcalan başbakan bile olabilir.
Nasıl Bizans Osmanlı aşısıyla ömrünü bir dört yüz yıl daha uzattıysa Kürt aşısıyla en azından bir kırk yıl daha uzatır.
Tıpkı Roma-Bizans’ın aldığı Osmanlı aşısıyla Doğuda hızla gelişmesi ve iki yüz yıl önce Selçuk aşısı alarak kendisini Ege sahillerine kadar kovalayan İran’ı ta bugünkü sınırlara kadar sürmesi gibi. Kürt aşası almış, parlamentoyu da ayıbını örten bir asma yaprağı olarak ayıp yerinin üstüne koymuş Türk-Kürt askeri bürokratik oligarşisi de, mezhep ve aşiret çatışmaları içinde bunalmış Suriye ve Irak halkına da bir kurtarıcı gibi görünüp, Bağdat ve Şam’a kadar yayılabilir.
Tarih bu işlerin genellikle böyle yürüdüğünü gösteriyor.
Bir mucize olur da İşçi Sınıfı tarihsel uykusundan uyanır ve unuttuğu demokratik ideallerini yeniden kazanırsa. Orta doğunun Prusya tarzı birliğinin yerini, Devrimci Demokratik bir Ortadoğu Demokratik Cumhuriyeti alabilir.
Ama şu an bu olasılık nerdeyse sıfır.
03 Haziran 2013 Pazartesi
Demir Küçükaydın



30 Mayıs 2013 Perşembe

La İlahe İllallah

“Allah’tan başka tanrı yoktur! ”
Her kabilenin (komünün) genellikle kendisinin soyundan geldiğine inandığı “put”unun (toteminin) olduğu bir toplum yapısı, Sasani ve Bizans imparatorluklarının çürümesi nedeniyle tıkanmış Orta Yol’dan Güney Yolu’na kaymış dünya ticaret yolları üzerindeki Mekke ve Medine şehirlerinde her yerde olduğundan daha fazla var olan iktisadi ilişkilerle çelişki içindeydi. Bir yanda o zamanın ölçüleriyle dünya ticareti (“katar katar kervanlar” (Kuran)), diğer yanda kendi kabilesinden ötesini görmeyen, her birinin ayrı hukuku olan, her kabilenin birbirine düşman ve kan davalı olduğu bir toplumsal yapı.
Allah’tan başka tanrı olmadığını söylemek, bu toplumun, artık onun yaşama ve gelişmesi önünde katlanılmaz bir engel haline gelen kandaşlığa, yani totemlere, putlara dayanan üstyapısını parçalamak; onun yerine tüm insanların aynı tanrının yarattığı Adem ve Havva’dan geldiğini, dolayısıyla eşit ve kardeş olduğunu söylemek; hepsini aynı hukuka bağlamak, aynı toplum tanımı içinde birleştirmek anlamına geliyordu.
Kâbe’deki putların parçalanması veya yakılması; her kabilenin kendisinin soyundan geldiğini kabul ettiği totemlerin yıkılmasının o günkü somut anlamı, kandaşlık ilişkilerinin, aşiret yapısının yıkılması; totem ya da kan kardeşliği yerine; tüm insanların kardeşliğine inananların kardeşliğinin geçirilmesiydi. (Yapılanın bu günün dünyasındaki karşılığı, insanlığın ayaklanıp bütün ulusal devletleri ve onların Kâbe’si olan Birleşmiş Milletleri ve oradaki bayrakları yakması ve yıkması olabilir. Ve bugünün dünyasında bu çok daha gerekli ve mümkün.)

21 Mayıs 2013 Salı

Müslüman, Türk, Demokrat, İnsan


Aristo’nun evrenin, Toprak, Su, Hava ve Ateş gibi dört temel unsurdan oluştuğu şeklindeki öğretisi, daha sonra bilim karşıtlığının ya da ortaçağ karanlığının sembolü haline gelmiştir.
Ancak, o zamanlar henüz maddenin Halleri ve Yapı Taşları ayrımının yapılamadığı; Aristo’da söz konusu olanın maddenin halleri olduğu düşünülürse, Aristo’nun hiç de saçma şeyler söylemediği görülür. Aristo, maddenin dört halini belki henüz kavramlarla değil ama imgelerle ifade ediyordu. Maddenin dört hali vardır: Katı, Sıvı, Gaz, Plazma. Aristo’nun Toprak, Su, Hava, Ateş’i bu dört halin, somut imgelerle ifadesinden başka bir şey değildir.
Biz de bu yazıya Müslüman, Türk, Demokrat ve İnsan başlığını koyarken, Aristo gibi kavramlar yerine imgeleri kullanıyoruz. Yoksa bu başlıktaki “Müslüman” yerine “İnanç” ya da “Din”;  “Türk” yerine “Millet” ya da “Milliyet”, “Demokrat” yerine “İdeoloji” veya “Politik görüş” ve “İnsan” yerine de bir “Canlı Türü” diye yazabilirdik.

7 Kasım 2012 Çarşamba

Ekim Devrimi Sosyalist Bir Devrim miydi?

Aşağıdaki Yazı, 2005 yılında bir Ekim devrimi yıldönümü vesilesiyle yazılmıştı. Amaç elbet Ekim Devrimi’ni anmak değil, bu yıl dönümünden yararlanarak, son yıllarda kavramsal alanda sağlanan gelişmeleri açıklayabilmek ve böylece Tarihe bu yeni kavramlar ışığında bakışı somutlamaktı.
2005 yılında bu görüşlere yeni varmıştık. Dolayısıyla henüz kimi noktalarda görüşler tüm mantık sonuçlarına ulaşmış da değildir.Ancak, artık bir tarihsel belge özelliği kazandığından, metne dokunmuyoruz.
Burada Ekim Devrimi, Aydınlanma dininin (tüm insanların eşitliği) ve onun karşı devrime uğramış biçiminin (ulusların eşitliği) işçiler eliyle yayılması olarak, başka bir ışık altında ele alınmaktadır.
Bu metinde özellikle İnsan ve Toplum kavramları ele alınmaktadır. Bilindiği gibi Hikmet Kıvılcımlı, hemen her yerde, İnsan’ın bir sosyal hayvan olduğundan, toplum yaratıcı ve toplum yaratığı olduğundan söz eder.

7 Haziran 2012 Perşembe

“Marksizm’in Güncelliği Sempozyumu” Vesilesiyle Marksizm’in Sorunları Üzerine


Marksizmle Karşılaşabilmenin Sorunları

Marksizm, Diğer adıyla “Tarihsel Maddecilik” veya “Tarihin Maddeci Anlayışı” konusu ve içeriğiyle toplumu ve onun değişim yasalarını anlamaya çalışan bir bilimdir. Yani Toplum Bilimidir. Diğer bir deyişle: “Sosyoloji”dir.
Bu gün Sosyoloji başlığı altında toplanan çeşitli tarih ve toplum teorileri ise, özünde, Tarihsel Maddecilik adlı Toplum Bilimine karşı, gerçeğin özünü gizlemeye yarayan bilim kaftanı giymiş İdeolojilerdir.
Tarihsel Maddecilik”, içeriği ve konusu bakımından gerçek Toplum Bilimi olduğu halde, onun adının yanlış olduğu; zarf ile mazruf arasında bir uyum bulunmadığı ve hatta bu durumun kendisi için bir handikap oluşturduğu görülür.
Toplum Bilime (Sosyolojiye) verilen bu “Tarihin Maddeci Anlayışı” veya “Tarihsel Maddecilik” adlandırması, yani insanların varlıklarını bilinçlerinin değil, varlıklarının bilinçlerini belirlediği önermesini temel alan bu adlandırma, varlık ve bilinç arasındaki bu ilişkinin, yine bizzat bu teorinin kurucularınca sürekli vurgulanmış ve fiilen uygulanmış olan, diyalektik niteliğine gereken vurguyu yapmaz. Yani, son duruşmada, var oluş tarafından belirlenmiş bilincin, bir kere ortaya çıktıktan sonra kendi bağımız evrimine ve var oluşu etkileyip değiştirmesine; yani ilişkinin diyalektik karakterine gereken vurguyu yapmaz.

18 Mayıs 2012 Cuma

Toplumsal Aidiyetler ve Sınıf Mücadelesinin İlişkileri


Bir şeyi anlamanın en iyi yolu önce onu anlayamamaktır” diye bir söz vardır.
Bunun için önce konumuzu anlayamamaya çalışacağız.
Ancak “Söyleyen arif değilse dinleyen arif olsun” diye bir söz daha vardır.
Bu söze de uygun davranmak için, anlayamadıktan sonra, insanların bir sözü söylerken ne anladıklarını ve anlatmak istediklerini anlamaya çalışacağız. Yani kavramın sosyolojik doğruluğundan ve anlamından sonra; o yanlışlığın, sosyolojik bir olgu olarak, bir realite olarak bu kavramın ne anlamda kullanıldığını anlamaya çalışalım.
Konuyu tanımlayan “toplumsal aidiyet” “sınıf” için zıtlıkla veya başkalıkla koyuluyor. Ve burada hemen şu aklımıza takılıyor: Sınıf aidiyeti “toplumsal” olmayan, “metafizik”, “fiziksel veya “biyolojik” bir aidiyet midir? Elbette sınıf aidiyeti tamamen toplumsal bir aidiyettir. Sınıf toplumsal bir olgudur.

6 Şubat 2012 Pazartesi

Marksizm’in Krizinin Temeli: Yapı - Özne İlişkisi Sorunu ve Sorunun Çözümü

Biri Tarihsel Maddeciliğin bir açıklaması (Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı'ya Önsöz), diğeri bir uygulaması (Komünist Manifesto) olan bu iki metin, toplumsal değişimin mekanizmasını; Toplumsal Devrim denen aynı olguyu ele alırlar ama bunu farklı kavram sistemleriyle ve önermelerle açıklarlar:
Teorinin bir açıklaması olan Önsöz'de şöyle:
"Gelişmelerinin belirli bir aşamasında toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine, ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı, büyük ya da az bir hızla altüst eder."