İlk sayımızı okuyanlar, sayılamayacak kadar çok; dizgi, tertip yanlışı görmüşlerdir. Bunun sebebi gazete çıkarma konusundaki; bilgisizliğimiz ve tecrübesizliğimizdir.
Yanlışlardan ve eksiklerden en önemli bir kaçını burada düzeltelim.
1) "İŞVEREN SOSYALİZMİ - İŞÇİ SOSYALİZMİ" başlıklı uzun yazının yazan Dr. Hikmet KIVILCIMLI'dır. Yazı ilk kez AYDINLIK dergisinin Haziran 1969'da yayınlanan 8. sayısında basılmıştır. Biz oradan aldık. Yazarın adının eksikliğini tashih (yazıların düzeltilmesi) sırasında göremememiz, "Ağaçlardan ormanı görememek" gibi oldu.
2) "SOSYALİSTLERİN BİRİNCİ GÖREVİ" başlıklı yazıda şu paragraf eksiktir. Düzeltiriz.
"Güneşimiz ve yıldızlarımız oluşurlarken Evren: bir uçsuz bucaksız ışıklı bulutmuş. Ona Fizik bilimi Kaos (Mahşer) diyor. Bütün Güneş Sistemleri o mahşerden çıkmıştır, insanlık, Uygarlığa (Medeniyete) ulaşırken, Toplum: küçücük Kan örgütlü oymakların (Kabile ve Aşiretlerin), "Soy"ların, "Boy"ların sonsuz kaynaşması içinde Mahşer gibi kıvranır, dururmuş. Ona, Sosyal bilim Tarihöncesi diyor. Bütün uygarlık düzenleri o Kaos'tan çıkmıştır..."
Öte yandan gazete üç gün geç basılmıştır. Matbaa sahiplerine "emniyet görevlileri" gazeteyi basmama yolunda "tavsiyelerde" bulunmuşlar, gazeteyle epeyce yakından ilgilenmişler, böylece gazetenin basımını iki gün geciktirmişlerdir.
Diğer yandan zamlar yüzünden bir gün kâğıt bulamadık. Sonunda karaborsadan satın aldık.
Neyse, geç de olsa, güç de olsa yayınlamaya ve ellerinize ulaştırmaya çalıştık.
Biraz da eleştirilere değinelim: Gazete hakkında kulaktan kulağa çok şeyler söyleniyor. Şimdilik cevabımız şunlar:
1) Eleştiri mertçe, yüze karşı, açık açık yapılmalıdır.
2) Eleştiriler şahsiyata dökülmemeli, prensip ve fikirler etrafında olmalı.
Kıvılcım çıktığı günden beri yapılan en yaygın eleştiri: "Gurupçu", "Yuvarcı" olmuştur. Bu eleştiri, gerçekten, eleştirenlerin gurupçuluktan korkularını, dağınıklığa karşı gösterdikleri hassasiyetlerini, partileşme arzularını göstermesi bakımından iyi dilekli ve sevindiricidir.
Fakat iyi dilek yetmez. En az anlaşılan konu: "Gurup"un ve "Gurupçuluğun" ne olduğudur.
Guruplar, tarihi bakımdan hareketin belli bir aşamasının var oluş biçimidir.
Gurupçuluk ise, bu ilkel aşamayı ebedileştirmek, ilkelliği teorileştirmek eğilimleridir denebilir.
Evet, Kıvılcım kendi sübjektif yargıları ne olursa olsun, objektif olarak, bir guruptur.
Yanlız şunu unutmayalım; Bize "gurupçu" diyenler de – isteseler de, istemeseler de - kendi sübjektif yargıları ne olursa olsun, objektif olarak gurupturlar.
Bu bakımdan, soyut olarak "haklı" gibi görünen "gurupçu" eleştirisi, canlı hayatta somut olarak "gurupçuluğu ebedileştirme"yi göstermektedir.
Çünkü: Kıvılcım, daha ilk sayısında, bugünkü ilkellikten kurtulmanın ilk şartı olarak; "İlkelliği bilince çıkarmak" gerektiğini yazmıştır. Yani bütün guruplara "bir gurup olduklarını" bilince çıkarmaları gerektiğini göstermiştir.
Demek ki, Kıvılcım bir "gurup" olmakla birlikte, "gurupçu" değildir. Kendini inkara yönelmiş, diyalektik zıddına atlamaya hazır bir "gurup"tur.
Açıkça görülmektedir ki, Kıvılcım'a gurupçu diyenler, henüz kendilerinin gurup olduklarını bilince çıkarmış ve modern bir parti örgütleme savaşına canla, başla girmiş değillerdir.
Kıvılcım'a şöyle bir eleştiri de yöneltilmektedir: "Peki, gurupçu olmadığınızı kabul edelim, Vatan Partisi programını kabul edip, önererek, yine de kendi gurubunuzun görüşlerini öne sürmüş, uzlaşmaz bir tutum takınmış olmuyor musunuz?" Böyle bir soru sorulduğu zaman tartışma bir üst dereceye yükselir.
İnandığımız görüşleri savunmamız, uzlaşmaz bir tutum için de olduğumuzu göstermez.
Devrimci bir uzlaşma, birlik ne gibi şartlarda olabilir?
Eleştiri, bir silâhtır. Eleştiri silahını toprağa gömerek yapılacak bir "uzlaşmaya", uzlaşma denemez, ancak teslimiyet denebilir. Uzlaşma, az çok eşit şartlarda, denk silahlarla yapılabilir ise sağlıklı olur. Taraflardan birinin silahını teslim etmesi, öbürüne esir olması demektir.
Mertçe eleştiri, sağlıklı bir birliğin kaçınılmaz şartıdır. Bir gurubu, bir eğilimi eleştirmek onunla ortak noktalar aranmayacağı, uzlaşma, birleşme yapılmayacağı anlamına gelmez.
Programımızı bu anlayışla önerdik. Ama yanlış anlamalar oldu. Anlatamadıysak; hata bizdedir.
Program önererek, "Biz hemencecik bir parti kuracağız, işte program, gelen gelir, gelmeyen gelmez" demiyoruz.
İnancımız odur ki: Bir Parti Ancak, Sosyalistler Arası Bir Kongreden Doğabilir.
Böyle bir kongreye, (İsim önemli değil. Konferans veya Kurultay da denebilir) Partileşme gereğini kabul eden, Kongre'nin alacağı kararlara uymayı kabul eden; bütün guruplar, eğilimler, mahalli devrimciler vs. katılmalıdır.
(Bu yazı Kıvılcım gazetesinin 15 Nisan 1974 tarihli 6. sayısında İmzasız olarak yayınlandı. 25 Ekim 2007 Perşembe günü dijitalize edildi. D. K. )
Geçen sayımızda bu köşeden eleştirilere cevap verileceği söylenmişti. Eleştirilerini yazarak gazetemize iletenler oldu. Eleştiriler belli başlı bir kaç noktada toplanmaktadır. Şimdi sırayla eleştirileri, eleştiricilerin dilinden okuyalım:
"Kıvılcımlı'nın yazılarına yer verildiği gibi, kullanılan terimler Bilimsel Sosyalist terminolojiden uzak. Ama halka da hitap etmiyor."
"Kıvılcımlı'nın dilini anlamak için harcanack zamanda, teorik eğitimin diğer yanlarından istifade edebiliriz."
"Özellikle Doktor'un yazıları güç, anlaşılamıyor. Gazeteyi çıkaran arkadaşların Dr.'un dilini taklit ettikleri ve böylelikle özenti içinde oldukları görülüyor. Gazeteyi çıkaran arkadaşlar teorik bakımdan çok geri. (Mesuliyete göre)".
"Doktor'un üslubu benimsenmiş. Diğer yazılara da sıçramış. Üslup kullanılan şekilde olmalı. Dr. H. K.'nın üslubu benimsenecek bir şey değildir."
Her şeyden önce bu arkadaşlara eleştirilerini mertçe, yüze karşı yaptıkları için teşekkür ederiz.
Gazetenin dili neden anlaşılmıyor?..
Başlıca iki sebepten.
Birinci Sebep: Osmanlı Devletinde nasıl bir yanda üst sınıfların halkın kullandığından çok ayrı bir "Osmanlıca"ları var idi ise, Bugün de Türkiye'de özellikle Aydınlara benimsetilmiş bir uydurmaca dil vardır. Biz aydınlar genellikle hiç farkına varmaksızın bu dili benimsemişizdir. Bu olayı daha somuta indirmek için şöyle bir örnek verelim. Sık sık karşılaştığımız bir eleştiri şudur "Neden Bilimsel değil de bilimcil, neden Tarihsel değil de Tarihcil v.s."
Şimdi soruyoruz: Neden "Evcil Hayvan deniyor da "Evsel Hayvan" denmiyor, neden "İnsancıl" deriz de, neden "İnsansal denmez."
Çünkü Türkçede "CİL -CIL" eki "onunla ilgili" anlamını taşır. "SEL - SAL" eki ise küçültücü bir anlama sahiptir. Yani özellikle "Öztürkçecilerimizin" kullanmaya çok meraklı olduğu bu ekler yanlış olarak kullanılmakta ve bizlere de yanlış olarak benimsetilmektedir. Bu aydınları üretmen yığınlarımızdan koparmak ve halkı cahil bırakmak için kasıtlı olarak yapılmaktadır.
Başka bir örnek verelim: Frenkçede "Kalitatif", Arapçada "Keyfi" kavramının karşılığı bugün bizlere "Nitelik" olarak benimsetilmiştir. "Kantitatif" veya "Kemmi" sözcüğünün karşılığı ise "Nicelik" olarak bilinir.
Gerçekte halkımız "Nitelik" sözcüğü karşılığı olarak "Nicelik" sözcüğünü kullanır. Doğrusu ve Türkçe'nin gramer kurallarına uygun olanı da budur. Analarımız, babalarımız "NİCESİN" dedikleri zaman bizim yanlış olarak kullandığımız "NİTELİK"i murat ederler. Bizim "NİCELİK" olarak kullandığımız sözcüğün doğru ve halk tarafından kullanılan karşılığı ise "NEÇELİK"tir.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür Kıvılcımlı'nın dilinin özellikle aydınlarca anlaşılamamasının sebeplerinden biri budur. Bu konuda derinliğine bir etüt "Türkçenin Üreme Yollan ve Dil Devrimciliğimiz" adıyla, 1967 yılından "Tarihsel Maddecilik Yayınları" arasında basılmıştır. Şunu da not edelim: Doktor'un dilinin anlaşılamadığı şikâyeti daha ziyade aydın arkadaşlardan gelmekte, işçiler işi bu şikâyete pek katılmamakta.
İkinci sebep: Bilimcil Sosyalizm olayları açıklarken kavramlara dayanır. Bu olay yalnız sosyalizm için geçerli değildir. Bütün bilimler geliştikçe kavramtar da değişir veya anlamları derinleşir, yani olayların daha derin yönlerini bilince çıkarır.
Özellikle işçi arkadaşlar "Proletarya, Finans - Kapital, Tefeci - Bezirgan, Oportünizm v. s." gibi kavramları anlamakta güçlük çekiyorlar. Bu yalnızca gazetemizin bir sorunu olmaktan çok, toplum ölçüsünde bir olaydır.
Bilimcil Sosyalizm insanlığın binlerce yılda biriktirdiği Kültür ve Bilim mirası üzerinde yükselmiştir. Bilimcil Sosyalizmin gerçek sahibi olan işçi sınıfı ise sürekli olarak ezildiği, sömürüldüğü için ne maddece ne manaca bu kültür ve bilim mirasını hazmetmeye imkân bulamaz.
Hâlbuki sosyalizmin gerçeklik kazanabilmesi ise ancak işçi sınıfının onu benimsemesiyle mümkün olabilir. Bu problem çözümü de birlikte getirmiştir. Bilimcil Sosyalizm'in en genel, en temel kanunlarını, kavramlarını, prensiplerini çok kolay anlaşılır, öğretici (Didaktik) bir şekilde anlatan pek çok kitap yazılmış ve basılmıştır.
Okuma, yazmayı bile Alfabe'den başlayarak pek çok zorlamalarla öğrenebiliriz. Elbette Sosyalizm gibi bir Bilim öğrenilirken biraz zorlanırız ve daha basit, daha öğretici kitaplardan başlamak zorunda kalırız. Bu olay yaşadığımız toplumda kaçınılmaz bir zorunluluk olarak vardır.
Ama kaçınmamız gereken bir nokta da vardır. Eğer sosyalizmin teorisini öğrenirken sadece Didaktik (Öğretici) olma amacıyla yazılmış kitaplarla yetinerek, Teori'yi bizzat kurucuların, ustaların anıt emeklerinden yani Kaynağından inceleme zahmetine katlanmazsak; en kısa zamanda metafizik şeytanına teslim oluveririz.
Çünkü sosyalizmin alfabesi sayılacak öğretici kitaplar ister istemez olayları kolay anlaşılır kılmak için şemalar, haline sokar. Diğer bir değişle diyalektiği matefizik olarak anlatır. Diyalektiği en diyalektik olarak ise ancak Bilimcil Sosyalizm'in ustalarından öğrenebiliriz.
Gazetemiz genellikle uluslararası kavramları popularize etmek (Halkın anlayacağı şeklide kullanmak) için özel bir gayret sarf etmektedir. Örnek olarak: Aynı yazı içinde Finans - Katipalist'in hemen yanı başında veya başka bir yerde "para babası" denir, "Şirketler" denir. Böylece daha anlaşılır olmaya çalışılmaktadır.
(Kıvılcım gazetesinin 25 Mart 1974 tarihli 3. sayısında imzasız olarak yayınlandı. 26 Ekim 2007 Cuma günü dijitalize edildi. D. K.)
Satılan birinci sayıların parasını almak için gazete bayiine gidilir.
OLAY I.
- Usta şu gazetelerin hesabını çıkaralım.
- Yahu benim emniyete götürdüler, bu gazeteyi sattığım için. "Kim sana getiriyor bu gazeteyi" diye sordular. Git, gel, emniyette sorgu derken benim bu gazete sergisi bir gün kapalı kaldı. Gazetenin parasını veremeyeceğim. Ekmeğimizi buradan çıkarıyoruz. İnşallah ikinci sayıda satar veririz. Yalnız bu gazeteleri bana getiren imzalı kâğıt verecek. Gazeteleri bayilere kimin dağıttığını soruyorlar. İkinci sayıdan yüz tane getir iyi satılıyor.
Kitapçıya ve Dağ'tıcıya göz dağı:
Başka kitapçı anlatıyor :
OLAY II.
- Beni emniyet 1. şubeye götürdüler. "Bu gazeteleri size kim getiriyor?" diye sordular. Ben de getirenin adını bilmiyordum. "Herhalde gazetede ismi yazılı olan sorumlular getirmiştir." dedim. "Onları biz de biliyoruz, bize başka isim lazım, başka isim" dediler.
Baskıcıya ve Dizgiciye baskı:
14. Mart. 1974 Çarşamba günü, her hafta olduğu gibi, Kıvılcm'ı dizen matbaaya gidilir. Konuşma aynen şöyle geçer:
OLAY III.
- Usta, yazıları bir saate kadar getireceğim. Tamam mı?
- Dur, bak biraz konuşalım.
- Bizi dün Devlet Güvenlik Mahkemesine cağırdılar. Yalnız bizi de değil basan matbaacıları da... Kusura bakmayın biz dizemeyeceğiz. Hele bir iki hafta başka yerde dizdirin, inşallah sonra gene dizeriz.
- Yahu bu kanuni müsaadesi alınırsa bir gazete. Sorumlu Yazı İsteri Müdürü belli. Sahibi belli. Matbaacıyı ilgilendirmez. Bir suç varsa bunlar hakkında dava açılır.
- Orası öyle ama, burası Türkiye. Kanunlar öyle ama, (elini sallar)
- Anlaşıldı, anlaşıldı hadi hayırlı işler.
OLAY IV.
"Devlet Güvenlik Mahkemesi" Savcısı ile Kıvılcımın sahibi arasında geçer:
- Birşey sorabilir miyim?
- Sor.
- Matbaacılar da buraya sorguya getirilmişler. Gazete hakkında bildiğim kadarıyla öncelikle Sorumlu Müdür ve Sahibi sorumludur. Matbaacılar neden sorguya çekildi acaba? Gazeteyi basmaktan çekiniyorlar.
- Tahkikat yürütüyorum, evet matbaacıları sorguya çektim. Ama onlara "gazeteyi basmayın" demedim. Ben hukukçuyum. Gelsinler; benim matbaacılara baskı yaptığımı mı ima ediyorsun? Ben hukukçuyum, öyle şey yapmam.
OLAY V.
Bir matbaacıya gazeteyi basması için gidilir. Durum anlatılır. Kıvılcım'ı bastıp, basmayacağı sorulur.
Matbaacı - Öyle, biz bastıktan sonra en geç 24 saat içinde derlemeye veririz, ondan sonra bizi ilgilendirmez. Matbaacıyı bir şey ilgilendirmez ama sık sık gelirler rahatsız ederler, sorguya götürürler, işinden gücün den olursun, baş ağrısı olurlar. "Senden başka basacak yok mu?" diye baskı yaparlar. Kanunsuz ama ispatı mümkün değil. Sonra alışılmış. Baskı yapan da yapılan da alışmış. Bu gazetelerle uğraşacaklarına seks yayınlarıyla uğraşsınlar ya. Uğraşmazlar her şey ters bu memlekette.
1974 Modeli Demirkırasi:
OLAY'ları işittiğimiz ve yaşadığımız şekilde okudunuz. Daha bunlar gibi neler var. Uzatmaya değmez. Matbacının dediği gibi: "Alışılmış"
Evet, ortada maddi delil ile ispatlanacak hiç bir "Baskı" yok. Bir gün işinizin, tezgahınızın basından alınıp tahkikat sorgusundan geçirilmek bir "BASKI" değildir. Tabii her şey "usule" ve "kanunlara" uygundur.
1. Şube Memurunun satıcıya "Bunları kim getiriyor?" diye sorması bir "BASKI" değildir.
Gazete basılırken; "Kıvılcım burada mı basılıyor? ...Biz birinci Şubedeniz" diyerek daha bir yüzü bile tam olarak basılmamış gazetelerden almaları bir "BASKI" değildir. Bu davranışın baskı olduğunu kimse kimseye ispat edemez.
Evet, fikir özgürlüğünden söz ediliyor. Protokol'e, Program'a alındı. Evet, "Fikir suçu tanımamak" yeter mi? Eskiden bir yayın basıldıktan sonra yasaklanırdı. Şimdi, daha başından basılması engelleniyor, dağıtımı engelleniyor.
Fikir özgürlüğü mü deniliyor? Bir fikri yayabilme hakkı, ancak fikrin yayılıp, basılmasıyla gerçeklik kazanabilir. Her öz bir biçimle var olur. Fikir neyle yayılır? Sözle, yazıyla, işle. Eğer bir fikrin seslendirilmesi, ak kâğıt üzerine kara harflerle yazılarak çoğaltılması ve bunun okuyucuya gitmesi engellenirse; fikir özgürlüğünden söz edilebilir mi?
Özgürlük sınıflara göre gerçektir. Nasıl mı? Bir örnekle anlatalım:
Her gün tonlarca kâğıt, kilolarca mürekkep, yüzlerce işçinin gücü harcanarak, GIRGIR'lardan, "Boşvermişlerin gazetesi" - OKEY'ler- den en saçma, en çağ dışı, en bilim dışı gazetelere kadar çeşit çeşit yayın basılır, Bunlar kamyonlarla bütün memlekete dağıtılır, binlerce liralık reklâm kampanyalarıyla yığınlara yutturulur.
O kadar kâğıt, mürekkep. işgücü benzin vs. ye yazık değil mi. Bütün bunlara nice yararlı işler yapılabilir. Bu israf, bu vurgun peri ülkemiz halkına, kültürümüze, ekonomimize bir Sabotaj değil mi?
Ama bütün bu ve benzeri yayınlar hakkında hiçbir zaman, gazete bayileri, matbaacılar sorguya çekilmez. Geri ülkemiz halkına, kültürüne ve ekonomisine böylesine pervasızca, hayasızca, en korkunç, en iğrenç sabotajları yapanlar sorguya çekilmez.
Biz diyoruz ki: Aksi olmalıdır. Bu da ancak başta işçi sınıfımız gelmek üzere işsizlik ve pahalılık cehenneminde yanan; bütün üretmen halkımızın Türkiye ekonomi ve politikasında bir avuç para-babasının ikiyüzlü tahakkümüne son vermesiyle mümkündür.
Demir Küçükaydın
(Kıvılcım gazetesinin 25 Mart 1974 tarihli üçüncü sayısında Demir Küçükaydın imzasıyla yayınlandı. 26 Ekim 2007 Cuma günü dijitalize edildi. D. K. )
Aşağıda okuyacağınız yazıyı, bir
arkadaş bundan 4 - 5 ay önce sıcağı sıcağına yazmış ve yazıda eleştirdiği
arkadaşa bizzat sunmuş.
Zamanı biraz gecikmiş olmakla
birlikte eleştiriler halâ aktüalitesini koruyor. Bu bakımdan yayınlamayı
yararlı gördük.
***
"Yine Parti ve Çadır
Üzerine" başlıklı yazısını Sayın Oya Baydar, şu cümle ile noktalıyor: "Gerek
parti sorunu, gerekse hastalıklarımız üzerine, yeniden düşünmekte yarar
vardır." Doğru söze ne söylenir?.. Sadece düşünmek de yetmez, bunların sebeplerini
araştırmak, geçmişte "Parti ve hasalıklar" üzerine yazılanları,
yapılanları eleştirmek, geçmişin olumlu mirasına sahip çıkmak ve o mirası yeni
durumlarla zenginleştirmek gerekir.