30 Aralık 2014 Salı

Geleceği Geçmişten, Geçmişi Gelecekten Kurtarmak!.. (2000’li Yıllar İçin bir Manifesto)

(Aşağıdaki denemeyi, 2000 yılı arifesinde Lettre International adlı derginin binyıl sonu dolayısıyla tertiplediği “Geleceği geçmişten Kurtarmak? Geçmişi gelecekten kurtarmak?” başlıklı deneme yarışmasını vesile ederek, 150 yıl önce yazılmış Komünist Manifesto’ya bir gönderme olarak veya onu güncelleştirme niyetiyle yazmıştık. Daha sonra bu yazıyı “Denemeler” kitabına da almış ve onun başlığı olarak kullanmıştık. Aradan epey zaman geçti, yazıyı yazdığımızda çocuk olanlar şimdi ergin insanlar oldu ve kitap da artık bulunmuyor. Yılsonu vesilesiyle bu “Manifesto”yu bir kez daha yayınlıyoruz. 2014.12.30)

Evreni sayılar mı yönetiyor yoksa? Bugünkü modern – batı uygarlığının benimsediği takvime göre ikinci bin yılın bitişi, sanki ilahi bir sağduyunun kentleri nehirlerin ortasından geçirmesi gibi, tam da bir tarihsel dönemin bitişine denk geliyor. İnsanlık tarihinde eşi benzeri olmamış bir kırılma çizgisi, bir fay, aynı zamanda, tarihin bütünü göz önüne alındığında pek önemli olmayan on yıllık bir hata payıyla, şiddet ve acıyla dolu yirminci yüzyılın ve ikinci bin yılın bitişiyle çakışıyor.

23 Aralık 2014 Salı

1960’lı Yıllar - Türkiye’de Sosyalist Hareketin Tarihi Üzerine Yazılar ve Tanıklıklar (3)

İlk iki yazıda ( “Türkiye’de Sosyalist Hareketin Tarihini Yazacaklar İçin Tezler” ve “Sosyalistler ve “Sosyalist Hareketin Tarihinin Metodolojisi”) ağırlıkla bu tarihi ele almanın metodolojik sorunları üzerinde durulmuştu. Bu yazıyla birlikte Metodolojik sorunlardan bizzat o tarihe ve o tarihe ilişkin tanıklıklara doğru geçiyoruz. Bu yazıda hem metedoloji, hem tarih, hem de tanıklıklar var.
1960 sonrasındaki tarihi neredeyse bire bir yaşadık da sayılır. Bu nedenle yazdıklarımız ilerde bu tarihi ele alacaklar için bir belge anlamına da sahiptir.
Aşağıdaki yazıyı 1980’lerin başında Niğde hapishanesinde Kıvılcımlı’nın bir eleştirisine önsöz olarak yazmaya başlamıştık. Ancak cezaevindeki sürgünler nedeniyle devam edememiştik. Bu nedenle yarım kalmış bir yazıydı.
Ama yazının yazıldığı tarih ile bugün arasında otuz yılı aşkın zaman geçmiş. Sosyalist harekein tarihi üzerine bu yazı bizzat o tarihe ait bir belge olmuş. Bunca zaman geçince aynı zamanda tezlerinin doğruluğunun bir kanıtı haline de dönüşmüş bir belge.

17 Aralık 2014 Çarşamba

Sosyalistler ve Sosyalist Hareketin Tarihinin Metodolojisi

Bu sempozyumun konusu şöyle tanımlanmış bulunuyor: Tarihi Konuşuyoruz - “Türkiye Devrimci Hareketi 12 Eylül 1980’e Kadar Olan Dönemi Tartışıyor”.
Konu ve konuyu ele alacak olan Öznenin bu tür bir tanımlanması, her şeyden önce Konu ve Özne ilişkisinin sorunlarını genel olarak ele almayı gerektirmektedir.
Çünkü Konu bizzat Öznenin kendisidir. Bu da konu ve özne ilişkisine çok özgül bir nitelik kazandırır. Bu bir bakıma; fizik biliminin kendinsin fiziksel bir olay olmadığından fizik biliminin konusu olmaması ama buna karşılık, sosyolojinin konusu aynı zamanda sosyolojik bir olay olduğundan sosyolojinin konusu olması, yani kendi kendisinin konusu ve öznesi olması gibidir.
Bu nedenle, öncelikle bu “Tarihi Konuşma”nın nasıl bir “konuşma” olduğunun netleştirilmesi gerekmektedir. Bunun bazı temel sorunlarına biraz değinelim.

15 Aralık 2014 Pazartesi

Türkiye’de Sosyalist Hareketin Tarihi Üzerine Yazılar ve Tanıklıklar (I)

 (Türkiye’de sosyalist hareketin tarihi üzerine kırk yılı aşkın bir süre boyunca birçok yazı yazdık.
Bunların bir kısmı anı ve tanıklık sınıfına girebilir. Diğer bir kısmı nispeten daha analitik yazılardır. Bir kısmı da bu tarihin ele alınışının metodolojik sorunları üzerinedir.
Tabii yazıların çoğunda bu üç özellik bir arada ve iç içe geçmiş olarak da bulunmaktadır.
Elbet, özellikle 2005’te din ve ulus sorunlarını Marksist bir açıklamasını yaptıktan sonraki görüşlerimiz ışığında eskiden yazdığımız birçok yazı bize eski ve aşılmış gelmektedir. Bugün yazsak çok başka yazardık.
Ama bu eskilik ya da aşılmışlık bizim bugün bulunduğumuz teorik ve metodolojik yer bakımındandır. Yoksa okunduğunda hemen görüleceği gibi, Türkiye veya dünyadaki sosyalistlerin çoğu, bu “eski” ve “aşılmış” yazılardaki kavramsal araçların ve metodolojinin  kıyısına bile yaklaşamamaktadır.

10 Aralık 2014 Çarşamba

Rasih Nuri İleri’nin Ardından

Bugün, birkaç saat sonra Rasih Nuri İleri’nin cenazesi var. Cenazeye gidecek yerde bilgisayarın başına oturup bu yazıyı yazmak daha anlamlı bir veda olur. Hem de bir “vasiyet”i yerine getirilmiş olur.
*
Cenazeye gitmememin birinci nedeni, cenazesinin muhtemelen ulusalcıların bir gösterisine dönüşme olasılığıdır. Çünkü Rasih Nuri İleri daha şimdiden, ölümüne ilişkin haberlerde bile bir ulusalcıya dönüşmüş bulunuyor.
Google’a girip de Rasih Nuri’nin adı yazılınca Cumhuriyet, Oda TV, Sol Haber Portalı, Ulusal Kanal ilk öne çıkanlar. Aydemir Güler, Aslan Kılıç, Şenol Çarık gibi isimlerin yazdıkları ilk görülenler. Yine TKP’den adaylığı; Doğa Perincek’le evindeki bir konuşmanın videosunun bir bölümü de ilk görülenler arasında.
Bu ilk izlenimlerle kolaylıkla onun da bir ulusalcı olduğu bile söylenebilir. Acaba öyle mi? Bunun tam böyle olmadığı, Google’un yanılttığı da zaten bu yazının konusu.

2 Aralık 2014 Salı

Marksizmin Tarihi Derlemesini Sunuş

Bir bilimi öğrenmenin en iyi ve doğru yolu onu tarihsel evrimi içinde öğrenmektir.
Ne var ki Marksizm'in (Tarihsel Maddeciliğin veya Diyalektik Sosyoloji’nin) bir tarihi henüz yazılmamıştır.
Perry Anderson, “Batı Marksizmi Üzerine Düşünceler” adlı eserine şu cümleyle başlar:
“Marksizmin doğuşundan bu yana yüzyılı aşkın bir zaman geçtiği halde, tarihi hâlâ yazılmayı bekliyor.”
Onun bu satırları yazdığı kitabı “Batı Marksizmi Üzerine Düşünceler”i ve bu kitabı izleyen “Tarihsel Materyalizmin İzinde” adlı eserleri bu tarihi yazmaya bir başlangıç denemesi olarak görülebilirler.
Bildiğimiz kadarıyla bu tarihi yazma yönünde bizim çalışmalarımızdan başka bir girişim bulunmamaktadır.
Biz Perry Anderson’un izinden giderek, onun bilmediği Hikmet Kıvılcımlı üzerinden bu tarihi yazma ve tamamlama çabası yönünde bazı girişimlerde bulunmuştuk.

29 Kasım 2014 Cumartesi

"Kültür" Üzerine Yazılar

(İlişikte Kültür konusunda yazdığımız yazıların bir derlemesi bulunmaktadır. Derleme EPUB, MOBİ ve PDF formatlarındadır. Şu adresten indirilebilir. https://yadi.sk/d/ZFfEaVnQd2RFp )
Din, Ulus, Uygarlık ve Kültür gibi kavramlar, son yıllarda politika ve sosyal bilimler alanında en çok sözü edilen ve tartışılan kavramlar olma özelliğini kazanmış bulunuyor.
Sadece bu kadar değil, aynı zamanda bu kavramlar sık sık birbirinin yerine veya iç içe de kullanılabiliyor. Örneğin “kültürler ya da uygarlıklar çatışması”ndan veya “kaynaşması”ndan söz edenler, bununla çoğu kez dini veya ulusu kastediyorlar. Öte yandan din çoğu kez ulusal baskıya karşı direnişlerin bayrağı oluyor. “Çok kültürlülük” derken tartışılan aslında ulusun nasıl tanımlanacağı veya “dini tolerans” olabiliyor.
Ne var ki, etrafında en büyük çatışmaların yaşandığı bu kavramların içeriklerinin ne olduğu araştırıldığında, kullanımın yaygınlığı ve çokluğuyla ters orantılı bir belirsizlik ortaya çıkar. Ama bu belirsizlik sadece piyasada bol görülen kullanımlardaki bir belirsizlik değildir,  bilimsel bir belirsizlik de vardır.
Bir kavram pek ala bilimsel olarak net tanımlanmış olabilir ama onun yaygın kullanımı o kavramın sınırlarını belirsizleştirebilir. Örneğin sınıf kavramı, bilimsel olarak üretim ilişkileri içindeki konum ve çıkarlara göre tanımlanmıştır ama onun yaygın kullanımı çoğu kez bu tanıma uymaz ve onun sınırlarını belirsizleştirir. Örneğin insanların gelir durumlarına, ideolojilerine hatta mesleklerine göre sınıflardan söz edildiği görülür.

27 Kasım 2014 Perşembe

“Çok Kültürlülük” – Neden Yanlıştır ve Niçin Mümkün Değildir? (2)

Dünkü yazıda Kültür kavramının sosyolojik bir tanımını yapmaya çalıştık. Ancak bu anlamıyla kültür günümüzün politik tartışmalarında hiçbir şekilde konu edilmemektedir.
Bugünün dünyası ve Türkiye’sinde Kültür’den veya çok kültürlülükten söz edildiğinde, başka bir “şey” kastediliyor. Bu kastedilen nedir? Önce onu görelim.
Diyelim ki, bir vatandaş çıktı, “benim kültürümde devlet yok, o halde ben devlete vergi vermeyeceğim, askerlik yapmayacağım, devletin okullarına gitmeyeceğim, onun bürokratik işlemlerini yapmayacağım” dedi.
(Teorik olarak öyle bir şey mümkün aslında, çünkü Alevilerin bir kısmı Aleviliğin bir Kültür olduğunu söylüyor. Alevi Kültürü incelendiğinde onların devleti, vergiyi, yazıyı tanımadığı, yani kültürlerinde devlet olmadığı, dolayısıyla vergi, yazı, devletin mahkemeleri, askerlik vs. olmadığı görülür. Kendi içinde tutarlı ve Aleviliğin Kültür olduğunu söyleyen bir Alevinin çıkıp, “madem çok kültürlüyüz, O halde benim kültürümde bunlar olmadığından benim de kendi kültürüme göre yaşamam kabul edilsin” diyebilir.)

26 Kasım 2014 Çarşamba

“Çok Kültürlülük” – Neden Yanlıştır ve Niçin Mümkün Değildir? (1)

Günümüzde kimsenin dilinden düşürmediği bir sürü saçma ve yanlış kavram ortalığı doldurmuş bulunuyor. Bu çoğu kez düşünmeden kullanılan kavramlar dünyamızı öyle şekillendiriyor ki devrimci ve eleştirel bir duruş; gerçekten radikal ve demokrat bir politik çizgi olanaksız hale geliyor. Örneğin Gezi Direnişi’nin neredeyse izinin ve tozunun kalmamasında bu gibi kavramların görünmez egemenliğinin ki gerçek tehlikeli ve kendisiyle mücadele edilmesi zor egemenlik görünmez egemenliktir, çok önemli bir yeri vardır. Yeri geldikçe bir seri yazıda bunları ele alalım. “Çok Kültürlülük” bunlardan biri.
Kültür kavramının eğitim ya da sanat gibi kavramlar karşılığı sık sık kullanıldığı olur. Kültürlü insan dediğimizde genellikle iyi bir eğitim almış olmayı kastederiz. Şehrin kültür hayatı dediğimizde, şehirdeki sanat etkinliklerini kastederiz. Bu gibi başka anlamlarda kullanımları konumuz açısından bir kenara bırakıyoruz.

23 Kasım 2014 Pazar

Darboğaz (“Flaschenhals”) – İnsanlığın Geleceği Var mı? Varsa Nasıl?

Bizler ve bizlerden sonra gelebilecek birkaç kuşak içinde insanlığın bir geleceğinin olup olmadığı sorusu bir cevap bulacaktır.

Tarihte hiçbir kuşak böylesine ağır bir yükün altında kalmamıştır. Ve tarihteki hiçbir kuşak, böyle bir yükün altından kalkmak için böylesine hazırlıksız değildir.

Neden bu birkaç kuşak önemlidir? Neden bu birkaç kuşağın yaşamı içinde bir dar boğazdan geçilebilecek ya da geçilemeyecektir?

Bu yok olma tehlikesini atlattığı takdirde insanlığın önünde sınırsız ufuklar açılır. Adeta ölümsüzlüğü varır. Ama aşamazsa yok olacaktır.

21 Kasım 2014 Cuma

Gelecek, Geleceğin Tarihi ve Uluslar

Dün “Doğu Toplumları ve Ütopya” başlıklı bir eski yazıyı tekrar yayınlamanın nedeni gelecek üzerine birkaç konuya yönelmekti. Bunlar gelecek ve geçmiş ilişkisi üzerine; geleceğe ilişkin tasavvurların genellikle çık kısa bir dönemi içermeleri üzerine; Ortadoğu’nun yakın geleceği üzerine; insanlığın geleceği ve geleceksizliği üzerine bir seri yazıya yavaş yavaş bir giriş yapma niyetiydi.
Ucundan başlayalım.
Aslında nasıl tarih, tarih ile ilgili değil, günümüzün sorunları ile ilgiliyse, gelecek üzerine öngörü ve hayaller de bütünüyle günümüzün sorunlarıyla ilgilidir ve ifade edildikleri dünyanın sorunlarını tartışırlar ve tüm darlıklarını yansıtırlar.
Tarihin nasıl bir tarihi varsa ve tarih en iyi tarihin tarihinden izlenebilirse, Geleceğin de(Ütopyaların, Bilim Kurguların, gelecek tasavvurlarının vs.) bir tarihi vardır.
Ve çok paradoksal bir ifade olabilir ama geçmişteki tarih en sağlıklı olarak geleceğin tarihinde izlenebilir.

20 Kasım 2014 Perşembe

Doğu Toplumları ve Ütopya

Doğu Toplumları ve Ütopya ilişkisini anlamak için önce “Doğu Toplumu” ve “Ütopya” kavramlarını netleştirmek gerekmektedir. Çünkü bu kavramlar, sanıldığının aksine, tarihin burjuva uygarlığınca geliştirilmiş metafizik bir kavranışına bağlı olan zaman ve mekan kavramlarına dayanırlar.
Doğu nedir? Coğrafi olarak güneşin doğduğu yön demektir. Birçok dilde doğu zaten güneşin doğduğu ülke ya da taraf anlamına gelen sözcüklerle karşılanır. Bizzat Anadolu sözcüğü de böyledir. Eski çağın Grekleri için güneş küçük Asya yarımadasından doğduğu için, buraya Güneşin Doğduğu Yer diyorlardı.
Ama dünya yuvarlaktır. Doğu da bir yer değil,  yöndür. Bu demektir ki, dünyanın her yeri doğudur.
Amerika’nın Uzak Batı’sı da Uzak Doğu’daki Japonya’ya göre Uzak Doğu’dur. Demek ki doğu sözcüğü, ancak bulunulan yere göre bir anlam taşımaktadır. Bu da bir yön olarak değil ama bir yer olarak Doğu’nun ancak belli bir koordinat sistemine göre var olabileceğini gösterir.

15 Kasım 2014 Cumartesi

Beyaz Yapılmış Siyah İnsanlar ve Tarih

İnsan türünün (Homo) ve Homo Sapians’in kökeni Afrika. Özellikle de Somali-Etyopya bölgesi ve Güney Batı Afrika (Kalahari’deki Sun halkı muhtemelen 70.000 yıl önce yaşayan ve hepimizin geldiği birkaç bin kişilik popülâsyonun doğrudan ahfadı.) Bugün bile oralarda koyu kahverengi ve siyah arası bir ten rengi egemen.
Dolayısıyla insanın otantik deri renginin koyu kahverengi ile siyah arası olduğu varsayılabilir. Zaten bu konudaki teoriler de bu yönde. Daha koyu (Siyah) ve açık (Beyaz) renklerin daha sonra ortaya çıktığı yönünde genel bir kabul bulunuyor.
Bunun nedeni büyük bir olasılıkla da Güneşin yaydığı mor ötesi ışınlara karşı koruma ve ayrıca deriye rengini veren melanin, D vitamini ve cinsellik arasındaki karmaşık ilişkilerin de bir seçme avantajı sağlaması.

13 Kasım 2014 Perşembe

Milletler ve Milliyetçilikte Olgu ve Olgunun Bilgisinin İlişkisinin Quantum Fiziğine Benzeyen Karakteri

Çağın Hayaleti ve Hayaletin Laneti

Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ve Ulusal Kurtuluş Savaşları başta olmak üzere, son iki yüzyıldaki savaşların neredeyse tamamının, hatta “sınıfçı” olduğunu iddia edenlerin bile çoğunun, milliyetçilik temelinde yapıldığı göz önüne alınırsa, milliyetçiliğin çok tekinsiz olduğu; insanlığı adeta bir cin gibi çarptığı ve lanetiyle öldürdüğü görülür.
Dünya tarihinin en kanlı yüzyılında neredeyse bütün savaşlar ulus bayraklarıyla yapılmışlardır.
Ama lanet burada bitmez.
Eğer Sosyalizm insanlığın ve ezilenlerin umudu idiyse “sosyalist partileri”, “sosyalist hareketleri”, “sosyalist enternasyonalleri”, “sosyalist devletleri” her seferinde milliyetçilik çökertmiştir.
·         İkinci Enternasyonal’i çökerten neredeyse bütün sosyalist partilerin kendi devletlerinin ve milletlerinin yanında yer almasıydı, yani fiilen milliyetçiliğe teslim olmalarıydı.
·         Sovyet devrimi ve Üçüncü Enternasyonal, 1920’lerde -ki kaderi Sovyet devrimine bağlıydı- milliyetçi “tek ülkede sosyalizm” parolasıyla çökmüştü.
·         Ekim Devrimi’nin kalıntısı son gelenekler, İkinci Dünya Savaşı’nda, “dünyanın lanetlileri”yle başlayan Enternasyonal yerine, “Büyük Rus ulusunun perçinlediği, özgür cumhuriyetlerin parçalanmaz birliği” sözleriyle başlayan SSCB marşının almasıyla ve buna eşlik eden Üçüncü Enternasyonal’in lağvıyla yok olmuştu.

12 Kasım 2014 Çarşamba

“Türkler” Niçin Müslüman Olmadı ve Olamazdı ama Müslümanlar Niçin ve Nasıl Türk Oldu?


Okullarda okutulan ve herkesin kabul ettiği tarihe göre, Türkler 7-11 yüzyıllar arasında Müslüman olmuşlardır.
Bu hikayeyi en Marksist bilinenler bile kabul edip öyle kitaplar yazmışlardır.
Örneğin Hikmet Kıvılcımlı, “Dinin Türk Toplumuna Etkileri” diye bir kitap yazmıştır ve kitaptaki bölümlerden birinin başlığı da “Türkler ne zaman ve nasıl Müslüman oldular”dır.
Bir başkası da Erdoğan Aydın. “Türklerin Müslümanlaştırılmasının Resmi Olmayan Tarihi – Nasıl Müslüman Olduk?”diye bir kitap yazmış. (Bu iki yazının ayrıntılı bir eleştirisi şu yazıda var: “Kıvılcımlı Niçin ve Nasıl Bir Gerici Milliyetçiydi?” ve “Türklerin Müslümanlaşması mı? Müslümanların Türkleşmesi mi? (Erdoğan Aydın’ın “Nasıl Müslüman Olduk” Kitabına Eleştiri”)

10 Kasım 2014 Pazartesi

Atatürk, Çerkez Ethem, Kemalizm ve Stalinizm Üzerine

Bugün 10 Kasım, Atatürk’ün ölümünün yıl dönümü.
Aşağıda Atatürk ve Kemalizm üzerine biri yirmi yıldan daha fazla zaman önce (1992) diğerleri ondan daha fazla yıl önce yazılmış dört yazı var.
Bu yazıları yazdığımızda elbette 2004’ten sonra geliştirdiğimiz kavramsal araçlardan henüz yoksunduk. Bu nedenle bugün elbette kimi formülasyon ve kavramları daha farklı kullanırdık. Ama esas olarak oralarda belirtilen görüşlerin doğru olduğu ve olayların gelişimince de genel olarak doğrulandığı kanısındayız. Türkiye’de bu yazılarda belirtilen noktalara hala varılabilmiş bile değil.
Örneğin Kemalizm hala bir ideoloji olarak ele alınıyor ve tanımlanıyor; bu ideoloji de somut bir tarihsel biçimle sınırlanıyor. Bir başka örnek: Atatürk bir Bonapart olmasına rağmen hala bir Jakoben olarak tanımlanıyor.
Entelektüel ve Teorik sığlık sadece Atatürk’ün değil, Türkiye’nin sağcısı ve solcusuyla tüm akımlarının temel yapısal ve ortak özelliğidir.

8 Kasım 2014 Cumartesi

Din Nedir?

Din’in ne oluğunu herkes bildiğini sanır?
Ancak din kavramınızın kendisinin bir dinin din kavramı olduğunu düşünürseniz Din’in ne olduğunu anlamadığınızı anlamaya başlarsınız.
Dinleri sembolize ettiği düşünülen yandaki resmin kendisinin bir dinin din veya dinler tanımı olduğunu hiç düşündünüz mü?
Üstüne üstlük dinsiz olmanın mümkün olmadığını, sizin sadece dininizin ne olduğunuzu bilmediğinizi anlamaya başlarsınız.
Diğer bir ifadeyle din kavramınızın dinin ne olduğunu olanaksızlaştırdığını anlarsınız.
Bunun için bir başlangıç olarak şu videoyu öneriyoruz:
Şu linki izleyiniz lütfen:
Ayrıca bu konferansla birlikte kullandığımız görsel malzeme de yararlı olabilir ve şuradan izlenebilir:
(İşte uzun yazdığımdan şikayet edenlere kısa bir yazı. Hepsi bu kadar. J)

7 Kasım 2014 Cuma

Sosyalist ve Demokratların Temel Sorunu

Ciddi devrimciler karşı tarafı suçlamazlar. Kendi hataları üzerine yoğunlaşıp kendi cephelerindeki yanlışlarla mücadeleyi başa koyarlar. Siz hiç Lenin’in, Marks’ın veya başka büyük bir devrimcinin karşı tarafı iknaya yönelik, onları eleştiren veya değiştirmeye çalışan bir yazısını gördünüz mü? Göremezsiniz. Çünkü onlar zaten karşıdadır, ortadaki bir savaştır ve onlar kendi görevlerini; çıkar ve konumlarına uygun olanı yapmaktadırlar. Onlara karşı eleştiri silahı kullanılmaz, onların siyahlarının eleştirisi yapılır. Eleştiri silahı bizim taraftakilere karşı kullanılacak bir silahtır. Güçleri değil; yanlışları, fikirleri ortadan kaldıran bir silahtır eleştiri. Bu nedenle “fıtratı gereği” eleştiri düşmana karşı kullanılamaz.
Bizler, yani sosyalistler, demokratlar görevimizi yapıyor muyuz? Esas soru budur?
Gerçekten doğru bir programı savunuyoruz muyuz? Gerçekten doğru bir stratejimiz var mı? Doğru, taktikler, örgüt ve mücadele biçimlerine sahip miyiz? Parola ve bayraklarımız doğru mudur? Zinciri sürükleyecek doğru bir ana halkayı yakalayabiliyor muyuz?

5 Kasım 2014 Çarşamba

Rojava’yı İşgal İçin Halep Bahanesi

Bu hükümet ve Erdoğan, bir punduna getirip Rojava’yı işgal etme hevesinden ve niyetinden vazgeçmiş değil.
Önceleri Kobani düşsün diye bekliyor, Kobani düşünce de, kamuoyunda oluşacak infial ve tepkiyi ve bunun oluşturacağı baskıyı kullanarak, IŞİD tehlikesini bahane ederek fiilen Rojava kantonlarını “Güvenli Bölge” adı altında işgal etmeyi; böylece Koalisyon’un desteğini almayı planlıyordu.
Kobani’nin direnişi ve sokaklara çıkan yığınlar bu oyunu bozdu.
Bunun üzerine ikinci savunma hattına çekildi.
Ve sonunda Barzani’nin aracılığıyla silah yardımına göz yummak zorunda kaldı.
Artık Kobani’de savaşanlar yeni gelen silahlarla IŞİD karşısında üstünlük kurarken ve muhtemelen bir süre sonra IŞİD Kobani’den çekilecekken Kobani’nin düşmesi artık zayıf ve uzak bir ihtimal.

4 Kasım 2014 Salı

Kürtler, Ortadoğu’nun Geleceği, Tarih ve Marksizm

Gelecek geçmişte yazılır. Geleceğin nasıl şekilleneceği geçmişin nasıl yazıldığına bağlıdır.
Bütün “mitolojik” denen söylenceler birer tarih anlatımından başka bir şey değildir ve bir toplumsal dönüşüm sonucu yerleşmişlerdir. Mitolojiye firen her kahraman, aslında yeni bir tarih yazan ve yeni bir düzenin kuruluşuna öncülük eden bir devrimciden başka bir şey değildir.  İnsanlık henüz soyut düşünme geleneğinin olmadığı zamanlarda bu dönüşümleri somut imgelerle anlatmıştır.
Bütün din kitapları aslında birer tarih kitabıdır. Tevrat çok tanrılı dinler karşısında başka bir tarih yazar. Hıristiyanlık ya da İslam, aynı tarihi alır başka bir şekilde yorumlayarak anlatır. Kuran, Tevrat’ta anlatılan ve o zamanın Arabistan’ında bilinen tarihin, başka bir ışık altında okunması ve yorumlanmasından; dolayısıyla başka bir tarih yazımından başka bir şey değildir. İslam, Kuran’la geçmişi farklı anlatabildiği için geleceği farklı kurabilmiştir.

3 Kasım 2014 Pazartesi

Ciguli, Romanlar, TKP, Kobane, Kürtler ve Marksizm'in Krizi

Ciguli, Romanlar, TKP, Kobane, Kürtler ve Marksizm'in Krizi arasında ne gibi bir ilişki olabilir?
Ciguli bir Romandı. Kobane birden dünyanın gündemine gelmiş bir şehirdir, bu şehir artık Kürtlerin ve de Demokratik özlemlerin sembolü olmuştur. Ciguli’nin ölüm haberi “Kobani İçin Küresel Destek Günü” ve Peşmergelerin Kobani’ye girişiyle aynı gün gazetelerde yer aldı. Bu bir ilişki olarak görülebilir. Ama bu zorunlu ve derinden bir ilişki değildir, tümüyle bir rastlantısaldır. Bunların arasında zorunlu ve derinden bir ilişki var mıdır? Varsa nasıl bir ilişkidir? Bütün bunlar biyolojik ya da fiziksel değil toplumsal olgular olduğuna göre bunları bize ancak Tarih ve Toplum Bilimi (Marksizm) açıklayabilir? Ama Marksizmcin kendisi de bir toplumsal olay olduğundan, kendisinin teorik sorunlardaki krizi de toplumsal bir olay alarak yine Marksizm’in konusuna girer. Yani en azından hepsi toplumsal, sosyolojik (toplum bilimin alanına giren) olaylardır. Konumuz bunun ardındaki görünmez ve derin ilişkilerdir.

31 Ekim 2014 Cuma

29 Ekim 2014 - Bir Kırılma Noktasında Geleceğe İlişkin Projeksiyonlar

Aslında askeri olmaktan ziyade politik ve sembolik anlamı dolayısıyla önemli olan, Peşmergelerin Türkiye toprakları üzerinden, tezahürat nedeniyle,  “6 saatlik yolu 16 saatte alarak” Suruç’a gelişleri bir dönüm noktası veya “kırılma noktası”dır.
Dönüm veya kırılma noktalarında, var olan güçler ve hedefleri üzerine bir “durum değerlendirmesi” yapmak gerekir.
Bu dönüm noktasını mümkün kılan, her şeyden önce PKK’nın Ortadoğu’da bir güç olarak aniden öne fırlamasıydı. Elbette bu öne fırlama, uzun yıllar süren bir birikim ve mücadelenin ürünüydü.
Örneğin PKK’nın ideolojisinde ve pratiğinde tüm dillerden insanların eşitliği vurguları olmasaydı; PKK gerçekten dinler ve inançlar karşısında tarafsız olmasaydı, IŞİD’in Ezidilere, Türkmenlere ve diğer illerden dinlerden insanlara yönelik saldırıları karşısında böyle aktif ve uyanık bir çaba göstermesi, böylesine az güçlerle böylesine büyük başarılara imza atması beklenemezdi.

30 Ekim 2014 Perşembe

ABD’li Generalin Kobani Kehanetleri

Kobane Kuşatmasının başından beri yazdığımız birçok yazıda Kobane’nin düşebileceğine ilişkin ABD generalleri beyanlarının bir durum saptaması değil, birer tehdit olduğunu yazıyorduk.
Örneğin daha birkaç gün önce yazdığımız “Bir Resim İki Haber” başlıklı yazıda, şöyle diyorduk:
“Günlerdir, ABD generallerinin “Kobane düşebilir” beyanlarının bir durum saptaması değil bir tehdit olduğunu, isterse ABD’nin IŞİD’i oraya yaklaştırmayabileceğini ve tek başına YPG’nin bile böyle bir destekle ve silah yardımıyla IŞİD’i Kobane Kantonu’ndan bile çıkarabileceğini yazıyorduk.
Dünkü yazıya da şöyle başlamıştık
“Kobane’nin askeri olarak IŞİD’in eline geçmesi, yani “düşmesi” olasılığı artık neredeyse sıfırdır.”
Çünkü artık ABD ve müttefikleri Türkiye ve Barzani, Kobane’yi düşürmüşlerdi.
Tahminimizde yanılmamışız.

29 Ekim 2014 Çarşamba

Yanlış Soru: “Kobani” veya “Ayn El Arap” Kürt Şehri mi, Arap Şehri mi?

Önce bir anekdot.
Saraybosna’nın kuşatıldığı, eski Yugoslavya’nın parça parça olduğu yıllarda, Hamburg’a da epeyce bir eski Yugoslavyalı savaştan kaçarak mülteci olarak gelmişti. Bunlardan bazılarının çalıştığımız taksiye müşteri olarak bindikleri olurdu.
Bir gün yine genç birisi bindi, kırık Almancasından, tipinden ve aksanından eski Yugoslavya’dan geldiği anlaşılıyordu. Zaten gitmek istediği yer de, limandaki gemiden yapılmış mülteci yurtlarıydı ve orayı dolduranların ezici çoğunluğu eski Yugoslavya’daki savaştan kaçanlardı.
Genç müşteriye, nereli olduğunu sordum. Saraybosna dedi.
Peki, nesin diye sordum?
Hırvat mı (Batı Roma ile uygarlığa geçmiş, Katolik Güney Slavı mı?), Sırp mı (Doğu Roma, yani Bizans ile uygarlığa geçmiş, Ortodoks Güney Slavı mı?), Boşnak mı? (Ne doğu ne Batı Roma’nın uygarlaştıramadığı (Bogomil) Osmanlı ile uygarlığa geçmiş Müslüman (Bektaşi) Güney Slavı mı?)
Genç “Saraybosnalıyım” dedi.

Barzani’nin Yorumcuları Barzani’nin Kobani’yi Nasıl Düşürdüğünü Anlatıyor

Geçen hafta, hem bir uyarı olarak hem de olan bitenin özünü vermek için “Kobani Düştü” başlıklı bir yazı yazmıştık.
Birçokları, özellikle Barzani'ye yakın olanlar, bizi “Kürtlerin arasına nifak sokmak”la itham ettiler.
PKK’ya yakın olanlar ise sanki hiç böyle bir şey yokmuş da biz kendi hayal hanemizden yazıyormuşuz anlamına gelen yorumlar yaptılar.
En hafif eleştiriler, “durumu abartmak” veya “amacını aşmak” biçimindeydi.
Aslında her şey ortadaydı. Çok basit hem de Kobani'dekiler Silah ve ilaç istiyorlar; sözüm ona Kobane’ye Yardım etmek isteyenler de olmaz ille de silahlı güç (Peşmerge veya ÖSO) diyorlardı.
Bu arada İŞİD saldırılara devam ediyor. Asker yollamak isteyenler silah yollamaktan imtina ediyor. Nedense onun ikmal yollarında ABD’nin uçakları fazla etkili olamıyor ve IŞİD her gün biraz daha güçlü olarak Kobani’nin son nefes borusuna yükleniyordu. Kobane de mecburen yavaş yavaş dilini değiştiriyor; asker yollanmasının mücadeleyi güçlendireceğini söylemeye başlıyordu.

27 Ekim 2014 Pazartesi

Bedir Gazvesi’nden Kobani Kuşatması’na - Küçük Ama Büyük Savaşlar

Bugün dünyada ve Türkiye’de en önemli olay Kobani’dir.
Neden?
Örneğin Brezilya’da Seçimleri İşçi Partisi adayının kazanması; Almanya’da Irkçı holiganların salafistleri bahane ederek alanları doldurması veya Validebağ’da İstanbul’un son soluk borularından birini daha tıkamak ve yeni rant alanları yaratmak için AKP iktidarına karşı İstanbulluların, tıpkı Gezi öncesinde olduğu gibi sabaha kadar soğuk ve yağmur altında beklemesi gibi daha saymakla bitmeyecek, yüzlerce gelişme, olay ve direniş sıralanabilir.
Kobani’deki savaş bunların hepsinden daha önemlidir.
Keza Irak’ta IŞİD’e karşı kimi şehirlerin Kürtler veya Hükümet güçlerince ele geçirildiğini duyuyoruz. Veya tarsinden IŞİD’in bazı yerleri ele geçirdiğini okuyoruz. Oralarda savaşan güçler çok daha büyük niceliklere tekabül edebilirler. Daha büyük şehirler kazanılmış ve kaybedilmiş olabilir.
Ama onların hiç birisi, dünya tarihsel önemi bakımından Kobani ile kıyaslanamaz.
Çünkü Kobani’deki savaş nitelik olarak bütün bu mücadele ve savaşlardan farklıdır.
Hatta Kobani’deki savaş bu farkın korunup korunamayacağını belirleme savaşıdır.
Askeri bakımdan Kobani küçücük, bir birkaç kilometre eninde ve boyunda bir kasabadır. Orayı savunanların sayısı taş çatlasa birkaç bini de geçmiyordur. Zenginlikleri, coğrafi ve stratejik bir önemi de yoktur.

26 Ekim 2014 Pazar

Politik Azınlıklar ve Matematik Azınlıklar

Ulus sorununda ve kavramında “azınlık” kavramının iki farklı kullanımının ve anlamının ayrılmaması her zaman büyük kafa karışıklığına ve demokrasi mücadelesinin zayıflamasına yol açar: Azınlığın politik ve matematik anlamlarının farkı.
Bu fark sadece iki farklı alana has bir fark değildir; aynı zamanda farklı ulus kavrayışlarına da karşılık düşer. Aynı zamanda bu mücadelenin de bir aracıdır.
Politik bir azınlığı yok etmenin yolu politik çoğunluğu yok etmekten geçer.
Ama matematik bir azınlık yok edilemez, adı üstünde sayısal bir azınlıktır. Bunun yolu azınlığı bir takim niceliklerle (kotalar, hasılanın bir bölümünü aktarmalar vs.) eşitlemekten geçer.
Örneğin bir ulus, bir dille (Örneğin Türk, Kürt ve Arap ulusları) bir dinle (İran veya İsrail) bir kültürle (Avrupa) vs. tanımlanmışsa, o tanımlanan dilden, dinden, kültürden olmayanlar politik olarak “azınlık” olurlar. Tanımlanan dil, din veya kültürün nüfusun çoğunluğunu oluşturması bile şart değildir. Ama genellikle, hatta kural olarak, resmi olarak tanımlanmış dil, din veya kültür vs. aynı zamanda çoğunluğun veya nüfus içindeki en büyük grubun dili, dini, kültürü ile özdeştir.

25 Ekim 2014 Cumartesi

Kobani ve Ortadoğu’da Yol ve Yordam Bulmak İçin Bir Manifesto

Aşağıdaki Program/Manifesto, 2004 yılında, yani bundan on yıl önce, “Açılım” adlı bir dergi projesine çıkış bildirisi taslağı olarak yazılmıştı.
Bu Program/Manifesto’yu Marks-Engels’in yazdığı Komünist Manifesto’ya öykünerek; onlar bugün Ortadoğu’da yaşasalar, arada geçen zamandaki olgular hakkındaki bilgi birikimine ve kavramlar alanındaki teorik katkılara da dayansalar, nasıl bir şey yazarladı diye düşünerek yazılmıştı.
Edebi bakımdan da Marks-Engels’inkine benzeyen bir uslup kullanılmaya çalışılmıştı..
O dergi girişimi başarısızlığı uğradıktan sonra, Ortadoğu İçin Demokrasi Manifestosu başlığıyla birkaç kez internette yayınlandı.
Orta Doğu’daki son gelişmeler ve Kobane Kuşatması bu programın ne kadar doğru ve hayati olduğunu bir kez daha kanıtlamış bulunuyor.
Kobane için kalpleri ve yürekleriyle Kobane’nin yanında saf tutanların yollarını şaşırmamaları için bu programın hayati önemi vardır.
Ayrıca yazılarımız ancak bu programın ışığında daha iyi anlaşılabilir.
Bu program on yıldır yok sayılmaya devam edilmektedir.

24 Ekim 2014 Cuma

Bir Resim İki Haber

Aslında görmek isteyen göz için her şey açık.
Kobane’de savaşanlar defalardır, bizim savaşçıya değil silaha, ilaca ihtiyacımız var diyor.
Ama nedense silah ve ilaç vermeyenler savaşçı yollamakta ısrar ediyorlar ve Kobane’nin sözlerini duymuyorlar.
Bugün 300 Peşmergenin geçeceği yolun belirlendiği haberlerinin mürekkebi kurumadan ÖSO’nun 1300 (Bazılarına göre 1500) savaşçısının da hemen geleceği haberleri çıkmaya başladı.
Açıktır ki bunlar IŞİD’e karşı savaşmak için değil, YPG’yi kımıldatmamak, onu kontrol altında tutmak için geliyorlar.
Günlerdir yazıyoruz. ABD’nin IŞİD’i bombalamaması, IŞİD’in tekrar saldırıya geçmesi ve dün Kobane’nin merkezini bombalaması ve aynı zamanda YPG’nin eline geçmiş bulunan Til Şer tepesini ele geçirmesi, Kobane’nin boğazına tutulmuş IŞİD bıçağının, Kobane’nin boğazına şöyle bir sürtülerek, tehdidin tekrar ifadesi, “Sen bilirsin” demektir.

23 Ekim 2014 Perşembe

Kobane Düştü

Kobane’nin askeri olarak IŞİD’in eline geçmesi, yani “düşmesi” olasılığı artık neredeyse sıfırdır. Düşse de artık düşen Kobane olmayacaktır.
Çünkü Kobane Dohuk’ta düştü. Dohuk’ta düşen sadece Kobane de değildir. Tüm Rojava düştü.
Dün Duhok’tan kötü kokular geliyor diye yazmıştık. Bugün onların gerçek olduğu ortaya çıktı.
*
Kobane’yi Kobane, Rojava’yı Rojava yapan “Toplumsal Sözleşme”si idi. Demokratik bir ulusu ve ulusçuluğu savunması idi.
Girişindeki ilk paragraf şöyle diyordu:
(…) Bizler demokratik özerk bölgelerin halkları; Kürtler, Araplar, Süryaniler (Asuri, Keldani ve Arami), Türkmenler ve Çeçenler olarak bu sözleşmeyi kabul ediyoruz. Demokratik Özerk Bölge Yönetimleri; ulus-devleti, askeri ve dini devlet anlayışını, aynı zamanda merkezi yönetimi ve iktidarı kabul etmez. (…)

22 Ekim 2014 Çarşamba

Kobane’ye Dayatılan Diyet ve Amaçlar

Kobane’de gökten inen silahlara ve tıbbi yardıma; savaşçıların birazcık olsun soluk almasına; Türk devletinin ve hükümetinin politikasının iflas etmesine sevinemeden, Duhok’tan kötü kokular gelmeye başladı.
Duhok’ta, silahların ve bombardımanın diyeti isteniyor Kobane’den ve Rojava’dan.
Nasıl?
ABD Savunma Bakanlığı Sözcüsü John Kirby: “Kobani’de durum hala belirsiz ve değişken. Kentin hala düşebileceğine inanıyoruz” diyor.
Bu bir durum saptaması gibi ifade edilen sözlerin anlamı şudur: Kobane ve Rojava taleplerimize hayır derse, bombardıman durur, silah gelmez. O zaman da IŞİD Kobane’de katliam yapar. Bu sözler diplomatik dille bir tehdittir.

21 Ekim 2014 Salı

Dünden Bugüne Gelişmeler, İhtiyat ve Gelecek

Kobane direnişi etrafındaki gelişmeler birden bire baş döndürücü bir hız kazandı. Kobane, sadece IŞİD’e karşı değil; şimdiden Türk Devleti ve Hükümetine karşı da bir zafer kazanmış bulunuyor. Bu zafer elbette Kürt Özgürlük Hareketi’nin ve Kobane’de direnen savaşçıların bir zaferidir.
Bu zaferde kritik nokta ve kırılma, Türkiye’deki “Serihildan”dı. Kobane’deki direnişle Kitlelerin hareketi birleşince, bütün hesaplar altüst oldu. Tarih boyunca bütün hesapları zaten ezilenlerin kitlesel hareketleri ve kahramanca direnişleri alt üst eder.
Ancak bir muharebeyi kazanmak savaşı kazanmak değildir. Savaş yitirilebilir. Türkiye’nin hamlesi, yeni bir savunma ve saldırı mevziine çekilmesinden başka bir şey değildir.
Sevinmek için çok erken.

20 Ekim 2014 Pazartesi

ABD’nin Kobane’ye Silah Yardımı, Ortadoğu’da Bir devrimci Kabarış Olasılığı ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin Geleceği Üzerine

Kürt hareketinin olası evrimi ve neler yapması gerektiği üzerine yazmaya devam ediyoruz ama önce Kobane.
ABD’nin “Türkiye-Suriye sınırındaki Kobani’ye ‘Irak’taki Kürtlerden temin edilen‘ silah, mühimmat ve tıbbi yardımın bu sabaha karşı havadan indirildiğini” duyurması müthiş önemli bir gelişmedir.
Kobane’ye (ABD açıklaması YPG’ye demiyor, hala bu ifadeyi kullanmıyor.) Hercules uçaklarıyla yapılan bu yardım, az ve sembolik olsaydı bile müthiş önemliydi.
Kaldı ki Kobane’deki savaşın dengesini bile değiştirebilecek düzeyde, ciddi bir yardım olduğu varsayılabilir. Çünkü “YPG’nin sözcülerinden Polat Can, ‘Kobani’ye büyük miktarda silah ve mühimmatın ulaştığını‘ açıkladı. Can, açıklamayı Twitter’dan yaptı.” (Diken).
Böylece yardımın önemi katmerlenmektedir.

E-Kitapları nasıl yapalım?

Birçok arkadaş, kolaycı bir yol izliyor ve son derece kalitesiz e-kitaplar ortaya çıkıyor. Sonra da bunlar paylaşılıyor. Böylece okunmaya pek elverişli olmayan veya yorucu bir şekilde okunabilecek kitaplar ortalığı dolduruyor.
Birincisi, PDF formatı e-kitap okuyucular için uygun değildir. O daha ziyade evrak için geliştirilmiş bir formattır. Bu nedenle tercihan öncelikle PDF değil, EPUB formatında üretmeli.
E-kitaplarda satırların aralarını, harf karakterlerini, arka plan renklerini vs. siz keyfinize göre belirleyebilirsiniz. Bu nedenle EPUB formatı idealdır.
EPUB’tan PDF’e kolayca ve kalite kaybı olmadan bir kitabı konverte edebilirsiniz ama PDF’ten EPUB’a yapınca satır sonları, içindekiler, dipnotlar vs. hepsi kaybolmakta. Şu an artalıkta dolaşan EPOB’ların çoğu da böyle.
Bu nedenle esas olarak e-kitapları EPUB formatında ve temiz olarak üretmeyi hedeflemeli.
PDF’ten işe yarar ve temiz bir EPUB yapabilmek biraz emek gerektiriyor.
Genel olarak şöyle yapılıyor. Grafik olarak taranmış bir kitap bir OCR programına okutuluyor, daha sonra grafik altı metin olarak PDF yapılıyor. Sanki ilk bakışta hem metin hem de orijinalindeki gibi bir görünüm oluyor. Sonra da bundan Calibre ile EPUB veya MOBI’ye (Kindle’nin formatı) konverte ediliyor.
Bu bütün kaliteyi hem PDF olarak hem de diğer formatlarda çok kötü yapıyor.
Birincisi, Grafik altı veya üstü metin yerine, sadece metin ve resim seçmeli PDF olduğunda bile. O zaman dosyanın büyüklüğü de azalır ve sahte güzel bir görünüm olmaz.

19 Ekim 2014 Pazar

Demokratlar İçin Altın kurallar

Kürt Özgürlük Hareketinin geçirmesi gereken dönüşüm ve bunu yapıp yapamayacağı üzerine Kobane Savunması bağlamında imkân buldukça yaptığımız değinmelere devam edeceğiz.
Ancak bu arada Türkiye’de özellikle Kobane Protestosu vesilesiyle çıkan olaylara ilişkin olarak kendini “Demokrat” olarak tanımlayanlar arasında bile yaygın olarak görülen yanlışlara kısaca değinelim ve Türkiye’de demokrasi için politik mücadele yürütmek niyetinde olanların hiçbir zaman akıllarından çıkarmamaları gereken en temel altın kurallara dikkati çekelim.
*
Sıradan yurttaşlar için, neredeyse evrenselleşmiş; hatalardan koruyucu bir hukuk kuralı vardır: aksi bağımsız bir mahkeme kararıyla kesinleşinceye kadar herkes suçsuzdur. Yurttaşın suçlu olduğunu kanıtlamak, itham edenlerin ve/veya devletin görevidir.
Bu ithamların da ayrıca öyle olur olmaz yapılmasını engellemek için, güçlü deliller olmadan yapılan suçlamalar gerçek çıkmadığı takdirde, suçlayan ve/veya itham edenlere yönelik müeyyideler (para cezaları veya insanlar arası ilişkide ayıplamalar vs.) vardır.

16 Ekim 2014 Perşembe

Türkiye’de Demokrasi Mücadelesinin Kaderi Kobane’de; Kobane’nin Kaderi Türkiye’de Çiziliyor

Aslında Kobane, gerek askeri gerek politik bakımdan, hiç de öyle önemli bir stratejik yer değildir. Politik bakımdan değildir, nihayetinde orta boy bir kasabadır. Askeri bakımdan değildir çünkü ne yolların bir düğüm noktasıdır; ne coğrafi olarak belli bir bölgeye egemen bir konumu; ne doğal veya başka zenginlikleri vardır.
Ancak savaşın akışı içinde güçlerin yığılışı öylesine bir evrim gösterir ki, insan, coğrafya ya da diğer bakımlardan hiçbir önemi olmayan; hiç bilinmeyen ve önemsiz yerde karşılıklı olarak güçler yığılır güçlerin böyle bir yığılışı birden bire savaşın sonucu üzerinde hayati bir önem kazanır. O isimsiz yer, birden bire tüm projektörlerin üzerine odaklandığı nokta olur. Sonra tekrar bilinmezliğe ve unutulmuşluğa geri döner; varlığını sahnenin karanlık köşelerinde sürdürmeye devam eder.
Stalingrad da öyleydi. Aslında stratejik bakımdan yüzlerce kilometrelik nehir boyunda büyücek bir şehirden başka bir yer değildi. Ancak savaşın akışı içinde, tayin edici bir önem kazandı ve Stalingrad yenilgisinden sonra Nazi savaş makinesi hiçbir zaman kendini toparlayamadı.
Kobane de benzer bir durumdadır. Türkiye ve Ortadoğu’daki demokrasi mücadelesinin dolayısıyla geleceğinin izleyeceği yol, Kobane’nin kenar mahallelerindeki savaşlarda belirlenmektedir.

15 Ekim 2014 Çarşamba

Suphi Nejat Ağırnaslı Söyleşisi ve Muhammed Cihad Ebrari'nin İŞİD, Hizbullah ve "Süreç" Üzerine Yazısı

Bugün Kobane bağlamında günlük gelişmeleri yorumlamaktan ve strateji ve program konusundaki deneyleri incelemeye devam etmektense iki yazıyı olduğu gibi aktararak bilgi kirlenmesine ve sloganlaşarak giderek anlam yitirmeye de dikkati çekmek istiyoruz.
*
Suphi Nejat Ağırnaslı, Mustafa Suphi ve Ethem Nejat’tan gelen adıyla; Denizlerin Avukatı Niyazi Ağırnaslı’dan gelen soyadıyla; sosyalist ve sürgünlerde bu devletin baskısının acısını her zaman çekmiş bir ailenin çocuğu olmasıyl; Ermeni olmamasına rağmen, 1915’te İttihat Terakki tarafından asılan Ermeni Sosyalisti Matteos Sarkisyan’ın takma adı olan Paramaz adını almasıyla; bir Alevi olmamasına rağmen takma soyadı olarak Kızılbaş’ı seçmesiyle; Kürt Özgürlük Hareketi ile birlikte Kobane’deki savaşa katılmasıyla; sanki soyunun ve isimlerinin kendisine yüklediği ağır sorumluluğu bilerek ve seçerek doğrulamak istercesine, ölümüyle bir manifesto (bildiri) yayınladı.
Paramaz’ın  görüşlerini birinci elden, kendi dilinden okumak en iyisi olacaktır diye düşünerek kendisiyle yapılmış bir söyleşiyi aktarıyoruz. Söz Paramaz’ın.

13 Ekim 2014 Pazartesi

Kobane'de Hava Dönüyor Gibi - Hazreti Nuh’un ve Hasreti Muhammed’in Çözümleri

Dün akşama doğru, haftalardır ilk kez, biraz olsun ferahlatıcı, Kobane’de (IŞ)İD’in ilerleyişinin durdurulduğuna, hatta YPG’nin inisiyatifi ele alıp en azından karşı saldırıya geçtiğine dair haberler gelmeye başladı. Haberler birçok farklı kaynaklardan gelmesine rağmen ihtiyatı elden bırakmamak gerekiyordu.
Ancak bugün, haftalardır Kobane haberlerine, çok kötü öngörülerde bulunan başlıklar koyan Der Spiegel’de, “Hava Bombardımanının İŞİD’in İlerleyişini Durdurduğu Anlaşılıyor” başlığını görünce, durumun bir parça olsun soluk almaya imkân verdiği sonucunu çıkarmakta tereddüt etmedik. Der Spiegel’in haberine göre, bizzat Amerikan Savunma Bakanı,  Chuck Hagel de, “ihtiyatlı bir iyimserlikle” “gerçekten bazı ilerlemeler var” demiş. Ve Amerika’nın İŞİD’i geri püskürtmek için “havadan mümkün olan her şeyi” yapacağını söylemiş. Aynı ABD, daha birkaç gün önce, zaten Kobane’yi gözden çıkardığını ve Kobane’nin kendisinin bir önceliği olmadığını söylüyordu.

12 Ekim 2014 Pazar

Kobane Direnişi Hükümetin Tüm Hesaplarını Boş Çıkarabilir


Kobane savaşının ilk günlerinde (22 Eylül) yazdığımız “Kobane – Stalingrad” başlıklı yazıda, şehirleri ele geçirmeye yönelik savaşlarının zorluklarından söz ederek, Kobane’nin düşürülemeyeceğini yazıyorduk. Bunları yazarken, İnternet’e eskiden 100.000 olan Kobane’nin nüfusunun 400.000 olduğu şeklindeki İnternette her yerde rastladığımız verilere dayanıyorduk. 100.000’lik bir şehir epey büyük bir şehirdir. Böyle bir şehir iyi ve kararlı bir savunma yaparsa, ele geçirmek isteyen güçler için bu büyük kayıplar anlamına gelir. Gerçi Google Earth ve Map ile bu bilgiyi kontrol etmeyi de denemiş ve şehir bize biraz küçük görünmüştü, ama işini uzmanı olmadığımızdan, gözümüzün bizi yanıltabileceğini düşünerek bu bilgileri doğru kabul etmiş ve Kobane’nin fetih edilemeyeceğini yazmıştık.
Ancak savaş uzayıp canlı yayınlarda Kobane’yi daha yakından tanıdıkça şehrin nüfusunun önceleri 100.000 ve göçlerle de 400.000 olduğu konusundaki bilgilere iyice kuşkuyla yaklaşmaya başladık. Sonunda hatanın kaynağı anlaşıldı. Kobane Kantonu (ki geniş bir alanı ve köyleri de kapsıyordu, Türkiye’deki il ve il merkezi farkı gibi düşünelim) kastediliyormuş, şimdi kuşatma altında olan Kobane şehri değil.

11 Ekim 2014 Cumartesi

Kobane, Che, Kıvılcımlı

İki gün önce, sadece Öcalan’a karşı Komplo’nun değil, aynı zamanda Che’nin (9 Ekim 1967) öldürülüşünün bir yıl dönümüydü.
Bu yıl dönümünde, epey önce, Che’nin Motosiklet Günlükleri kitabının uyarlamasından yapılmış film vesilesiyle yazdığım bir yazıyı tekrar yayınlamak ve bunun girişinde de Simurg imgesi ile anlatılanın da aslında o yazıda anlatılan olduğuna değinmek ve karınca kaderince yeni kuşaklara binlerce yıllık doğu uygarlıklarının ve devrimci geçmişin kimi kazanımlarını aktarma çabasına bir şekilde devam etmeyi düşünmüştüm.
Ancak Kobane’deki kuşatma koşullarında böyle bir yazı yazmak anlamsızdı. O nedenle bu fikrimden vazgeçip, Öcalan’ın kaçırıldığı dönemde ve sonrasında bu döneme ilişkin yazdığım yazıların bir derlemesini tekrar yayınlamakla yetindim.

10 Ekim 2014 Cuma

Taşları Bağlayıp İtleri Sokağa Salmak

Bu memlekette yaşayan herkes bilir ki, adına “Seferberlik Tetkik Kurulu” veya “Özel Savaş Dairesi” veya “Jitem” veya “Ergenekon” denen “Devrin Devlet”in avadanlığı bir oluşum vardır ve istediği an Türkiye’nin her yerinde, kimi zaman bozkurt işaretiyle, kimi zaman tekbir sesleriyle, ama her zaman örgütlü ve yedekte tuttuğu milislerini, şu birkaç gün içinde olduğu gibi, sokağa çıkarabilir. Hedef aldığı demokratik veya ezilen kesimlerin “can ve mal güvenliğini” bir anda yok edebilir.
Bir caminin bombalandığı veya bir Atatürk heykelinin yıkıldığı veya birkaç polisin kurşunlandığı rivayetleri, söylentileri (veya bizzat yine bunlarca yapılması) bir vesile olur.
Birden bire “dini” veya “milli hisleri” kabaran (Nedense hiç “demokratik hisleri” kabarmaz. Çünkü bu devletin ve itlerinin böyle hisleri yoktur) bindirilmiş kıtalar sokakları doldururlar.
Yine bakın, mesaj verilip karşı taraf geri adım atmaya zorlandıktan veya istenene ulaşıldıktan sonra, her şey tıpkı başladığı gibi bıçakla kesilmişçesine durulur.

9 Ekim 2014 Perşembe

Komplo Üzerine Yazılar



Sunuş

15 Şubat 1999’da Öcalan Kenya’da Amerikalılar tarafından Türk İstihbarat görevlilerine teslim edildi. Bundan bir kaç ay önce de Suriye’yi terk etmek zorunda kalmış ve sonu esaretle bitecek Odysseus başlamıştı.
Biz o dönemde, bütün önemli dönüm noktalarında neredeyse günü gününe, hatta bazen bir kaç saat sonra gelişmeleri değerlendirmiş ve yorumlar yapmıştık.
Ancak o zamanlar bütün bu değerlendirme ve yorumlar o sıralar çok daha sınırlı kullanılan ve çok az sayıda kişi tarafından ziyaret edilen bazı internet forumlarında yayınlanabilmişti. Çoğu bilinmeden öyle kaldı ve unutuldu gitti.
İşte bu günü gününe yazılmış yazılar elinizdeki derlemenin Birinci Bölümünü oluşturuyor.
Daha sonraki dönemde, “Bir Dönemin Eşiğinde” başlığı altında, İmralı sürecini ve oradaki politika değişikliklerini bir seri yazıda inceledik. Bu yazıları da öncelikle sayfamızda yayınladık.
Ama bununla da kalmadık ve bu yazıları o dönemde yazdığımız Özgür Politika ve onun Türkiye’de çıkan Gündem’e yolladıksa da hiç birinde basılmadı. Sadece Gecekondu semtlerinde çalışan küçük bir sosyalist grup bunları alıp Son Kavga adlı dergisinde yayınladı. Ve çoğu kez olduğu gibi bu dergi de daha sonra çıkmaz oldu.

8 Ekim 2014 Çarşamba

Tarihin Dersleri ve Kobane

Bu başlıklı yazıya dün şu cümlelerle başlanmıştı:
“Çetin Altan, 1960’da 28 Nisan olaylarından sonra bir tek cümleden ibaret bir yazı yazmıştı: “Bugün canım yazı yazmak istemiyor”.
Evet, bugün canım yazı yazmak istemiyor.
Aklım ve yüreğim Kobane’de.
Oradaki savaşan gencecik insanlar teker teker ölürlerken, kendilerini feda ederlerken; bir toplu katliam yaşamaları söz konusuyken yazı yazmanın bir anlamı yok.
Kendilerinden kat kat üstün güçlere kahramanca direndiler ve hala direniyorlar.
Dün gece bile sokak savaşlarında (İŞ) İslam Devleti birliklerine pusular kurarak büyük kayıplar verdirdiler.
Son savaşçı vuruluncaya kadar da böyle yapmaya devam edecekler.
Tıpkı onlar gibi davranmak gerekiyor.
Bulunduğumuz cephede, korkudan ödümüz patlasa bile; aklımız ve yüreğimiz başka yerlerde olsa bile, siperi terk etmemek gerekiyor.
Cesaret korkmamak değildir; yürekteki korkuya rağmen siperdeki yerini terk etmemektir.

4 Ekim 2014 Cumartesi

Hükümet’in Yeni Taktiği Kobane'yi Rehin Tutup Şantaj Yapmak

Bayram gelmiş neyime
Kan damlar yüreğime
Tarihe ve bugünkü olaylara sınıf kavramı olmadan baktığınızda onları açıklayamazsınız.
Bu hükümet neden Kobane’nin düşmesini ister?
Neden Rojava’daki kantonların varlığından rahatsızdır?
Neden kara gücü yok diye tutturan; Barzani için uçakları harekete geçirip İŞİD’i hareketsiz bırakan “koalisyon”, İŞİD’e karşı Kobane’de destanlar yaratan bu kara gücüne en küçük bir destek vermez
Bunu Kürtlük, Türklük, Araplık ile açıklamak olanaksızdır.
Neden belli gücün veya belli bir grup insanın hedefi ve çıkarları şundadır da başka gücün veya belli bir grup insanın hedefi ve çıkarları bundadır?
Bu soruyu sorup da nedenlerin nedenlerine girdiğinizde, karşınıza iktisadi bakımdan konum ve çıkarları farklı insan grupları, yani sınıflar, zümreler, tabakalar (bunların hepsine birden de sınıflar denebiliyor) çıkar?

2 Ekim 2014 Perşembe

Kobane Kuşatmasını Parçalamak İçin Acil Olarak Yapılabilir Şeyler

Şu an Kobane kuşatma altında ve eğer İŞİD büyük askeri gücüyle Kobane'yi ele geçirirse hem orada bir katliam yaşanır hem de Ortadoğu’daki Demokratik güçler ciddi bir yenilgi ve moral bozukluğu yaşar. Hem de “barış süreci” biter. Çünkü aslında Özgürlük Hareketi’nin düşmanı olan hükümet kendi elini güçlü görür. Egemenler ancak güçsüz olduklarında taviz verirler. Barış sürecini de başlatan özgürlük hareketinin her alanda kaydettiği ilerlemeler ve Suriye’de elde edilen mevziler olmuştu.
Bu nedenle Kobane’nin direnişi ve oradaki kuşatmanın kaldırılması bugün en acil ve hayati sorundur.
*
Kobane’dekiler kahramanca direniyor; moralleri yerinde örgütlülüklerini her an geliştiriyorlar; korkup girenlerden tekrar cesaret bulup dönenler oluyor.
Ancak Kobane’ye desteğin tüm olanakları zorladığını ve başarılı olduğunu söylemek güç.

1 Ekim 2014 Çarşamba

Hudut Kapısından Tezkereye

Dün gece Kobane’nin hemen önündeki Mürşitpınar Hudut Kapısında kimse kalmadığını; Türk devletinin memur ve askerlerinin çektiğini; orada HDP milletvekili ve birkaç kişinin fiilen hududu kontrol ettiğini öğrendikten sonra, bir devletin en kritik hudut noktasındaki memurlarını çekmesinin hiçbir şekilde hayra alamet olamayacağını düşünerek İnternet üzerinden Facebook ve Twitter aracılığıyla bu gelişmeye dikkati çekmeye çalıştık.
İşin ilginci bizim gibi ayrıntılara meraklı, çünkü “şeytan ayrıntıda gizlenir” ve “eylem ayrıntılarla ilgilenmeyi öngörür” (Hegel), Ümit Kıvanç’ın “Sınır kapısında ne oluyor? –Geceyarısı Esrarı” yazısında aktardıkları dışında konu ne Kürt medyasında ne de başka önemine uygun bir şekilde hiç söz konusu edilmedi.
İnsan “acaba böyle bir şey olmadı mı?” diye soruyor?
Biliniyor, “Körfez Savaşı hiç olmadı”ydı (Jean Baudrillard).

30 Eylül 2014 Salı

Sabah Kaktığınızda “Barış Süreci” Bitmiş ve Kendinizi Suriye’de Bir Savaşın İçinde Bulabilirsiniz

Şu an saat, 30.09.2014 01:55.
Bu akşam IMC TV Kobane’nin tek çıkışı olan Mürşitpnar sınır kapısında T.C.’nin hiçbir görevlisinin bulunmadığı haberini verdi.
Orada bulunan HDP Urfa Milletvekili, kendilerinin şu an kontrol noktasında bulunduklarını; çok garip bir durum olduğunu; bilgi alma yolandaki girişimlerinin hiçbir sonuç vermediğini söyledi.
Spiker ve TV görevlileri bu gelişmenin önemini kavramamış olmalılar ki, sonra normal bir program akışı devam etti.
Bu çok tehlikeli bir gelişmedir.
Gündüz Kobane’nin karşısına 50 kadar tank mevzilenmiş ve bu tanklar namlularını Kobane’ye çevirmişti.
Geceleyin sınır kapısındaki bütün devlet görevlileri çekiliyor.
Bu fiilen şu anlamlara gelir büyük bir olasılıkla.
Birincisi, Türk devleti ve hükümetinin, Kobane’nin tek sarılmayan yönü olan, kuzeyi boşaltarak İŞİD’e gel buradan vur ve çembere al davetidir.
İkincisi, daha büyük olasılık, Türk ordu birliklerinin İŞİD’in görevini alıp, üç tarafı İŞİD tarafından çevrilmiş Kobane’ye saldırmaları ve Kuzeyden girerek işgal etmeleridir.

27 Eylül 2014 Cumartesi

Hükümetin Caniyane Planı: Önce Kobane’yi Katlettirmek Sonra Rojava’yı İşgal Etmektir

Bu hükümetin esas düşmanı İŞ(İD) değil; Kuzey Suriye veya Batı Kürdistan’da (Rojava) oluşmuş küçük demokrasi adacıklarıdır. Cizre, Kobane ve Afrin.
Gerek Türk devleti, gerek bugünkü hükümet “fıtratı” gereği demokrasiyi kendi varlığı için en büyük tehdit olarak görmektedir. Türklük ve Müslümanlık varken ne demek, Süryanice, Arapça ve Kürtçeyi resmi dil olarak tanıyıp da üstüne üstlük herkese ana dilinde de eğitim hakkını uygulamak? Müslümanlık varken, ne demek Ezidiler, Hıristiyanlar, Müslümanlar. Aleviler karşısında hiç birine imtiyaz tanımamak; gerçek bir laik yönetim kurmak? Merkezi bir devlet varken ne demek özerk bölgeler ve İsviçre demokrasisi gibi kantonlar kurmak? Kanton sözü bile tehlikeli ve bölücüdür.
Hükümet’i Özgürlük Hareketi ile görüşmeye Suriye’deki gelişmeler de zorlamıştı. Kürtler fiilen özerk bölgeler ilan etmişlerdi.

22 Eylül 2014 Pazartesi

Kobane – Stalingrad

Bugün Ortadoğu’da olanlar, yirminci yüzyılın ortalarında Avrupa’da olanların minyatür bir tekrarı gibidir. Bugünü anlamak isteyenler, gerekli değişiklikleri göz önüne alarak İkinci Dünya Savaşı dönemine bakabiliriler.
Emperyalist ülkeler, Sovyetler’e saldırtmak için Nazi çetelerini besleyip büyütmüşler, Münih’te Hitler’in önüne Çekoslovakya kemiğini atarak onu iyice cesaretlendirip, azdırmışlardı. Ancak besleyip büyüttükleri köpek kontrolden çıkınca, sözde de olsa Sovyetler’in yanında saf tutmak zorunda kalmışlardı. Ama o zaman bile, Sicilya veya Kuzey Afrika’da Nazilerle savaşır gibi yaparak güçlerini saklıyor; Hitler’in muazzam güçleri Sovyetlere karşı kullanmasını olanaklı kılıyorlardı. Normandiya Çıkartması da şimdi propaganda edilmesinin aksine, Hitler’den ziyade, Sovyet ordularının ilerleyişini kesmek ve Stalingrad Zaferi’nden sonra tüm Avrupa’da yükselen devrimci kabarışı bastırmak içindi.
Şimdi de besleyip büyüttükleri İŞİD çeteleri kendileri için de bir risk olmaya başlayınca, davranışları farklı değildir ve olmayacaktır. Hiç hayallere kapılmaya gerek yoktur. Barzani iyice itibardan düşmemek için kuru kuruya sözler edecek; Türk devleti İŞİD’in dolaylı desteklenmesi anlamına gelecek şekilde “Tampon Bölge” diye bastıracak; Amerikan, Fransız veya diğer ülkelerin uçakları nedense Kobane semalarında görünüp bir İŞİD mevzisini bile bombalamayacaktır.

16 Eylül 2014 Salı

Bir Toplum Bilim Olarak Marksizimin Sorunları Üzerine

Aşağıdaki yazı 2003 yılında yine Marksizm'in Sorunları’nı ele alacak ve tartışacak, ama bunu tıpkı Linux gibi herkesin katkısıyla yapacak bir internet sitesinin kuruluş gerekçesi ve daveti olarak yazılmıştı. Ne var ki o zaman herhangi bir destek bulamadığı için de gerçekleşememişti. Şimdi yapmaya çalıştığımız “Marksizm'in ve Sosyalizmin Sorunları Sempozyumu” bir bakıma, aynı yönde bir yeni girişima olarak da değerlendirilebilir.
Bu yazıda ele alınan sorunlar, bir bakıma Marksizmin bir Toplum bilim olmasından doğan özgül sorunlardır ve yine bunların Marksist kavramsal araçlarla bir açıklama denemesi yapılmaktadır. Bir yanıyla Marksizm'in kendi kaderini açıklama çabasıdır.