29 Eylül 2016 Perşembe

“Ermeni’yi Dövdürmeyecektik” – Başkanlık Seçimindeki İlk büyük Yanlış

Sırrı Süreyya’nın zaman zaman anlatmayı sevdiği bir mesel vardır. Bir Türk, Kürt ve Ermeni’nin kısa vadeli ve dar görüşlülükleri, kıytırık imtiyazlarının kölesi olarak bir tek zorba tarafından sırayla dövüldüklerine dair. HDP’nin, 2014 Başkanlık seçimlerinde (aslında Plebisit) yapılan ilk büyük hata da, Ermeni’nin dövdürülmesine rıza göstermeye benzer. Sonra sırayla aynı temel yanlışa dayanan yanlışlar birbirini izledi ve hala da izliyor.
Erdoğan karşısında HDP politikalarının yanlışlığı üzerine bir şeyler yazmayı düşünüyordum. Zaman zaman bir konuda yazmadan önce, daha önce neler yazmışım, nerelerde yanlışım olmuş diye bir muhasebe çıkarmaya çalışırım.
İşte böyle eski yazıları ve olayları gözden geçirirken 2014’teki “Cumhurbaşkanlığı seçimleri” denen gerçekte ise plebisiter bir başkanlık rejiminin onaylandığı dönemdeki yazılara bakınca, demokratik muhalefetin, özellikle de HDP’nin ilk büyük yanlışını bu seçimde yaptığı daha bir netleşti. İşin

20 Eylül 2016 Salı

İhtiyaç Olan Dürüst ve Cesur Gazeteciler Değildir ve Olmamalıdır (Özgür Gündem Dayanışmacıları Mahkemeye Çıkarken Medya ve Yapı Üzerine)

Bugün, Özgür Gündem’le dayanıştığı için Ragıp Duran ve Ayşe Düzkan’ın Mahkemeye çıkarılması vesilesiyle, Yapı’yı sorun etmeyenler, yani demokratların yokluğu bahsinde Medya konusuna girelim.
Yapı’ya yönelik olmayan eleştiri ve programların eninde sonunda bir ahlaki eleştiri ile sonuçlanmasının en tipik örnek örnekleri medya alanında görülebilir.
Açın bakın, Türkiye’de hala iyi kötü muhalif gazetecilik yapan gazetecilerin “havuz medyası” denen yayınlara yönelik eleştirilerinin tamamına, örneğin T24’e, Diken’e vs.. Hepsi iktidarın desteklediği yayınlarda yazanları, son duruşmada, gazeteciliğe uygun davranmamakla; yani bir bakıma “meslek ahlakına” uymamakla eleştirmektedirler. Yani onları gereğinde aç kalmaya ama iktidar organında yazmamaya çağırmakta; onları cesur ve ahlaklı olmaya davet etmektedirler.

19 Eylül 2016 Pazartesi

Yapı ve Politika: Cemaatlerin “Sızma” Hakkını Savunmak

Açın bakın en demokrat bilinenlerin eleştirilerine ve önerilerine, hepsi Politika’nın eleştirisine takılıyorlar ve yapıyı gündeme almayan politika eleştirisinin, bu yapının sürmesi varsayımına dayanan egemen gündeme ayaklarıyla oy vererek, zımnen ve fiilen var olan Yapı’yı savunmak anlamına geldiğini unutuyorlar.
Bir demokrat, bir devrimci ya da bir sosyalist ise Yapı’yı eleştirir, onun alternatiflerini oluşturmaya ve egemen kılmaya çalışır; tartışmayı yapı üzerine çekmeye; gündeme yapıyı getirmeye çalışır.
Bu çabalar günlük politikanın bataklıklarında debelenenlerce ve bir ömür yitirenlerce hor ve etkisiz görülebilir; ütopyacılık olarak değerlendirilebilir.
Ama uzun vadede kalıcı etkiler yaratacak olan; örneğin Gezi gibi, “yıldızın parladığı anlar”da yol açıcı olabilecek olan, her zaman böyle çabaların tortusudur.
Gezi’nin en büyük zaafı böyle bir “tortu”dan, “miras”tan, “hazırlık”tan yoksunluğu idi. O nedenle şimdi izi ve tozu kalmadı.

15 Eylül 2016 Perşembe

ABD Fethullah Güleni Türkiye’ye Vermemelidir

Evet, ABD Fethullah Gülen’i Türkiye’ye vermemelidir.
Bunu başta HDP olmak üzere bütün muhalefet partileri açıktan bir talep ve tavır olarak ortaya koymalıdır.
Erdoğan’ın ABD’den Gülen’i talep etmesi karşısında tarafsız bir bekle gör tavrı fiilen Erdoğan’ın diktatörlüğüne ve darbesine hizmet etmektedir.
Maalesef şu ana kadar muhalefetin bütün tavrı bu oldu. Başta HDP, hiçbiri bu konuda bir tavır açıklamadı. Sanki bir maçın seyircileri gibi davranıyorlar. Bunun derhal değişmesi gerekiyor.
Erdoğan’ın yasa, hak ve hukuk dışı darbe rejimine karşı açık ve net bir duruş hayati önemdedir.
Erdoğan ancak böyle bir tavırla köşeye sıkıştırılıp onun elinden hücum önceliği alınabilir.
Tabii bunun için Erdoğan rejiminin yasa ve hukuk dışı olduğunun ön kabulü gerekir.
Muhalefet ya da muhalif olan herkes, başta HDP olmak üzere, Erdoğan’ın meşru kabul edildiğine dair en küçük bir izlenim verecek her türlü tavırdan kaçınmalıdır.
Erdoğan hiçbir şekilde muhatap alınmamalı; eline geçirdiği yetkileri hak ve hukuku ortadan kaldırıp kendi kişi diktatörlüğünü meşrulaştırmaya çalışan bir darbeci olarak tanımlanıp ona öyle muamele edilmelidir. Politika bu ön kabullerden hareketle yapılmalıdır. Ancak bu takdirde Türkiye’deki gerçek duruma uygun bir politik duruş sergilenebilir. Gerçek durum budur çünkü. Böyle bir durum yokmuş gibi har davranış, duruş ve politika olayların duvarına çarpacaktır ve çarpmaktadır.
Böyle yapılmadığı takdirde, eninde sonunda herkes bu noktaya yine gelecektir ama iyice köşeye sıkışmış; savunulacak hiçbir alan kalmamış, demoralize olunmuş bir şekilde. O zaman ise artık çok geç olacaktır.
Başta HDP olmak üzere muhalif olan herkes her yerde ve her biçimde tavrıyla “alan savunması” ve “pres” uygulamalıdır.
Örneğin hükümetten hala müzakere masasına dönmeyi talep etmek fiilen bu hükümeti ve Erdoğan’ı sanki meşru ve demokratik bir yönetimmiş gibi ele almak anlamına gelmektedir.
Yapılması gereken, Erdoğan mahkemeye çıkmadıkça ve kendini tüm delil, iddia ve savunmaların herkesin erişimine açık; tüm mahkeme safahatının canlı olarak tümüyle yayınlanacağı bağımsız bir mahkeme huzurunda aklamadıkça, Erdoğan’ın tanınmayacağı açıkça ilen etmektir.
Erdoğan orada durdukça, Türkiye’de barışın hayal olacağı; savaşın sürmesinin gerçek nedeninin Erdoğan’ın suçları ve ihtirasları olduğunu söylemek ve buna uygun tavırlar koymaktır.
*
Eğer bu satırların yazarını adam yerine koymuyorsanız, düşmanınızdan öğreniniz. Bakın Erdoğan’a o tam da sizlere ve muhalefete karşı böyle davranıyor.  Tam da böyle davrandığı için sizleri ve tüm muhalefeti hallaç pamuğu gibi atıyor.
Bugün izlenen politik çizginin yanlışlığının nasıl bir şey olduğunu ve ne gibi sonuçlar doğuracağını görmek için örneğin 7 Haziran sonrasında HDP’nin seçim hükümetine bakan verme politikasına bakılabilir.
HDP başlangıçta açık ve net bir tavırla, seçimlerin sonuçlarını tanımayarak bir darbe yaptığını; böyle bir hükümete katılarak oyuna ortak olmayacağını söyleyecek ve inisiyatifi ele alıp Erdoğan’ı ve CHP’yi baskı altına alacak yerde hükümete katıldı ve birbiri ardınca aşağılamalara maruz kaldı; sonunda başlangıçta durması gereken noktaya geldi ve hükümetten çekildi ama bu artık köşeye sıkışmışlık içinde hiçbir etkisi olmayan, moral bozucu bir yenilgiden başka bir şey değildi.
15 Temmuz darbesinden beri bu politikaların ve yeni yenilgilerin tekrarından başka bir şey görmüyoruz. Örneğin Kılıçdaroğlu da Yenikapı’ya gitti ve orada Erdoğan’ın kitlesi tarafından yuhalanıp aşağıladı. Çıkmam dediği saraya çıktı.
HDP’nin bizim önerdiğimiz gibi sıkı bir tavrının olmaması da CHP’nin böyle tuzaklara düşmesini kolaylaştırmaktadır. Çünkü solundan böyle bir baskı yoktur.
Hâlbuki CHP’nin tabanı hiçbir zaman olmadığı kadar, Erdoğan’a karşı açık ve radikal politikaların özlemini duymaktadır ve böyle bir politik çizgiyi desteklemeye hazırdır.
Uzlaşmaz ve radikal bir tavır, CHP’nin tabanında bulacağı yankılar üzerinden, CHP yönetimi ve dolayısıyla da Erdoğan’ın üzerinde bir baskı oluşturur.
Erdoğan aslında yeteneksiz ve çapsız bir politikacıdır. Onun böyle çok yetenekli gibi görünmesinin nedeni karşısındakilerin ondan da daha kötü politikacılar olmasıdır.
*
ABD’nin Fethullah Gülen’i Türkiye’ye vermesine karşı çıkmak ve bunu örneğin Erdoğan’ın da mahkemeye çıkıp yargılanması koşuluna bağlamak, şu anlama gelir: Türkiye’de insan hakları, hukuk vs. geçersizdir; ABD mahkemeleri Fethullah Gülen’i bir darbeden suçlu olarak görse bile, bunun Türkiye’deki mahkemelerde hakka ve hukuka uygun olarak yargılanma olasılığı yoktur.
Bu da gerçek durumdur.
Politikalar gerçek durumdan hareket etmelidir.
Elbette Gülen’in, savunduğu programın Erdoğan’dan bir farkı yoktur. Ama Fethullah Gülen yargılanacaksa Erdoğan da yargılanmalıdır.
HDP’nin böyle (veya daha iyi düşünülmüş ama esası böyle olan) bir duruş sergilemesi; bir politika izlemesi gerekiyor.
HDP böyle bir politika izlemediği takdirde, böyle bir duruş sergilemediği takdirde, sonunda yine bu noktaya varacaktır ama iki seçim arasındaki hükümete katılma yanlışında olduğu gibi artık köşeye sıkışmış olarak ve moral bozucu yenilgilerin ardından.

15 Eylül 2016 Perşembe

8 Eylül 2016 Perşembe

Tasfiye Edilmesi Gereken Fethullah ve Fethullahçılar Değil; Bu Merkezi Bürokratik Devlet Cihazıdır

Fethullahçılara karşı hükümetin yürüttüğü tutuklama, işten çıkarma, malları gasp etme ve diğer tüm uygulamaların gösterdiği ve kanıtladığı bir gerçek var: maalesef Türkiye’de demokrat yok.
Belki demokratik özlemleri olan bireyler hatta eğilimler var ama demokratlar yok. Demokratik bir eğilim; bir hareket, bir parti yok. HDP de dâhil, yok.
Demokrasi her şeyden önce iki varsayımı gerektirir.
Demokrasinin birinci temel özelliği biçimsel (hukuki) eşitliktir.
Yani dil, din, soy, fikir, kültür ne olursa olsun devlet ve hukuk ve diğer insanlar karşısında bir eşitlik.
Bunun ise bir tek yolu vardır. Devletin, yani ulusun dilinin, dininin, tarihinin, kültürünün olmaması; ulusun (veya Devletin) bunlarla veya bunlardan biriyle değil; bunlarla tanımlanmaya karşı tanımlanması.