BDP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BDP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Mart 2015 Pazar

“Birleşik Haziran”cılar 2002 Seçimlerinde Neler Diyorlardı?

Birleşik Haziran Hareketi hakkında ilk yazdığımız yazıda, onun,  esas olarak, şehirli orta sınıflarda, “laik yaşam tarzı” olanlarda ve Alevilerde HDP’ye uyanan ilgi ve dikkatin önüne geçmek için kurulduğunu; Hazirancılar içinde olup da HDP’ye oy vereceğini açıklayanların, aslında onun bu niteliğinin görülmesini engelleyen “ayıbı örten asma yaprağı” işlevi gördüklerini söylüyor ve onları Birleşik Haziran’ın kesin ÖDP’ye oy verilmesi çağrısı yapması yönünde baskı yapmalarını ve yapmadığı takdirde ondan ayrılmalarını; bu ayıbın örtüsü olmaktan kurtulmalarını söylüyorduk ve hala da söylüyoruz.
Bunları yazınca, bu sonuca nereden olaşıyorsun diye itirazlar geldi.
Ne bizler ne de Haziran bileşenleri ve onun en iri kıyımı olan KP’ler ve ÖDP Merih’ten geldi. Elbet önceki deneylerden çıkmış bir genelleme ışığında böyle diyorduk. Bilim önce olaylara bakar, oradan bir genellemeye varır, sonra bu genellemeyi yeni olaylar gözden geçirmeyi gerektirmediği sürece veri kabul ederek çıkarsamalar yapmayı gerektirir.
Öyle diyorduk çünkü bütün son 40 yılın seçimleri ve o seçimlerde alınan tavırlar ortadaydı. Bu o sonuçlardan çıkmış bir genellemeydi ve şimdiki seçimlerdeki tavırlarının da bu genellemeyi bir kere daha doğruladığını ifade etmiş oluyorduk.

8 Nisan 2014 Salı

Strateji, Seçimler, Çıkarsamalar ve HDP

Seçimlerden sonraki son yazımızı şu soruyla bitiriyorduk:
Önce olduğu gibi, seçimlerden sonra da sorun şudur:
Ulusun Türklük ve Müslümanlıkla tanımlanmasına son verecek; pahalı ve baskıcı, militarist ve merkezi bürokratik devlet cihazını parçalamayı ve tüm iktidarın seçilmiş organların elinde olduğu; isterse bir köyün bile ayrılabileceği demokratik bir cumhuriyeti kurmayı açıkça savunan bir hareket; bir parti nasıl oluşturulabilir?
Ve şimdiye kadar yapılan tecrübelerinin sonuçlarını (Kürt Hareketi’nin sınırlılıkları; Gezi’nin hazırlıksızlık, birikimsizlik, programsızlık ve örgütsüzlüğü; HDP ve Türk sol örgütlerinin bürokratik ve dogmatik yapısı) sıraladıktan sonra yapılacak ilk işin  “tüm düzeylerde, tüm kamuoyuna açık, herkesin katılacağı tüm yayınlarda ve organlarda açık olarak sürdürülecek bir tartışma” açmak olduğunu yazmıştık.

1 Nisan 2014 Salı

Seçim Sonuçları ve Somut Öneriler

Seçim sonuçları demokratik özlemlere dayanan ama demokratik bir programdan yoksun demokratik olmayan bir muhalefet ve sosyal kazanımlara dayanan ama sosyal olmayan bir iktidar tablosu çizmiş bulunuyor.
Bu tablo aynen Gezi’de de görülüyordu.
Demokrasi her şeyden önce Ulusun ya da Devletin ya da Politik olanın sınırları ve tanımıyla ilgilidir.
Demokrasi her şeyden önce eşit yurttaşları ve onların haklarını varsayar.
Ama yurttaşlık, yani ulus, yani politik olan, yani devlet, Türklükle ve Sünni Müslümanlık ile tanımlanmışsa, orada demokrasiden söz edilemez; çünkü artık eşit yurttaşlardan süz edilemez.
Türk olmayan veya kendini öyle görmeyenlerden alınan vergilerle Türkçe eğitim zorunlu olarak sürdürülüyorsa. Hele bu dille sınırlı kalmayıp, ırkçı bir tarih anlayışıyla da destekleniyor ve her alanda fiili olarak uygulanıyorsa, orada demokrasiden söz edilemez.

29 Mart 2014 Cumartesi

Kısa Kısa

Gezi’nin Söz, Slogan ve İmgelerini Kullanmalar Üzerine Kısa Bir not

Gezi Direnişi günlerinin bütün isim ve sıfatları; bütün slogan ve imgeleri, Gezi’nin ruhunu iğdiş edenlerin elinde bu iğdiş edişin bayraklarına dönmüş durumda.
Bütün devrimlerden sonra böyle olur zaten. Muaviye askerlerinin mızraklarına Kuran yaprakları astırmıştı; Stalin ve Stalinizm, Leninizm bayrağıyla Lenin’i ve Leninizm’i tasfiye etmişti. Napolyon Fransız Devriminin bayrağıyla devrimi boğmuş ve imparatorluğunu ilan etmişti.
Gezi de bundan kendini kurtaramazdı ve kurtaramadı. Birisi kendisini Gezi’nin kavramları üzerinden mi tanımlıyor? Kuşkuyla yaklaşmalı. Onun prestiji üzerinden Gezi’nin devrimci özüyle ilgisiz hatta karşı görüşleri savunuyordur.
Bu nedenle örneğin artık „Çapulcu“; „bu daha başlangıç mücadeleye devam“ gibi isimler ve sloganları daha baştan kuşkuyla karşılamakta yarar var. Zaten hepsi şimdiden ulusalcıların ya da utangaç ulusalcıların dilinden düşmez oldu.

30 Ekim 2013 Çarşamba

Gezi ve Türban - HDP ve BDP Vekillerine Bir öneri: Türbanla ve Kravatsız

Yarın meclis açılırken birkaç kadın vekili başörtüsü ya da türbanla girmeyi deneyecekler. Bu durumda HDP ve BDP’yi vekiller de tarafsız ve sessiz kalmamalı, Açık ve aktif bir tavır geliştirmeli, hatta bu hareketin başına geçmelidirler.
HDP ve BDP’li vekillerin meclise başörtüsüyle ve kravatsız gelmesini öneriyoruz. Yani kimsenin kılığı kıyafeti ile uğraşılmamalı mesajı verilmeli. BDP’li başık açık vekillerin protesto etmek için başörtüsü veya türban takmalarının, kesa erkek vekillerin de kravatsız gelmelerinin değeri ve anlamı farklı olur.
Bu öneriyi genel seçimlerden sonra da Meclis açılışı öncesinde yapmıştık. Ancak o zaman Meclisin boykot edilmesi vesiyesiyle uygulanma veya tartışılma imkanı olmamış, öneri kadük olmuştu.
Şimdi tekraraynı öneriyi yapıyoruzz. Bu HDP’nin yeni bir parti olarak ilk önemli çıkışı da olabilir.

25 Ekim 2013 Cuma

HDP Kurulurken Uyarılar ve Öneriler

Deveye sormuşlar “boynun niye eğri?” diye.
Deve de cevap vermiş: “Nerem doğru ki?”
Bu hafta sonu (yarın) HDK (Halkların Demokratik Kongresi) Üçüncü Olağan Genel Kurulunu yapacak. Ertesi gün de HDP (Halkların Demokratik Partisi) 1. Olağanüstü Kongresi’ni yapacak
HDP’nin kuruluşunda herşey yanlış ve çelişkili. Öyle ki bir noktada saçmalığa (grotesk) dönüşüyor.
Sadece bir kaçına değinelim.
HDP’nin Gezi ile ortaya çıkan hareketin kendisi olduğunu veya olacağı söyleminden geçilmiyor. Ama HDP ne parklarda ne de Gezi hareketinin ortaya çıkardığı başka organlarda tartışılmadı, hatta oralarda gündeme bile gelmedi. Bu hareketin kendisinin tartışıp, gündemine alıp ortaya çıkarmadığı bir partinin, bu hareketin kendisi veya organı veya politik ifadesi olmaktan söz etmesine ne denilebilir?
Haydi, bunu bir yana bırakalım.
HDK’nın resmi internet sayfasına girin bakın. HDP, o sayfada menüde bir başlık.
Sanılır ki, HDK diye bir kitle örgütlenmesi ve hareketi var, o benzer programı savunan bir de Parti Kurma kararı almış ve kurulmuş. HDP, HDK’nın siyasi ifadesi.
Ama HDP’nin seçimlere girip girmeyeceğine ve nerede gireceğine, HDK veya HDP’de değil, BDP’de karar verildi.

4 Ağustos 2013 Pazar

Seçimlere Nasıl Girileceği Tartışması Üzerine

Seçimlere nasıl girileceği tamamiyle taktik bir sorundur. Yani aynı amaçlarda, aynı stratejide (o amaçlara ulaşmak için hangi güçlere dayanılacağı veya dayanmak gerektiği) anlaşanların, hangi örgüt ve mücadele biçimlerini seçeceği sorunudur.
Bu mücadele biçimlerini belirlerken de, bir yükseliş ve hücum fazında mı; yoksa bir savunma ve gerileme  fazında mı olunduğunun doğru tesbitinin hayati önemi vardır.
Ancak teorik ve kategorik olarak taktik bir sorundur. Gerçek mücadelelerde, genellikle aynı konumda ama farklı amaçlara sahip güçler arasındaki mücadelelerde, programatik ve stratejik ayrılıklar, sanki aynı program ve stratejide anlaşanların arasındaki taktik ayrılıklarmış gibi tartışılırlar.
Ama böyle tartışılınca da gerçek tartışılması gereken tartışılmaz ve bu tartışmalar ilerletici olmaz.
Olmaz ama böyle yürütülen bir tartışma, tarafların fikirlerini mantık sonuçlarına kadar götürmedene durumu sürdürmelerini; bir kopuşmaya gitmeden fiili işbirliğini sürdürmelerini sağlar.

29 Temmuz 2013 Pazartesi

Gezi Hareketi, HDK, Sırrı Süreyya ve Adaylık

Dün, HDK’nın Kadıköy’de yapılan olağanüstü İstanbul kongresinde, Sırrı Süreyya’nın yaptığı konuşmada, neredeyse İstanbul belediye başkanı adayı olduğu anlamına gelecek bir konuşma yaptığı anlaşılıyor. Kendisi bunu kast etmediyse bile herkes öyle anlamıştı. Bugün gazetelerde de bu anlamda haber ve yorumlar var.
Bu vesileyle konuya ilişkin radikal demokrat bir yaklaşımın ne olduğunu ve olması gerektiğini ele alalım.
Gezi Hareketi bu devlete ve sisteme karşı bir direniş, toplumun bir alternatif örgütlenme denemesi anlamına geldiği sürece genişleyebilir, birleştirebilir ve toplumu değiştirme özelliğini koruyabilir.

2 Nisan 2013 Salı

Yanlış Tartışma: Başkanlık ve Eyalet


Kürt Özgürlük Hareketi bir süredir yanlış bir tartışmayı canlandırmış ve o tartışmaya girmiş bulunuyor. Başkanlık ve Eyalet tartışmasını bugünkü egemenlerin koyuş biçimi içinde tartışıp, bu tartışmanın kendisini tartışma konusu yapmıyor. Dolayısıyla halkın demokratik eğitiminden fiilen kaçmış oluyor.
Bunun için açıklamaya alfabesinden başlamak gerekiyor.
Gerçek Radikal Demokrasi bu sorunu nasıl koyar?
Gerçek Radikal Demokrasinin temel ilkeleri nelerdir?
Birincisi, Türkiye, hiçbir şekilde demokratik bir ülke değildir. Türkiye’de demokrasinin zerresi yoktur. Türkiye’de bütün iktidar merkezi bürokratik bir aygıttadır ve yurttaşların garanti edilmiş hiçbir gerçek hakkı yoktur. Bugün hak gibi görülenler sadece bu yokluğun görülmesini engelleyen, bu ayıbı örten asma yapraklarıdır. Meclis’ten seçimlere kadar hepsi böyledir. Zaten devlet uygun gördüğünde bütün bunları geri alabilmektedir ve buna karşı aslında fiili hiçbir güç bulunmamaktadır.

30 Mart 2013 Cumartesi

Ortadoğu Devrimi 21 Mart 2013’te Başladı (II)

21 Mart diye tanımladığımız tarihte, gece ve gündüzün aynı uzunlukta olması ve kuzey yarı küresinde baharın başlaması, fiziksel ve biyolojik bir olgulardır, ama Bayram Toplumsal bir olgudur. Bayram’ın olabilmesi için önce Toplum denen varlık ve hareket biçiminin olması gerekir.
Yanlış olarak, biyolojik bir tür olarak insanın varlığının ortaya çıkışıyla toplumun ortaya çıkışı birbirine bağlı; aynı sürecin iki yüzüymüş gibi görülür. Herhangi bir sosyoloji kitabının giriş bölümünü açın toplumu insanlar arası ilişki olarak tanımlayacaktır. Bu son derece yanlış ve yüzeysel bir kavrayıştır.
İnsan türü (Homo) yeryüzünde yuvarlak hesap üç milyon (3.000.000) yıldan beri var. Bu üç milyon yıl boyunca Homo (İnsan) türünün birçok alt türleri bir arada var oldular. Bunlardan biri de en son yine akılda kalması için yuvarlak hesap üçyüz bin (300.000) yıl önce ortaya çıkan bizim de içinde bulunduğumuz Homo Sapiens bile son otuz bin (30.000) yıl öncesine kadar yeryüzünde birçok başka insan türüyle birlikte yaşıyordu. (Neandertal İnsanı, Florensis İnsanı, Denisova İnsanı gibi farklı insan türleri vardı. Bunları Homo Sapiens’in yok etmesi epey bir zaman almıştı.)

10 Ocak 2013 Perşembe

Sakine Cansız’ın Ardından

Sakine Cansız’ı ilk kez nerede ne zaman gördüm ve tanıştım hatırlamıyorum. Ama adını duyar bilirdik.
Muhtemelen Öcalan’ın kaçırılışından sonra Hamburg’ta kurduğumuz “Öcalan’ın Yaşamını Savunmak İçin Türk Girişimi”nin hazırladığı toplantı ve tartışmalar esnasında olabilir. Kendiliğinden, işgüç içinde bir tanışma gerçekleşmiş olmalı.
Sonra 2005 yılında Hamburg’ta tertiplediğimiz, konuşmacılar arasında Ertuğrul Kürkçü, Haluk Gerger, Ragıp Zarakolu’nun da bulunduğu toplantıda Sakine Cansız da bir konuşmacıydı. Konu: “Büyük Ortadoğu Projesi ve Sosyalist Strateji” idi. Örgütünün görüşlerini formüle etmişti. Elbette Ortadoğu konu olunca Ortadoğu’nun en büyük, hem demokratik karakterli; hem de gerillaları ve milyonlarca taraftar ve destekleyicisi bulunan bir hareketinin önde gelen bir üyesinin ne diyeceği önemliydi.

10 Kasım 2012 Cumartesi

HDK Kongresi ve Ölüm Oruçları

Stratejik yanlışlar taktik manevralarla ve başarılarla düzeltilemez” diye bir söz vardır. Halkımız askeri kavramlar bağlamında değil ama günlük hayatın deneyleri bağlamında aynı sorunu “Akılsız başın cezasını elle ve ayaklar çeker” şeklinde ifade eder.
Bugün HDK Kongresi toplanıyor; aynı zamanda ölüm oruçları kritik, geri dönülmez (irreversibl)  noktaları epeydir aşmış bulunuyor. Bu yazının başlığı bunların zamandaşlığına değil; başlığın altındaki özlü sözlerde dile gelen bağlantıyı ifade etmeye ve vurgulamaya yöneliktir.
Bu benzetmede “Stratejik yanlışlar” ya da “Akılsız Baş”: Halkların Demokratik Kongresi’dir.
Taktik manevralar ve başarılar” ya da “eller ve ayaklar”: Ölüm Oruçları’dır.
Neden böyledir? HDK ve ölüm oruçları arasında ne gibi bir bağlantı vardır?
Ama bunu anlamak için, önce politik ve toplumsal olayları anlamak ve yorumlamak için, son derece önemli bir metodolojik bir sorunu ele almak ve bunu tarihten bir örnekle açıklamak gerekiyor.
Gerçeğin özü ve akıl dışılığı, sadece gerçeğe bakarak anlaşılamaz. O ancak hayallerin ve olası başka gerçeklerin aynasında anlaşılabilir.

4 Haziran 2012 Pazartesi

Radikal Demokrasinin “Kürt Sorunu”nun Çözümüne İlişkin Programı

Çatışan toplumsal güçlerin mücadelesinde sorunların, güçlerin, şeylerin ve olayların nasıl adlandırılacağı da aynı zamanda bir çatışma konusudur. Çoğu kez bu adlandırmada kullanılan kavramlar aynı zamanda bir programı ima ederler.
Bu nedenle, çatışan güçler bir uzlaşma yolu arıyorlarsa, bu aynı zamanda sorunların, güçlerin, şeylerin ve olayların adlandırılmasında tarafların uzlaşabilecekleri bir dili de gerektirir çoğu kez.
Bu nedenle önce yukarıdaki başlığın böyle bir çabanın somut bir örneği olarak görülmesi gerekmektedir.
Yukarıdaki başlıkta “Kürt Sorunu” tırnak içinde kullanılmaktadır. Bunun anlamı şudur: Radikal Demokrasi  sorunu başka bir kavramla tanımlamaktadır ama bir uzlaşma noktası olarak bugünkü yaygın kullanımı kullanmayı kabul etmekte ve kendi adlandırmasında ısrar etmeyi gereksiz görmektedir.
Bu, görüşlerinden vaz geçtiği değil, ama “Galatı meşhur lügatı fasihten yeğdir” diyerek, sadece anlaşılır olabilmek için, bile bile yanlış konuşmayı kabul ettiği anlamına gelmektedir.

20 Ekim 2011 Perşembe

Türk Sosyalistleri Kendi Cenazelerini Kaldırırken - Halkların Demokratik Kongresi Üzerine Notlar (1)

Roj TV’de seçim gecesi, gece yarısından sonra çıktığımız programda moderatör, seçimlerden sonra Bloğun ne olacağını ve sosyalistlerle bir birlik olup olmayacağını sormuştu.
Yanlış hatırlamıyorsam, aşağı yukarı şöyle demiştim: “Türk sosyalistleri hayatiyetini yitirmiş bir ceset gibidir. Bu bakımdan Kürt Özgürlük Hareketi, Türk sosyalistlerine pek fazla bel bağlamamalı. Ama bundan Türk sosyalistleriyle bir araya gelmemeli gibi sonuç çıkarmamalı. Özgürlük Hareketi, Türkiye’deki demokratik muhalefeti, Türk sosyalistlerine havale etmeyi bırakmalı, bunu kendi örgütlemeye ve birleştirmeye çalışmalı. Türk sosyalistleri bunu başlatmak için bir işlev görebilir. Eskiden tulumbalar vardı su çekmek için. Ama su çekebilmek için, bu tulumbalara bir kaç maşrapa su dökmeniz gerekirdi. Elinizde bir tulumba, kuyuda su olsa da, pis de olsa bir maşrapa suyunuz yoksa, suya ulaşamaz onu yukarı çekemezdiniz. İşte Özgürlük Hareketi sosyalistleri böyle, Türkiye’nin demokratik güçlerine ulaşmak ve onları örgütlemek için, bir maşrapa su gibi değerlendirmelidir. Sosyalistlerin bir hayatiyeti yoktur. Sadece fiziki olarak güçsüz değiller; entelektüel olarak, teorik olarak da tükenmiş durumdalar.
15-16 Ekim’de Ankara’da toplanan, “Kongre Girişimi” kurdunun “Halkların Demokratik Kongresi” kelebeğine dönüştüğü bir koza işlevi gören toplantı, özünde seçim akşamı ifade ettiğimiz beklentinin bir gerçekleşmesiydi.

11 Ekim 2011 Salı

Bir Dönemin ve Bir Kuşağın ve Bir Çevrenin Aynası Olarak Ziya Yılmaz

5 Ekim günü ““Kürt Sorunu”ndan Türk Sorununa – Kongre Girişimi İçin Bir Durum Değerlendirmesi” başlıklı yazıyı bir an önce bitirmeye çalışırken, bir ara yorulup küçük bir ara vermek için Facebook’a baktığımda, Sayın Sait Tabak’ın “ziya yılmazı -4- ekim akşamı,, maltepe-süreyyapaşa ğöğüs hastanesinde kaybettik. başımız sağolsun. siz niğde cezaevinde beraber yattınız sanırım. anılarınız çoktur. Selamlar” şeklindeki mesajı ile karşılaştım.
Mesaj yollanalı epey olmuştu. Cenazenin ne zaman kalkacağını yine mesaj olarak sordum. Hemen bir cevap görmeyince, herhalde çıktı diye düşündüm. Cenazenin ne zaman nereden kalkacağını bilseydi yazardı her halde diye düşüdüm.
Ziya Yılmaz ile yıllarca Niğde’de Cezaevinde yatmıştık. Özellikle Niğde’ye gittiğimiz ilk yıl, oldukça yakın olduğunuz bir dönem olmuştu. Her gün saatlerce konuşurduk. Konuşabileceğim tek kişiydi adeta. Sonra yavaş yavaş konuşmalarımız azalmış, teorik ve siyasi diyalogumuz bitmiş, karşılıklı saygılı ama bir merhaba veya gündelik yaşama ilişkin bazı konuşmaların ötesinde bir ilişkimiz kalmamıştı. Niğde’den ayrıldıktan sonra da bir daha görmedim. Uzaktan haberlerini alıyordum. Karadeniz’in öncülerinden, Türkiye sosyalist ve devrimci hareketinin tarihinde bir yeri olan bu hapishane arkadaşımı uğurlamayı çok isterdim. 

2 Ekim 2011 Pazar

Jiyan ve Köxüz Siteleri Birleşti

Jiyan ve Köxüz siteleri bugünden itibaren (1 Ekim 2011) Jiyan sitesinin adresinde (www.Jiyan.org) birleşmeye ve Jiyan-Köxüz adıyla devam etmeye karar vermiş bulunuyor.
Bu birleşmenin bütün demokratik ve ezilenlerden yana olanların güçlerini ve imkanlarını birleştirmeleri için bir örnek olmasını dileriz.
Köxüz sitesi, 2005 yılı baharından beri yayındaydı. Saldırılar ve teknik zorluklar ve gelişmeler nedeniyle çeşitli Köxüz adreslerinde yayınını sürdürmüştü. Ne var ki, son zamanlarda yasaklar, teknik olanaksızlıklar ve saldırılar nedeniyle kendini yenileyemez durumda gelmişti ve bu durumdan bir çıkış yolu arıyordu.
Jiyan’a katılma önerisinde bulundu ve Jiyan bir birleşmeyi kabul etti.
Bunun üzerine birleşmenin en kısa zamanda gerçekleşebilmesi için gerekli olan hazırlıklara başlandı. Birleşmenin ilan edileceği ve gerçekleşeceği gün olarak da 1.Ekim.2011 tarihi belirlendi.
Bu iki site de gerek biçim gerek içerikçe elbet bir çok farklılıklar barındırıyordu.
Bunların ilk akla gelenleri söyle sıralanabilir.
·         Jiyan daha dinamik ve canlı; Köxüz daha sakin ve ihtiyatlıydı.
·         Jiyan daha genç ve hareketli bir yazar ve okuyucu profiline; Köxüz daha yaşlı ve istikrarlı bir yazar ve okuyucu profiline sahipti.
·         Jiyan’ın okuyucusunun çoğunluğu şehirli ve aydın kesimlerdi; Köxüz’ün okuyucusunun önemli bir bölümü Kürtler ve bunların içinden de aydın gençlerdi.
·         Jiyan aktüaliteyi yakından izlemeye ve ona hemen bir tepki göstermeye büyük ağırlık veriyordu; Köxüz daha uzun vadeli ve genel olana dikkatini yönetmişti.
·         Jiyan’da haberler ve haber yorumlar daha büyük bir ağırlığı varken, Köxüz’de neredeyse hiçbir haber bulunmuyor ve olguların bilindiği varsayımından hareket ile onların anlaşılması ve yorumlanmasına ağırlık veriliyordu.
·         Jiyan’da haberler canlı ve bol resimlerle desteklenerek veriliyordu. Köxüz’de ise neredeyse resim bulunmuyordu.
Dikkatli bir analizle bu farklılıklar listesi elbette daha da uzatılabilir.

Kavrambaz'ın ilk yazısı - Kavrambaz Hakkında

Sevan Nişanyan, Taraf’ta yazdığı “Kelimebaz” ile Etimoloji veya Linguistik ile nasıl politika yapılabileceğinin dünyada belki de eşi benzeri bulunmayan nefis bir örneğini sunmuştu.
Sevan Nişanyan’ın bu ülkede yaşayan insanların şanssızlığı olan şansı vardı: Türkiye gibi, Türk Dil ve Tarih kurumlarıyla, birkaç yönden hafızasını yitirmiş veya yitirmeye zorlanmış bir ülkede yazıyordu.
Birinci şansı, bir Türk ulusu yaratabilmek için, Alman Emperyalizminin Hint yolunu açma hedefleri için yaratılmış Orta Asya ve oralardan gelen Türk ulusuna dair bir uydurulmuş bir resmi ve egemen Tarih anlatısını doğru kabul etmiş insanlara yazıyordu. Bu insanlar, eski uygarlıkları feth eden fatihlerin, hiçbir yerde, nüfusun yüzde beşinden veya onundan fazlasını oluşturmadığını; fatihleringenleri aynı kalsa bile; kültürel kotlarıyla feth ettikleri tarafından fethedildiklerini; yani Orta Asyadaki göçebelerin değil; kültürel ve genetik olarak binlerce yıldır bu topraklarda yaşamış insanların torunları olduklarını bilmiyorlardı. Yüzde doksanıyla genetik ve kültürel “soydaş”ları Azeriler, Özbekler veya Türkmenler değil, bugün düşman blledikleri Rum ve Ermenilerdi. Bu soydaşlık en sıradan, dolayısıyla en az değişen, en bildik kelimelerde en çarpıcı biçimlerde ortaya çıkıyordu.
Birinciye bağlı İkinci şansı, yüzyılın başlarında katliamlar ve sürgünlerle yok olmuş çoğu Hıristiyan halkların bu yok oluşunu unutmaya çalışmış ve hafıza kaybına uğramış insanlara yazıyordu.

26 Eylül 2011 Pazartesi

Blok Vekilleri Meclise Nasıl Dönmeli?

Blok vekillerinin meclise dönüp dönmeyeceği tartışılıyor. Bu tartışmalarda, BDP’lilerin de yüzünü çizdirmeyecek bir dönüş için, hükümetin de adım atması gerektiğinden söz ediliyor. Buna bağlı olarak da örneğin Erdoğan’ın “Biz terörle mücadele ederiz, siyasi irade ile de müzakere ederiz Siyasete gelenle konuşuruz ama gelmeyenle konuşmayız” şeklindeki sözleri, Hükümetin bir adımı olarak yorumlanıyor ve BDP’ye “bakın işte Hükümet “PKK’ile aranıza mesafe koymadan görüşmeyiz”den, bu koşulu kaldırarak sizlerin siyasi olarak muhatap alınacağınız noktasına gelmiş” diye yorumlanıyor ve “haydi ne duruyorsunuz, dönün” sonucu çıkarılıyor.
Meclis’e dönüşü desteklemeyenler de buna karşılık “ya dönerler ya da…” şeklindeki tehditler ve burun sürtmeye yönelik diğer beyanları öne çıkararak dönmenin doğru olmayacağını söylüyorlar.
Bizce sorunu bu biçimde tartışmak daha baştan yanlıştır ve Blok vekillleri ve BDP sorunun bu yanlış biçimde tartışılmasına bizzat kendisi yol açmıştır.
Şimdi bunun neden ve nasıl bir yanlış olduğunu ve bu temel yanlışa nasıl son verilebileceğini ele alalım.
Savaşın birinci kuralı, düşmanın istediği şartlarda savaşı kabul etmemektir[1].
Siz tavrınızı karşı tarafın tavrına bağlı olarak tanımladığınız anda, mücadelenin koşullarını belirleme hakkını bizzat kendi ellerinizle karşı tarafa vermiş olursunuz.

18 Ağustos 2009 Salı

Eleştiri Yıkıcı Olmalıdır!

Ertuğrul Kip arkadaş, her ne kadar bana hitaben değil, (ağır delikanlılar ve olgun insanlar öyle somut kişilere hitap etmezler, ortaya konuşurlar isteyen üzerine alır, öyle beş para etmez kişileri muhatap alıp adamdan sayıyor görünmenin de alemi yoktur zaten) ortaya “eleştiri, kısa, özlü, yapıcı olmalı” diye bir yazı yazmış.
Biz de üzerimize aldık ve her ne kadar muhatabımız bizi muhatap almasa da biz onu muhatap alarak bir cevap verelim.
*
Evet, “eleştiri yıkıcı olmalıdır” demenin zamanı şimdi.
Ne demek “yapıcı” eleştiri?
Eskiden beri burjuvazi “eleştiri yapıcı olmalıdır yıkıcı olmamalıdır” bayağılıklarını tekrarlar ve biz sosyalistler bu bayağılıklarla alay ederdik.
Şimdi artık sosyalistler başlamış bu bayağılıkları tekrarlamaya, unutmuşlar bütün devrimci gelenekleri.
Lenin’de, Marks’ta, Engels’te bir tek kelime bulamazsınız “eleştirilerin yıkıcı değil yapıcı” olması gerektiğine dair. Bulamazsınız. Çünkü onlar böyle bayağılıklara pirim vermezlerdi. Onlar için eleştiri bir silahtır. Silahla da oynanmaz, savaşılır.