31 Aralık 2013 Salı

Bir Yıl Sonunda İnsan Türünün Kaderi Üzerine Düşünceler

İnsan türünün, Tarihin çok acımasız davrandığı; cılız omuzlarına kaldıramayacağı ağırlıkta yükler yüklediği belki de son kuşaklarıyız.
Birbirine zıt iki anlamda son kuşaklar.
Böyle yükleri yüklenmiş son kuşaklar anlamında veya insan türünün son kuşakları anlamında.
Türün son kuşakları olmamayı başarırsak böyle yükleri yüklenmiş son kuşaklar olabiliriz.
Evet, sadece toplumun değil, bir türün kaderi, önümüzdeki üç beş kuşağın sırtında.
Ama türün kaderini toplumsal yasalar; toplumun kaderini; değer yasası ve sınıf mücadelesinin yasaları belirleyecek.
Yani son duruşmada, türün kaderini belirleyecek olan ise, toplumun kaderi.

30 Aralık 2013 Pazartesi

Gezi Direnişi Yazıları (1 Haziran - 29 Temmuz) Çıktı

Gezi Direnişi boyunca neredeyse hemen her gün gelişmeleri yorumlayan ve yol göstermeye çalışan yazılar yazdık.
Bu yazıların en önemlilerinden yapılan bu derlemede ayrıca olayların bir kronolojisi,  uzunca bir Önsöz; Gezi Aynasında Marksizm Sempozyumu’na  ve Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Kulübü tarafından düzenlenmiş Gezi Parkı ve Sol Hareketler konulu toplantıya sunulan bildiriler de yer alıyor.
Kitap 378 sayfa ve 10 TL’dir
Kitabın 1000 kadar nüshası, derhal ve ilk elde, özellikle Cezaevlerindekilere kitap yollama ve toplama işinde yoğunlaşmış “Deli Dalgalar” adlı gönüllüler aracılığıyla, başta Gezi tutsakları olmak üzere hapishanelere yollanacaktır.
Ancak bu kadar kitabın cezaevlerine yollanabilmesi epey bir kargo ve posta masrafına mal olmaktadır. Bunları karşılayabilmek için okuyucuların desteği gerekmektedir.
Kitap, bütün diğer kitaplarımız gibi, internetten de karşılıksız olarak okunabilir ve indirilebilir olmakla birlikte, sizlerden dileğimiz, kitabı satın almanız ve mümkünse cezaevlerine yollama masraflarını karşılamak üzere küçük de olsa bir bağışta bulunmanızdır.
Ya da alacağınız bir kitabın yanında bir tanıdığınız veya yakınınız için de bir kitap sipariş ederek, hem ona bir hediye vermiş olursunuz hem de hapishanelere kitap yollama masraflarına katkıda bulunabilirsiniz.
Kitaba aslında son derece düşük bir fiyat belirledik. Bu hacimdeki kitaplar normak olarak iki veya üç katına satılmaktadır.

28 Aralık 2013 Cumartesi

Doğan Tarkan’ın Ardından

İnternette Doğan’ın metroda fenalaşıp vefat ettiğini okuyorum. Şaşkınım. İnanamıyorum.
Doğan’ı uğurlamaya gitmeli. Cenazesi nereden ne zaman kalkacak acaba? Bizim kuşaktan arkadaşlar duymuşlar mıdır? Kimlere haber verilebilir?
Ergun Aydınoğlu’nu arıyorum. O da az önce duymuş. “Ekşi Sözlüğü baktım, Doğan hakkında yazılanları görünce üzüldüm, hak etmediği şeyler yazıyorlar” diyor. Cenaze ile ilgili bir şey duyarsak birbirimizi bilgilendirelim diyoruz.
Ekşi sözlüğe bakıyorum. Evet, çok haksız, berbat şeyler yazılı. Arada tek tük hakgüder olanlar da var gerçi. Yazanlar belli ki ulusalcılar. Birkaç örnek:
“bana "akp'ye nasil yaranabiliriz" dersi verebilir belki; kendisi bu isin nasil yapilacagini gayet iyi biliyor. hos, ben ne yaparsam yapayim akp'ye yaranamam, zaten yaranmak da istemem. midem kaldirmaz. akp'lilere yaranmaya calisirken ustlerine kusabilirim.”
ama, bu sahis, bana "demokrasi" dersi verebilecek son sahistir. "demokrasi" dersini onder sav'dan bile alirim, dogan tarkan'dan almam. en azindan onder sav akp yalakasi degil. sirf bu yonuyle bile dogan tarkan'dan daha demokratik kaliyor.”

24 Aralık 2013 Salı

Anlaşılmayan Temel Konu: Yapı

Türkiye’nin Sosyalistinin de, Liberalinin de, İslamcısının da, Demokratının da anlamadığı temel sorun şudur: insanların dürüst olacağı veya olması gerektiği varsayımı üzerinden herhangi bir toplumsal yapı oluşturmaya kalkmak yanlıştır. Yapıyı değiştirme, köklü temel değişiklikler yapma; sonuçlarla değil nedenlerle mücadele gibi bir derdi olmayanlar; aksine bunu tehlike olarak görenler, tartışmayı ve gündemi ahlak ve namusa çekerler; insanları, partileri, örgütleri vs. dürüst ve ahlaklı olmadıkları açısından eleştirirler.
Marksizm ise, insanların düşüncesini belirleyen varlıklarıdır der. Yani yapıyı değiştirmeden, insanlara ahlaklı ve dürüst olmayı vaaz etmek hiçbir sonuç almaz ve yenilgiye mahkûmdur der.
Bütün dinler ve uygarlıklar tarihi Marksizm'in bu önermesinin bir doğrulanmasından başka bir şey değildir. Ne Hıristiyanlığın ne de İslam’ın insanları ahlaklı ve adil olmaya çağıran özü, insanların adaletsiz, ahlaksız ve namussuz olmalarını engellememiştir.

22 Aralık 2013 Pazar

Türkiye Cumhuriyeti (Merkezi ve Bürokratik Bir Cumhuriyet) Namusluları Bile Namussuz Olmaya; Demokratik Bir Cumhuriyet ise Namussuzları Bile Namuslu Olmaya Zorlar

Türkiye’de Sosyalist de, İslamcı da, Liberal de, Kemalist de demokrat değildir ve aslında nesnel olarak demokrasiye karşı savaşır.
Neden ve nasıl?
Örneğin şimdilerde “cemaatin” devleti ele geçirmesinden onun içinde gizli bir yapı oluşturmasından şikâyet ediliyor. Bu, dün ulusalcıların ve CHP’nin şikayetiydi, şimdi hükümetin.
Liberaller Ergenekon’dan, devletin yasa dışı bir örgütün eline geçmesinden şikâyet ediyorlar.
Müslümanlar, Masonlardan, onların devleti ele geçirdiğinden şikâyet ediyorlar.
Sosyalistler burjuvaziden veya emperyalizmden, onların devleti ele geçindiğinden; onların devlet içindeki gizli yapılarından şikâyet ediyor.
Gerçek bir demokrat ise, devletin bürokratik kayırmalar, tayinler vs. ile ele geçirilebilir olan yapısından “şikâyet” eder; bu yapıya karşı mücadele eder.
Kendisiyle mücadele edilecek hedefi olarak, devleti “ele geçirenleri” cemaati veya diğerlerini değil; devleti ve onun yapısını nişan tahtasına koyar.
Gerçek bir demokrat cemaatlerin veya partilerin hatta gizli mason örgütleri benzeri yapıların ve kötü niyetlilerin “devleti ele geçirebilme” özgürlüğünü savunur.

5 Aralık 2013 Perşembe

Aydınlanma ve İslam’ın Sentezi ve Mirasçısı Olarak Marksizm

Aydınlanma ve İslam’ın birbirine zıt olduğu yönünde yerleşmiş ve yaygın bir yargı vardır. Bu yargıyı savunan ve yerleştirenler, İslam ve Aydınlanma’nın içini boşaltanlar; onları karşı devrimlerle olmamışa çevirenler ve bu karşı devrimci mirası şimdi sürdüren “Aydınlanmacılar” ve “Müslümanlar”dır.
Birbirlerine zıt olduklarını söyleyenlerin, zıt olduklarında böyle anlaşabilmeleri bile zıtlıktan çok daha büyük bir ortaklık içinde bulunduklarının da bir kanıtıdır.
Aydınlanma ve İslam’ın birbirine zıt olduğu yargısını paylaşmaları, onların bu iddialarının bizzat bu iddialarının kendisiyle kendileri tarafından çürütülmesinden başka bir anlama da gelmez.
Şunu iyi ayırmak gerekmektedir: Aydınlanma ve İslam’ın zıt olduğu yargısındaki bu ortaklık, Aydınlanma ve İslam’ın değil; Aydınlanma ve İslam’ın sürdürücüsü ve devamcısı olduklarını iddia edenlerin bir ortaklığıdır.
Unutulan ve unutturulmaya çalışılan gerçek şudur: Aydınlanma da, İslam da, daha doğdukları noktada, ilk adımlarında başarısızlığa uğramış ve egemen sınıflar tarafından ele geçirilip yenilmiş birer projedirler.

1 Aralık 2013 Pazar

Gezi’yi Beklerken

 İndirmek Icin Tıklayın
(Yıllardır Gezi’yi bekliyorduk, nereden nasıl geleceğini bilmeden. Örneğin Gezi olayları esnasında tekrar yayınladığımız “Kendiliğindenliğe Övgü”, yıllar önce yapılmış bir Gezi çağrısıydı.
Dokuz yıl önce yazılmış aşağıdaki yazıda da yine benzer bir çağrı var, örneğin şu satırlarda: “Bu gidişi ancak, Türkiye’de ortaya çıkabilecek Kürt Özgürlük hareketinden çok daha tutarlı aynı zamanda şehirli ve modern bir politik kültüre de yaslanan, devrimci demokratik bir çizgiyi savunabilecek bağımsız bir hareket durdurabilir”.
Ama sadece nereden nasıl çıkacağını bilmediğimiz Gezi’yi beklemiyer, gelirse de, böyle bir Hareketin, Kürt Hareketiyle ilişkilerinin nasıl olabileceği üzerine ön görülerde bulunuyorduk.
Hem Gezi geldi; hem de öngörülen denklemler geçerliliklerini koruyor.
Hem Gezi’nin geleceği ve Kürt Hareketi ve Gezi ilişkileri, hem de Gezi’yi hiçbir şekilde yansıtmayan, bürokratik örgütlerle Kürt Hareketinin, yani HDP’nin geleceği üzerine yazacağımız yeni yazılara bir hazırlık, bir hatırlama, bir hafıza tazelemesi, bir “fikri takip” olarak bu tür yazılardan biri; hem de Kürt Hareketinin Türk sol örgütleriyle ilişkilerinin tarihi üzerine bir hatırlama. Ayrıca bilmeyenler için aşağıdaki yazının, Osman Öcalan’ların koptukları dönemde ve kopuşları bağlamında yazılmış olduğunu belirtelim. Bu günkü paralelliklere kısa notlar halinde değindik.  01.12.2013)

29 Kasım 2013 Cuma

Bir Teorisyen Olarak Öcalan ve Komünden Uygarlığa Geçiş Olarak Kürt Hareketi

(Aşağıdaki yazıyı “Öcalan’ın savunması Üzerine Notlar” başlığı altında 2002 yılında yazmıştık. Yazıda görüleceği gibi Öcalan’ın çok önemli ve ciddi bir teorisyen olduğunu söylüyor ve bunun nasıl mümkün olabildiğini de açıklamaya  çalışıyorduk..
Yazıda aynı zamanda Kürt Ulusal Hareketini, komünden uygarlığa geçiş olarak başka bir ışık altında ele almaya çalışmıyor, bu somut konudan hareketle Öcalan’ın teorisyen niteliklerini ve teorisinin içeriğini açıklamaya da çalışıyorduk.
O zamanlar Öcalan’ın teorisyen, hele önemli bir teorisyen olduğunu söylemek hem Türkler, hem de sosyalistler arasında lanetlenmek demekti. Öyle de oldu.
Ama bu yazı aynı zamanda Kürt Özgürlük Hareketi’nin de sansürüne uğradı. Yazıyı yazdığımızda o zamanlar Avrupa’da çıkan Özgür Politika’ya da yollamıştık yayınlamaları ve en azından bu vesileyle Öcalan’ın savunması üzerinden bir tartışma başlatmaları ve aynı zamanda hareketin teorik gelişimini böyle bir tartışma içinde sağlayabilmeleri için.

28 Kasım 2013 Perşembe

Liberaller ve PKK

(Ortada ne Gezi, ne Barzani’nin Diyarbakır çıkarması yokken beş yıl önce (Ekim 2008) yapılmış bir analiz. Günlük politikanın hay huyu arasında kaybolmak istemeyenler için bir yazı. 28.11.2013)
Liberallerin ve onların sosyalistler içindeki uzantılarının hiç sormadığı ve sorulmasından hoşlanmadığı soru şudur:
Barzani ile Öcalan arasındaki fark nedir?
Kişiler ve semboller düzeyinde sorulmuş bu soru, politik ve örgütsel olarak şöyle de sorulabilir:
PKK ile diğer Kürt ve/veya Kürdistan partileri, özellikle KDP ve KYB (ve onların Türkiye'de ve diğer parçalardaki uzantıları) arasındaki fark nedir?

27 Kasım 2013 Çarşamba

35 Yıl Önce Bugün PKK’nın Kuruluşu Vesilesiyle İki Yazı

PKK'nın 35 yıl önce kurulduğu Fis köyündeki ev.
27 Kasım 1978’de, 35 yıl önce Fis köyünde yapılan kongre ile PKK kuruldu.
Son yıllarda “Çözüm Süreci”nin başlamasıyla ve hareketin gücününde etkisiyle PKK’ya karşı ön yargılar yavaş da olsa yıkılıyor ya da eskiden onunla aynı karede görünmekten çekinenler, artık aynı karede yer almaya çaba gösteriyorlar veya almaktan çekinmiyorlar.
Ancak bütün bu gelişmelere rağlmen, PKK’nın ne olduğu konusunda hala pek doğru dürüst bir analiz, bir değerlendirme bulunduğu söylenemez.
Aşağıda biri 1992’de, Vedat Aydın’ların öldürüldüğü, Özel Savaş’ın başladığı zamanlarda, yani yirmi yıl önce yazılmış: diğeri 2006 yılında yazılmış, PKK ve Öcalan’ı inceleyen iki yazıyı paylaşarak bu önemli olayı anmış ve değerlendirmiş olalım.
Yazıları okuyanlar, analizlerin doğrulandığını ve güncelliğini koruduğunu görürler.
27 Kasım 2013 Çarşamba – Demir Küçükaydın

25 Kasım 2013 Pazartesi

Marksizm Aynasında Gezi - Gezi Aynasında Marksizm

Bu Sempozyumun[1] konusu, resmen ifade edildiği biçimiyle, Gezi değil, Marksizm’dir. Yani, yine Marksizm’in kurucularının tanımlamasıyla, konusu Toplum ve onun Tarihi olan Bilimdir. O bilimin konusu olan Olaylar (burada Gezi) değildir.
Konu bilim olunca, kavramların tartışılması önem kazanır. En azından olgulara ilişkin olarak aynı şeylerin bilindiği varsayılır. Bu bilinenlerin nasıl kategorize edileceği, sınıflanacağı, iç bağlantıları ve nedenleridir konu.
Toplantının başlığının formülasyonuna göre, bilimin (Marksizm’in) kavramlarının Gezi örneğinden hareketle bir kontrolünün, bir sağlamasının yapılması beklenmektedir.
Ancak gerek konuşmacıların listesinden, gerek deneylerden tahmin edebiliyoruz ki, burada Marksizm değil, yani onun kavramları; bu kavramların Gezi olayını anlamaya uygun olup olmadığı; değiştirilmeye ve geliştirilmeye ihtiyaç duyup duymadığı değil; Gezi olayları tartışılacaktır. Gelenler de muhtemelen bu beklentiyle geleceklerdir.[2]
Bunu bizzat konuşmacıların listesinden bile çıkarmak mümkün. Konuşmacılar arasındaki özellikle akademik kökenli olan arkadaşların veya o kimliğiyle tanınanların neredeyse tamamı kendini Marksist olarak tanımlamayan arkadaşlar. Marksist olmayan bir insanın Marksizm’in kavramlarını dakikleştirmek ve sağlamak gibi bir derdi de olmaması gerekir.

23 Kasım 2013 Cumartesi

Göçmenler ve Ulusçuluk

Belki çok paradoksal gelebilir ama ulus ve ulusçuluk ile göçmenler arasında başından beri doğrudan bir ilişki olagelmiştir. Ulusları ve ulusçuluğu göçmenlerin keşfettiği söylenebilir.
Tarihteki ilk ulus ilkesine dayanan modern devlet olan Amerika Birleşik Devletleri'ni kuranlar, İngiltere'den bu ülkeye gelmiş göçmenlerdi.
Aynı eğilim, Güney Amerika'daki İspanyollar'da da görülür. Onlar da yine içinden geldikleri İspanyol egemenliğine karşı çıkarak ilk erken ulus devletleri kurmuşlardır Latin Amerika'da.
Daha sonra Avustralya, Yeni Zelanda, Kanada da aynı yola girerler.
Uluslar bu ilk ve özgün biçimlerinde, uluslar olduğu için ulusçular değil ama ulusçular olduğu için uluslar olduğunu çok açık olarak gösterirler.
Bu ilk ve orijinal ulusların ortaya çıkışında ne “kan”, ne “dil”, ne “din”, ne de “kültür” bağlarının hiç bir önemi yoktur. Eğer bir önemi olsa, bu uluslar isimlerini, daha dün içinden çıktıkları aynı dilden, aynı soydan, aynı dinden, aynı kültürden insanların yaşadığı ana vatanlarına isyan ederek, bir "Ekvator" "Amerika Birleşik Devletleri" "Yeni Zelanda" ya da "Kanada" gibi ne bir kültürü, ne bir halkı, ne bir dili çağrıştıran, tamamen tesadüfi coğrafi adlandırmalardan almazlardı.

22 Kasım 2013 Cuma

Demokrasi ve Zor

En olağan ve biçimsel anlamıyla Demokrasi: “azınlığın çoğunluğa uymasını prensip olarak kabul eden rejimdir” (Lenin).
Bu en biçimsel demokrasi tanımı ister istemez demokrasinin olmazsa olmaz iki koşulunu ifade edilmemiş bir var sayım olarak içerir: zor ve özgürlükler.
Bu tanıma göre, Azınlıklar ve çoğunluklar demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur.
Ama azınlık ve çoğunlukların oluşabilmesi için de insanların farklı alternatifler etrafında yoğunlaşmaları gerekir.
Bunun için de, tam bir fikir ve örgütlenme özgürlüğü ortamında farklı görüşlerin, eşit biçimsel koşullarda ortaya çıkmaları ve birbirleriyle yarışmaları gerekir.

21 Kasım 2013 Perşembe

Türkiye'de Solun Tarihini Yazacaklar İçin Tezler

(Aşağıdaki tezler muhtemelen 1987 sonu veya 1988 yılı başlarında yazılmıştır. Yani, 12 Rejimi’nin etkilerinin güçlü biçimde hissedildiği; Berlin Duvarı ve Sovyetlerin hanüz yerinde durduğu, hatta Kuruçeşme’deki “Birlik Tartışmaları”nın bile henüz ufukta görülmediği, şimdi bize çağlar öncesi kadar uzak görünen bir zamanda ve tarihsel koşullarda, çeyrek yüzyıl önce yazılmıştır. Buna rağmen bugün bile rahatça yayınlayabilmekteyiz. Solun tarihi ve bunu ele alışın metodolojisine ilişkin tartışmaya bir katkı olarak görülebilir. Ayrıca bugün yeni bulunmuşça söylenen önermelerin o zamanlar ifade edildiği görülebilir.
Elbette bu  tezleri yazdığımız zaman bugünkü gibi bir ulus teorisini geliştirmiş olmadığımızdan ve ulsu kendisine karşı mücadele edilecek bir şey değil, içinde mücadele edilecek bir ortam gibi algıladığımızdan bugün olsa kullanmayacağımız birkaç formülasyon vardır. Ancak yazı, bu gibi yazının konusu ve içeriği bakımından önem taşımayan kimi ifadelerden soyutlandığında, Türkiye’de solun tarihini ele almanın metodolojisi ve ana yönelimleri hakkında hala aktüalitesini koruyan önermeler içermektedir. Demir Küçükaydın – 20.11.2013)

20 Kasım 2013 Çarşamba

Sosyalistlerin Sol Hareketin Tarihini Ele Alışının Metodolojik Sorunları

Bugün gelen e-mailler arasında bir ilan vardı. 21 Kasım Perşembe günü, İstanbul Şehir Üniversitesi’nde modern Türkiye Çalışmaları Merkezi tarafından, Türkiye’yi Tartışmak Konuşma Serisi başlığı altında “Türkiye Solu: Tarihi, Değişimi ve Geleceği” başlıklı bir toplantı yapılacakmış.
Mail’de şu açıklama bulunuyor:
“Türkiye Solu: Tarihi, Değişimi ve Geleceği” başlığı altında yıl boyunca düzenleyeceği toplantı dizisi Türkiye’de sol hareketi çeşitli boyutları ile incelemek, Türkiye siyasî tarihi içerisinde sol hareketleri konumlandırmak, solun diğer siyasî akımlarla ilişkisini gözden geçirmek ve kimlik politikaları, neoliberalizm, din-devlet ilişkisi, sivil-asker ilişkileri gibi konu ve kavramlar bağlamında sol hareketlerin geleceğini tartışmaya açmak amacıyla düzenlenmektedir.
Serinin ilk konuşmasında 21 Kasım Perşembe günü Prof. Mete Tuncay Türkiye’de sol hareketin tarihini, karakteristik özelliklerini ve dönüm noktalarını tartışacaktır. İkinci konuşmayı ise Prof. Cemil Koçak Türkiye’de sol hareketin siyaset ve kimlikle ilişkisini tarihsel ve felsefi derinliği ile ele alacaktır.
Herkese açık olan konferanslar Türkçe olarak gerçekleşecektir.”
İstanbul’da olsaydım gidip dinlemek ve üzerine bir şeyler yazmak isterdim Ama mümkün değil.

13 Kasım 2013 Çarşamba

Gezi Parkı ve Sol Hareketler

12 Kasım 2013’te İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Kulübü’nün düzenlediği Gezi Parkı ve Sol Hareketler başlıklı etkinliğe yollanan bildiri.

Önce konu tanımlaması ve sınırlaması yapmak gerekir kanımca.
Başlık “Gezi Parkı” olmakla birlikte, bununla sadece Gezi Parkı eylemlerini veya oradaki 15 gün kadar süren “Komün” değil;  en azından 31 Mayıs’ta başlayıp Haziran ortasına kadar epey yüksek bir tempoda devam ettikten sonra, genel bir azalma eğilimiyle, Parklara çekilerek neredeyse Temmuz sonlarına kadar süren ve bütün Türkiye’de, özellikle Alevilerin yoğun olduğu yerlerde ve bazı büyük şehirlerde süren kitle hareketlenmesi anlamında kullanılacak. Genellikle bu anlamda kullanıldığından “teamüle uygun” olacağını sanıyorum.

10 Kasım 2013 Pazar

Atatürk ve Kemalizm Üzerine Dört Eski Yazı

Bugün 10 Kasım, Atatürk’ün ölümünün yıl dönümü.
Aşağıda Atatürk ve Kemalizm üzerine biri yirmi yıldan daha fazla önce diğerleri on yıldan daha fazla yıl önce yazılmış dört yazı var. Buün elbette kimi formülasyon ve kavramları daha farklı kullanırdık ama esas olarak oralarda belirtilen görüşlerin doğru olduğu ve olayların gelişimince de genel olarak doğrulandığı kanısındayız. 10 Kasım 2013 Pazar

(1992) Kemalizmin Yerini Ne Alacak?

Aslında ilk olan "Son Türk Devleti"nin dayanağı ve ideolojisi olan Kemalizm ömrünü doldurmuş bulunuyor. Bu ideoloji bugün hala devletin resmi dini olmaya devam ediyorsa, bu, onun insanların kafasındaki egemenliğinden, ideolojik gücünden, yaygınlığından değil; ideoloji dışı bir unsurun, Osmanlı'nın yaşayan ruhu Türk Ordusu'nun silahlarının fizik gücünden dolayıdır.

9 Kasım 2013 Cumartesi

Ekim Devrimi Sosyalist Bir Devrim miydi? (Marksizmde Aydınlanma Kalıntıları)

Bu başlığı okuyan okuyucunun aklına, Ekim Devrimi’nin bir devrim değil bir darbe olduğu yönündeki iddialar; Ekim Devrimi’nin geri bir ülkede olması bağlamında Menşevikler ve Bolşevikler arasındaki tartışmalar; Ekim Devrimi’nin yozlaşmasının nedenleri, ne zaman ve  nasıl başladığı üzerine Marksistler ve Anarşistler arasındaki tartışmalar gelmesin.
Biz bu soruyu şimdiye kadar alışılmış ve duyulmuş yaygın problematikler, paradigmalar veya tartışmalar bağlamında sormuyoruz.
Sorumuz, aslında bütün bu tartışmaların hepsinin dayandığı varsayımların ortaklığını göstermeye ve onu eleştiriden geçirmeye yöneliktir.
Her hangi bir yanlış anlamaya yer vermemek için, yukarıdaki problematikler ve tartışmalar bağlamında temel görüşlerimizi de başlangıçta belirtelim.

1 Kasım 2013 Cuma

Gezi Yazıları Derlemesi (1 Haziran - 29 Temmuz)

Kitabı İndirmek İçin Tıklayınız
Gezi Süreci boyunca, başladığı günden itibaren, en yoğun olduğu dönemde,  35’i aşkın yazı yazdık. Yani iki günde bir yazıdan daha fazla. Bu yazılarda hem hareketin analizini yapmaya;  hem de pratik öneriler geliştirmeye çalıştık. Sanırız bu yoğunlukta yazan ve katkıda bulunan ikinci bir kişi yok. Birkaç güne Gezi Aynasında Marksizm başlıklı bir sempozyum yapılacak. Bu sempozyum vesilesiyle bir Marksist’in hem hem teorik hem de pratik olarak nasıl davranması gerektiğinin somut örneği ve bir deney olarak bu yazıların bir derlemesini sunuyoruz. Sempozyum Gezi Aynasında Marksizm’i ele almayı vaad ediyor. Bu yazılar bir bakıma Marksizm’in Aynasında Gezi’dir. Sempozyum bağlamında bir hazırlık ve malzeme olarak sunuyoruz. Aşağıda derlemenin önsözü ve içindekiler listesi var. Kitabı şu linklerden indirmek  mümkündür:

Gezi Direnişi Yazıları’na Önsöz

1971: 12 Mart darbesi; 1980: 12 Eylül darbesi; 1980’lerin sonu: Duvar’ın yıkılışı ve Doğu Avrupa’nın çöküşü; Doksanlar: Türkiye’de Özel Savaş Rejimi, çürüme ve ırkçılığın yükselişi; Doksanların sonu:  Öcalan’ın kaçırılışı; İkinbinlerin başı: 11 Eylül’ün ardından Afganistan ve Irak’ın İşgali; birbiri ardınca darbe girişimleri; Hrant’ın öldürülüşü; 2011 seçimlerinden sonra KCK tutuklamaları, Savaş’ın yeniden başlaması ve iyice keyfi ve çığrından çıkmış bir hukuksuzluğun yerleşmesi…

30 Ekim 2013 Çarşamba

Gezi ve Türban - HDP ve BDP Vekillerine Bir öneri: Türbanla ve Kravatsız

Yarın meclis açılırken birkaç kadın vekili başörtüsü ya da türbanla girmeyi deneyecekler. Bu durumda HDP ve BDP’yi vekiller de tarafsız ve sessiz kalmamalı, Açık ve aktif bir tavır geliştirmeli, hatta bu hareketin başına geçmelidirler.
HDP ve BDP’li vekillerin meclise başörtüsüyle ve kravatsız gelmesini öneriyoruz. Yani kimsenin kılığı kıyafeti ile uğraşılmamalı mesajı verilmeli. BDP’li başık açık vekillerin protesto etmek için başörtüsü veya türban takmalarının, kesa erkek vekillerin de kravatsız gelmelerinin değeri ve anlamı farklı olur.
Bu öneriyi genel seçimlerden sonra da Meclis açılışı öncesinde yapmıştık. Ancak o zaman Meclisin boykot edilmesi vesiyesiyle uygulanma veya tartışılma imkanı olmamış, öneri kadük olmuştu.
Şimdi tekraraynı öneriyi yapıyoruzz. Bu HDP’nin yeni bir parti olarak ilk önemli çıkışı da olabilir.

29 Ekim 2013 Salı

Ermeni Malları, Gezi Aynasında Marksizm Sempozyumu ve Nazım Hikmet Kültür Merkezi

Teori ve Politika dergisinin tertiplediği, Gezi Aynasında Marksizm Sempozyumu’nun Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde yapılması planlanmıştı. Bu satırların yazarı Demir Küçükaydın da bu Sempozyumun bir konuşmacısıydı. (Ancak sağlık sorunları nedeniyle başka bir yerde tedavi olduğundan, internet aracılığıyla ses ve görüntü ile katılabilecekti.)
Dün Sempozyum’u Tertipleyen arkadaşlardan bir elektronik posta (E-Mail) geldi. Bu mektupta aşağıdaki açıklama ve iki eki vardı. Eklerin biri yeni, yer ve katılımcı değişikliğini içeren Sempozyum afişi, diğeri Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nin yer vermekten niye vaz geçtiklerini içeren mektubuydu. Önce e-maili aktaralım:
“Merhaba,
Öncelikle davetimizi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz.
Sempozyum katılımcıları ve yeri konusunda ortaya çıkan değişiklikleri sizlerle paylaşmak istedik.
1) Metin Çulhaoğlu mail aracılığıyla, Sosyalistler Meclisi toplantısını gerekçe göstererek sempozyuma katılamayacağını,
2) Nazım Hikmet Kültür Merkezi ise ekte bulacağınız 25 Ekim 2013 tarihli kararlarıyla sempozyuma ev sahipliği yapamayacağını bildirdiler. Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nin kararında işaret edilen sempozyum katılımcısının Demir Küçükaydın olduğu yine kendileri tarafından ifade edildi.

Kıyafet Kavgasının İlk Anlamı

Başörtüsünde (Türban) sembolize olan kıyafet kavgası niçin bu kadar önemlidir? Benzeri kavga ne nüfusunun çoğu Müslüman olan diğer ülkelerde, ne de başka ülkelerde görülmektedir. Niçin Türkiye’ye has bir görüngüdür ve bunca önemlidir?
Başörtüsüne (Türban) karşı çıkanlar da, onu örtmek isteyenler de aynı neden ve kaygılarla bunca zıt gibi görünen konumlardadırlar, bu zıtlık onların temeldeki özdeşliğinden kaynaklanır.
Aynı ilkenin tamamen zıt sonuçlara yol açabileceğinin iyi bir örneklerden biri, İngiltere, onun eski kolonileri ve Japonya’da Trafiğin soldan; Fransa ve sonradan Fransız devriminin etkisiyle bütün dünyada sağdan olmasının, yani bu iki zıt ilkenin aynı nedenden kaynaklanması olabilir.

25 Ekim 2013 Cuma

HDP Kurulurken Uyarılar ve Öneriler

Deveye sormuşlar “boynun niye eğri?” diye.
Deve de cevap vermiş: “Nerem doğru ki?”
Bu hafta sonu (yarın) HDK (Halkların Demokratik Kongresi) Üçüncü Olağan Genel Kurulunu yapacak. Ertesi gün de HDP (Halkların Demokratik Partisi) 1. Olağanüstü Kongresi’ni yapacak
HDP’nin kuruluşunda herşey yanlış ve çelişkili. Öyle ki bir noktada saçmalığa (grotesk) dönüşüyor.
Sadece bir kaçına değinelim.
HDP’nin Gezi ile ortaya çıkan hareketin kendisi olduğunu veya olacağı söyleminden geçilmiyor. Ama HDP ne parklarda ne de Gezi hareketinin ortaya çıkardığı başka organlarda tartışılmadı, hatta oralarda gündeme bile gelmedi. Bu hareketin kendisinin tartışıp, gündemine alıp ortaya çıkarmadığı bir partinin, bu hareketin kendisi veya organı veya politik ifadesi olmaktan söz etmesine ne denilebilir?
Haydi, bunu bir yana bırakalım.
HDK’nın resmi internet sayfasına girin bakın. HDP, o sayfada menüde bir başlık.
Sanılır ki, HDK diye bir kitle örgütlenmesi ve hareketi var, o benzer programı savunan bir de Parti Kurma kararı almış ve kurulmuş. HDP, HDK’nın siyasi ifadesi.
Ama HDP’nin seçimlere girip girmeyeceğine ve nerede gireceğine, HDK veya HDP’de değil, BDP’de karar verildi.

24 Ekim 2013 Perşembe

Gidenlerin Ardından

“Bizden evvel giden dostlara selam olsun erenler”

Gidenlerin Ardından’ı Sunuş

Bu derlemede, İbrahim Sevimli (“Ali Dayı”), Orhan Müstecaplıoğlu, Mihri Belli, Ziya Yılmaz, Sakine Cansız, Rıza Dayı (“Gross”), Nail Satlıgan, Marin Vasilev (“Ciguli’nin Kardeşi”) gibi bugün aramızda bulunmayan yoldaş ve dostların ardından yazdığımız yazılar yer almaktadır.
Birçok okuyucu, birçok kereler, bizden evvel gidenlerin ardından yazdığım yazıları derlemem ve kitap olarak çıkarmam yönünde dileklerini iletmişlerdi.
Onlara bunu yapacağımı söylüyor ama yeni çalışmalardan eski yazıları derlemeye bir türlü zaman bulamıyordum.

20 Ekim 2013 Pazar

“Ciguli’nin Kardeşi” Altonalı Hemşehrim Marin Vasilev’in Anısına

“Ciguli’nin Kardeşi”nin öldüğünü evvelki gün bir toplantıda öğrendim. Adının Marin Vasilev olduğunu da. O bizler için hep “Ciguli’nin Kardeşi” idi. Almanlar için adı Marin Vasilev’miş. Muhtemelen gerçek adı ise, bir Müslüman adıydı ve herkes için bilinmez kalacak.

“Ciguli’nin Kardeşi”, Ciguli’nin kardeşi değildi ama çok yakın bir akrabasıydı. Bir keresinde söylemişti ama unuttum. Zaten fiziği bu yakınlığın en büyük kanıtıydı.

Adı da muhtemelen Marin Vasilev değildi. Marin Vasilev, muhtemelen Bulgar hükümetinin Bulgar isimleri verme ve zorla Bulgarlaştırma döneminde verdiği isimdi. Çünkü Ciguli, yıllar önce kendisiyle yapılmış bir söyleşide şöyle diyor:

“Yok hocam, Roman ne demek? Ben burada duydum bu sözleri. Gerçekleri konuşalım, ben Roman değilim. Romanca iki laf bilmiyorum. Annem babam Müslüman Türk. Adları, yerleri belli Haskova'da. Biz beş kardeşiz, ağabeyim İbrahim kalpten rahmetli oldu. Babam Hüseyin rahmetli Haskova'da hamaldı. Annem de fabrikalarda süpürgecilik yapardı, ağır işlerde çalışırdı. Ben küçükten beri düğünlerde kazandığım paralarla kardeşlerimi okuttum, çok yardım ettim onlara. Bulgarlar zorla adımızı değiştirdiklerinde bana Ahmet yerine Angel  Yordanov  Popov  adını verdiler. Ama artık yok böyle şey, herkes istediği adı alır. Haskova'da beni Ahmet diye kimse bilmez, Ciguli dersen bebek bile benim eve getirir seni.”

16 Ekim 2013 Çarşamba

Doğu ve Batı

Ulusçuluk çağında şark modernleşmesi
Bu gün kullandığımız anlamıyla “Doğu” ve “Batı” kavramları kapitalizmin Avrupa’da zafer yürüyüşüne başlamasıyla doğduğundan, burjuva uygarlığına göre bir koordinat ekseninden tanımlanmışlardır. “Orta Doğu”, “Uzak Doğu” gibi kavramlar hep Avrupa’ya göre tanımlanmıştır.
Bu ideolojik karakterini unutmadan, Doğu ile Batı arasındaki temel farka baktığımızda ne görürüz?
Birinde zengin ülkeler ve demokratik rejimler vardır, diğeri yoksuldur ve anti demokratik rejimler vardır. Doğu’dakilerin en parlamenter biçimlerinde bile, halkın seçilmiş temsilcilerinin gerçek bir iktidarı, gerçek özgürlükler yoktur. Batı da ise, en “mavi kanlı” kralların ve kraliçelerin bile, en sıradan bir şark karakolundaki jandarma veya polis kadar olsun, insanların kaderi üzerinde karar verecek gücü ve yetkisi yoktur.

14 Ekim 2013 Pazartesi

Kurban ve Bayram’ın Doğuşu ve Sosyolojisi

Bugün Kurban Bayramı.
Kurban ve Bayram! Kurban ölümdür, bayram yaşam ve sevinci.
Böylesine birbirine zıt kavramlar nasıl olup da bir araya gelebilmektedir?
Kurban yeryüzündeki birbirinden en farklı toplumlarda bile görülen en evrensel olgulardan biridir. Bu bile Toplumsal varoluş ile Kurban arasında bir ilişki olduğunu sezdirir. Toplum’un olduğu her yerde Kurban, Kurban’ın olduğu her yerde toplum vardır.
Bu kurban bayramı vesilesiyle Kurban ve Bayram’ın bu diyalektiğini ele alıp incelemeyi deneyelim.
*
Homo Sapiens, yani bizler, ateşin çocuğuyuzdur.
İnsan türü, cansız aleti kullanabildiği için; bir zaman ağaçlarda yaşarken asıldığı dalları, yerde ayağa kalktığında eline sopa olarak alabildiği için; Ateş’e dokunabilmiş; ateşle korunabilmiş ve ateşi korumuştur. İrsan başka hiçbir canlı ateşe dokunamadığı için, dokunulmaz bir canlı olabilmiştir.

11 Ekim 2013 Cuma

Kıvılcımlı’nın 42. Ölüm Yıldönümü Vesilesiyle Eleştirel Bir Değerlendirme

Kıvılcımlı, 11 Ekim 1971’de doğduğu yerlere yakın Belgrad’da öldü. Bugün öleli 42 yıl olmuş.
Kıvılcımlı, Türkiye’den çıkmış ve hala yanına varılamamış, en önemli bilim insanı ve devrimci olma özelliğini koruyor.
Ne yazık ki, bu büyük torisyen ve devrimci hala, bırakalım dünyayı bir yana, Türkiye’de bile bilinmiyor. Bugüne kadar ciddi bir biyografisi bile yazılmış değil. Eserlerinin bilimsel bir edisyonunun yayını ise hayal gücünün ötesinde.
İşin acı yanı, askeri bürokratik oligarşi, Deniz Gezmiş veya Che Guavera’ya yaptığı gibi, onun de içini boşaltarak, ulusalcılığın sembollerinden biri haline getirmeye çalışıyor, hatta bunu büyük ölçüde başardığı bile söylenebilir.
Öte yandan Gezi hareketi ve özellikle Anti Kapitalist Müslümanlar, Kıvılcımlı’nın güncelliğinin ve öneminin yeni bir kanıtıydı. Belki katılanların çoğu suda yaşayıp da yuda yaşadığını bilmeyen balıklar gibi arkında bile değildir ama Kıvılcımlı’nın ruhu Gezi’deydi.

Şahsen gerek bir insan, gerek bir devrimci olarak kendisine çok şey borçlu olduğum Hikmet Kıvılcımlı’nın her ölüm yıldönümünde, onun katkılarını bir yazı veya işle anmaya ve unutulmaktan kurtulması için, küçük de olsa bir katkıda bulunmaya çalışırım.

22 Eylül 2013 Pazar

“Muhacir Olmak da Varmış” - “Rumelili Bir Kalem Efendisinin Anıları” Üzerine

“Muhacirlik Peygamber zanaatıdır.”
Halk deyişi

Bahaeddin Demir Aydın isimli bir Osmanlı memurunun anıları yayınlandı geçenlerde[1]. Anıları yazan dedemdi. Yazılışından heredeyse bir asır sonra yayınlanabilmişlerdi.
Anılar yayına hazırlanırken, torunu olarak, bir önsöz veya sonsöz olarak kullanılabilecek bir yazı yazmam  istenmişti. O zamanlar ön veya son söz olarak kullanılabilmek üzere yazdığım yazıyı “Dedemin Adının ve Anılarının Peşindeki Arayışlar”  başlığıyla bloğumda yayınlamıştım. Ama çok sınırlı bir okuyucu kitlesine ulaşabilmişti.
Şimdi kitap çıktı ama yer sınırı nedeniyle bu ön/son sözün küçük bir bölümü kitapta yer alabildi. Kitabın yayınlanışı vesilesiyle kitapta sadece küçük bir bölümü yer alabilen bu yazyı tekrar yayınlıyorum.
Demir Küçükaydın
22 Eylül 2013 Pazar

13 Eylül 2013 Cuma

12 Eylül Üzerine Düşünceler

(Bir 12 Eylül daha geçmiş. Yeni bir yazı yazmak gerekmiyor. “Güneşin altında yeni bir şey yok”. 2009 yılında yazdığımız bir yazıyla tekrar 12 Eylül’ün ele alınmasındaki metodolojik yanlışları hatırlatalım.
12 Eylül üzerine yazdığımız yazılar küçük bir kitap oluşturuyor. Bu kitap şu adreslerden indirilebilir:
12 Eylül 2013 – Demir Küçükaydın)
*
12 Eylül Nedir?
12 Eylül, Türkiye'de solun ve sosyalistlerin her kapıyı açan her sorunu açıklayan sihirli formülüdür.
60'lı yıllarda, Türkiye'nin aydınlarının henüz Marksizmle yeni tanıştıkları dönemde, "temel neden ekonomiktir" diyerek toplumsal sorunları açıklamak Marksizm sanılırdı.
12 Eylül'den sonra "temel neden 12 Eylül'dür" açıklaması demokratlığın ya da sosyalistliğin şanından sayılıyor.
Sol niye bu kadar zayıftır?
12 Eylül nedeniyle…
Türkiye'de niye demokratik özgürlükler yoktur?
12 Eylül nedeniyle…

4 Eylül 2013 Çarşamba

Nişanyan’ın “Din ve Akıl Semineri”ne Hariçten Gazeller (2) - Yanlış Anlamaları Önlemek İçin Başlangıç Notları

Nişanyan’ın “Din ve Akıl Semineri”ne yapılan ilk başlangıç eleştirisini Sayın Nişanyan nezaket göstererek Facebook’taki sayfasında paylaştı.
Gerek paylaşırken kendisinin koyduğu not, gerek sonradan birçok okuyucunun yazdıkları notlar, birçok önyargı ve yanlış anlama olduğunu gösterdi. Eleştirinin özünün kaybolmaması ve gereksiz yan yollara sapmaması için, yanlış anlamaları gidermek, önce “mıntıka temizliği” yapıp alanı “molozlardan” temizlemek gerekiyor. Bu yazıda kısaca bunu deneyelim.
*
Birincisi, Sayın Nişanyan’a eleştiri Nişanyan’ın kişiliği ile ilgili değildir.
Çünkü genellikle birisinin görüşleri eleştiriliyorsa bu ona bir düşmanlık gibi kavranmaktadır. Kimi yorumlarda görüleceği gibi, kimi hayranları ya da okurları eleştiriyi böyle kavrama eğilimi göstermişlerdir.
Nişanyan şahsen çok değer verdiğim, bu çorak topraklarda benzerine nadir rastlanan, çok yönlü, yaratıcı, enerji dolu, provakatif ve daha burada saymakla tükenmeyecek özelliklere sahip bir kafadır.

1 Eylül 2013 Pazar

Nişanyan’ın “Din ve Akıl Semineri”ne Hariçten Gazeller

Neredeyse bundan on yıl önce, 2004 Yılında “Tersinden Kemalizm – İsmail Beşikçi’nin Eleştirisi - Alevilik, Din, Ulus, Bilim ve Politika[1] başlıklı kitabımızda din konusundaki klasik yaklaşımları alt üst eden ve Din’i bir inanç olarak tanımlamanın, bunun için de bir akıl ve inanç (veya özel ve politik) ayrımı yapmanın[2], bu kategorileri toplumsal örgütlenmenin aracı olarak kullanmanın bizzat kendisinin modern toplumun dini olduğunu keşfetmiştik.
Bu keşfin bütün bilinenleri ve yaygın yargıları alt üst eden sonuçları vardı. Bu sonuçların en önemlilerini “Marksizm'in Marksist Eleştirisi” adlı kitabımızda ilk kez sistematik olarak açıklamayı denedik. Ayrıca çeştli yazılarımızda konuya tekrar tekrar dönerek, bu sonuçları sistemleştirme çabamızı sürdürdük.

5 Ağustos 2013 Pazartesi

Rojava Devrimi ve Gezi Direnişi’nin Kaderi

Rojova’da ortaya çıkan Kürt yönetimine karşı El Kaide kökenli hareketlerin bir imha saldırısına hazırlandıkları; buna karşılık da PKK’nın adeta bir topyekun seferberlik ilan ettiği; sonucu bütün Suriye ve Ortadoğu’yu etkileyecek savaşın arifesindeyiz.
İkinci Dünya savaşının kaderi Stalingrad önlerinde belirlenmiş, sonraki yarım yüzyıl yeryüzünün kaderini o savaşın sonucu belirlemişti.
Önümüzdeki günlerde Kürtlerle bu faşist İslamcılar arasındaki savaş büyük bir olasılıkla, Ortadoğu çapında bir küçük Stalingrad anlamını taşıyacaktır.
Bu savaşan sonunda muhtemelen Öcalan ve PKK birden Ortadoğu’nun en önemli aktörlerinden biri, birçokları için de biricik umut olarak ortaya çıkacaktır.

4 Ağustos 2013 Pazar

Seçimlere Nasıl Girileceği Tartışması Üzerine

Seçimlere nasıl girileceği tamamiyle taktik bir sorundur. Yani aynı amaçlarda, aynı stratejide (o amaçlara ulaşmak için hangi güçlere dayanılacağı veya dayanmak gerektiği) anlaşanların, hangi örgüt ve mücadele biçimlerini seçeceği sorunudur.
Bu mücadele biçimlerini belirlerken de, bir yükseliş ve hücum fazında mı; yoksa bir savunma ve gerileme  fazında mı olunduğunun doğru tesbitinin hayati önemi vardır.
Ancak teorik ve kategorik olarak taktik bir sorundur. Gerçek mücadelelerde, genellikle aynı konumda ama farklı amaçlara sahip güçler arasındaki mücadelelerde, programatik ve stratejik ayrılıklar, sanki aynı program ve stratejide anlaşanların arasındaki taktik ayrılıklarmış gibi tartışılırlar.
Ama böyle tartışılınca da gerçek tartışılması gereken tartışılmaz ve bu tartışmalar ilerletici olmaz.
Olmaz ama böyle yürütülen bir tartışma, tarafların fikirlerini mantık sonuçlarına kadar götürmedene durumu sürdürmelerini; bir kopuşmaya gitmeden fiili işbirliğini sürdürmelerini sağlar.

29 Temmuz 2013 Pazartesi

Gezi Hareketi, HDK, Sırrı Süreyya ve Adaylık

Dün, HDK’nın Kadıköy’de yapılan olağanüstü İstanbul kongresinde, Sırrı Süreyya’nın yaptığı konuşmada, neredeyse İstanbul belediye başkanı adayı olduğu anlamına gelecek bir konuşma yaptığı anlaşılıyor. Kendisi bunu kast etmediyse bile herkes öyle anlamıştı. Bugün gazetelerde de bu anlamda haber ve yorumlar var.
Bu vesileyle konuya ilişkin radikal demokrat bir yaklaşımın ne olduğunu ve olması gerektiğini ele alalım.
Gezi Hareketi bu devlete ve sisteme karşı bir direniş, toplumun bir alternatif örgütlenme denemesi anlamına geldiği sürece genişleyebilir, birleştirebilir ve toplumu değiştirme özelliğini koruyabilir.

26 Temmuz 2013 Cuma

Tersinden Okumalar - Mal Varlıkları, Özel Hayat, Devlet Sırları, Ticari Sırlar

Park forumlarında, Atölyelerde vs. bugünkü kabillerimiz üzerine, onları sorgulayan tartışmalar olmuyor. Örneğin iletişimci arkadaşlar bizlere bilgilerimizi nasıl saklayacağımızı, özel hayatın gizliliğini vs. anlatıyorlar.
Peki ama bunu savunmak ne kadar doğru? Başka bir strateji gerekmiyor mu?
Böyle bir yığın konu var ki üzerinde hiç düşünülmeden eski paradigmalar çerçevesinde cevaplar aranıyor.
Aşağıdaki 2006 tarihli yazıda bir tersinden okuma yapılıyor. Bir de böyle bakmaya ne dersiniz?
26 Temmuz 2013 Cuma – Demir Küçükaydın

Mal Varlıkları, Özel Hayat, Devlet Sırları, Ticari Sırlar

Türkiye’de burjuvazi ile bürokratik oligarşi arasındaki kayıkçı dövüşünde, yolsuzluklar, karşı tarafı sindirmenin, tecrit etmenin, geri çekilişe zorlamanın bir aracı olarak kullanılmaktadır.
Bürokratik oligarşi, burjuvaziyi sindirmekte ve geri çekilişe zorlamakta bu aracı çok daha etkili ve başarılı olarak kullanmaktadır. Bu etkili ve başarılı kullanışın nedeni kendisinin daha temiz ve namuslu olması değil, bu silahları kullanabilecek pozisyonda olmasıdır.

19 Temmuz 2013 Cuma

Kürt Hareketini Eleştirmek Ama Nasıl? - Egemen Ulustan Bir Sosyalist Olmanın Zorlukları

Kürt Hareketini Eleştirmek Ama Nasıl?

Çok olağanüstü bin durum olmadıkça, Kürt hareketini hiç eleştirmemeye çalışırım. Bu çoğu durumda yanlış olarak, Kürt hareketinin hayranı olduğum gibi yorumlanır. Bu tamamen yanlış, metodolojik düzeyde, egemen ezilen ilişkisinin özgül mahiyetini kavrayamamakla; politik düzeyde ise bu yorumu yapanların gerici birer Türk milliyetçisinden başka bir şey olmamasıyla ilgilidir.
Neden?
Sırrı Süreyya’nın tanıttığı, çok bilinen bir deyiş vardır: “Kürtler bu ülkede her şey oluyor ama Kürt olamıyor”.
Bu genel olarak, politik ve hukuki düzlemde böyledir.
Ve bu düzlemde aslında Türkler Türk’ten başka hiçbir şey olamazlar[i].
Ancak bu düzenin muhalifleri söz konusu olduğunda, durum tamamen tersine döner.
Muhalifler arasında ise zavallı Türkler Kürtlerle aynı dertten muzdariptirler.
Türkler de bu ülkede sosyalist olabilirler, feminist olabilirler, pasifist olabilirler, anti-kapitalist Müslüman olabilirler, anarşist olabilirler, ekolojist olabilirler, hümanist olabilirler, ateist olabilirler vs. vs..
Ama Türk olamazlar?

18 Temmuz 2013 Perşembe

Gezi Hareketi, Teori ve Devrim

Teori ve Devrim, özellikle “teorinin teorisi” de denebilecek olan Metodolojinin Devrim ile ilişkisi sanılanın aksine çok yakın, iç içe geçmiş bir ilişkidir. Devrim Teorinin, Teori de Devrimin gerçekleşmesidir. Teoride “gerçek olan akli” olur; devrimde ise “akli olan gerçek”.
Metodoloji, temel kavramların nasıl tanımlanması gerektiği üzerine konuşur. Ama temel kavramları tanımlayacak temel kavramların neler olacağı ise, eskisine sığmayan yepyeni bir sıçrama momenti, bir yepyeni din gerektirir.
Ama o din, eski kuşakların geleneği yenilerin üzerine bir kâbus gibi çöktüğü için, bulutsuz gökte çakan bir şimşek gibi ortaya çıkmaz. Eskinin, var olanın içinden, onun biçim ve anlam değişimiyle çıkar. Gerçek olan akli olur.

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Parklarda Öcalan Posteri veya Kürt Renkleri Niçin Gereklidir?

Gezi Hareketi de Kürt Özgürlük Hareketi de aynı demokratik özlemlerden kaynaklandığı için nesnel olarak müttefiktirler ve birleşmek zorundadırlar. Bu buluşma er veya geç gerçekleşecektir ve gerçekleşmelidir.
Ancak toplumsal mücadelelerde, hele zamanın hızlandığı zamanlarda sınıfların, farklı güçlerin aynı noktaya eş zamanlarda değil de farklı zamanlarda gelişleri, bir buluşmayı engelleyebilir ve taraflarda bir aldatılmışlık duygusu, kırılma yaratabilir.
Zaten şu an Gezi Hareketinin karşısında Kürt hareketinin gösterdiği soğukluk; zaman zaman temsilcilerle, beyanat düzeyinde ve “misafir sanatçı”lıktan öteye gitmeyen bir destek; yani harekete uzak durma;  bir yanıyla Kürt Hareketinin uzun yıllar süren bekleyişine, kimsenin gelmemesinin yarattığı kırgınlığın bir görünümünden başka bir şey de değildir.

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Azınlıklar Sorunu, Demokrasi ve Gezi Hareketi

Birbirinden özden farklı iki azınlıklar sorunu vardır.
Matematik azınlıklar ile politik veya hukuki azınlıklar. Bunlar ayrı azınlıklar sorunlardır ve ayrı çözümler gerektirirler. Bu farkı biraz açıklayalım.
Matematik azınlıkların hukuki ve politik durumları çoğunluktan farklı değildir. Ortada matematik olarak azınlık olmaktan doğan, fiili yaşamda doğan sorunlar vardır.
Bu sorunların çözümünde, toplumun gücü ve zenginliği ölçüsünde bu azınlıkların fiili eşitsizliklerini dengeleyecek düzenlemeler yapması beklenir.
Kelimenin gerçek anlamıyla, demokratik bir ülkede azınlıklar tartışması bu düzeyde olur.
Şöyle bir örnek verelim. İdeal demokratik bir ülke düşünelim. Tüm yurttaşlar hiçbir dinsel, dilsel, kültürel vs. ayrımcılığa uğramıyorlar. Böyle bir ülkede bile, örneğin yollar, merdivenler, kapılar, tuvaletler vs. sağlam yurttaşları gözetilerek yapıldığından; özürlü yurttaşlar, diğer yurttaşlarla aynı haklara sahip olmalarına rağmen, fiili olarak bu hakları kullanamama durumunda olacaklardır. Örneğin herkesin istediği yere gitme, yerleşme, seyahat hakkı vardır. Ama yollar uygun değilse, felçli ve tekerlekli sandalyeye bağımlı bir yurttaş; bu hakkı hiçbir zaman kullanamayacak demektir.

13 Temmuz 2013 Cumartesi

Seçimler, Partiler Adaylar ve Gezi Hareketi

Gezi Hareketinin parklarda yapılan forumlarında sık sık, bir konuşmacının çıkıp, yaklaşan mahalli seçimlerde bir aday göstermesi gerektiğinden; hareketin bir parti olarak örgütlenmesinden veya belli bir partiyi desteklemesinden söz edildiği görülüyor.
Hatta kimileri adayları bile öneriyor. Örneğin Sırrı Süreyya Önder’in Gezi Hareketinin İstanbul Belediye Başkanı adayı olması en sık rastlanan önerilerden biri.
Bu vesileyle, Gezi Hareketinin Seçimler ve Adaylar konusuna nasıl yaklaşması gerektiği üzerinde biraz duralım.
Önce şunu unutmamak gerekiyor: Gezi Hareketi kendiliğinden ortaya çıkmış, çok farklı ideolojik, siyasi görüşlerden insanları ortak bazı tepkiler ve özlemler temelinde bir araya getirmiş bir harekettir. Elbette hareketin gidişi içinde birçok insanın şimdiye kadarki görüşlerinde köklü değişmeler de oldu ve oluyor. Ama bu ortak politik ve ideolojik bir noktaya gelindiği anlamına gelmez.

12 Temmuz 2013 Cuma

Gezi Hareketi Genişlemek, Genişlemek İçin de Radikalleşmek Zorundadır

Nasıl “yanlış bir hayat doğru yaşanmaz” (Adorno) ise, stratejik hatalar da taktik başarılarla telafi edilemez.
Forumlarda, İnternette ve Sosyal Medya’da Gezi Hareketi katılımcılarının hareketin genişleme; henüz bu harekete uzak duran hatta karşı duran yeni katmanlara ulaşma ve onları kazanma gerekliliğinin sık sık dile getirildiğini görüyoruz.
Genellikle birebir ilişkileri temel alan iki yol öneriliyor.
Birincisi: Daha mahalli (örneğin mahalle meclisleri kurmak) veya daha özel konularda yoğunlaşmak (Örneğin hukuk; beyaz yakalılar veya daha çok özel konularda atölyeler, gruplar kurmak)
İkincisi:  başka yerlere ve insanlara gitmek derdi oralarda onlara anlatmak (bunu bireyler olarak veya topla olarak yapmak).
Hareketin toplumun yeni kesimlerine yayılması ve onları kazanması gereği elbet son derece doğru bir tespittir ve hayati önemdedir. Ayrıca elbet önerilenler de yapılmalıdır. Ama bunlar zaten hareketin her zaman ve durumda yapması gerekenlerdir.

9 Temmuz 2013 Salı

Gezi Hareketi ve Halkların Demokratik Kongresi

Hafta sonu, (7 Temmuz Pazar) Taksim Hill otelde ''Gezi Direnişi, Çözüm Süreci ve
Türkiye’nin Demokratik Geleceği'' başlıklı bir “forum” düzenlendi.
Çoktandır HDK defterini kapatmış, oradan hiçbir şey çıkmayacağı sonucuna ulaşmıştık. Çünkü, bütün HDK, Kongre’de bize yapılan haksızlığı ve usulsüzlüğü bilmesine, bunu defalarca yazmamıza[1] rağmen, susmuş, bu suça ortak olmuştu.
İşin kötüsü aynı tecrübeyi, aynı suskunluk ve suça ortak olmayı, sonra bir de, HDK’nın minyatürü olan, şimdi “Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi” (SYKP) olan, SYK’da (O zamanlar sadece adının “Partisi” eksikti) yaşamıştık.
2007’den beri “Çatı Partisi”, “Demokrasi İçin Birlik Hareketi”, “Halkların Demokratik Kongresi”, “Sosyalist Yeniden Kuruluş”a harcadığımız muazzam zaman ve enerjinin, kalburla su taşımaktan farklı olmadığı sonucuna ulaşmıştık. Bunlara verdiğimiz enerji ve zamana acıyorduk. Bu nedenle HDK’nın toplantılarına artık izleyici olarak bile gitmiyorduk.

7 Temmuz 2013 Pazar

Siyasal İslam Nedir?

Siyasal İslam’ın ne olduğunu anlayabilmek, yaşanan tarihe yaşanabilecek başka tarihlerin aynasından bakmak; onu olası başka tarihlerden biri olarak görmekle mümkündür. Bu yöntem modern Biyoloji ve Fiziğin bugün var olan evreni anlayabilmesinin giderek olmazsa olmaz yöntemlerinden biri olmaktadır ve başarıyla kullanılmaktadır.
Var olanın özüne ancak onun dâhil olduğu daha geniş küme içinde, onu ayıranın ne olduğunu anlayarak varabiliriz. Sınıflama ve tanım böyle işler. Tüm evrenin sınırlarına vardığınızda onun ne olduğunu ancak matematik olarak hesaplanabilir başka evrenlerin kıyaslamasıyla anlayabilirsiniz. Zaman ve uzay bu evrenle birlikte ortaya çıktığından başka evrenlerin varlığı deneyle kanıtlanamaz ama matematik modellerle tasavvur edilebilir.

5 Temmuz 2013 Cuma

Darbe Karşıtı Darbeciler

Nasıl savaşlara karşı olmak ve lanetlemek savaşları ortadan kaldırmaz ve tam aksine savaşın gerçek nedenlerini gündeme getirmeyi ve ortadan kaldırmayı gündemin dışına atarak yeni savaşların yolunu açarsa; darbelere karşı olmak da darbeleri ortadan kaldırmaz, yeni darbelerin yolunu açar.
Herkes, Mısır’daki darbe nedeniyle, bir darbe lanetleme yarışına girmiş bulunuyor. Sanki darbeler lanetlenirse demokrat olunurmuş ve darbeler engellenebilirmiş gibi.
Bu tavırlar en basit şu gerçeği atlıyor: Bir hastalığı yok etmek istiyorsanız onun nedenini ortadan kaldırmanız gerekir.

4 Temmuz 2013 Perşembe

Mısır’da Darbe, Türkiye ve Gezi Hareketi

Mısır ve Türkiye’deki gelişmelerin benzerlikleri görmezden gelinemez.
Mursi yerine Erdoğan, Müslüman kardeşler yerine AKP, “laik muhalefet” yerine de “Gezi Hareketi”; Mursi’nin taraftarı Müslüman Kardeşler yerine, Erdoğan’ın hızla kemikleştirdiği ve sokağa hazırladığı taraftarları; Tahrir yerine Taksim, Kıptiler yerine Aleviler; Nasırcılar yerine Kemalistler ve Ulusalcılar koyulabilir.
Akla tabii hemen şu soru geliyor: O halde Türkiye’yi de bir darbe mi bekliyor?
Türkiye ve Gezi Hareketi, Mısır’ı tartışırken aslında kendini ve geleceğini tartışmaktadır. Gezi Hareketi, Mısır’ın aynasında kendi geleceğini görmeye çalışmaktadır.

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Kürt Hareketi ve Gezi Hareketi

Gezi Hareketi ve Kürt Hareketi birleşmeden ikisinin de bir başarı, yani Türkiye ve Orta Doğu’nun, demokratikleşme şansı yoktur.
Ama birleşebilmeleri için önce kendi içlerinde bölünmeleri gerekmektedir.
Sınıflar mücadelesinde ve onun yoğunlaşmış ifadesi olan politikada, birilerini kaybetmeden birilerini kazanamazsınız, birileriyle bölünmeden birileriyle birleşemezsiniz.
Kanarya sevenleri birleştirmek istiyorsanız, kanarya sevmeyenlerle bölünmek zorundasınızdır.  “Yok, ben kanarya sevenleri ve sevmeyenleri de birleştireceğim, kimseyi ötekileştirmeyeceğim” diyorsanız, kanarya seven ve sevmeyenlerin birleşemeyeceğini, kanarya sevenlerin ancak kanarya sevmeyenlerle bölünerek birleşebileceğini savunanlarla bölünürsünüz, onları “ötekileştirirsiniz.  Sorun hiçbir zaman bir birleşme veya bölünme sorunu değildir. Çünkü her birleşme bir bölünmedir. Soru, kiminle birleşildiği, kiminle bölünüldüğüdür; kimin ve neyin “ötekileştirildiği”dir, “ötekileştirmemek” mümkün değildir.

29 Haziran 2013 Cumartesi

Gezi Hareketinin Evrimi

Gezi Hareketi özellikle dün akşam Beşiktaş ve Kadıköy’deki Lice’yle dayanışma gösterileriyle çok önemli bir aşama kaydetti. Müslümanlara, laikçi değiliz, sizin başörtünüzle, inancınızla, giyiminizle sorunumuz yok mesajını vermişti. Dün akşam Kürtlere, biz bildiğiniz Türklerden değiliz, sizin uğradığınız baskı ve haksızlıklar için de mücadele ediyoruz ve edeceğiz masajını verdi. Bu hareketin evriminde en kritik dönemeçtir ve başarıyla aşılmıştır.
Diğer yandan Gezi Hareketi başlayalı neredeyse bir ay oldu. Bu bir ayda nasıl bir evrim geçirdi?
Bir ilk bilanço taslağı çıkarmanın zamanıdır.
*
Hareketin patlamasıyla birlikte, bütün büyük devrimci kabarışlarda olduğu gibi, on yılların on günlerde aşıldığı zamanlar gelmişti. Devrimi eğitecek kimse yoktu ama devrim kitleleri hızla eğitiyordu. Şu bir ayda kat edilen yol, son otuz yılda kat edileni, kat be kat aşar.

28 Haziran 2013 Cuma

Bir Ulusal Hareket Olarak Gezi Hareketi

Evet, Gezi Hareketi de tıpkı Kürt Hareketi gibi ulusal baskıya karşı bir harekettir.
Gezi Hareketini “Ulusal Hareket” tanımlamak ilk bakışta herkese çok garip ve saçma gelebilir.
Ulusal hareket denince herkesin aklına Kürt Hareketi gibi bir hareket gelmektedir.
Ne var ki “Ulus nedir? Ulusçuluk nedir?” gibi sorular sorulup üzerine düşünüldüğünde, bu hareketin bir ulusal hareket olduğu görülmektedir. Sorun bizlerin ulus kavramının ulusçuların ulus kavramı olmasındadır. Olguda değil, olgunun tanımlandığı kavramlardadır sorun.
Aşağıda görüleceği gibi, Gezi hareketini “yaşam tarzı”na yönelik baskılara direniş olarak betimlemeyici olarak tanımlamak aslında onu analitik olarak ulusal baskıya karşı bir hareket olarak tanımlamaktan başka bir anlama gelmemektedir.

26 Haziran 2013 Çarşamba

Park Forumlarına Bir Öneri: Halkın Vicdanı Mahkemeleri

Bütün Türkiye’de Parklarda toplanmış olan Forumlarda görüşülmesini ve geliştirilip son şeklinin verilmesini dilediğim bir öneri yapmak istiyorum.
Türkiye’de tüm yasalar antidemokratiktir. Özgürlüklere düşmandır.
Yasalar devlete karşı yurttaşı koruyacak yerde, yurttaşın hak arayışlarına karşı devleti dokunulmaz kılmak için yazılmış ve yapılmışlardır.
Ama bu devlet öylesine merkezi ve öylesine keyfi bir mekanizmadır ve bu insanları öylesine yıldırmıştır ki, kendi kanunlarını bile uygulamamaktadır.
Bu cesareti de bizzat halkın örgütsüzlüğünden almaktadır. Ve tam da halk örgütsüz olduğu için, kanunlar da böylesine antidemokratik ve yurttaşlık hakları düşmanıdır.