Gezi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Gezi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Mayıs 2018 Salı

Gezi'den 1 Mayıs'a, 1 Mayıs'tan Gezi'ye (2014 Yılından Gezi ve 1 Mayıs Bildirisi Üzerine Bir değerlendirme)


Bazı forumlar 1 Mayıs için aşağıdaki bildiriyi yayınlamış bulunuyorlar. Öncelikle bu metni eleştirimizin bir nesnesi ve hem de bir ibret belgesi olarak aşağıya aktarıyoruz:
GEZİ’DEN 1 MAYIS’A HER YER TAKSİM HER YER DİRENİŞ
Bizler Gezi direnişinin devamı olan forumlar olarak, forumlara katılan işçiler, emekçiler, üniversiteliler, liseliler, kadınlar, LGBT’ler olarak, tüm ezilenler olarak 1 Mayıs’ta Taksim Meydan’ında olacağız!
Haziran ayaklanmasında Taksim’e giren ve Gezi Parkı’na inşaat yaptırtmayanlar,
AKP’nin sıfırlanamayan paraları ortalığa saçıldığında, yolsuzlukların, adaletsizliklerin, hırsızlıkların karşısında sokaklarda, meydanlarda omuz omuza verip hükümeti istifaya çağıranlar, forumlarında gerçek demokrasiyle mücadeleyi, direnişi sürdürenler olarak herkesi 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkmaya çağırıyoruz…
1 Mayıs’ta hepimiz birer Ali İsmail, Mehmet, Medeni, Ahmet, Ethem, Abdullah, Hasan Ferit ve Berkin olup tüm meydanları birleştiren o sloganı hep birlikte daha güçlü haykıracağız:
“Her Yer Taksim Her Yer Direniş!”.

10 Temmuz 2017 Pazartesi

Adalet Yürüyüşü ve Mitingi’nin Ardından

Basına ve bizim sosyalistlerin abartılı rakamlarına güvenmediğim için, kötümser yorumlarıyla bilinen ve mitinge katılacağını bildiğim bir arkadaşa katılım nasıldı diye sordum.

Onun verdiği cevap özetle şöyleydi. “Biz alana girmeyi bile başaramadık. Benim hayatımda gördüğüm en büyük mitingdi, bir buçuk milyon kadar vardı. Ben bu kadar bir de Paris’te milyonluk bir miting görmüştüm” dedi.

Murat yetkin, bugün “polis kaynaklarına göre 1 milyon 750 bin” dediğine göre iki milyona yakın insandan söz edilebilir.

Sanırım bu Türkiye’nin tarihindeki en büyük miting ve kitle mobilizasyonudur.

30 Haziran 2017 Cuma

#ADALET Yürüyüşü ve HDP’nin “Hal-i Pürmelâl”i

Özellikle #ADALET Yürüyüşü başladığından beri HDP’nin ne dediğini, nasıl bir politika izlediğini anlayan varsa beri gelsin.

Pervin Buldan: “#ADALET herkes için istenirse #ADALET olur. Sadece kendilerine yapılan haksızlıklar için #ADALET aramak yanlıştır. Bizler yürüyen yurttaşlarımız Kandıra’ya ulaştıklarında manevi bir karşılama yapacağız. Fakat yürüyüş Edirne’ye kadar uzatılırsa bizler de #ADALET arayışlarının samimiyetine inanarak dâhil oluruz.”

1 Mart 2017 Çarşamba

Erdoğan’a Hakaret Hakkı

Hiç kimseye ve hiçbir şeye hakaret edilmemelidir.
Ama “hakaret” ne?
Neyin “hakaret” olduğunu veya olmadığını kim belirleyecek?
Biri için son derece yerinde bir eleştiri olan, diğeri için “hakaret” olur.
Bu nedenle, anlamı son derece belirsiz, kullanan ve algılayana göre değişen, hele fiili toplumsal ilişkiler içinde fiilen güçlünün rakiplerini susturmasının veya baskı altına almasının aracı olan bir kavramla bir hukuk oluşturulamaz.
Hukuk matematik gibi son derece net ve açık olarak tanımlanmış, hiçbir öznelliğe yer vermeyen kavramlara dayanabilir.
Bu nedenle, “hakaret” diye bir suç tanımı yapmak yanlıştır.
Hakaretleri engellemenin bir tek yolu vardır: kesin ve sınırsız bir fikir özgürlüğü.
Eğer birisi bir iddiada bulunmuşsa bunun kanıtlanması ve kanıtlanmadığı takdirde yaptırım uygulanması ile yetinilmelidir.

16 Şubat 2017 Perşembe

#HAYIR için Mücadele ve Kürt Özgürlük Hareketine Bir Program ve Strateji Değişikliği Önerisi

#HAYIR için mücadele ederken, bir yandan da yakın bir zamanda önümüze çıkması muhtemel devasa tarihsel görevlere hazırlanmak için de biraz temel, genel ve teorik sorunlara girmek gerekiyor. Yarın bu sorunlar ansızın karşımıza dikildiğinde hazırlıksız yakalanmamak için.
Politikada da Askerlikte olduğu gibi, stratejinin hayati önemi vardır.
Stratejik bir yanlış, taktik düzeydeki “doğru” hamlelerle kapatılamaz. Doğru bir strateji topsuz oyun gibidir. Topun geleceği yeri önceden görmek ve orada yer almaktır.
Tıpkı Adorno’nun “Yanlış bir hayat doğru yaşanmaz” deyişinde olduğu gibi, yanlış bir stratejiyle doğru taktikler uygulanamaz. En doğru taktikler bile, yanlış stratejinin araçları haline gelirler.
Ama doğru bir stratejiniz varsa, yanlışlarınız bile doğru bir strateji içindeki yanlışlar olarak kalır ve düzeltilebilmeleri olanağı ortaya çıkmaz.

11 Şubat 2017 Cumartesi

#HAYIR Girişimleri Kurulurken - Ses Dosyası

Kadıköy #HAYIR girişiminin kuruluşu vesilesiyle #HAYIR girişim ya da meclislerinin örgütlenmesinin sorunları ele alınıyor ve öneriler yapılıyor.

9 Şubat 2017 Perşembe

#HAYIR’ın Örgütlenmesi İçin Programcılara Çağrı

#HAYIR diyenler, gerçekten kitleselleşmek ve kitlesel bir hareket oluşturmak istiyorlarsa, devletin ve hükümetin internet ve sosyal medya alanındaki kontrolünü aşmak; onun işlevsiz kılmak veya sınırlandırmak için neler yapmak gerektiğine kafa yormalı ve bunu tartışmalıdırlar.
Ne var ki, #HAYIR saflarında yer alan örgütlerin hiç birinin, geniş kitlelerin otonom örgütlenmesi; demokratik ve alternatif  bir ulusun yurttaşları gibi örgütlenmesi diye bir sorunları yok.
Onlar kendi inisiyatifleriyle “Meclis”ler kuruyorlar ve eski örgüt kafasıyla, onları demokratik görünümlü, ama aslında kendilerinin yönlendirdiği yapılar olarak tutmaya özel dikkat ediyorlar. Yani örgütlü bir gücün örgütsüz çoğunluğa bireyler olarak söz ve kararlara katılma hakkı verdiği; ama tüm örgütlerin her biri özgür örgütlü veya örgütsüz bireyleri, eşit koşullarda yarışarak ve öyle kazanarak ağırlıkları oranında etkili olabilecekleri yapılar oluşturma gibi bir kaygıları yok.

6 Şubat 2017 Pazartesi

#HAYIR Girişimlerinin Örgütlenme Sorunları – Bilimsel ve Politik Tartışma ve Karar Almanın Farklı Özleri ve Yapıları

Gezi’nin ve orada oluşan forum ve dayanışmaların geride hiçbir görünür birikim bırakmadan dağılışlarının temel nedenlerinden biri bilimsel ve politik tartışmaların temelden farklı özelliklerini dikkate almamalarıydı.
Politik bir hareket olarak, bilimsel bir toplantının yöntem ve araçlarıyla bir sonuca ulaşmaya çalışıyorlardı. Bu da onların örgütlenmesini ve karar almasını olanaksız kılıyordu.
Gezi üzerine sonradan yazılan literatür okunduğunda Gezi’nin bu temel zaafı üzerine neredeyse hiçbir eleştiri ve gönderme bulunamaz. Bütün Gezi literatürü Gezicilerin Gezi’ye bir övgüsünden başka bir şey değildir. Bu da aslında Gezi’nin öldüğü gerçeğinin bir görünümüdür. Çünkü canlı bir hareket kendisine övgü düzmez, kendi açmazlarını, sınırlılıklarını, yanlışlarını gündeme alıp tartışmaya ve onları aşmaya çalışır. Gezi başından beri kendine hayran Narsist bir hareket olarak kaldı.

30 Ocak 2017 Pazartesi

Kadıköy #HAYIR Forumu Değerlendirmesi - Gezi’den #Hayır’a

Birkaç gün önce yazdığımız bir yazıda, kendi bloğumuzun istatistiklerine de dayanarak,  #Hayır diyenlerin tabiri caiz ise “çaktırmadan” (Yani iktidarın tutuklamak, işten atmak vs. gibi keyfi uygulamalarına maruz kalmamak için, kimliğini açığa vurmamaya dikkat ederek sosyal medyada konuyla ilgili beğenme ve paylaşmaların düşmesi) çok büyük bir enerji topladığını ve hızla aktive olmaya hazır olduğu (Bloğa girişlerin adeta patlama yapması) gözlemini yapmıştık.
Arada başkalarının da günlük hayatındaki gözlemleriyle benzer sonuçlara ulaştığını duyduk ve gördük.
Bu gözlem elbet, #HAYIR diyeceklerin havuzu içinden bir gözlem olabilir. Ve muhtemelen öyledir de.
Ama #Hayır diyenlerin kendi havuzunun içinde bile olsa, bu ruh hali değişimi, bu mücadeleyi kazanabilecekleri yönünde bir inancın ve mücadele etme azminin ortaya çıkması çok önemlidir.
Son birkaç hafta içinde, genel psikolojinin çaresizlik, küskünlük, panik ve umutsuzluktan bir mücadele kararlılığına doğru dönüşüm gösterdiği giderek daha çok netleşiyor.

26 Ocak 2017 Perşembe

#HAYIR’ın Biriken Enerjisi ve Korkusu

Son yıllarda kimse sorunları açıkça ortaya koyup tartışmaz oldu. Sanki zaaflar, sorunlar ortaya koyulsa, açıkça tartışılsa karşı tarafın eline silah verilecek; ona zayıf yönler gösterilecekmiş gibi bir korku var. Bu gereksiz ve anlamsız bir korkudur. Poliste bütün bildiklerini okuyup da Cezaevinde ifadesini veya iddianameyi arkadaşlarından gizlemek gibi bir şeydir.
Aslında korkunun ardında, fosilleşmiş örgütlerin açık tartışmadan, eleştiriden ölümü görmüşçe kaçışları bulunmaktadır.
Bugün sol örgütlerin ve hatta ülkenin entelektüel hayatının tepesindekilerin hepsi demeyelim ama ezici çoğunluğu, korkunç tutucudur ve var olanı yıkma değil, onu savunma modundadırlar, daha açık ifadeyle çürüme modundadırlar.
Dinamik bir #HAYIR hareketinin oluşabilmesi ve başarıya ulaşabilmesi için, bu hareketin her şeyden önce bu yerleşik sisteme, yapılara ve geleneklere karşı da bir savaş vermesi gerekmektedir. Ancak böyle bir “iç savaşı” göze aldığı takdirde, “dış savaşı”, yani Erdoğan’ın diktatörlüğüne karşı savaşı da kazanabilir. Her iç savaş aynı zamanda bir dış savaşla birlikte yürür. Hazreti Muhammet, savaşların en kutsalı insanın kendine karşı savaşıdır diye boşuna dememiştir. Neredeyse bütün peygamberler ve devrimciler esas mücadelelerini kendileri ile aynı safta görünenlere karşı vermişlerdir. İster İsa, İster Paulus, ister Musa, ister Lut, ister Muhammet, ister Lenin olsun bu kural değişmez.
Bu nedenle, sorunlarımızı, zaaflarımızı, bunların nedenlerine ilişkin görüşlerimizi; bunları aşabilmek için önerdiğimiz yolları açık açık ortaya koyup tartışmalıyız.
Bu eylemin kendisi bizzat var olan yapılara, yerleşik kültüre karşı fiili bir itiraz ve savaş anlamına gelir zaten nesnel olarak.
Bir seri yazıda, #HAYIR cephesinin handikaplarını, sorunlarını, zayıflıklarını ele almaya çalışalım.
*
#HAYIR cephesi, bugün çok özgül nitelikleri olan bir politikleşme, radikalleşme, enerji biriktirme eğilimi gösteriyor.
Ama önce olgu olarak böyle bir eğilim gerçekten var mı ona bakalım.
Önce aşağıya Bekir Ağırdır’ın Cumhuriyet’te yayınlanmış söyleşisinden bir gözlemi aktaralım.
“Bunu başarıp başarmayacağını da göreceğiz. Burada şöyle bir dinamik olduğunu da gözlüyorum ben. Hani o laik kesimler, seküler hayat tarzsına sahip kesimler, illa CHP’li, HDP’li de olmayabilir, hayat tarzı olarak seküler kesimlerin, 12 yıldır bütün seçimlerde, referandumlardaki mağlubiyetten ve özellikle 1 Kasım’dan sonraki çaresizlik duyguları, benim gözlediğim, kırılıyor artık, tersine dönüyor. Bundan daha dibi yok çünkü. Şimdi herkes ‘ben de bu ülkede olduğuma göre bu ülke için daha aktif, etkin olmalıyım’ arayışında. Dolayısıyla bütün bu arayışlar doğru bir enerjiye, stratejiye dönüşebilirse o zaman referandumda hayır çıkma ihtimali de vardır yani.” (Cumhuriyet, Konda Genel müdürü Bekir Ağırdır: HAYIR başarabilir)
*
İlginç bir şekilde epeydir benzer bir gözlemi biz de yapıyoruz. Ama daha çarpıcı bir grafik ile bunu göstermeyi deneyelim.
Yazılarımı yayınladığım “Demir’den Kapılar” adlı bir bloğum var.
Bloğun kendi sayaçları girenlerin sayılarını, hangi yazıların ne kadar okunduğunu, nereden girdiklerini, hangi işletim sistemi kullandıklarını vs. akla gelebilecek her şeyi kaydediyor ve özet olarak gösteriyor.
(Yani İnternette her hangi bir yazıyı okuyan, bir yere tıklayan herkes müthiş bir veri yığınını da ardında bırakıyor aynı zamanda. Yani aslında gizlilik artık anlamını da yitirmiş durumda. Ve bu bırakılan veri yığınları çok büyük olduğunda çok gerçekçi profiller çıkarma, çok isabetli öngörüler yapma oranı korkunç yükselmektedir. Buna “Big Data” (Büyük Veri) deniyor ve önümüzdeki dönemin belki de Petrolden bile daha kıymetli madeni bu. Bu konuyu nicedir ele almayı düşünüyoruz ama önce şu Erdoğan işini halletmek için tüm enerjiyi oraya yoğunlaştırmak gerekiyor. Bu nedenle bu geçer ayak dokunuştan sonra yine konumuza dönelim.)
Benzer blokları, siteleri olanlar bilirler. Toplumun adeta tansiyonunu ölçebilirsiniz. Kritik anlarda, toplumun birden bire gerildiği, politize olduğu, arayışa yöneldiği anlarda sitelere girişler adeta patlama yapar. Geçenlerde Medyaskop’un birinci yılı vesilesiyle bir yayında Ruşen Çakır da bu olguya ve gözlemine dikkati çekmişti.
Ama sadece anlık ve günlük toplumdaki titreşimleri algılamazsınız. Aynı zamanda okuyucunun ne kadar yüzeysel şeylere meraklı olduğun da görürsünüz. En kaliteli, en üzerine düşünülmüş, en temel sorunlara yönelik yazılar en az okunanlardır; en yüzeysel, olgulara yönelik; hatta kişisel tartışmalara giren yazılar ise her zaman çok okuyucu bulur. Bu gibi sonuçlar uzatılabilir. Biz bu yazının konusu bakımında genel bir eğilime ve bu bağlamda #HAYIR için toplumun nasıl bir psikolojide bulunduğuna ilişkin verilere bakalım.
Yanda bir grafik yer alıyor. Grafikte Demir’den Kapılar bloğunda yazmaya başladığım günden beri bloğa aylık girişler yer alıyor. Bu girişlere bakınca ne görüyoruz?
Toplumdaki en önemli olaylar aynen girişlerde de görülebiliyor.
Bloğu açtığım 2011’den 2013’e kadar hafif bir yükseliş varken, tam Gezi sürecinde ani bir yükseliş görülüyor.
İkinci ani yükseliş Kobani savaşı esnasında oluyor ve Gezi sırasındaki girişin iki katı aşılıyor.
Üçüncüsü 7 Haziran seçimleri ile tam anlamıyla bir zirve. 7 Haziran aslında seçim kampanyası biçiminde bir Gezi sayılabilirdi.
Yani 2013 Mart’ında Öcalan’ın mesajı ve “Barış süreci” denen ateşkesle birlikte bir “Devrimci Yükseliş Fazı” diyebileceğimiz bir dönem var. Politize olma oranı giderek artan oranlarda yükseliyor.
Ancak Haziran zaferini hızlı bir düşüş izliyor ve sadece Kasım seçimlerinde son bir gayretle bir yükseliş görülüyor ondan sonra düşüş eğilimi devam ediyor.
Ancak Aralık 2016’dan beri yavaş bir yükseliş başlıyor ama önce Aralıkta yavaşça başlayan, Ocak ayında ortada hiçbir şey yokken. Aksine tam bir yılgınlık, korku ve umutsuzluk ortalığa egemen iken bütün diğer yükselişleri bile aşan bir yükseliş görülüyor.
Bu çok ilginç bir durum olduğunun göstergesidir. Üstelik henüz daha ayın 25’i muhtemelen ay sonuna kadar Diğer yükselişin yarısı kadar aşması bile mümkündür.
Bu nicel veriler nasıl yorumlanmalıdır?
*
Ancak sadece bu kadar değil. Bir de bu okuyucuların profili hakkında verilere bakalım.
Bilenler bilir. Benim esas okuyucularım Kürtlerdir.
Ben kendim Marksist olmama rağmen Türk sosyalistlerinin genellikle pek okumadığı bir insanım.
Eleştirel bir Marksist olduğumdan, neredeyse bütün Stalinist sosyalistler okumaz. Troçkistler beni Doktorcu görür okumaz. Doktorcular Troçkist olup Doktor’a ihanet etti diye okumaz. Ama aydınlar da okumaz. Çünkü onlar Marksizm’in hiçbir değerinin olmadığı, ölü köpek muamelesi gördüğü post-modern bir dünyada ve ideolojik iklimde büyüdüklerinden onlara benim dilim, kavramlarım, yaklaşımlarım arkaik nesli tükenmeye yüz tutmuş bir dinozorunki gibi gelir. O nedenle bu görünüşe aldanıp, onlar da okumazlar.
Kürtler okur ama aslında sadece politik durumlara ilişkin tavırlarımdan dolayı, Kürt hareketini destekleyen bir Türk diye okurlar. Böyle okudukları için de aslında tartıştıklarımı anlamazlar. Çünkü benim en politik yazılarımın bile konusu aslında politika değil, Marksist metodolojidir. Politik tavır ve analizler sadece temel metodolojik ve teorik sorunların ele alınışında bir örnek işlevi görürler.
Yazılarımı birazcık da İslamcılar okur. İslam'ı çok takdir eden, Hazreti Muhammet’i çok devrimci bulan bir laik ve Marksist bulmak zordur. Onlar da biraz Kürtler gibi, karşı taraftan bir destekçi diye okurlar, kendi konumlarının doğru olduğuna karşı taraftan gelen bir kanıt diye okurlar. Zaten he iki kesim de Marksist kavram sistemine kapalıdırlar.
Kültürel olarak kotlarım çoğu laik şehirli olan Kemalistlerinkine yakınsa da, Kürtler ve Müslümanlar karşısında onlarınkine tamamen zıt politik tutumum nedeniyle o kesimler açısından da lanetli ve okunmayan bir insanımdır.
Bu genel bilgiden sonra o yükselişlerde siteye girenlerin politik ve kültürel ağırlıklarının değişimi hakkında bir şeyler söylenebilir.
Gezi sırasındaki yükselişi sağlayanların büyük bölümü muhtemelen şehirli ve genç insanlardır. Ortalama gezi tipleridir büyük olasılıkla.
Kobani’deki yükselişteki artışı ise yüzde yüzünün Kürt okuyucuların girişinden kaynaklandığı kanısındayım.
Ancak 2015 Haziran yükselişinde her iki kesimin de yer aldığını düşünüyorum.
Son bir aylık yükselişi sağlayanların profili ise kanımca bütün diğerlerinden farklı bir özellik sunuyor.
Birincisi ortada bir “devrimci Kabarış” diyebileceğimiz Gezi, Kobani savaşı ve zaferi, 7 Haziran zaferi ve bu zafer öncesi coşkunluk gibi bir durum yok. Aksine morallerin bozuk olduğu bir dönemdeyiz.
Peki, bu yükselişi sağlayan okuyucu profilinin özelliği ne? Ben bunun büyük ölçüde laik kesimlerden, şehirli kesimlerden, şimdiye kadar yazılarıma soğuk durmuş kesimlerden kaynaklandığı izlenimine sahibim.
Bu sonucu şuradan çıkarıyorum. Yazılarıma özelden yazılan yankı, soru, eleştiri veya övgülerin neredeyse hepsi bu kesimden. Ayrıca gelen arkadaşlık teklifleri, Facebook’taki yine izleyicilerin profilleri vs. de bunu doğruluyor. Eskiden bana neredeyse sadece Kürtlerden arkadaşlık teklifleri gelirdi. Şimdi ise Kürtler mutlak rakam olarak azalmış olmasa bile, oran olarak, şehirli ve laik kesimler o kadar artmış durumda ki çok küçülmüş durumdalar.
Kanımca bu veriler Bekir Ağırdır’ın gözlemleriyle tam bir uyum halindedir. Laik ve şehirliler bir şey yapmaya hazır durumda, ölümden öte köy yok diyerek hızla politize ve radikalize olmuş durumdalar.
*
Ancak bu radikalize olma, bloğu her gün binlerce kişinin ziyaret edip o yazıları okuması ile tam bir zıtlık içinde başka bir olgu daha var.
Ben yazılarımı Bloğumda yayınladıktan sonra Facebook ve Twitter’de de paylaşırım. Çünkü orada başkalarını da paylaşımı aracılığıyla sürekli yeni okuyucular da gelir. Hemen hemen her yazımı paylaşan beş on arkadaşımı bir yana bırakırsak, genellikle paylaşanlar yazıya göre değişirler ve Facebook’ta paylaşım arttığında Bloktaki okuyucular da artardı. Oranın ortalama bire yirmi ile yüz arasında oynadığı yönünde bir izlenimim var. Yani Facebook’ta yeni bir kişi paylaştığında genellikle o paylaşımdan bloğuma gelip yazımı okuyan ortalama yirmi ile yüz arası artar. Bu kesin bir rakam değil, ama pek de yanlış olmadığını sandığım bir tahmin.
Ama son bir ayda ne görüyoruz? Sadece paylaşımlar sıfırlanmış değil, beğenmeler de azalmış durumda, yorumlar da. Bunlar da yine genellikle yurt dışında yaşayanlar.
Bloğa girenlerin sayısına bakılırsa, özellikle Facebook’ta yazılarımı paylaşımların yüzlerle, hatta binlerle olması gerekir. Önceki bütün yükselişlerdeki oranlar böyle olması gerektiğini gösteriyor.
Ancak paylaşımlar tümüyle düşmüş durumda. Birkaç eski arkadaşım ve yurt dışında yaşayan okurlar dışında yazılarımı paylaşanlar neredeyse sıfırlanmış bulunuyor. Hele Twitter’de en kötü zamanlarda bile bir iki kişi beğenen veya rt eden çıkardı. Şimdi günlerdir hiçbir şey yok.
Öte yandan istatistikler siteye gelenlerin hangi kanallardan geldiğin de gösteriyor.  Bakıyorum neredeyse hepsi Facebook’tan geliyor. Google arama ile gelenler falan çok az.
O halde buradan çıkacak tek sonuç var, yine Bekir Ağırdır’ın da değindiği gibi, müthiş bir korku iklimi egemen durumda.
Yani bir yanda ortalıkta görünen bir korku var. Bu korku paylaşmama, beğenmeme biçiminde ortaya çıkıyor. Herkes sanki ilgisizce ıslak çalarak geçiyormuş gibi yapıyor.
Ama aynı zamanda korkunç bir politizasyon, radikalleşme ve enerji birikimi var.
Bu biriken enerji, bu radikalleşme, bu politizasyon eğer kendini ifade edeceği, dışa vuracağı bir imkân bulursa, Tüm Türkiye’nin hatta bölgenin kaderini değiştirebilir.
*
Ancak bu dışa vurumun klasik laikçi tepkilerle ve ulusalcı bir renkle gerçekleşmesi halinde hızla tecrit olup bir yenilgiye uğraması ve oradan da tam bir yılgınlığın yerleşmesi tehlikesi bulunmaktadır.
Bu nedenle şehirli, aydın ve laik kesimlerdeki bu radikalleşmenin kendi egemen kültürel ve politik renklerinin damgasını vurmadan bu dışa vurumun gerçekleşmesinin hayati önemi bulunmaktadır.
Bunu CHP yapmaz ve yapamaz. HDP yapamaz çünkü bu kesim onu Kürt partisi olarak görüyor. Bu kesimin dışından.
Sosyalist örgütler de aslında bu kesimden sayılır kültürel kotlarıyla. Onlar ise hiç yapamaz çünkü gerçeklik duygularını yitirmişlerdir bütün küçük örgütlerde olduğu gibi. Kaldı ki ne teorik hazırlıkları ve birikimleri vardır; ne de kültürel kotları, dilleri buna uygundur.
Ama yine de bir umut olduğu söylenebilir.
Gezi’nin Taksim’den sürüldükten ve Parklara çekildikten sonra gösterdiği radikalleşme çizgisi, burada bir deney ve umut olarak ortaya çıkmaktadır.
Bilindiği gibi, Gezi, İhsan Eliaçık ve arkadaşlarının Gezi’de namaz kılmalarına koruma sağlayarak, birlikte yeryüzü sofraları ve sokak iftarları yaparak, klasik laikçi duruş, kültür ve politikayla arasına sınır çekmiş ve böylece Erdoğan’ın oyununu bozmuştu.
Gezi aynı şekilde, Kürtlerin bir siyasi hareket olarak uzak, sembolik olarak orada halay çekmekle yetinmelerine rağmen, Türk Milliyetçilerinin Kürt düşmanı tavrına da sınır çekmiş, özellikle Lice’deki olayın ardından Yoğurtçu’daki Geziciler protesto için Kadıköy sokaklarını doldurmuş, yaşlı Kemalist teyzeler bile “Biji Apo” diye Kürtçe sloganlar atar hale gelmişti.
Elbette bu tüm Türkiye'de böyle olmadı. Alevilerin yoğun olduğu semtlerde veya İzmir ve Ege’de Gezi bu kadar net ve hızlı bir evrim geçirmedi ama bu yönde bir evrime de kapalı olmadı. Hatta bu evrimin devam ettiğini ve meyvelerinin 7 Haziran’da görüldüğünü bile söyleyebiliriz.
O halde, istatistiklere yansıyan bu radikalleşme ve enerji toplamanın Gezi’nin ileriki dönemindeki “Laikçi” ve Türkçü politik çizgiye mesafe koymuş çizgisi ile ortaya çıkması halinde; en zıt kesimlerin birliğini sağlayabilir; sadece Kürtleri kazanmakla kalmaz; aynı zamanda Müslüman ve muhafazakâr Sünni kesimden de çok ciddi bir destek alabilir. Erdoğan’ın bütünüyle Kürt – Türk; Sünni Müslüman – Alevi ve Laik bölünmesine ve gerilimine dayanan stratejisini başarısızlığa uğratabilir ve 7 Haziran seçimleri öncesinde olduğu gibi belli bir coşku ve seferberlik yaratabilir.
Evet, hızla radikalleşen veya harekete geçmek için enerji toplayan “laik yaşam tarzındaki” şehirli ve de Alevi kesimde duruma uygun bir örgüt ve önderlik belki ama bir şekilde yazılmamış hafızaya geçmiş bir deney de var. Buna Gezi’nin Ruhu diyelim. Bu ruh egemen direnişe damgasını vurursa başarı mümkündür.
Ama Gezinin başarısızlığının ve adeta buharlaşmasının en önemli nedeni adeta örgütlenmenin gereğini reddetmesiydi. Bu nedenle Örgütlenme konusunda ciddi bir handikap olduğu düşünülebilir ama bunun bir eksiklik ve yanlış olduğu fikrinin de epeyce yerleştiğini kişisel gözlem ve konuşmalardan çıkarabiliyorum.
Ama bu örgütlenme konusuna daha sonra ayrıca girmek gerekecek. Dünkü “Kritik Kütle” başlıklı yazıda kısmen değindik; daha da ele almak gerekiyor. Burada geçelim.
*
Peki, bu nasıl olacak?
Yani Erdoğan’ın stratejisinin dayanacağı; birbirini iten; genellikle “Fay hatları” denen kültürel ve politik ayrımlar nasıl bir arada bulunabilir?
Bunun iki yolu vardır. Biri Hazreti Nuh’un yoludur, diğeri Hazreti Muhammet’in yoludur.
Ama tek mümkün yol, Hazreti Muhammet’in yoludur.
Hazreti Muhammet, her biri diğeriyle rekabet halendeki, her birinin ayrı putu olan kabileleri bir araya getirmeyi denemedi. Putları yıktı ve hepsini bir Allah’ın kulluğunda eşitledi. İnsanların kabileleri onların ilişkilerini düzenleme işlevini yitirdi, adeta kişisel sorunları haline geldi; yani gerçekten laik bir düzende dinin kişilerin özel sorunu olması gibi oldu kabile ilişkileri. Veya gerçekten dil körü bir demokratik cumhuriyette dilin bir politik sorun olmaması herkesin ana dilinde eğitimin bir hak olması gibi oldu.
İşte bunun benzeri, #HAYIR direnişinde de yapılabilir.
Yani örgütler, sloganlar, bayraklar, hepsi en temel haklarına dayanan Yurttaşlar olarak bir tek politik #HAYIR bayrağı ve parolası altında bir araya gelirler. Bir araya gelişin dışında elbette herkes kendi rengiyle, sözüyle yine isterse bildiğini okuyabilir.
Böyle bir tek bayrak, parola, somut hedef etrafında bir ağ gibi birleşme, bir denenmiş önderlik yokluğunun zaafını giderebilir.
Ayrıca somut bir tek #HAYIR etrafında birleşilen eylem, eylemin dışında herkesin olabildiğince renkli ve kendi gerekçeleriyle istediği gibi propaganda çalışması yapmasıyla çelişmez.
Çünkü herkes bilir ki, evet farklıyız ama somut eyleme gelirken bir tek somut talepten ibaret bir tek politik hedefi ifade etmekte ve yığınsallaşmakta yoğunlaşacağız.
Bunun biçimini diğer yazılarımızda ayrıntısıyla anlattık. Tekrar edelim.
Tamamen temel haklar alanında; toplantı ve gösteri yürüyüşleri alanına girmeyecek biçimde kalarak; yani sessiz, bayraksız, pankartsız ve göğsünde, basit pankart sayılamayacak bir #Hayır yazısıyla, her gün aynı yerde aynı saatlerde buluşmak.
Bir tek bu biçim altında milyonlar her gün meydanları fiilen doldurup, sessizliği ile çok şey söyleyen; renksizliği ile tüm renkleri toplayan mitingler ülkedeki bütün dengeleri değiştirip; kim bilir belki oradan aldığı hızla, bu orta doğuya yüzlerce yıl sonra demokrasiyi tekrar getirebilir.
Bu bir hayal değildir.
Bir kere başlanırsa hızla büyüyecektir. Grafiklerin gösterdiği budur. Yeter ki insanlar bu biçimin mümkün ve gerekli biricik biçim olduğunu görsünler ve kabullensinler.
Bu nedenle bıkmadan bu öneriyi ve konuyu; bu biçimi sürekli gündeme alarak tartışmak; duyurmak, insanların aklına düşürmek gerekiyor.
Gelecek yazılarda Erdoğan’ın stratejini dayandırdığı iten kuvvetlere karşı birleştiren kuvvetlerin üstünlüğü nasıl sağlanabilir ve örgütlenmenin sorunlarına girelim.
26 Ocak 2017 Perşembe
Demir Küçükaydın
@demiraltona

23 Ocak 2017 Pazartesi

PKK’ya Açık ve Acil bir Çağrı

Hiç lafı uzatmadan damardan girelim.
PKK derhal, TAK veya benzerlerinin yapacağı şiddet hareketlerinin, Erdoğan’a; kurmak istediği İslamcı-faşist dikta rejimine ve Türk devletindeki faşist, ırkçı ve de Ergenekoncu güçlere hizmet edeceğini; yapılacak böyle hareketleri tasvip etmeyeceğini; kendisiyle hiçbir bağı olmayacağını; bu tür eylemlerin doğrudan Erdoğan’ın ve şu an Erdoğan’la ittifak halinde bulunan Türk devletinin içindeki en inkârcı, ırkçı faşist ve kanun dışı güçlerin provokasyonları olarak değerlendirilmesi gerektiğini açıkça ilan etmelidir.
Ve bunu hiç geciktirmeden yapmalıdır.
PKK böyle bir açıklama yaptığı takdirde, Türkiye’deki demokratik güçlerin; gelen faşist dikta rejimine hayır diyenlerin ve demek isteyenlerin, önümüzdeki iki ay içinde verecekleri ölüm kalım mücadelesinde, en azından olumsuz bir işlev görmekten kendini korumuş olur.

30 Aralık 2016 Cuma

“Yaklaşan Felaket ve Kurtulma Çareleri” (1) Demokratik ya da Devrimci Yükseliş ve Bitişi

Yaklaşan Felaket ve Kurtulma Çareleri”, Ekim Devrimi öncesi günlerde, ama Ekim Devrimi’nin olacağının henüz bilinmediği zamanlarda, Lenin’in yazdığı, programatik ve metodolojik olarak çok önemli makalelerden birinin adıdır.
Programatik ve metodolojik olarak getirdiği çok önemli bir yenilik vardır. Can alıcı acil bir sorundan hareketle bir ikili iktidara (“diyarşi”) dönüşebilecek somut talepleri ve teklifleri ortaya koyması[1].
Ne var ki, Lenin’in bunu yazdığı dönemdeki koşullar ve sorunlar ile bugün Türkiye’deki koşullar ve sorunlar arasında en küçük bir benzerlik bulunmuyor[2].
Lenin’in “Yaklaşan Felaket” olarak söz ettiği, açlık ve ekonomik yıkım tehlikesidir[3]. Üst sınıfların kışkırttığı bu tehlikenin devrimi ve dolayısıyla demokratik kazanımları götürmesi, yani çarlığın geri dönmesi tehlikesi vardır. Yani ekonomik bir yıkımın politik bir yıkıma da, devrimin yıkımına da yol açması tehlikesi bulunmaktadır. Lenin’in yazısındaki öneriler, halkın inisiyatifi, örgütlenmesi, kontrolüne dayanan kamulaştırmalar ve merkezileştirmeler ile hem bu açlık ve ekonomik yıkımı önlemeye; hem de bu dönüşüm içinde halkın örgütlenmesini, bir tür ikili iktidar oluşturmasını sağlamaya yöneliktir.

31 Mayıs 2015 Pazar

Gezi’nin Nedenleri ve Yapısı Üzerine Marksist Bir Açıklama

Gezi üzerine yazına baktığımızda, ortada övgüden başka bir şey görülmemektedir. Halbuki Gezi’nin övülmeye değil eleştirilmeye ihtiyacı var.
Gezi esnasında yazdığımız yazılar olayların dumanı tüterken yapılmış eleştirilerdir aynı zamanda.
Gezi esnasında yazdığımız yazıların ana temalarından biri Gezi’nin Kürt hareketi ile buluşması üzerinde yoğunlaşıyordu. Gezi’ye dönüyor, Kürt hareketini kazanması ve etkilemesi gerektiğini; Kürt hareketine dönüyor Gezi’yi nasıl kazanabileceğini, nasıl etkileyebileceğini anlatmaya çalışıyorduk.
Bu seçimlerde bu buluşma ilk kez sınırlı da olsa gerçekleşecek gibi görünüyor. Bu buluşmayı engellemeye yönelik olarak kurulmuş bulunan “Birleşik Haziran Hareketi” amacına ulaşamadı ve içinden çok geniş bir kesim, HDP’yi destekleme ve oy verme eğilimi gösterdi. Keza Gezi’nin en ileri, en iyi unsurları; HDP’yi destekliyor.
Benzer şekilde Gezi, Kürt Hareketi’nin de “ilkel milliyetçilere” bağımlılığını ve mahkûmiyetini zayıflattı ve Kürt Hareketinin en ileri unsurları “Türkiyelileşme” projesini güçlendirdi.
Bu ittifak, henüz geniş kesimlere yayılmamış bu haliyle bile ilk zaferini, muhtemelen önümüzdeki 7 Haziran seçim/referandumunda elde edecektir. Gezi’nin ikinci yılında geç gelmiş bir başarısının arifesinde bulunduğumuz söylenebilir.

8 Nisan 2015 Çarşamba

Taner Akçam’ın Yazısı, CHP’nin Önseçimi ve Seçimler

Çok tekrarlanan bir söz var: parti için demokrasi olmadan olmaz. İşte CHP parti içi demokrasi uyguladı, adaylarını seçimle belirledi.
Örneğin bugün Taner Akçam, “Siyaset zor Zanaat” diye bir yazı yazmış ve benzer fikirleri başka bir bağlamda tekrarlıyor.
 “HDP adayları demokratik mekanizmalarla seçilmiyor; atanıyorlar. Ancak ve ancak İmralı ve Kandil’in onay verdikleri aday gösterilebilecek! Aday atamak anti-demokratik bir yöntem! Parti içi demokrasisi olmayan bir partinin, ne kadar demokrasi savaşçısı olabileceği ciddi bir soru!” (Taner akçam, “Siyaset Zor Zanaat”, Taraf)
(Akçam’ın anlattıklarının ne kadar gerçeği yansıttığı ayrıca tartışılabilir ama varsayalım ki öyledir. Özü gözden yitirmemek için öyle olduğunu varsayalım.)

20 Şubat 2015 Cuma

Gezi’nin Ruhu, Nuh Köklü’nün Öldürülmesi ve Programsızlık

Ne Köklü, ne Özgecan ne de diğer cinayetlerin ardındaki gerçek ilişkiler, temeldeki nedenler üzerinde hiç durulmuyor. Hukuk zaten tanımı ve doğası gereği nedenlerle ilgilenmez; nasıllara bakar. Medya’dan bunu beklemek, ölü gözünden yaş beklemektir. Medyanın işi ön önemliyi en önemsiz; en önemsizi en önemli göstermektir.
Örneğin Özgecan Cinayeti’ni yapanların davranışlarının, ardındaki ilişkilerin hiçbir incelemesi yok. Ama ciddi bir inceleme’de Türkiye’deki devletin yapısına ve nasıl çalıştığına ilişkin tüm pislikleri ortaya çıkaracaktır. Örneğin Özgecan’ın katilleri, Devletin Faşistlere desteği, Kürdistan’daki Savaş vs. bağlantılarını hiç araştıran yok. Araştırılma muhakkak bu bağlantılar ortaya çıkar. Hiç şaşmaz. Bunun ipuçlarını, bu konularla hiç ilgisizmiş gibi görünen Köklü cinayetinde görelim.

13 Şubat 2015 Cuma

Mısır Devrimi Yazıları (Uzaktan Yorumlar)



(Kitap PDF, EPUB ve MOBI formatlarında şuradan indirilebilir: https://yadi.sk/d/xzcGWDAEeeA5D )


Sunuş

 Mısır’da tahrir alanında ayaklanma başladığında El Cezire’nin Tahrir (Kurtuluş) alanını gösteren internet yayını üzerinden ve yayınlardan izlemeye çalışarak, kimi zaman saaati ve dakikasıyla izlediklerimizi yorumlamaya çalıştık. Elbette bu yazılar olaşların gelişimi üzerinde bir etkide bulunamazdı, ama bir devrimci olarak çok sınırlı verilerle bile olayların akışını anlamlandırabilmenin, değerlendirebilmenin ve öngörülerde bulunup bir diriş geliştirebilmenin örneklerini sunmaya çalıştık. Bir tür deney gibiydiler.
Yazılar aşağıda, okununca çok kısıtlı bilgiye ve neredeyse dakkası dakikasına yorumlar yapmamıza rağmen çok büyük bir yanılgı yoktur. Aksine olayların alacağı biçim önceden görülmüştür. Ordu’nun en azından tarafsızlığı ile devrime biraz ebelik yapar gibi olmasının, ilerde bu devrimin en büyük zaafı olacağını öngörmüştük.
Diğer yandan Müslüman (Alandan gelen Allahu ekber sesleri) ve Mısır milliyetçisi (Mısır Bayrakları) niteliğinin onun en büyük zaafı olduğu da öngörülüyordu.

9 Eylül 2014 Salı

Ezilenlerin ve Demokratların Örgütlenmesi İçin Bir Araç Gereği (Bilişim ve İletişim Çalışanları Dayanışma Ağı’na (BİÇDA) Açık Mektup)

Değerli Arkadaşlar,
BİÇDA’da şu mailini görünce yine umutlandım:
“Geziden beri sürekli biçda'ya proje fikirleri geliyor, her yere ben koşturduğumdan zamanında her şeyi size iletemiyorum. Artık  FİFO lar  doldu, alert veriyo, söylemem gerekiyor. Yaw millet ortak bir yazılım yapalım diyor. Kar amacı gütmeyen topluma faydalı yazılımlar...”
Neden ve niçin umutlandım kısaca anlatayım:
Ben programcı veya meslekten bir bilişim çalışanı değilim. Ancak grubunuzla ta Gezi zamanında tanıştım ve o zamandan beri üyesiyim. Elimden geldiğince izlemeye çalışıyorum. Grubunuzla bağlantı kurmamın nedeni tam da yukarıdaki mesajı yazan arkadaşın dediği konuydu.
Gezi esnasında ve sonraki Parklar ve Forumlarda, ortada tartışma, oylama yapacak ve karar alacak doğru dürüst bir avadanlık olmadığı için, hareketin nasıl örgütlenemeden buharlaştığını görüyor ve bu nedenle başta Almanya’da Korsan Parti’nin kullandığı Liquid Feedback adlı programın belki bu gidişi durdurabilecek bir imkân olabileceğini düşünüyordum.

2 Haziran 2014 Pazartesi

Gezi’nin Birinci Yılında Forumlarda Başlayan Tartışmalar Üzerine

“Gezi’nin Bakiyesi”olan forumlarda ve Gezi’nin ve bakiyelerinin durumu ve geleceği üzerine kafa patlatanlarda, giderek, örgüt ve mücadele biçimlerinin yanlışlığı veya en azından tartışılması gerektiği üzerine bir konsensüs oluşmaya başladı.
Örneğin dün Yeldeğirmeni’nde yapılan toplantının konusu, bir önceki günün değerlendirmesiydi ve kararlar, karar alıp almamak gerektiği, nasıl alınacağı, alındığında nasıl uygulanacağı; nasıl değiştirilebileceği gibi noktalarda yoğunlaşmıştı. Ama bunlar aslında Taksim’e neden gelinmediği; neden Kadıköy’de eylem yapıldığı;  eylemin şu veya bu aşamasında neden şöyle veya böyle davranıldığı gibi noktalarda yoğunlaşıyordu. Gezi’nin ve Forumların ilk başlarda bir karar almayı reddeden ve olanaksız kılan işleyiş ve yapısından bu noktaya gelinmesi, bir yıl içinde belli bir yol kat edildiğini göstermektedir.
Ama sadece forumlar değil, örneğin dün paylaşılan Foti Benlisoy’un "Ne zaman savaşıp ne zaman savaşamayacağını bilen kazanır" başlıklı yazısı da durumun doğru bir değerlendirmesini yapmaktan; artık bir ricat taktiğine geçilmesi gerektiğinden söz ediyor ve hatta bizim de 1 Mayıs vesilesiyle yazdığımız yazılarda da değindiğimiz[1] Mao’nun (Benlisoy’un da belirttiği gibi aslında Sun Tzu’nun[2]) gerilla savaşı taktiklerine gönderme yapıyor[3]. Aklın yolu birdir.

29 Mayıs 2014 Perşembe

Demokrasi ve Özgürlük Birbirinden Ayrılamaz

Önceki “Demokrasi ve Özgürlük Neden Bir Arada Bulunamaz?” başlıklı yazımız, demokrasi ve özgürlüğün bir arada bulunamayacağını kanıtlarken bu sefer tam tersini iddia ederek demokrasi ve özgürlüğün birbirinden ayrılamayacağını savunacağız.
Bu bir çelişki değil mi?
Daha önce de belirttiğimiz gibi değil.
Önceki yazıda demokrasi ve özgürlüğü sosyolojik anlamlarıyla ele alırken, şimdi politik ya da hukuki anlamlarıyla ve de politik ve hukuki alana ilişkin kavramlar olarak ele alacağız. Aynı kavram ve sözcüğün bu tamamen farklı ve zıt anlamları üzerinde böyle durmamızın nedeni, bu ayrımın yapılmayıp, üzerinde durulmayıp, karıştırılmasının bizzat demokrasiye karşı mücadele veren ve onu tasfiye edenlerin bir yöntemi olmasıdır.
*
Özgürlük kavramı, Fransız toplumsal mücadeleler geleneğinde politik alana ilişkin haklar olarak da tanımlanmıştır.
Yani bunun ardında, politik ve politik olmayan gibi bir ayrım vardır[1]. Bu anlamda, tıpkı dinin politik olmayan olarak tanımlanması gibi politik alana ilişkin olarak tanımlanmıştır. Modern toplumun politik ve politik olmayan ayrımı olmasa, özgürlük kavramı da olamazdı. Klasik uygarlıkların ve dinlerin hiç birinde özgürlüğün sözünün edilmemesi, böyle bir kavramın bulunmaması; örneğin İslam’da Özgürlük değil de adalet aranması bizzat bu ayrımın yokluğuyla ilgilidir.