29 Haziran 2013 Cumartesi

Gezi Hareketinin Evrimi

Gezi Hareketi özellikle dün akşam Beşiktaş ve Kadıköy’deki Lice’yle dayanışma gösterileriyle çok önemli bir aşama kaydetti. Müslümanlara, laikçi değiliz, sizin başörtünüzle, inancınızla, giyiminizle sorunumuz yok mesajını vermişti. Dün akşam Kürtlere, biz bildiğiniz Türklerden değiliz, sizin uğradığınız baskı ve haksızlıklar için de mücadele ediyoruz ve edeceğiz masajını verdi. Bu hareketin evriminde en kritik dönemeçtir ve başarıyla aşılmıştır.
Diğer yandan Gezi Hareketi başlayalı neredeyse bir ay oldu. Bu bir ayda nasıl bir evrim geçirdi?
Bir ilk bilanço taslağı çıkarmanın zamanıdır.
*
Hareketin patlamasıyla birlikte, bütün büyük devrimci kabarışlarda olduğu gibi, on yılların on günlerde aşıldığı zamanlar gelmişti. Devrimi eğitecek kimse yoktu ama devrim kitleleri hızla eğitiyordu. Şu bir ayda kat edilen yol, son otuz yılda kat edileni, kat be kat aşar.

28 Haziran 2013 Cuma

Bir Ulusal Hareket Olarak Gezi Hareketi

Evet, Gezi Hareketi de tıpkı Kürt Hareketi gibi ulusal baskıya karşı bir harekettir.
Gezi Hareketini “Ulusal Hareket” tanımlamak ilk bakışta herkese çok garip ve saçma gelebilir.
Ulusal hareket denince herkesin aklına Kürt Hareketi gibi bir hareket gelmektedir.
Ne var ki “Ulus nedir? Ulusçuluk nedir?” gibi sorular sorulup üzerine düşünüldüğünde, bu hareketin bir ulusal hareket olduğu görülmektedir. Sorun bizlerin ulus kavramının ulusçuların ulus kavramı olmasındadır. Olguda değil, olgunun tanımlandığı kavramlardadır sorun.
Aşağıda görüleceği gibi, Gezi hareketini “yaşam tarzı”na yönelik baskılara direniş olarak betimlemeyici olarak tanımlamak aslında onu analitik olarak ulusal baskıya karşı bir hareket olarak tanımlamaktan başka bir anlama gelmemektedir.

26 Haziran 2013 Çarşamba

Park Forumlarına Bir Öneri: Halkın Vicdanı Mahkemeleri

Bütün Türkiye’de Parklarda toplanmış olan Forumlarda görüşülmesini ve geliştirilip son şeklinin verilmesini dilediğim bir öneri yapmak istiyorum.
Türkiye’de tüm yasalar antidemokratiktir. Özgürlüklere düşmandır.
Yasalar devlete karşı yurttaşı koruyacak yerde, yurttaşın hak arayışlarına karşı devleti dokunulmaz kılmak için yazılmış ve yapılmışlardır.
Ama bu devlet öylesine merkezi ve öylesine keyfi bir mekanizmadır ve bu insanları öylesine yıldırmıştır ki, kendi kanunlarını bile uygulamamaktadır.
Bu cesareti de bizzat halkın örgütsüzlüğünden almaktadır. Ve tam da halk örgütsüz olduğu için, kanunlar da böylesine antidemokratik ve yurttaşlık hakları düşmanıdır.

Doksanlar Kuşağı ve “Gezi Hareketi” Hakkında Yirmi Yıl Önce Yapılmış Öngörüler

Aşağıda bugünkü “kreş çocukları” da denen 90’lar kuşağının henüz birer bebek olduğu veya kreşe gittiği zamanlarda gelecekte çıkacak bir hareketin sorunları üzerine onların ana-babası hatta dede-ninesi olan 68-78’lilere hitaben yazılmış bir yazı yer alıyor.
Gezi Parkı ile başlayan harekette internetin ve oradaki sosyal medyanın önemi herkesçe biliniyor.
İnternetin böylesine yaygın kullanımını mümkün kılan tarayıcıların atası olan Mosaic Netscape 0.9’un çıkış tarihi  1994’ün Ekim ayıdır. Yani bu kuşakla birlikte doğdu bu devrimin araçları.
Aşağıdaki yazının tarihi ise 1994 Ağustos ayıdır. Yani internet tarayıcılar resmen doğmadan önce, onların varlığını bile bilmeden, ama onları zımnen de öngören bir yazı.
(Türkiye’de Özel Savaş Rejimi de (1992-2002) aşağı yukarı aynı tarihlerde yerleşti.)
Yazıda gelecek bir devrimin “cyberspace”da örgütlenebileceğinden söz ediliyor.
Yazıda çevre felaketinin sorunlarına özellikle dikkat çekiliyor. Bugünkü harekette bunun önemi de herkesçe kabul ediliyor.
Yazı aynı zamanda gelecek kuşakça dilinin anlaşılamayacağını da öngörüyor.

25 Haziran 2013 Salı

“Kürt Sorunu”nun Çözümü Gerçek Bir Laiklikten Geçer

(Aşağıdaki yazı, dört yıl önce yazılmıştı. Hem bugünkü olayları anlayacak kapıyı açacak anahtarları sunuyor; hem de gerek bu yeni hareketin, gerekse “barış süreci”nin ilerlemek için ne yapması gerekitğini açıklıyor. Tarihinin eskiliğine bakmadan okuyuz lütfen. Bu harakat bizim yıllardır hazırladığımız teori ve programla buluşamazsa, sönümlenmekten kurtulamaz.  Demir Küçükaydın, 25 Haziran 2013 Salı.)
Bir aralar Mesut Yılmaz, “Avrupa’ya giden yol Diyarbakır’dan geçer” diye bir söz etmişti.
Biz o zamanlar buna nazire olarak, “Kürt sorunu”nun çözümünün işçi sınıfının demokratik hedeflere ve mücadeleye öncülük etmesi ve sahiplenmesinden geçtiğini ifade edebilmek ve Türkiye’nin ekonomist ve sendikalist sosyalistlerine temel yanlışlarını gösterebilmek için, “Diyarbakır’a giden yol İstanbul’dan geçer” demiştik.
Bu formüller özünde çok temelden bir ilişkiyi bir paradoksla ifade etmenin araçlarıdırlar. Örneklerde olduğu gibi, “Batı”ya ulaşmak için Doğu’ya gitmek ve “Doğu”ya ulaşmak için de “Batı”ya, yani tam ters yola gitmek veya onu kazanmak gerekir.
Hükümetin “Kürt Açılımı”nın yine böyle paradoksal biçimde ifade edilebilecek bir ilişki nedeniyle fazla ileri gidemeden soluğunun kesileceği şimdiden görülebilir.

24 Haziran 2013 Pazartesi

“Akil İnsanlar” başbakanla görüşecek ise İmralı ile de görüşmelidir

Nasıl bir futbol karşılaşması tek takımla oynanmazsa, nasıl bir güreşçi kendi kendisiyle güreşemezse, bir barış da tek taraflı olmaz.
Her hangi bir barış görüşmesinin veya “süreci”nin olmazsa olmazı savaşan tarafların görüşmeci olmasıdır.
Eğer savaşan veya savaşmış taraflardan biri orada yoksa, eşyanın tabiatı gereği barış olmaz.
Akil İnsanlar bu çok basit gerçeği göz önüne alarak, Başbakan’la görüşecekleri gibi Öcalan’la da görüşmelidirler.
Bir araya gelip bu taleplerini Başbakan’a, İmralı’ya ve Türkiye’nin yurttaşlarına bildirmelidirler.
“Akil İnsanlar” ancak böyle bir adım atarak “Barış Süreci”nin taraflarına eşit davranarak adil ve akil davranmış olurlar.

23 Haziran 2013 Pazar

Pasif ve Aktif Direnişlerin Toplumsal ve Tarihsel Temelleri

Gezi Direnişiyle başlayan hareketlerin doğup geliştiği yer: İstanbul ve Taksim. İstanbul bugün neyi konuşursa Türkiye yarın onu konuşur. Dolayısıyla biz İstanbul ve Taksim’e bakıyoruz hareketin genel eğilimlerini “gerçek zamanda” görüp tespit edebilmek için.
Bu harekette iki eğilimin giderek netleştiği görülüyor.
Birincisi ulusalcı çizgiye ve laik-dindar ayrımına belli bir mesafe; demokratik ve özgürlükçü bir vurgunun giderek netleşmesi. Taksimdeki dünkü karanfilli buluşmada çeşitli pankart ve flamalar olmaması bu eğilimin giderek hareketi damgasını vurduğunu gösteriyordu. Bu hayırlı bir gelişmedir; hareketin genişlemesi ve derleyici olması için şarttır.
Diğer eğilim ise mücadele biçimlerinde ortaya çıkmaktadır ve genellikle pasif ve çatışma ve şiddetten kaçan biçimlere yönelmede görülmektedir.

22 Haziran 2013 Cumartesi

Bir İşçi Hareketi Olarak Gezi Hareketi ve Kazlıçeşme

Neyin kastedildiği biliniyorsa onu şöyle veya böyle adlandırmak önemli değildir”. “Gezi Hareketi” derken de Gezi Parkı vesilesiyle başlamış ve hükümetin şiddeti üzerine, bütün Türkiye’yi bir saman yangını gibi sarmış; “an itibariyle” meydan savaşını kaybedip güçlerini toplamak ve uzun süreli bir gerilla savaşı vermek için dağlara (parklara) çekilmiş görünümü veren hareketi kastediyoruz.
Bu hareketin nasıl bir evrim geçireceği henüz ortada. Bu kendi yetenekleri kadar, hükümetin nasıl davranacağına da bağlı. Eğer ulusalcı renklerle arasına bir sınır çekip bir demokrasi bayrağı yükseltebilirse, Müslümanların demokratik özlemlilerini (ki esas olarak işçilerdir), Kürtlerin demokratlarını yanına çekebilirse (ki esas olarak kadınlar, yoksul gençler ve Apoculardır) Erdoğan’a karşı cepheyi genişletip ilerleyebilmek için taze bir güç bulabilir.
Bunun için de ilk elde hiçbir dile, dine, siyasi görüşe gönderme yapmayan bir bayrağa ve herkesin birey olarak katılıp herkese ulaşma ve kazanma şansına sahip olacağı bir kitlesel örgütlenmeye (her ikisine de somut öneriler yaptık) ihtiyacı var.

21 Haziran 2013 Cuma

Espri, Alay, Yaratıcılık ve Marksizm

Şöyle bir yargı var. Bu Marksistler çatık kaşlı, şakadan anlamaz, yaratıcılığın yanından geçmez, dogmatik ve sekterlerdir. Zaten modası da geçmiştir. İşte duran adamlar, penguen gibi yürüyenler, park meclisleri ile artık yapyeni birözne var ortada.
Gerçekten de piyasayı doldurmuş ve Marksizmi savunuyor diye ortalıkta dolaşanlara bakınca bu yargılar doğru gibi görülür.
Ancak burada anlaşılmayan şudur, insan hayatı bakımından büyük ama toplumların hayatı bakımından küçük öyle önemler vardı ki o dönemlerde herşey tersine dönebilir. Bu da bizi yanıltır. Hayatınız üç gün yaşayan bir kelebeğinki kadarsa, dünyanın hep çiçeklerle bezeli güneşin parladığı bir yer olduğunu sanabilirsiniz.
Marksizm hakkındaki bu yargı da böyledir. Markizm hiç de öyledeğildir, ama köylülerin ve ulusçuların Marksist olduğu veya kendini öyle tanımladığı bugünkü dünyada Marksistler böyledir. Tarihin yumağı tersinden çözülünce, böylesine görünümler ortaya çıkar.

Demokrasinin Ne Olduğunu Anlayamamanın Zorlukları Üzerine Bir Deneme (Demokrasinin Sosyolojik Bir Tanımı)

Önsöz

Taksim’in devlet Güçlerince fethi üzerine Gezi Direnişi hareketi, “hattı müdafa yok sathı müdafa vardır” diyerek  mücadele alanını yaydı ve bütün alanları ve parkları birer foruma (agoraya, meclise, camiye, ceme) çevirmeye başladı. Eğer bu yayılma sürer ve katılımlar giderek artarsa bir süre sonra hükümet, taksimi şiddetle boşalttığına pişman olacaktır. Önünde iki yol kalacaktır. Ya her parkı da taksim gibi ele geçirmek. Tüm ülke sathına Taksimleri ve Taksim direnişlerini yaymak. Ya da bütün pakları ve Taksimi harekete teslim edip geri adım atarak, hareketin bölünmesi ve içinden çürümesi için çalışmak ve beklemek.
Eğer o forumlarda bugünkü devlet cihazının karşısında yeni bir cihazın tohumları ve ilişki biçimleri koyulursa, bir diyarşi (ikili iktidar) ve eğer gerçekten doğru bir strateji ve program da uygulanırsa bir demokratik devrim bile gündeme gelebilir. Böyle bir devrim de bütün ortadoğuyu ve dünyayı alt üst eder.
Bu alternatif cihazın nasıl bir şey olması gerektiğine dair 19. Yüzyıl İşçi ve Sosyalist hareketinin deneyleri ve bilgi birikimi ne yazık ki bugünkü hareketi başlatmış 90’lı kuşaklarca bilinmiyor. Sadece bilinmiyor da değil, yıkılan bürokratik diktatörlükler ve fosilleşmiş küçük sosyalist örgütler veya bürokratik kitlesel örgütlerin olumsuzlukları Sosyalizm ve işçi hareketinin hesabına yazıldığından, ne merak ediliyor ne de bilinmek isteniyor.

20 Haziran 2013 Perşembe

Hareket İçin Birleştirici ve Onun özlemlerini İfade Edici Bir Bayrak-Sembol Önerisi

Bugün sadece Türkiye’deki bu direnişin değil, dünyadaki mücadelelerin de bir bayrağı yok.
Hürriyet, eşitlik, adaleti temsil eden üç renk, artık Fransız ulusunun bayrağı ve Fransız kapitalizmini ve emperyalizminin fetihlerinin bir aracı ve sembolü haline gelmiş bulunuyor.
Kızıl bayrak ise, uzun yıllar bürokratik kastların egemenliğinin aracı oldukları için başlangıçtaki Fransız devriminin özlemlerine ekledikleri toplumsal eşitliği sembolize etme özelliklerini yitirmiş bulunuyorlar.
Biraz da bu nedenle bu direnişin bir bayrağı yok.
Çünkü ne Fransız devriminin Hürriyet, Eşitlik ve Adalet özlemi, ne de ezilenlerin eşitlik özlemi gerçekleşmiş değil.
Program yeni koşullara uygun olarak aktüalize edilmek, bilgisayar programcılarının diliyle söylersek, “update” yapılmak koşuluyla hala aynı, ama bu programın sembolü olan bayraklar kirlenmiş bulunuyor.
Burada şu soru ortaya çıkıyor: Hareketin mesajını özetleyen birleştirici ve temiz bir bayrak ne olabilir?
Ne olmaması gerektiğinden başlanabilir.

Sayın Mehmet Atak'ın "Hareketin Örgütlenmesi İçin Pratik Bir Öneri"ye Eleştirisi

Değerli Mehmet Atak, daha önce yaptığımız “hareketin örgütlenmesi için pratik bir öneri”ye geniş bir eleştiri yapmış. Kanımızca yazıda dile gelen eleştiriler örgütlenme ve demokrasi konusunda daha geniş bir tartışma başlatmak bakımından önemlidir. Bizim önerimiz de zaten tartışmaya bir temel oluşturmak üzere yapılmıştı.
Atak yazısında son derece temelden eleştiriler yöneltmektedir. Öte yandan sayın Atak’ın eleştirilerinin dayandığı anlayışların epeyce yaygın olduğu da görülmektedir.
Hem temelden sorunları gündeme getirmesi, hem de yaygın bir anlayışı dile getirmesi  nedeniyle eleştiriye özellikle dikkati çekmek isterim.
Elbet bu eleştirilere bir cevap verip karşı eleştirilerimi yapacağım.  Ama önce sayın Atağın eleştirileri.
Kendisine böyle bir tartışma açık genişlettiği için bu vesileyle teşekkür etmeyi borç bilirim.
Saygılar
Demir Küçükaydın

19 Haziran 2013 Çarşamba

Hareketin Örgütlenmesi İçin Pratik Bir Öneri - Tüm Forumların Dikkatine

Parklarda yapılan forumlarda örgütlenmek ihtiyacı dile getiriliyor. Ne var ki bunun nasıl olabileceği üzerine somut bir öneri görülmüyor.
Aşağıdaki öneriyi, 11 Haziran'da başka bazı önerilerin yanı sıra yapmış ve Bloğumuzda yayınlamıştık. (http://blog.radikal.com.tr/Sayfa/ozgurluk-direnisinde-kader-haftasi-ve-oneriler-24907 ve http://demirden-kapilar.blogspot.com/2013/06/ozgurluk-direnisinde-kader-haftas-ve.html )
Birçok paylaşım ve destek olduysa da genel bir yayılma ve duyulma imkanı bulamadı.
Aynı öneriyi ertesi gün, "Bir resmi okumak: Gençlerin ayaklarıyla oy verdikleri program" başlıklı yazıda tekrar yaptık ve arada Çapul TV'ye çıkıp orada bir kez daha tekrarladık.
Ancak o hareketli günlerde duyulma ve tartışılma olanağı bulunamadı.
Buraya öneriyi o zamanki ifade ediliş biçimiyle tekrar koyuyorum:

"Hem koordinasyonu sağlamak hem de görüşmecileri ve programı belirlemek üzere derhal en demokratik bir şekilde, her türlü kontrole açık bir seçim ve organlaşma mekanizması kurulmalıdır.
·         Bu son derece kolaylıkla yapılabilir. Örneğin Türkiye çapında bir site kurulur. Tüm göstericiler ve halk buraya üye olmaya çağrılır. Üye olmanın koşulu, gerçek kişiler olunması olur. Resim, Hüviyet Numarası ve İsim bilgileri bunu sağlar. Herkes hangi direniş yerinde yer alacağını da belirler. Örneğin her yüz kişi için bir delege seçilebilir. Adaylar kendi resim ve bilgilerinin yanı sıra savunacakları ve inandıkları görüşlerini, aday oldukları bölgeyi de açıklarlar. 100 kişinin oyunu alan delege olur. Herkes sadece bir kere oy kullanabilir. Delegeler de bölge ya da şehir için 10 delegeye bir koordinatör biçiminde bir seçim yapabilir. Bütün koordinatörler de Türkiye Koordinasyonu için on kişiye bir kişi olacak şekilde bir seçim yapabilirler.
·         Bu derhal yapılabilir. Bunun teknik alt yapısını hazırlayacak ve yapabilecek uzmanlar hareketin saflarında onlarca vardır. Aşağı yukarı herkesin bir internet bağlantısı da bulunmaktadır. Bu hareket İnternet aracılığıyla doğdu onun aracılığıyla hızla da örgütlenebilir.
·         Böylece bütün Türkiye’deki direniş hareketi, en gerçeğe yakın temsille örgütlenip kendisini temsil edecekleri seçebilir. Koordineli çalışmaya başlayabilir."
Elbet geliştirilip düzeltilebilir. Önemli olan yansıttığı anlayış ve mantığıdır.
Lütfen somut bir öneri olarak çoğaltın, yayın ki gündeme gelip tartışılsın.
Demir Küçükaydın

#Parkforumları, #Agora #Forum

#Agora toplanma, tartışma yeridir. İslam'ın otantik Camisiyle, Alevinin Cemiyle özdeşidir. #twilog #occupygezi #direngeziparki #duranadam
*
#Agora Neolitik köy komünü demokrasisinin Kent demokrasisine dönüştüğü yerdir. #twilog #occupygezi #direngeziparki #duranadam #forumlar
*
Şark’ta #agora değil, keyfi devletin Firavun ve Nemrutları olur. #twilog #occupygezi #direngeziparki #duranadam #forumlar
*
#Forum Anadolu #Agora’sının Roma’daki karşılığıdır. Cami, Cem, Agora, meclis demektir. #twilog #occupygezi #direngeziparki #duranadam
*
#forumlar önce gezide çıktı ve gaz bombalarıyla boğulup dağıtıldı. #twilog #occupygezi #direngeziparki #duranadam #agora #forum
*

#Forumlar ilk kez Beşiktaş #Çarşı tarafından başka parklara yayılan yeni bir #agora olabilir #twilog #occupygezi #direngeziparki #duranadam

#TwiLog’lara Başlarken

*
#TwiLog nedir? Twitter’in Twi’si ve Blog’un Log’undan oluşur. Analitik ve kısa değinmeler için yeni bir biçim. #occupygezi #direngeziparki
*

Bundan sonra bazı Bloglarımı #Twilog olarak yazmayı deneyeceğim. #twilog #occupygezi #direngeziparki #duranadam #agora #forumlar

17 Haziran 2013 Pazartesi

İsyan, Yenilgi ve Gelen Terör

“Ber­lin’de dü­zen hü­küm sü­rü­yor”. Siz bu­da­la zap­ti­ye­ler! Si­zin “dü­ze­ni­niz” kum üze­ri­ne ku­ru­lu­dur. Dev­rim, da­ha ya­rın “zin­cir şa­kır­dı­la­rı için­de” aya­ğa kal­kacak, ve boru ses­leri ile, size deh­şet salacak şu mesajı verecek­tir:
“Var­dım, varım, var olacağım!”
14 Ocak 1919 - Rosa Luxem­burg


Spartakist ayaklanmasının bastırılmasından sonra ve daha sonra Hitler’in faşist kıtalarının ilk tohumları olan “Freikorps”larca öldürülmesinden bir gün önce, Rosa Luxemburg, yukarıdaki satırlarla son veriyordu son yazısına.
Gezi Parkı Direnişi’yle Türkiye’nin tarihinde görülmemiş ölçüde kitlelerin sokağa çıkışı, planlanmamış, kendiliğinden bir isyandı. Herkesi ve kendisini bile hazırlıksız yakalamıştı. Rosa’nın kehanetine uygun olarak, Devrim’in “Vardım, varım, var olacağım!” diyerek ayağa kalkışından başka bir şey değildi.
Yenilgiye mahkûmdu. Sadece hazırlıksız olduğu için değil, İsyan’la oynanmayacağını bilmediği için. Çünkü hafızanın yitirildiği bir dönemde, toplumsal mücadeleler tarihinin derslerini bilmeyen bir kuşakça, çocuksu bir saflıkla gerçekleşmişti.

16 Haziran 2013 Pazar

Direnişin Bayrağı

Sebep ve vesilenin farkını göstermek için verilen klasik bir örnek vardır. Saraybosna’da yapılan suikast Birinci Dünya Savaşı’nın sebebi değil vesilesidir; savaşın sebebi kapitalist ülkelerin arasındaki rekabet, Pazar ve hammadde kaynaklarının paylaşılmasıdır denilir.
Gezi Parkı ve bir parçacık yeşillik uğruna orada gençlerin verdiği mücadele de belki de bir devrime dönüşebilecek bu direnişin sebebi değil vesilesidir. Sebep ise çok daha derinlerdedir. Artık ulusu İslam ve Türklük ile tanımlamış, Kürtleri ve diğer dillerden olanları; Alevileri, diğer dinlerden olanları ve dinsizleri dışlayan ve ezen bu merkezi, bürokratik askeri mekanizma; yurttaşların haklarını onlara lütufmuş gibi gösteren ve onları istediği zaman ve yerde istediği gibi geri alabilen bu devlet ve toplumsal yapıdır.

15 Haziran 2013 Cumartesi

Yapılacak Tek Şey Direniş Kararı Alanları Desteklemektir Direnişin Başarısı İçin Çalışmaktır

İşçiler yine en önde ölenler oldular
Demirci Ethem Sarısülük - İşçiler yine en önde ölenler oldular
Biraz önce forumlarda alınan direniş kararı açıklandı.
Önce yanlış bir algıyı düzeltmek gerekiyor.
Bu kararı alanlar sol örgütler falan değil.
Şöyle bir yanlış algı var: orada çevreci, çiçekçi, böcekçi iyi aile çocukları var da Sol örgütler onların arasına girip veya hiçbir temsile dayanmadan örgütlülükleri ve tecrübeleriyle onları kendi istekleri yönünde yönlendiriyor. Durum bunun tam tersidir.
Örgütlü gruplar, fazla bir etkiye sahip değildir. Orada küçük propaganda çadırcıkları veya masalarından fazla bir etkileri yok ve belki buradan bize de birkaç radikalleşmiş genç düşer havasındadırlar. Ancak büyük olasılıkla tersi olacaktır, sol örgütlerden oradaki kendiliğinden harekete geçişler olabilir. Oradaki canlı hareketin dalgaları bu etkisiz ve küçük örgütleri aşındırır ve parçalar gibi görünüyor.
Öte yandan örgütlü sol gruplar (“Marjinaller”), olaya iyi kötü daha politik ve ülke ölçüsünde güçler dengesi bağlamında baktıklarından, direnişin sürdürülmesi halinde daha geniş güçlere ulaşılması, taktik geri adımlar atılabileceği, direnişin sırf orada kalmak olarak anlaşılmaması, güçlü bir konumda akıllıca manevralar yaparak toplumsal tabanın genişletilmesi gibi bir yaklaşım içindeler. Çünkü ağır yenilgiler tatmışlar, bu devleti ve onun şiddetini daha yakından biliyorlar.

14 Haziran 2013 Cuma

Devrim Günlerinin Sonuna Doğru

Devrim gibi bir şey olacağına dair ilk izlenimimi 31 Mayıs Cuma akşamı Tünel’de edindim.
O akşam Beyoğlu’nda Babil denen bir kültür kuruluşunda on parmağında on marifet olan değerli dostum Mehmet Tekirdağ’ın Kedi Yazısı adlı sergisinin kapanışına gidecektim. Kedi figürleriyle alfabenin tüm harflerini yapmıştı. Oradan da Taksim’e geçerim diye düşünüyordum. Polis’in gazlı saldırılarının haberleri geliyordu.
Kadıköy vapurundaki insanlar üçerli beşerli küçük gruplar halinde, her zamankinden daha az konuşuyorlar. Birbirlerine daha yakın duruyorlar. Bana mı öyle geliyor yoksa gerçekten mi böyle diye düşündüm. Eh bugün Cuma, oralara eğlenmeye gider İstanbullular. Polis’in saldırıları da sürdüğünden bir tedirginlik olabilir diye açıklamaya çalışıyordum.
Tünel. Binenlerin büyük bir bölümü Kadıköy vapurundan inenlerdi. Hıncahınç dolmuştu vagon ve hareket etmesi bekleniyordu. Birden bire genç bir kız, 16-17 yaşlarındaydı sanırsam, “gaza karşı limon var, isteyene verebilirim” dedi. Herkeste bir şok ve sessizlik. Bu şoku ve sessizliği görünce, bütün naifliğiyle

12 Haziran 2013 Çarşamba

Bir Resmi Okumak – Gençlerin Ayaklarıyla Oy Verdikleri Program


Bu resmi iyi okumak gerekiyor.
Dünkü ”Özgürlük Direnişinde Kader Haftası başlıklı yazımız ile bu resmi birlikte okumak gerekiyor.
Yazımızda aynen şunları yazıyorduk:
“Bu direnişe en geniş kitlelerin sahip çıkması ve sahip çıkanların genişlemesi için birtakım somut adımlar atmak gerekiyor.
Bunun için.
·         Kürt Özgürlük Hareketi, tıpkı Newroz’da yaptığı gibi,  bütün güçlerini ve örgütlenme yeteneğini harekete geçirerek tüm Türkiye’de özellikle de Gazi Parkı’nda en geniş katılımla bütün ağırlığını koymalıdır. Kürt hareketine böyle davranması çağrısında bulunuyoruz.
·         Sadece Kürtler değil, tüm Demokratlar, egemen Türk bayrağı ve Atatürk vurgusun geniş kitleleri itici ağılığına karşı, Kürt Bayrağı ve Öcalan posteri taşımalıdır. Bununla paralel olarak, Atatürk ve Türk Bayrağına karşı olunmadığı, onları taşımanın da bir hak olduğu, ama Öcalan Posteri ve Kürt renkleri taşımanın da bir hak olduğu, bu hakkın savunulduğu vurgulanmalıdır.

11 Haziran 2013 Salı

Özgürlük Direnişinde Kader Haftası ve Öneriler

Gezi Parkı Direnişi’yle başlayan ve bir anda bütün Türkiye’ye yayılan eylemler ve direniş bir isyandır.
İsyan olarak başlamasa da, onu gerçekleştiren muazzam kalabalıklar onu öyle görmese ve anlamasa da, devlet ve hükümet tarafından bir isyan olarak görülecek ve değerlendirilecektir. Öyle de değerlendirilmiştir.
Başlangıçta Gül ve Arınç’ın yumuşatarak bölme ve sindirme stratejisi ile Erdoğan’ın cepheden saldırıp ezme stratejisi arasındaki fark, egemen blok saflarında bir çatlama yaratabilir gibi görünüyordu ve yaratabilirdi.
Ancak son derece değerli günler ve saatler heba oldu. Karşı taraf güçlerini toparlayacak zaman buldu.
Şimdi Erdoğan’ın dönüşüyle birlikte bu fark, aynı ezme ve bölme stratejisinin farklı taktik mücadele biçimlerine ve hamlelerine dönüşmüş; hükümet ve devlet kanadında bölünme olasılığı şimdilik ortadan kalkmış görünüyor.
Erdoğan bir yandan taraftarlarını toparlayıp saldırıya hazırlanırken diğer yandan çatlağı kapatarak, Gül ve Arınç çizgisini kendi çizgisine katıp hem kendi cephesindeki bölünme tehlikesini bertaraf ediyor (Bunun sonuçları hemen görüldü. Gül içki yasasını onayladı. Arınç, başbakan bir heyetle görüşecek dedi.) hem de böylece direnişçileri bölecek adımları peş peşe atıyor.

10 Haziran 2013 Pazartesi

Erdoğan Taksim’in Mesajını Anlamıyor Değil, Çok İyi Anladığı İçin Böyle Davranıyor

Erdoğan’ın konuşmalarına ve tarih algısına dikkat edilirse, onun bütün konuşmalarının ve  çabasının CHP ile DP, AP, ANAP, AKP arasındaki çatışmanın bir devamı gibi ele alma ve tartışmayı bu mecraya çekerek bu tartışmaya hapsetme ve buradan puan toplamaya yönelik olduğu görülür. Neden böyledir? Çünkü AKP’nin temsil ettiği Politik İslam’ın bu varlık koşuludur bu çatışma ve bölünme. Ama sadece onun değil, Kemalist bürokrasinin de. Böyle yaparak, onları da tekrar ayağa kaldırmaya onlara el ve bel vermeye çalışmaktadır. Bu yeterince anlaşılamamaktadır. Erdoğan’ın durumu ve Taksim’de ortaya çıkan hareketi anlayamadığı için böyle yaptığına ilişkin yorumlar yapılmaktadır.
Aslında Eroğan tam da tehlikeyi gördüğü ve durumu anladığı için böyle davranmaktadır. Çünkü Kemalizm ve Politik İslam aynı madalyonun iki yüzüdür. Politik İslam’ın Kemalizm’e; Kemalizm’in Politik İslam’a hava gibi, su gibi ihtiyacı vardır. Bunun tarihsel ve sınıfsal kökleri çok derindedir. Erdoğan içgüdüsüyle, sorunun böyle koyuluşu dışında başka bir varoluş koşulu olmadığını gördüğü için varoluş koşulu olan çelişkiyi işleyerek yeni ortaya çıkan tohum halindeki bölünmeyi henüz küçükken ezmeye çalışmaktadır.

9 Haziran 2013 Pazar

Özgürlük Direnişçileri İçin Birleştirici Bir Program Önerisi

Dün, Gezi Parkı’na Hrant Dink Alanı adı verilmesi ve oraya yıkılmış Enmeni Katliamı anıtının yerine bir yenisinin koyulması önerisi yapıldığında, Twitter’de bir arkadaş, bunun gündeme alınmasının doğru olmadığı, esas olarak direnişin amaçların tartışılmasının daha doğru olacağı yönünde bir eleştiri yaptı[1].
Elbette arkadaş haklı olabilir. Ayrıca bunlar birbiriyle çelişmeyebilir de. Arkadaşın bu önerisi ve eleştirisini de göz önüne alarak aşağıda, tartışılması, konuşulması ve görüşlerin olgunlaştırılması dileğiyle bir Demokrasi ve Özgürlükler Programı tartışmasına girilebilir.
Bu program her birinin kendi spesifik amaçlarını alt alta yazmaktan daha öte, onları adeta bir cebirsel formül gibi, her spesifik amacın da kendini bulabileceği bir program olmalıdır. Zaten bunu başardığı takdirde bu hareket toplumda tüm muhalif ve özgürlükçü güçleri toparlayıp kapsayabilir. Aşağıda böyle birk programın nasıl bir şey olabileceği tartışmasına bir giriş, bir başlangıç olabilecek bir program önerisi yer alıyor. Tümüyle reddedilse bile, en azından tartışmalara biz zemin oluşturabilir.

8 Haziran 2013 Cumartesi

Gezi Parkı'na Hrant Dink Parkı Adını Verelim. Eskiden 1915'te Katledilen Ermenilerin Anısına Yapılmış Anıtı Yeniden Dikelim

Gezi parkı direnişine katılan arkadaşlara bir öneride bulunmak istiyorum. Üzerine düşünelim, tartışalım, bir fikir oluşturalım ve geniş bir destek bulursa uygulayalım diye.
Türkiye'deki özgürlük mücadelesi ileri giderken aynı zamanda daha da gerilere gidip bugünkü keyfiliğin, anti demokratikliğin köklerine de yönelmek zorundadır. Bu geriye bakışta herkes ve gezi parkının özgürlükçü hareketi, ister istemez Ermeni Katliamı ve Anadolu'nun Hıristiyan haklarının yok edilmesi ve sürülmesi gerçeğiyle karşı karşıya gelecektir.
Gezi parkı direnişi hepimizi hızla eğitmektedir. Onlarca yılda kat edebileceğimiz yolları bir iki günde kat ediyoruz. Bunu göz önüne alarak, bir öneri yapmak istiyorum.
Gezi parkında eskiden 1915'te katledilen Ermeniler için bir anıt vardı. Bu anıt yıllar önce kaşla göz arasında yok edildi.
Keza bugünkü Gezi Parkı’nın olduğu yerlerde özellikle Harbiye yönünde bir Ermeni mezarlığı vardı. (Mezarlığın ve anıtın kısa hikayesi aşağıda ek olarak var.)
Bunu göz önüne alarak. Gezi parkını Hıran Dink Parkı olarak adlandıralım ve oraya aynı anıtı yapamayacağımıza göre bütün sanatçı ve heykeltıraş arkadaşlarımızın yapacakları anıtları orada sergileyip en çok beğenileni oraya koyarak, özgürlükçü mücadelemizin tarihsel köklerini de derinle daldıralım diye düşünüyorum.
Köklerimiz ne kadar derinlere giderse, dallarımız o kadar yükseklere çıkar; meyvelerimiz o kadar büyük ve lezzetli olur.

7 Haziran 2013 Cuma

Erdoğan’ın Anti-Demokratik Demokrasi Anlayışı, Azınlıklar ve Ulusçuluk

Recep Tayyip Erdoğan’ın demokrasi anlayışı, sadece içeriği bakımından (İslami ve Türki referanslara dayanması bakımından) demokratik değildir; demokrasi anlayışı bakımından da anti demokratiktir. Erdoğan’ın anlayışını eleştirip yanlış olduğunu söyleyenler de  bu ynlışlığı tanımlamayamamakta ve onu doğru bir noktadan eleştirememektedirler. Çünkü onların demokrasi anlayışı da demokratik değildir.
Demokrasinin anti demokratik anlayışı, genel olarak demokrasinin anti demokratik bir sistemle uyuşabileceği gerçeğini kabul etmez ya da görmezden gelir. Çoğunluğun anti demokratik olabileceğini kabul etmez veya varsaymaz.
Demokratik bir demokrasi anlayışı ise, demokrasiyi sadece azınlık ve çoğunluk ilişkisiyle tanımlamaz, haklarla tanımlar. Hakların ne olduğunu belirlemeyle uğraşır. Çünkü haklar, azınlık ve coğunluk ilişkisi, yani genel olarak demokrasi ilişkisinin dışında kalırlar.

6 Haziran 2013 Perşembe

Kendiliğindenliğe Övgü

(Bu yazı on iki yıl önce yazılmıştı. Bugün her zamankinden taze.)
En kendiliğinden hareketlerin bile, o kendiliğindenlik boyasının altı kazınınca, altından daima isimsiz bir anarşistin, bir komünistin, bir isyancının uzayın sağır boşluklarında yok olup gittiği sanılan unutulmuş çabasının kızıl tortusu çıkar, bir kaç yıl önce ölmüş bir devrimcinin (E. Mandel) dediği gibi.
Bu kızıl tortu, tıpkı bir yağmur damlasının oluşması için toz zerreciklerinin gördüğü türden bir işlev görür kendiliğinden hareketlerin oluşmasında. Bu tortu, hareketin kendisi ya da örgütlü ifadesi değildir ama onun ortaya çıkması için bir tohum, bir katalizatör, bir maya işlevi görür.
Ama bu mayanın da etki gösterebilmesi ancak onun etkiledikleriyle aynı “doku grubu”ndan, aynı “dalga boyu”ndan olmasıyla mümkündür.

5 Haziran 2013 Çarşamba

İnternette Rastladığım Aşağıdaki Mektubun Tüm Türkiye'deki "Gezi Parkı" Direnişçilerince ve Destekçelirence, Direnişin Birinci Hedefi Olarak Kabulünü öneriyorum

Değerli Arkadaşlar,
Aşağıdaki Mektuba bir E-mail grubunda rastladım. Bu mektup, direnişlerin özünü ve somut olarak ifade edilmemiş en temel hedeflerinden birini son derece somut olarak gerçek bir olay üzerinden anlatmaktadır.
Bu mektup, demokratik bir ülkede vatandaşın hakkı ile polisin görevini son derece özlü olarak ifade etmektedir.
Hem demokrasiye sahiplenen ve demokrat ve modern bir yurttaş anlayışının oluşması için; hem bugünkü keyfi ve devleti yurttaşlardan üstün gören cihazın parçalanıp, yurttaşların üzerinde yükselmeyen, onlara hizmet eden bir devlet cihazının örgütlenmesi gerekliliği  hedefinin tanımlanması için somut ve anlaşılır bir örnek olduğu inancındayım.
Bu metnin, demokratik özlemleri dile getiren “Gezi Parkı” direnişçilerinin amaçlarının birinci maddesi olarak kabul edilmesini öneriyorum.
Elbette bizler şekilsiz bir bütünüz, (iyiki de öyleyiz) bu nedenle oturup bürokratik bir mekanizmayla bunu ortak birinci amacımız olarak kabul edip etmeme yönünde bir karar alamayız. Ama şimdiye kadar direnişimizi kendiliğinden ve el yordamıyla örgütlediğimiz yöntemle, bu bildiriyi 1 nolu amaç bildirimiz olarak seçebiliriz.
Bunun  için yapacağımız, bu bildiriye katıldığımızı belirtip, tanıdıklarımıza dostlarımıza ve sosyal medyaya yönlendirebilir onlardan da aynısını yapmalarını isteyebiliriz. Aynısını küçük masalarda imzalar açarak sosyal medyada da yapabiliriz.
Böylece kendiliğinden, oylamasız ama en demokratik oylamadan daha demokratik bir biçimde, ama bu mektubun bizlerin özlem ve eğilimlerini yansıttığını herkese duyurabiliriz.
Böylece amaçlarımızı er demokratik bir şekilde adım adım şekillendirebiliriz. Onlara sistematik bir bütünlük kazandırabiliriz.
Bir ülkenin demokratik olması için önce yurttaşların demokrat olması ve demokrasiye sahip çıkıp onu savunması gerekir.
İlk adımı böyle atabiliriz.
Bu bir başlangıç olabilir ve denemeye değer.
Desteklenmesi ve yayılması dileğiyle
Tüm demokrasi özlemli direnişçilere sevgiyle
Demir Küçükaydın

3 Haziran 2013 Pazartesi

Neler Olabilir?

Elbet şu saatlerde olayların nasıl gelişeceği bilinmezken olayların gelişimi üzerine bazı tahminlerde bulunmak yanlış görünebilir. Ama yine de ayrıntılara ilişkin değil ama genel gidiş üzerine bir tahminde bulunabiliriz. Güçler ve onların karakterleri üzerinden.
Epeydir birçok kereler yazdığımız bir benzetme vardı. “Şimdi DP iktidarının 1955 sonrasını yaşıyoruz. Önümüzde 27 Mayıs var” diyorduk. Menderes ve Tayyip’in yaptıklarının paralelliklerine dikkati çekiyorduk. Önümüzde, muhtemelen böyle bir süreç var.
Neden böyle olur?
Sosyolojik nedenleri vardır. Sınıfların gücü, karakteri ve çıkarları ile ilgili.
Askeri bürokratik oligarşi (CHP) ile burjuvazi (DP, AP, ANAP, AKP)  birbirlerinin varlığına meşruluk kazandırırlar.
Birincisi, Burjuvazi anti demokratik olduğundan geniş bir demokratik reformlar manzumesiyle en geniş kitleleri birleştirmez ve bu pahalı, baskıcı bürokratik devlet cihazını tasfiye etmez, sadece var olan cihazı kontrolü altına almakla kendini sınırlandırır.
Ama bu cihaz aynı kalınca Askeri Bürokratik Oligarşinin maddi temeli (Bu muazzam baskıcı, merkezi, bürokratik, askeri, keyfi mekanizma) olduğu gibi kalır. Politik gücünü tekrar ele geçirmek için karşı tarafın yıpranmasını ve akılsızlıklarını bekler.
Karşı taraf yine demokratik olmadığından nüfusun bir yarısını karşıya itecek uygulamalara gider. Bu memnuniyetsizlik geri teper. Nüfus içinde az da olsa şehirli ve modern toplumun sinir uçları da şehirler olduğundan nüfus içindeki oranlarından çok daha etkili bu güçler ayağa kalkar.
Karşı taraf da bunu ezmek ve sindirmek için şiddete başvurur. Bu çıkmaz içinde ordu yine bir denge unsuru, bir kurtarıcı olarak geri gelir.
İkincisi, Askeri bürokratik oligarşinin esnektir. Burjuvazi kadar hatta ondan daha esnektir. Bizans iken, Osmanlı ile ittifak kurup, Kendini yenilemiştir. Osmanlı olunca, Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet, Çok Partili Rejim gibi dönüşümlerle muazzam bir esneklik gösterir ve bu güne kadar gelir örneğin.
Bu sefer de aynı esnekliği gösterip ömürlerini bir elli yıl daha uzatabilirler. Bunu yapacak esnekliği ve tazeliği bizzat AKP iktidarı Ergenekon tevkifatlarıyla bu tabakaya sağladı. Zaten bu tabakanın kendisi el ve bel vermeseydi Ergenekon tevkifatları, yani bürokrasinin bağırsak temizliği gerçekleşmezdi.
Nasıl 28 Şubat Politik İslam’a taze kan verdiyse, Ergenekon tevkifatları da askeri bürokratik oligarşiye tekrar esneklik kazandırıp taze kan verdi.
Daha önce, Son birkaç yılda cephenin döndüğünden, Erdoğan’ın artık otoriter ve anti demokratik bir görünüme bürünüp muhalefetin demokrasi savunucusu ve mazlum duruma geçtiğinden söz etmiştik. Şu an bu görünüm iyice pekişmiş duruyor.
Yani şimdi eğer Gül, Arınç gibi Politik İslam’ın kurmayları duruma el koyup Tayyip Erdoğan’ın istifasını sağlayamazlar ve bir tamir hareketine girişmeyi beceremezlerse bu iş darbeye kadar gider. Hem de bir kurtarıcı gibi gelecek bir darbeye kadar.
Ama istifasını sağlayabilirlerse AKP kurmayları, o zaman durumu onaracak, onun attığı adımları geri alacak bir hükümet ile işler sivil bir biçimde bir süre daha gidebilir.
Ancak, bizzat iktidarı kendi elinde merkezileştirmiş olması Erdoğan’ın en büyük handikabıdır. Kendini bir tuzağa düşürmüştür. Çıkarabilecek kimseyi etrafında bırakmamıştır. Onu kimse ikna edip kenara çekecek durumda değildir.
Bu nedenle büyük bir olasılıkla olaylar tırmanmaya devam edecektir.
Çünkü bu noktadan sonra ne direniş geri gidebilir ne de Erdoğan. Erdoğan’ın geri adım atması bitmesi olur. Onun için daha ileri gitmek zorundadır. Ama ileri gittikçe de tepkiler büyüyecektir. Korku sınırı aşıldığından bu iktidarı daha sert davranmaya zorlayacaktır. Ama bu ise mücadeleyi tırmandıracaktır.
Özetle, Erdoğan’ın istifası dışında sivil bir çözüm görülmemektedir.
Ama onu istifaya zorlayabilecek bir mekanizma da yoktur.
Bir olasılık daha bulunmaktadır. Fethullahnçıların AKP’yi bölmesi ve Erdoğan’ın bir anda azınlığa düşmesi. 1960’ların sonunda Demirel’in AP’sinde bu olmuştu.
Fethullah ve CHP görüşmelerine dair söylentiler bunun olabileceğini de göstermektedir.
Şimdi Taraf, Zaman, Gül, Arınç, İstanbul Belediye Başkanı Topbaş, Milli Eğitim Bakanı, Ertuğrul Günay vs. hepsi Erdoğan’a cephe almış bulunuyor. Tecrit durumda.
Bu Politik İslam’ın içinden bir çözüm çıkmazsa, bu iş darbeye gider.
Şu ana kadar bir şans eseri ölüm olmadı.
Ancak bu şiddet bir süre sonra onu da getirecek. O zaman bu işin şehitleri de olacaktır.
Bu gidişle bir darbe gelir. Hem de Erdoğan’ın en güvendiği generalleri yapar. Allende de bir takım güvenilir generaller getirmişti ve onlar onu yıkmıştı.
O zaman ne olur?
Bu kurtarıcı, bir denge rejimi olur. Tekrar prestiji ve gücü elinde bulunduracağından hükümeti kısa zamanda parlamentoya iade eder. Muhtemelen Kürtleri de sisteme entegre edecek bir anayasa yapar. Yani 27 Mayıs’ın ikinci bir versiyonu. Hatta Öcalan başbakan bile olabilir.
Nasıl Bizans Osmanlı aşısıyla ömrünü bir dört yüz yıl daha uzattıysa Kürt aşısıyla en azından bir kırk yıl daha uzatır.
Tıpkı Roma-Bizans’ın aldığı Osmanlı aşısıyla Doğuda hızla gelişmesi ve iki yüz yıl önce Selçuk aşısı alarak kendisini Ege sahillerine kadar kovalayan İran’ı ta bugünkü sınırlara kadar sürmesi gibi. Kürt aşası almış, parlamentoyu da ayıbını örten bir asma yaprağı olarak ayıp yerinin üstüne koymuş Türk-Kürt askeri bürokratik oligarşisi de, mezhep ve aşiret çatışmaları içinde bunalmış Suriye ve Irak halkına da bir kurtarıcı gibi görünüp, Bağdat ve Şam’a kadar yayılabilir.
Tarih bu işlerin genellikle böyle yürüdüğünü gösteriyor.
Bir mucize olur da İşçi Sınıfı tarihsel uykusundan uyanır ve unuttuğu demokratik ideallerini yeniden kazanırsa. Orta doğunun Prusya tarzı birliğinin yerini, Devrimci Demokratik bir Ortadoğu Demokratik Cumhuriyeti alabilir.
Ama şu an bu olasılık nerdeyse sıfır.
03 Haziran 2013 Pazartesi
Demir Küçükaydın