İki gündür yazdığımız yazılarda doğrudan Türk Devletini ve Erdoğan’ı
İdlip’teki saldırının arkasında olmakla suçluyoruz.
Bu suçlamayı yaparken uzun süredir savunduğumuz ve dile
getirdiğimiz başka bir politika yapma tarzını savunuyoruz aslında: önce “kendi”
devletini ve “kendi” milletini suçlayacaksın; devletler söz konusu olduğunda
suçsuzluğunu kanıtlamak onların görevidir.
Ama bu yazıda işin bu programatik, stratejik, mücadele biçimleriyle,
politik mücadele verme tarzıyla ilgili yanını bir tarafa bırakalım.
Somut olarak böyle bir yaklaşımın ne kadar gerekli olduğunu
olgular düzeyinde görelim.
İdlip Saldırısı üzerine yazan herkes ağız birliği
etmişçesine, Esat’ın 2013 yılında Ghuta’da kimyasal saldırısı yaptığını ve
bugün de İdlip’te aynısını yaptığını söyleyerek söze giriyor.
Ve bu söze böyle girmeler öyle masum değil.