29 Aralık 2017 Cuma

Bitcoin’in Ekonomi Politiği (7) – “Hodl!” - Bitcoin’in Savaş Narası

Bitcoin’in ağ olarak büyümesi, öncelikle insanların küçük meblağlar halinde bile olsa Bitcoin almalarını, dolayısıyla bir Bitcoin cüzdanı edinmelerini (indirmelerini) ve bu küçük miktarı satmadan elde tutmalarını gerektirir.
Sadece bu tarz bir davranışlar bile Bitcoin’in yavaş yavaş bir ağ oluşturmasını ve çok ilerde belli bir kritik kütleye ulaşmasını sağlayabilir.
Hiç borsa yükselişleri olmadığını, Bitcoin’in tüm borsalarda yasaklandığını varsaysak bile, Bitcoin böyle el altından veya borsa dışı alış ve satışlarla büyümeye devam edebilir ve ağını genişletebilir.
Çünkü Bitoin miktarı sabit denebilecek kadar yavaş büyümektedir ve Bitcoin sahibi olanlar ve alanlar Bitcoin madenciliği ile yaratılan Bitcoin miktarından daha hızlı büyüdüğü sürece Bitcoin’in talebi arzından fazla artacağından, Bitcoin sürekli bir değerlenme eğilimi içinde olacaktır.

28 Aralık 2017 Perşembe

Bitcoin’in Ekonomi politiği (6) – Ağ Etkisi ve Bitcoin

 “Önce seni görmezden gelirler,
 sonra seninle alay ederler,
 sonra seninle savaşırlar,
ondan sonra sen kazanırsın.
Ghandi
Bitcoin’in tıpkı altın veya gümüş gibi içinde yoğunlaşmış bir emek, yani gerçek bir değer bulundurduğunu görmüştük.
Bitcoin’in, bir genel eşdeğer kullanım değerine sahip olabilmek için gerekli tüm özelliklere, hatta fazlasına sahip olduğunu görmüştük.
Bitcoin’in bir paranın tam fonksiyonlarını yerine getirebilmek için bütün özelliklere fazlasıyla sahip olduğunu da görmüştük.
Şimdi sorun Bitcoin’in bu özellik ve işlevlerine dayanarak bugün var olan paraların ve paraların dayandığı sistemin yerini alıp alamayacağı ve alırsa nasıl alabileceğidir.
Burada bilmediğimiz, daha önce hiç karşılaşmadığımız bir yeni kıtadayız.

27 Aralık 2017 Çarşamba

Bitcoin’in Ekonomi Politiği (5) – Bitcoin’in Bugünkü Durumu, Yayılması ve Geleceğinin Sorunları

Şimdi konunun en riskli bölümüne geliyoruz. Eldeki bilinenlerden hareketle, bu yepyeni alanda Bitcoin’in geleceğinin hangi kuvvetlerin etkisiyle şekilleneceğini anlamaya çalışmak.
Önce şu anki durumu tespit edelim. Bir durum yargılamasıyla başlayalım.
Bitcoin’in, Altın-Para, Altın karşılığı olan Kağıt Para, karşılıksız (Fidüsyer) İtibari Para (Devlettlerin yani Merkez Bankalarının bastığı para), bankaların yarattığı Giral Para (Bankaların kredi vererek yarattığı para) gibi paranın bütün biçimlerinin yerine geçebileceği ortadadır.
Zaten Bitcoin’in çıkışının temelinde, Devletin ve Barkaların hiçten para yaratarak insanların alım güçlerini düşürmesi, ekonominin giderek rant ve spekülasyona yönelmesine karşı bir araç bulunması çabası bulunmaktadır.
Bitcoin’e yapılan itirazlar çoğu kez bugünkü paraların yerini alacak özellikleri olmadığından hareketle yapılmaktadır. Bunların birkaçına bakalım.

26 Aralık 2017 Salı

Bitcoin’in Ekonomi Politiği (4) – Paranın İşlevleri ve Bitcoin

Önceki yazıda Bitcoin’in, Altın gibi, genel eşdeğer olabilmek için tüm özelliklere fazlasıyla sahip
olduğunu görmüştük.
Şimdi soru şudur: bu özelliklere sahip olmak onu bir evrensel para yapmaya yeter mi; bu yolda ne gibi güçlüklerle karşılaşabilir?
Hemen görüleceği gibi, bu gelecekte ne olabileceğini öngörmeye yönelik bir çabadır.
Şimdi genel yasalardan hareketle bu yeni olguda o genel yasaların ne kadar veya nasıl geçerli olabileceğini kestirmeye çalışıp en azından genel bir eğilimi öngörme çabasına girilebilir.
Bitcoin üzerine yazanlar genellikle onun genel bir eşdeğer olmaya son derece uygun özelliklerini sıralayıp, buradan doğrudan doğruya, otomatikman Bitcoin’in genel bir eşdeğer ve mübadele aracı olacağı sonucuna ulaşıyorlar.

24 Aralık 2017 Pazar

Bitcoin’in Ekonomi Politiği (3) – Genel Eşdeğer (Para) Olarak Altın ve Bitcoin

Trampa ya da gelişmiş mübadeleye dayanan bir ekonomide ürünler (kullanım değerleri) doğrudan birbiriyle değiştirildiğinden ortaya bir genel eşdeğer ihtiyacı çıkmaz.
Ancak mübadele genelleştiğinde ve ticaret başladığında çok farklı ürünler arasındaki mübadeleyi gerçekleştirebilmek için bir genel eşdeğer ihtiyacı ortaya çıkar. Artık iki ürünün birbiriyle değişimi değil, sonsuz sayıdaki farklı ürünler arasında değişim söz konusudur.
Bu durumda mübadelelerin eşdeğerlik ilkesine göre gerçekleşebilmesi için bütün metaların mübadele değerlerini ifade edebilen bir meta gerekir.
Genel Eşdeğeri belirleyen şey, karşılığında her türlü metanın satın alınmasını mümkün kılan bir meta olmasıdır.
Genel Eşdeğerin kendisi de bir metadır.
Ve genel eşdeğer olan metanın mübadele (değişim) değeri de, bütün diğer metaların mübadele değeri gibi, üretimi için gerekli sosyal müddet miktarıyla belirlenir.

22 Aralık 2017 Cuma

Bitcoin’in Ekonomi Politiği (2) – Kullanım Değeri ve Bitcoin

Bitcoin’i, onun nasıl bir evrim geçireceğini, ne gibi sonuçları olacağını biraz olsun anlayabilmek için yeni bir kıtaya ayak bastığımız varsayımından hareket etmemiz gerekiyor. Hatta buranın yeni bir kıta mı, yoksa bildiğimiz kıtaların ta kendisi mi olduğunu anlayabilmek için de böyle davranmak gerekiyor
İnternet bir kıyaslama sağlayabilir.
İnternet ilk çıktığında onun bugün hayatımızda taşıyacağı önemi vs. keza internet sayesinde var olan Google’u, dolayısıyla Big Data’nın önemini. Big Data’nın yapay zekaları geliştirmek için gerekliliğini ve önemini, dolayısıyla bugün kendimizi birden bire tarihteki en büyük teknolojik ve sosyolojik değişikliklerin arifesinde bulacağımızı tahmin bile edemezdik.
Ve bütün bunlar topu topu yirmi yılda oldu.

16 Aralık 2017 Cumartesi

Bir Devrimin Eşiğinde (9) – Zorunluluklar ve Özgürlükler Alemi Üzerine

Bir önceki yazıda özgürlükler aleminin Toplum denen var oluş ve hareket biçiminin aşılması olduğu sonucunu yazmıştık.
Ancak bu sonuca biz de yeni ulaşmıştık.
Marks’ın “komünist toplumun üst aşaması dediği” zorunluluklar aleminin ötesindeki özgürlükler alemini, biz de yakın bir zamana kadar bir toplum (veya üretim) biçimi olarak düşünüyor ve öyle ifade ediyorduk.
Ancak üzerine dikkatli düşününce bunun aslında toplumsalın sonu ve aşılması olduğunu gördük ve kavramların iç tutarlılığını sağlamak için, bunu yeni bir toplum veya üretim biçimi olarak değil, Toplum’un aşılması olarak tanımladık. Zaten emeğin ortadan kalkması üretimin de ortadan kalkması olacağından üretimin olmadığı bir üretim biçiminden söz etmek gibi bir çelişki de kavramın içinde bulunuyordu.
Aşağıda ikibinli yılların başında yazdığımız bir yazıyı aktaracağız. Yazı Demokrasi bağlamında yazılmıştı.

15 Aralık 2017 Cuma

Bir devrimin Eşiğinde (8) - Toplum Nedir?

Dikkat edilirse “Bir Devrimin Eşiğinde” başlıklı bu yazı serisinin en başında devrim kavramının üç farklı anlamını ele almış ve bu eşiğinde olduğumuz devrimin, Neolitik devrim, Tarım Devrimi, Sanayi Devrimi gibi üretici güçlerde bir nitelik değişimi anlamına gelen, dolayısıyla çok derin değişikliklere yol açacak bir devrim olduğunu, benzeri devrimlerin ortaya çıkıp yayılmasının Neolitik  ve Tarımda devrimlerinde olduğu gibi bin yıllar veya Sanayi Devriminde olduğu gibi yüz yıllar sürmesine  karşılık, bu eşiğinde bulunduğumuz devrimde, aynı derinlikte ve çaptaki değişikliklerin on yıllar içinde gerçekleşeceğini söylemiştik.
Böyle derin değişikliklere yol açan bir devrimi ve muhtemel sonuçlarını anlayabilmek, az çok ön görülerde bulunabilmek ister istemez, Tarihsel Maddeciliğin (Sosyolojinin) ve Ekonomi Politiğin en temel kavramlarını gündeme getirir.

13 Aralık 2017 Çarşamba

Bitcoin’in ve Blockchain Teknolojisinin Mucidi Satoshi Nakamato İle Söyleşi

Bitcoin’in ekonomi politiği üzerine yazmaya başladığımız bu yazı serisin henüz başındayız.
Bitcoin denen olguyu anlamak için önce Marksist para teorisine girmek gerekecektir. Var olan kavramların bu yeni olguyu açıklayacak ve evrimini öngörecek bir temel sunup sunmadığına bakılacaktır.
Ama bir yandan da bilgi kirliliğine karşı orijinal metinlere de yer vermeye çalışacağız.
Bu bağlamda muhtemelen ilerde adı gerçek bir dahi olarak anılacak, kadın mı erkek mi, yoksa bir grup programcı mı olduğu bilinmeyen Satoshi Nakamato’nun ne gibi düşüncelerle bu parayı oluşturduğuna ilişkin olarak birinci dereceden bir bilgi son derece önemlidir.
Aşağıdaki metin Satoshi Nakamato’nun “başka işlerle uğraşacağım” diyerek yok olmasından önce yaptığı çeşitli yazışmalarından derlenerek oluşturulmuş bir hayali söyleşi. Yani Satoshi Nakamato’den yapılmış orijinal alıntıların bir söyleşi biçiminde derlenmesidir.
Söyleşi Phil Cmampagne’nin “Book of Satoshi” adlı kitabında yayınlanmış.
Biz de bunu Aaron Koenig’in “Bitcoin – Devletsiz Para” başlıklı kitabından çevirdik. Almancamız mükemmel değil. Bu nedene yetersiz bir çeviri olabilir ama daha iyisini yapacak bir hayırsever çıkana kadar bu bir fikir vermeye de yeter.

Ne Yapmalı? Bekir Ağırdır’ın Tespitleri ve Çıkış Yolları (Bu sıkışmışlıktan nasıl çıkarız?)

Türkiye’de (aslında Dünyada da) demokratların ve muhalefetin en büyük zaafı bir program ve stratejisinin olmamasıdır. Ama bu zaafın aşılmasını engelleyen daha büyük bir zaaf daha vardır: bir program ve strateji olmadığını görmezden gelmek ve dolayısıyla bir program ve strateji tartışmasının bile yokluğu.
Öncelikle bu yokluğu yok etmek gerekiyor.
Bekin Ağırdır, Türkiye’nin aydın standartlarının üzerinde; Türkiye’de demokrasi mücadelesi vermeye çalışan herkesin ciddiyetle izlemesi gereken bir araştırmacıdır.
Ama sadece bir araştırmacı değildir, angaje bir demokrattır da.
Bekin Ağırdır’ın demokrasi mücadelesinin tıkanmışlığına ve aynı zamanda nasıl bir potansiyelin de var olduğuna ilişkin sunduğu veriler son derece önemlidir.

10 Aralık 2017 Pazar

Bitcoin’in Ekonomi Politiği (1)

Bundan bir süre önce, 29 Ağustos tarihinde, kendisi İngiltere’de bir üniversitede araştırmalar yapan bir okurum Facebook Messenger ile bana şu mesajı yollamıştı:
 “Merhaba Demir Hocam, Bitcoin adında yeni bir para birimi var (…). Bunun reel geçmisi 3-4 yıl. Henüz Marksist bir değerlendirme yapılmış değil. Bunun için. nette baktım yok. Eminim siz bunu çok iyi yaparsınız. Ve İngilizce yayınlarsanız, birçok çevreye ulaşabilirsiniz. (…) Küçük bir öneri. Sağlıcakla.”
Bu mesaj epeydir kafamda olan, Bitcoin konusuna ciddi bir biçimde yoğunlaşmak için bir vesile oldu.

8 Aralık 2017 Cuma

Bir Devrimin Eşiğinde (7) – Ateşin İnsan Oluş Sürecindeki Önemi ve Kıvılcımlı’nın Yanılgıları (2)

Önceki yazıda Ateş’in de tıpkı el baltası ve sopa gibi bir araç değil, canlı gibi bir cansız organ olduğuna, toplumu biçimlerini değil, canlı türlerini değiştirdiğine, bunun insan türünün oluşumundaki önemine değinmiş ve ateş olmadan bugünkü insan anatomisinin açıklanamayacağını, vücudun enerjisinin yüzde yirmisini harcayan beynin (zekanın) tamamen fiziksel ve matematik olarak hesaplanabilir sınırlar nedeniyle, bu şekilde gelişemeyeceğini göstermiştik.
Bu yazıda Kıvılcımlı’nın (ve Engels’in) bu süreci ele alışında aynı mahiyetteki temel metodolojik ve kavramsal yanılgılarına değineceğiz.
Burada Metodolojik ve Kavramsal sözcüklerinin altını çizmemiz gerekiyor.

6 Aralık 2017 Çarşamba

Bu Rejime Ancak Kitlesel Sivil Direniş Hareketleriyle Son Verilebilir

Erdoğan’ın diktatörlüğüne seçimler ile son verilebileceğini düşünenler ve stratejilerini buna oturtmaya çalışanlar Erdoğan’ın suç ortaklarıdır.
Erdoğan’ı seçimlerde yenebilmek için bile, şimdiden ona karşı sivil direniş hareketleri başlatmak gerekir ki bu hareketlerin sonucunda oluşacak kıta kaymaları, güç dengesi değişimleri seçim sonuçlarında ifadesini buldun.
Seçimler gerçek güç ilişkilerinin sadece bir anlık tespitinden başka bir şey değildirler.
Seçimlerin sonuçları güç ilişkilerini değil, güç ilişkileri seçimlerin sonucunu belirler.

30 Kasım 2017 Perşembe

#İSTİFA’nın Zamanıdır

Erdoğan’ın başkanlık seçimiyle veya uluslararası sıkışmışlığı sonucunda devlet için taşınamaz bir yük oluşuyla vs. bulunduğu mevkii terk edeceğini düşünmek, sahte hayaller yaymaktır.
Çünkü Erdoğan için geri dönüş yoktur. En küçük bir geri adım, bir zaaf belirtisinin sonu olacağını herkesten iyi bilmektedir.
Bulunduğu yerde kalmak için HERŞEYİ yapmaya hazırdır.
Bugüne kadar yaptıkları bunu gösterir.
Erdoğan bir tek şekilde iktidardan uzaklaştırılabilir: Milyonların katıldığı sivil bir yurttaşlar hareketiyle.
Şu an Erdoğan’ın #İSTİFA’sını talep eden; bayrağı ve parolası bir tek #İSTİFA sözcüğünden oluşan bir sivil direniş hareketinin oluşması için şartlar olağanüstü uygundur.
Ayrıca Erdoğan Kılıçdaroğlu’nun iddialarını ispat etmesi durumunda, #İSTİFA edeceğini söyleyerek bu silahı bizlere kendi eliyle vermiş bulunmaktadır.

29 Kasım 2017 Çarşamba

Bir Devrimin Eşiğinde (7) – Ateşin İnsan Oluş Sürecindeki Önemi ve Kıvılcımlı’nın Yanılgıları (1)

Bildiğimiz kadarıyla Kıvılcımlı, Engels ile birlikte Maymun’dan insana geçiş sürecine kafa yormuş ve bir şeyler yazmış tek Marksist’tir[1].
Engels insan olma sürecinde “emek” kavramı ile dolaylı olarak taş balta ve sopanın önemi üzerinde durmuştu ve bu görüşüyle çağdaşlarından çok ilerdeydi.
Ama Engels, bu nesnelerin biyolojik kategorilerle ele alınması gereken birer organ olduklarını görememiş ve onları sosyolojik kategorilerle ele almış, birer üretim aracı olarak değerlendirmiş ve bu nedenle de insan olma sürecinde “emeğin rolü”nden söz etmek gibi çok ciddi bir yanlış yapmıştı.
Kıvılcımlı ise aletin yanı sıra Ateş üzerinde durmuştur ve Engels’in, kendi zamanında dik durma ve kavramanın önemini görmede öncü olması gibi, ateşin önemi ve eskiliğini birçok antropolog ve paleoantropologtan daha önce vurgulamasıyla bir öncüdür.

27 Kasım 2017 Pazartesi

Bir devrimin Eşiğinde (6) – Biyolojik ve Toplumsal Kategoriler ve Toplumsal Bir İlişki Olarak Nesneler

Marksizm, maddi ya da manevi, herhangi bir nesnenin, sosyolojik olarak toplumsal bir ilişki olduğundan ve öyle ele alınması gerektiğinden söz eder.
Bu hayati önemde bir önermedir. Tarih ve toplum üstü bir insan özü olmadığı (örneğin “insanoğlu özünde bencil bir yaratıktır gibi saçmalıklar ve bunları eskiden öğrendiklerini unutup Marksist bir önermeymiş gibi söyleyenler göz önüne getirilsin.) önermesi de aslında bu önermenin bir mantık sonucundan başka bir şey değildir.
Bu ne demektir?
Örneğin bir traktörü ele alalım.
Traktör, örneğin kapitalist bir toplumda sosyolojik olarak bir üretim aracı; ama ekonomi politik olarak aynı zamanda bir sabit sermaye olabilir.

23 Kasım 2017 Perşembe

Süreyya Erdem’in Ardından - İnanılmaz Rastlantılar ve İki Resmin Hikayesi

Facebook verilerimizi toplayıp Big Data olarak kullanıyor ama en azından dostlarla haberleşme ve onları uzaktan da olsun izleme ve hatırlama olanağı da sunuyor. Türk devleti gibi, sadece izleyen, engelleyen, kanı emen bir ur değil; en azından küçük de olsa bir “hizmet” sunuyor, bir ihtiyacı karşılıyor, bir kullanım değeri de üretiyor.
Dün, politik gelişmeler bağlamındaki yazıyı bitirdikten sonra, ikinci bir yazı daha çıkarmak, Kıvılcımlı’nın Ateş konusundaki yanılgıları üzerine yazmak için bilgisayarın başına geçmiştim ki, bir ses, Facebook Messenger’de bir mesaj olduğunu bildirdi. Bakınca, uzaklarda yaşayan Enver Tahsin Yaygın’ın yolladığı şu mesajı gördüm: “Süreyya Erdem’i yitirdik (…)”

22 Kasım 2017 Çarşamba

CHP, HDP ve İyi Parti’ye Çağrı: Erdoğan’a Bir Şans Verin

Sınıflar, örgütler ve kişiler kendi sonlarını genellikle dünyanın ve her şeyin sonu olarak görürler ve ellerinde güç ve yetki varsa kendileriyle birlikte tüm ülkeyi, hatta dünyayı bile bir mahva götürebilirler. Tarih bunun örnekleriyle doludur.
Şu an gerek Erdoğan’ın; gerek Erdoğan-Ergenekon ittifakının durumu budur.
Her ikisi de en küçük bir demokratikleşmeyi bir yana bırakalım, en küçük bir hukuk ve adalete dayanan bir işleyişin bile kendilerinin sonu olacağını bildikleri için, kaçınılmaz sonlarını engellemek için hem kader birliği yapıyorlar; hem de Türkiye’de yaşayan yurttaşların, Suriye’den bile daha kötü bir şekilde mahvına yol açacak bir yola girmiş bulunuyorlar.
Sinikçe “zulmün artsın, sonun çabuk gelsin” diyemeyiz.
Bunu biraz olsun azaltacak en küçük bir olanak bile değerlendirilmelidir.

20 Kasım 2017 Pazartesi

Bilimsel Çalışmalarda Kültürel Önyargılar ve Kölelerin Bir Sınıf Olmadığı Hakkında


Aşağıdaki yazıyı, 2012 yılında yanı aşağı yukarı tam beş yıl önce, Kıvılcımlı sempozyumu çalışmaları bağlamında yazmış ve sempozyumu hazırlayan e/mail grubunda tartışmaya açmıştık. Yazı vurgusu ve bağlamı farklı olmakla birlikte, robotlar ve yapay zeki gibi eşiğinde bulunduğumuz devrimi anlaşılmasına yönelik temel kavramlarla ilgilidir.
Bu bağlamda Neolitik devrmide ehlileştrelen hayvanlar, özellikle bir sürüyü güden ve akşam ağıla sokan çoban köpekleri bugünk robotlarla kıyaslanabilirler.
Keza Roma ve Yunan kentlerindeki köleler de bugünkü yapay zeka düzeyinden çok ilerde robotlar olarak görülebilirler. Çünkü ekonomi politik olarak işlevleri aynıdır.
Bu bakımdan önümüzde bulunan devrimin nasıl alt üst edici sonuçlar doğuracağına ilişkin ilginiç ipuçları sunabilirler.

19 Kasım 2017 Pazar

Bir Devrimin Eşiğinde (5) – “İnsan Oluş Sürecinde Emeğin Rolü” Neden Yoktur? Engels’in Yanılgısı Üzerine

Engels’in 1876’da yazdığı, yarım kalmış, ancak ölümünden sonra 1896’da, (Yazılışından yirmi yıl sonra) yayınlanan, daha sonra da “Sovyet Bilim İşçileri”nin uydurması “Doğa’nın Diyalektiği”nde de yayınlanan ve Türkiye sosyalist ve Marksistleri arasında çok tutulan, “Maymundan İnsana Geçişte Emeğin Rolü” (Anteil der Arbeit an der Menschenwerdung der Affen) başlıklı bir denemesi vardır[1].
Engels bu çalışmasında Emeğin (İşin), maymundan insana geçişte belirleyici bir önemi olduğu tezini savunur.
Daha denemenin girişinde şunları söyler:
Ekonomi politikçiler emeğin bütün zenginliklerin kaynağı olduğunu söylerler. O kendisine zenginliğe dönüştüreceği ham maddeyi sunan, doğanın yanı sıra, öyledir. Ama o bundan sonsuzca   daha fazla bir şeydir. O tüm insan yaşamının temel koşuludur. Hatta belli bir anlamda ve belli bir dereceye kadar, insanı emek yarattı diyebiliriz.[2]

17 Kasım 2017 Cuma

Bir Devrimin Eşiğinde (4) – Robotlar Niçin Artı Değer Üretemez?

Bu yazı serisine gelince gerek sosyalist veya Marksist olduğunu düşünenlerin, gerek böyle bir iddiası bile olmayanların, üretici güçlerdeki bu eşi benzeri olmayan eşiğinde bulunduğumuz devrimi, ekonomi politiğini ve sosyolojinin, yani kısa adıyla Marksizmin, kavramlarıyla ele almaktan ne kadar uzak olduğu, bu devrimi kimi “bilim kurgu” yazarlarının saçma denebilecek kavram ve bakış açısıyla anlamaya çalıştıklarını ve bu nedenle yazdıklarımızı anlayamadıklarını, çok farklı diller konuştuğumuzu görünce, geçen yazıda açtığımız bu parantezi biraz daha uzatıp, bazı somut örneklerle kavramsal netlikler sağlayarak konuyu açmayı deneyelim.
Geçen yazıda temel bir yanlış anlamayı engellemek için, aslında geleceğe ilişkin tahminler yapmadığımızı, gelişmeleri sadece bazı sabitler bağlamında ele alıp ortaya çıkacak aşılmaz sınır ve çelişkileri göstermeye çalıştığımızı yazdık.
Işık hızı veya büyüyen bir cismin yüzeyinin karesi hacminin küpü kadar artacağı gibi örnekleri verip, bunların yaratacağı aşılmaz sınırlardan söz ettik.
Toplumdan bir örnek olarak da robotların bütün kullanım değerlerini “ürettiği” bir toplumda artı değer üretiminin, dolayısıyla da kapitalizmin mümkün olmadığını, çıkarsamalarımızın örneğin böyle bir ekonomi politik ve sosyolojik bir sabite dayandığını söyledik.

15 Kasım 2017 Çarşamba

Bir devrimin Eşiğinde(3) - Bilim Kavramının Bilim dışılığı, Bilimdeki Sabitler ve Öngörüler Üzerine

Bir Devrimin Eşiğinde” yazı serisinin ilk iki yazısından sonra gelen yorumlara bakınca, yazdıklarımızın neredeyse hiç anlaşılmadığını; biraz fantezi, biraz bilim kurgu ya da son zamanların şişirilmiş “Sapiens” ve “Homo Deus – Yarının Kısa Tarihi” gibi popüler kitapların yazarı Yuval Noah Harari’nin yazdıkları gibi değerlendirildiğini gördük.
Bu durumda kısa bir parantez açıp, bazı kavramları açıp, biraz açıklama yapıp, uyarılarda bulunup, ondan sonra devam etmek gerekiyor.
Elbette böyle bir anlaşılmamayı beklemiyor da değildim, yazılarımı beğenen veya eleştirenlerin aslında yazıları anlamadan beğendiği ve eleştirdiğini sürekli gördüğüm için şaşırtmadı.

13 Kasım 2017 Pazartesi

Bir Devrimin Eşiğinde (2) – “Tipping Point”e 300 Hafta Kala

Bu yazı serisinin ilk başlığı “Bir Devrimin Arifesinde” idi. Ama biraz düşününce “arife” (önce) sözcüğünün durumun özgüllüğünü tam vurgulayamayacağı gördüm. Çünkü “arifeöncesi’dir. Yakın ama hala öncesi. Halbuki bu devrimin öncesi aşıldı. Ama öte yandan tam içinde de değiliz. Bu durumda en uygun kavram olarak “eşiği”nden başkası aklıma gelmedi. Yani ne öncesinde ne içindeyiz, tam eşiğinde, içine giriş veya geçiş sürecinde.
Bu nüans yaklaşan devrimi anlayabilmek açısından önemli. Çünkü üretici güçler (teknik) düzeyindeki devrimlerin gerçekleşmesi ve günlük hayatı, toplumsal ilişkileri değiştirmesi genellikle on yıllar alır. Toplumun sancılı veya sancısız bir biçimde bu yeni üretici güçler düzeyine ilişkin üstyapısının yerleşmesi ve bunun için güçlerin mücadelesi daha da uzun sürer.
Örneğin neolitik Devrim’in yayılması binlerce yıl almıştır. Hint-Avrupa dil ailesinin Hindistan’dan Atlas Okyanusu kıyılarına ve Kuzey Denizi kıyılarına yayılışı aslında aşağı yukarı neolitik devrimin yayılışında başka bir şey değildir. Bu yayılış binlerce yıl sürmüştür.

11 Kasım 2017 Cumartesi

Bir Devrimin Eşiğinde

Türkiye’yi esir almış Erdoğan-Ergenekon ittifakıyla uğraşmaktan, bütün dikkat ve enerjiyi onunla mücadelenin sorunlarına yöneltmekten, eşiğinde bulunduğumuz dünya ölçüsündeki devrimi yeterince erken göremedik ve bu konuda bir şeyler yazamadık.
Elbette çürüme ve terör tüm ülkeyi esir almadan ve tam bir faşizmle sonuçlanmadan, İslamcı-Türkçü ve faşizan Erdoğan-Ergenekon ittifakının, bir an önce yıkılması ve bu yıkılışın mümkünse, kitlelerin hareketiyle ve örgütlenmesiyle olması en acil görev olmaya devam ediyor.
Elbet bu mücadelenin, stratejiye, taktiğe, örgüt ve mücadele biçimlerine ilişkin sorunları, (muhalefetin hiç tartışmadığı ve tartışmaktan kaçındığı sorunlar) gündemimizin başında yer almaya; zaman ve enerjimizin çoğunu bir “kara delik” gibi yutmaya devam edecektir.

Atatürk

(Bugün Atatürk’ün ölüm yıldönümüymüş. Atatürk konusunda mahalle kavgasına benzeyen paylaşımları görünce farkına vardım. Bu vesileyle 2001 yılında yazdığım Atatürk yazısını paylaşmak iyi olabilir. Bugün yazsaydım muhtemelen başka bir üslup, vurgu ve örneklerle yazardım ama yazının temel fikri değişmezdi. Anlama etki etmeyen birkaç küçük üslup düzeyindeki düzeltmeyle tekrar yayınlıyorum. Kanımca bu kısa Atatürk analizi geçerliliğini korumaktadır. Bir bu analizin dayandığı kavramsal temele bakın bir de bugün Atatürk üzerine yazanların kavramsal temellerine. 10 Kasım 2017 Cuma)
Atatürk, her şeyden önce bir Bizans-Osmanlı Generalidir. Bizans-Osmanlı ise, Sümerlerden beri gelen uygarlıklar, imparatorluklar ve devletler zincirinin, o Doğulu, Devlet’i her şeyden üstün tutan, bu gün moda deyimiyle “sivil toplum” denen, devlete karşı her türlü halk örgütlülüğü ve inisiyatifinde kendi varlığına bir tehdit gören ve onu yok eden kahredici devletçiliğinin son halkasıdır.

6 Kasım 2017 Pazartesi

Kapital’in “Eksiklikleri” Niçin Üstünlükleridir?

Sık sık Marks ve eserine karşı şöyle itirazlar yapıldığını görüyoruz: Marks, en temel eseri olan Kapital’de kadın sorununu el almamıştır, ulus sorununu ele almamıştır, ırkçılığı ele almamıştır, çevre sorununu ele almamıştır vs., vs..
Evet olgu olarak bu doğrudur ama bu eleştiriyi yapanlar farkına varmadan ne Marks’ı, ne Marksizmi (Toplum ve Tarih Bilimini) ne de Kapital’de neyin söz konusu olduğunu hiç anlamadıklarını fark etmeden itiraf etmiş olurlar.
Aslında bu itiraz, bir biyoloğa neden fizik yasaları ve fiziksel olgular hakkında bir şey söylemediği türünden bir eleştiri yöneltmek gibidir.
Neden böyledir?

2 Kasım 2017 Perşembe

Ekim Devrimi Sosyalist Bir Devrim miydi?

Bu başlığı okuyan okuyucunun aklına, Ekim Devrimi’nin bir devrim değil bir darbe olduğu; sosyalist bir devrim için koşulların olgunlaşmadığı geri bir ülkede olması; yozlaşmasının nedenleri ve nasıl başladığı üzerine tartışmalar gelmesin.
Sorumuz, aslında bütün bu tartışmaların hepsinin dayandığı varsayımların ve kavramları eleştiriden geçirmeye ve aslında bu tartışmaların aynı ortak kavram sistemine ve varsayımlara dayandığını göstermeye yöneliktir.
Bu tartışmalar aynı devrim kavrayışına dayanırlar. Biz bu devrim kavrayışını sorgulayacağız.
Bir yanlış anlamaya yer vermemek için, yukarıdaki tartışmalar bağlamında temel görüşlerimizi de başlangıçta belirtelim.

31 Ekim 2017 Salı

Marks’ın Temel Eseri Kapital Neden Marksist Bir Kitap Değildir?

Marks’ın iki önemli keşfi vardır. Birincisi Toplum Bilimi’dir, yani “Sosyoloji”dir.
Diğeri ise o zamanlar Ekonomi Politik denen ve konusu Meta’nın, yani değişim değerinin ve dolayısıyla emeğin, ortaya çıkışıyla ortaya çıkmış, Sosyoloji’nin konusu olan Toplum’dan tamamen farklı kendi özgül yasaları olan hareketin bilimi.
Marks bu bilimin de kurucusu ve kurduğu an da yok edicisidir.
Bu iki ayrı bilimi vurgulamak ilk bakışta anlamsız gibi gelebilir ama Kapital’in kavranması bakımından bu hayati önemdedir.
Marks ve Engels bu farkın ve tanımlamaların üzerinde fazla durmamışlardır. Bu nedenle de bu iki alandaki çalışmaları birbirine karıştırılmıştır ve karıştırılmaktadır. Ama onlar bunların iki farklı ve birbirinden bağımsız iki farklı alana ilişkin keşifler olduğunun bilincindeydiler. Ne var ki bunu farklı kavramsal araçlarla ifade ediyorlardı. Biraz bunu görelim.

30 Ekim 2017 Pazartesi

150’nci Yılında Marks’ın Kapital’inin Zaman Geçtikçe Tazeleşmesi Paradoksu

Bugün genel olarak şöyle düşünülmektedir:
150 yıl önce yazılmış ve basılmış bir eserde bugünün dünyasının sorunlarının cevabı bulunamaz. Bu nedenle Marks’ın Kapital’ini okumanın veya etüt etmenin somut ve pratik bir faydası olamaz
Daha doğrusu genel olarak çoğunluk, hem de aydınların çoğunluğu böyle düşünüyor ve Das Kapital’i okumaktan ise, son zamanların moda ve şişirilmiş ismi Thomas Pikkety’in “21. Yüzyılda Das Kapital”ini okumayı tercih ediyorlar.
İlk bakışta son derece mantıki gibi gelen bu itiraz tam da Kapital’i bilmeyenlerin ve/veya anlamayanların yapacağı bir itirazdır.
İşin kötüsü bu noktada tam anlamıyla bir “fasit daire” (Teufelkries) ortaya çıkar. Kapital’in tazeliğini ve güncelliğini kavramak için Kapital’i okumak gerekir; ama tam da 150 yıl önce yazılmış bir eserde günümüz dünyasının sorunlarını anlayacak kavramlar veya cevaplar bulunamaz diye kimse Kapital’i etüt etmediği için bu tazelik ve güncellik görülemez ve dolayısıyla da Kapital okunmaz. Kapital okunmadığı için de tazeliği görülemez.

28 Ekim 2017 Cumartesi

Geliyorum Diyen Felaket (14 Yıl Önce Kerkük için yazılmış bir yazı)

(Aşağıdaki yazı 2004 yazında Ülkede Özgür Gündem’de yayınlanmıştı. Kerkük konusunda niye yazmıyorsun diye soran okuyuculara o yazıdaki görüşlerimi esas olarak aynen koruduğumu aynı çözümü önerdiğimi tekrarlamak isterim. Demir Küçükaydın - 28 Ekim 2017 Cumartesi)
Bugünkü Irak, giderek, parçalanmadan önceki Yugoslavya’ya benziyor. Orada da, tıpkı bir zamanların Yugoslavya’sında olduğu gibi etniler ve dinler bölünmesine karşı çıkanların sesi daha az duyulur oluyor ve etkileri azalıyor. Birçok gazeteci gibi, Cemal Uçar’ın da aktardığı izlenimler, bir etniler ve dinler boğazlaşmasına doğru hızla yol alındığını gösteriyor.
Etniye, dile, soya, dine, tarihe dayanan gerici milliyetçilik, doğduğu günden beri, her zaman halkların katliamlarına yol açmıştır. En katliama yol açmadığı yerlerde bile, zorunlu kitle sürgünlerine.

27 Ekim 2017 Cuma

Das Kapital’in Yayınlanışının 150. Yılı Vesilesiyle Deutscher'in Kapital'i Keşfi

150 yıl önce, 1867’de, Karl Marks’ın “modern toplumun yüzündeki peçeyi kaldıran” ölmez eseri Das Kapital Hamburg’ta yayınlandı.
Das Kapital, yayınlandığında görmezden gelinmiş ve hiçbir yankı uyandırmamış; tam anlamıyla, Hikmet Kıvılcımlı’nın da çok şikayet ettiği ve en azından Marksist söyleme yerleştirdiği deyimle, bir susuş komplosu (“susuş kumkuması”) ile karşılanmıştı.
Hatta Marks ve Engels bu susuş kuşatmasını kırmak için, Engels’in bir burjuvanın bakış açısından Marks’ın eserini eleştirmesi gibi, savaş hileleri bile planlamışlardı.
Das Kapital, on yıl içinde sadece 1000 adet satılmıştı. (Muhtemelen çok daha az da okunmuştu.)
Eser İngilizceye neredeyse yirmi yıl sonra çevrilmişti.
Almanya’daki işçi hareketinin yükselişi olmasaydı, Marks ve Das Kapital, bugün bile adı bilinmez kalabilirdi.
Yüz elli yıl sonra bugün bile, hala, çok sınırlı ve giderek sayısı da azalan küçük Marksist bir entelektüel kesim dışında, bütün büyük eserler gibi, pek okunmamış ve anlaşılmamış bir eser olma özelliğini korumaktadır.

23 Ekim 2017 Pazartesi

Kendini Tanıtmak - Kısa Hayat Hikayem

Hem anne ve hem baba tarafından Balkan Savaşında göçmüş Makedonyalı ailelerden geliyorum.
10 Haziran 1949’da, Balıkesir’in Savaştepe ilçesinde doğmuşum.
İki yaşındayken aile Bakır Çayı vadisinde, Linyit yataklarıyla ve yüzlerce madencinin ölümüyle son yıllarda ünlenen Soma ilçesine taşınır. Babam, Garp Linyitleri İşletmesi’nde işçiydi, annem “ev kadını”dır.
İlk ve ortaokulu Soma’da okudum. Yaz tatillerinde her türlü işte çalıştım.
İlkokulu bitirdiğimde aydın bir işçi olan babamın önerisi ve teşvikiyle Çetin Altan’ın yazıları ile tanıştım. Babam daha sonra Soma’da Türkiye İşçi Partisi’nin kurucularından olacaktır.
Yatılı olarak Balıkesir Lisesinde okudum.

5 Ekim 2017 Perşembe

Oktay Etiman’ın Ardından “Dev-Genç’in Delikanlısı”

"DESTINY IS CHARACTER - İnsanın alınyazısı mizacıdır"
Oktay'ın bir paylaşımı
Birkaç saat önce neredeyse yarım yüzyıllık dostum, arkadaşım, yoldaşım Oktay Etiman’ı kaybettiğimizi öğrendim.
Son birkaç günde ses çıkmayınca bu haberi bekler olmuştuk.
Aşağıdaki yazı Oktay yaşarken, onun için düşünülen bir armağan kitabı vesilesiyle yazılmıştı.
Oktay henüz hasta değilken, Oktay için bir armağan kitabı yazma projesi ortaya çıkmıştı. Bu kitaba benim de katkıda bulunmam istenmişti.
Ama bir süre sonra, bundan bir yıl kadar önce, Oktay hastalığını bildirdi, kanserin metastaz yaptığını söyledi. Ama morali yerindeydi.
Daha sonra Armağan kitabını derleyen Muazzez Avcı, Oktay’ın hasta olduğunu ve kitabı yaşarken çıkarmak istediğini söyledi.
Aşağıdaki yazı bunun üzerine yazıldı. Kitabın Oktay yaşarken yayınlanması ve kendisinin okuyacağı düşünülüyordu.
Ancak hasta olduğunu bildiğimden içinden bir türlü bitirmek gelmiyordu. Yazıyı aslında bitirmiş sayılırdım ama bir türlü son noktayı vuramıyordum. Sanki son noktayı vurduğumda Oktay da ölecekmiş gibi geliyordu; yazıya son noktayı koymayarak Oktay’ın ömrünü uzatıyormuşum gibi geliyordu bana. Biliyorum, saçma ama böyleydi.

4 Ekim 2017 Çarşamba

„Wir lasen noch Marx, die Jugend heute liest Nietzsche und sagt, sie sei links“

DIE EXILANTEN Zwei Generationen, zwei unterschiedliche Biografien: Aber eins haben Demir Küçükaydın und Rezan Aksoy gemein. Sie sind in der Türkei geboren und leben heute im deutschen Exil. Küçükaydın saß wegen politischer Aktivitäten 10 Jahre in Haft. Aksoy arbeitete als Theaterregisseur, bis gegen ihn ermittelt wurde. Ein Treffen in Berlin
„Wir lasen noch Marx, die Jugend heute liest Nietzsche und sagt, sie sei links“

„Das politische Leben ist sehr lebendig hier in Kreuzberg, auch unter Türkeistämmigen“, sagt Demir Küçükaydın, hier am Kottbusser Tor. Der Theatermacher Rezan Aksoy sieht das ähnlich: „Berlin ist das politische und künstlerische Zentrum Deutschlands“

25 Eylül 2017 Pazartesi

Barzani’nin Referandum Hamlesi Vesilesiyle Bir Kez Daha Uluslar ve Ulusçuluk Üzerine

En sondan başlayalım.
Türkiye, İran veya Irak hükümeti müdahale eder mi?
Isıracak köpek dişini göstermez.
Türkiye, İran ve de Irak hükümetinin tehditleri bu referandum kararı karşısında hiçbir şey yapmayacakları ve yapamayacaklarının en sağlam göstergesidir.
Hatta bu tehditler aslında Barzani’nin değirmenine su taşımakta, Kürtler içinde ona en karşı olanların bile onun kararının ardında toplanmasına yol açmaktadır.
Eminim ki Türk devletinin kurmayları, Barzani’nin bu güçlenmesinin PKK’nın bir zayıflamasına, zayıflamasa bile hareket alanının daralmasına yol açacağının hesabını da yapmaktadırlar.
Zamanı mı?
Bir şeyin zamanı olup olmadığı o işi yapanın kendi amaçları açısından değerlendirilebilir.
Çünkü taktikler strateji içinde, strateji de tabi olduğu amaçlar içinde değerlendirilebilir.
Türkiye, İran veya Irak’ın veya ABD’nin veya diğer güçlerin Kürdistan’da bağımsız bir devlet kurmak gibi amacı mı var ki zamanı mı diye itiraz ediyorlar?

13 Temmuz 2017 Perşembe

Evet, “Tek Millet, Tek Devlet, Tek Bayrak, Tek Ülke”yi Demokratlar ve Sosyalistler Savunmalı

Tek millet, tek devlet, tek bayrak, tek ülke” sloganı aslında sosyalistlerin ve gerçek demokratların savunması gereken bir slogandır.
CHP’nin de, Erdoğan’ın da, Askeri Bürokratik Oligarşinin de nasıl bir kandırmaca içinde olduklarını gösterecek, onların ideolojik egemenliğine son verecek; ipliğini pazara çıkaracak olan slogan budur.
Ama bunu sosyalistlerin ve demokratların anlaması çok zordur. Çünkü sosyalistler ve demokratlar, tam da bu slogana karşı çıkarlarken, karşı çıktıklarıyla aynı gerici ve karşı devrimci bir ulus ve ulusçuluk anlayışını paylaşmaktadırlar. Bun dedenle anlamaları çok zordur. “O mahiler ki derya içindedirler deryayı bilmezler.” Milliyetçiler milliyetçi olduklarını göremezler çünkü milliyetçiliğin ne olduğunu anlayamazlar.

10 Temmuz 2017 Pazartesi

Adalet Yürüyüşü ve Mitingi’nin Ardından

Basına ve bizim sosyalistlerin abartılı rakamlarına güvenmediğim için, kötümser yorumlarıyla bilinen ve mitinge katılacağını bildiğim bir arkadaşa katılım nasıldı diye sordum.

Onun verdiği cevap özetle şöyleydi. “Biz alana girmeyi bile başaramadık. Benim hayatımda gördüğüm en büyük mitingdi, bir buçuk milyon kadar vardı. Ben bu kadar bir de Paris’te milyonluk bir miting görmüştüm” dedi.

Murat yetkin, bugün “polis kaynaklarına göre 1 milyon 750 bin” dediğine göre iki milyona yakın insandan söz edilebilir.

Sanırım bu Türkiye’nin tarihindeki en büyük miting ve kitle mobilizasyonudur.

2 Temmuz 2017 Pazar

Bir yazıda Üç Yazı

Birinci Yazı: Eleştiri Dostlara Yapılır; Barış Düşmanlarla Yapılır, İttifaklar ise Tutarsız ve Kaypaklarla

Bizim yazılarımızda bir CHP eleştirisi bulamazsınız, çünkü o bizim dostumuz değildir.

Hatta CHP hakkında genellikle ne kadar akıllı oldukları hakkında bol bol “övgü” görürsünüz. Örneğin Kılıçdaroğlu’nun bu #Adalet Yürüyüşü’nü başlatmasını çok akıllıca bir hamle olarak gördük ve değerlendirdik.

Kimileri, ki bunlar bizim sosyalistler arasında bol miktarda var, böyle övgülerin ancak düşmanlara yapılacağını bile anlayamayacak kadar okuduğunu anlamaktan acizler.

1 Temmuz 2017 Cumartesi

"Adalet Yürüyüşü" Bitti, Türk Ulusalcılarının, Şovenlerinin ve Irkçılarının Yürüyüşü Başladı.

Az önce aşağıdaki resmi gördüm. Acil olarak şu yorumumu paylaşıyorum.

Adalet Yürüyüşü artık Adalet Yürüyüşü olmaktan çıktı. Türk ulusalcılarının ve ırkçılarının yürüyüşü oldu.

HDP yürüyüşe baştan katılmayarak ve sahip çıkmayarak yürüyüşün böyle bir evrim geçirmesine olanak sağladı.

Bundan sonra yürüyüşe katılması ne mümkündür, ne de doğru olur.

Maalesef HDP tecrit oldu.

CHP başlangıçta sadece Adalet bayrağı açmıştı. Türk bayrağı hiç önde görülmüyordu.

Çünkü başlangıçta işin nasıl gelişeceğini bilmiyor ve sadece Adalet'i öne çıkararak Kürtlere de kapıyı kapamıyordu.

Baktı ki iş tuttu bu sefer Kürtlerin katılmasını engellemek için Türk bayraklarını öne çıkardı.

30 Haziran 2017 Cuma

#ADALET Yürüyüşü ve HDP’nin “Hal-i Pürmelâl”i

Özellikle #ADALET Yürüyüşü başladığından beri HDP’nin ne dediğini, nasıl bir politika izlediğini anlayan varsa beri gelsin.

Pervin Buldan: “#ADALET herkes için istenirse #ADALET olur. Sadece kendilerine yapılan haksızlıklar için #ADALET aramak yanlıştır. Bizler yürüyen yurttaşlarımız Kandıra’ya ulaştıklarında manevi bir karşılama yapacağız. Fakat yürüyüş Edirne’ye kadar uzatılırsa bizler de #ADALET arayışlarının samimiyetine inanarak dâhil oluruz.”

29 Haziran 2017 Perşembe

Sosyalistler ve Sol Neden “Ofsayt”ta?

Bu gün dünyadaki her hangi bir soruna, insanlığın kurtuluşu, hatta varoluşunu sürdürmek için önündeki en büyük engelin uluslar olduğunu görmeyen ve ulusların varlığının fiili bir ırkçılık anlamına geldiğini kavramayan her politik parti veya hareket, birden bire kendini en kötü gericiliğin destekçisi olarak bulur.
Dünyaya böyle yaklaşmadığınız sürece, dünyayı ve ondaki politik gelişmeleri anlama ve onlara karşı bir politik tavır ve program geliştirme şansınız olmaz.
Soruna böyle yaklaşmadığınız sürece, bu gün dünyaya egemen olan ulus devletlerin ırkçı bir sistemin araçları olduğunu göremezsiniz. Yani ırkçılığı bir tehlike olarak görürsünüz, yeryüzü ölçüsünde var olan bir sistem, gerçek olarak değil.
Böyle yaklaşmadığınız sürece siz bir ulusçulusunuzdur; insanların değil ulusların eşit olduğu insanların ancak uluslar aracılığıyla eşit olabileceği gibi bir yaklaşıma sahipsiniz demektir.

21 Haziran 2017 Çarşamba

#ADALET Nöbetlerinde Bulunmak ve Buluşmak! Nasıl ve Neden?

Yarın (22 Haziran Perşembe) Hayır Kadıköy Meclisi Yoğurtçu Parkı’nda bir tek gündemle toplanacak ve #ADALET yürüyüş ve nöbetlerini ve neler yapılabileceğini görüşecek.

Bu vesileyle, biraz “hariçten gazel okumak” gibi de olsa, görüş ve önerilerimizi bir kere daha yazalım. Belki birileri okur, belki gündeme alınır ve tartışılır. Gündeme alınıp tartışılırsa aklın yolu bir olduğundan, büyük bir olasılıkla insanların kendi deneme ve akıl yürütmeleriyle benzer sonuçlara ulaşılacağına inanıyorum.

Önce şu ana kadarki duruma bakalım.

20 Haziran 2017 Salı

Söz Hayır Meclislerinde

Bugün Hayır Meclisleri’nin 18 Haziran Pazar günü İstanbul’da Kenter Tiyatrosu’nda yaptığı buluşmanın Sonuç Metni’ni  ve tartışmalarının özetini yayınlamak en doğru iş olacak.
Benzeri meclislerin her yerde örgütlenmesine çalışılmalı.
Buna kendi çapımızda bir katkıyı ancak bu meclisler, çalışmaları ve kararları hakkında okuyucularımızı bilgilendirerek yapabileceğimizi düşünüyoruz.
Aşağıda bu metinler yer alıyor.

19 Haziran 2017 Pazartesi

Sahada Olmak ve HDP’nin Yanlışı

Kılıçdaroğlu’nun başlattığı yürüyüş karşısındaki tartışmalara bakınca, yeni kuşakların, bizler için birer aksiyom olan kimi alfabetik önermeleri bile bilmediği görülüyor.

Bu nedenle, klasik sosyalist geleneğin “her zaman taze” (evergreen) kimi kabullerini hatırlatmak yerinde olacaktır.

Halk özellikle eski uygarlık beşiklerinde, yani Türkiye gibi Şark despotluklarında örgütsüzdür.

16 Haziran 2017 Cuma

“Adalet” Yürüyüşü, CHP’yi Eleştirmek ve HDP

Bir devrimci, bir Marksist düşmanlarını eleştirmez, dostlarını eleştirir. Eleştiri dostlara yapılır, dostluğun ifadesidir. “Eleştiri silahı” dostlara yöneltilir. Çünkü “eleştiri silahı” birine yöneltildiğinde onu öldürmez, geliştirir.

Bu nedenle, bir devrimci, bir Marksist “eleştiri silahını” düşmanlarına yöneltmez, düşmanlarını eleştirmez.

Düşmanlara karşı “Eleştiri silahı”na değil; “Silahların eleştirisi”ne başvurulur, yani onlarla mücadele edilir, onlara karşı savaşılır, onlar zayıflatılmaya ve yenilmeye çalışılır.

12 Haziran 2017 Pazartesi

Devrimi Korkaklar Yapar – Korkakların Sokağa Çıkması İçin Ne Yapmalı?

Türkiye sosyalist ve devrimci hareketinde garip bir anlayış var: hep kahramanlık ve fedakârlıklar üzerinden bir yarış, eylemlerin ve mücadele biçimlerinin buna göre belirlenmesi.
Unutulan bir şey var: Bırakalım devrim gibi devasa değişiklikleri bir yana, toplumdaki küçük iyileştirmeler, küçük demokratik hak kazanımları veya küçük ekonomik ve sosyal kazanımlar için bile, en az on binlerce, milyonlarca insanın eylemi veya ağırlığını belli bir tarafa koyması gerekir.
Ama milyonlar korkaktır.
Milyonlar polisin saldırıları veya tutuklama tehditleri altında sokağa çıkmaya cesaret edemez.
Çünkü örgütsüz insan korkak olur.
Ama örgütleme ve örgütlenmenin bizzat kendisi de devletin esas saldırı noktası olduğundan, şöyle bir açmaz ortaya çıkar: İnsanlar örgütsüz oldukları için korkarlar ve korktukları için de örgütlenemezler. Örgütsüzlük ve korkaklık birbirini besler.

10 Haziran 2017 Cumartesi

Dört Yıl Önce Dün Gezi’ye Önerilen Program

Dört yıl önce, 9 Haziran 2013’te Gezi’nin onuncu gününde, Gezi Hareketine aşağıdaki yazıda bir program öneriyor ve onu bir program tartışmasına çekmeye çalışıyorduk.
Gezi’nin o zamanlar böyle konulara kulakları tıkalıydı, kendisiyle sarhoş olmuştu.
Ne Taksim Dayanışması’nın, ne orada etkili olmaya çalışan sosyalist ve sol hareketlerin böyle bir perspektifi yoktu.
Gezicilerin alıcıları henüz bizim yayınlarımıza rezonans gösterecek frekansta değildi.  Bu nedenle bu yazılanlar uzayın sağır boşluklarında kaybolup gittiler.
Gezi şimdi, HAYIR hareketinin ortaya çıkardığı, küçük ama önemli HAYIR meclislerinde tam da bu sorunları yavaş yavaş gündemine almaya başlıyor.
Bu momentte o zamanlar yankısız kalmış, olmamışa dönmüş bir yazıyı tekrar yayınlayarak. hem HAYIR meclislerinde ufaktan başlama eğilimi gösteren tartışmaya; hem de Gezi’nin bir bilançosunun çıkarılmasına, yani eksiklerinin daha iyi görülmesine ve giderilmesine bir katkıda bulunmayı deneyelim.

31 Mayıs 2017 Çarşamba

“Boynuna O Kırmızı Fuları Bağlama Çocuk (…) Vurulursun” Gezi’den ve Rojava’ya

Gezi kuşağının en iyileri Rojava’ya gidiyorlar ve orada ölüyorlar.
Nejat’ta’tan, Kader’e; Ulaş’tan, “kırmızı fularlı” Deniz’e.
Çoğunun adını bile hatırlayamıyoruz.
Çoğu çocuğum ya da torunum olacak yaşlarda.
Bazılarını görmüşlüğüm ve tanımışlığım da var.
Marks bir yerde hiçbir herhangi bir dönemin onun kendisi hakkındaki yargılarıyla yargılanamayacağını söyler.
Gezi’nin en iyilerinin Rojava’daki ölümlerinin sembolik anlamı üzerine düşünelim “kırmızı fularlı kız”ı hiç olmazsa böyle uğurlayalım.
*
Gezi kuşağı bir teorik mirastan yoksundu.
Çocukluğunu Doğu Avrupa’nın çoküşünde, Türkiye’de özel savaş rejiminde yaşamıştı.
Bir teorik miras bir yana, teorinin bile kategorik olarak hor görüldüğü; komplo teorileine dayanan enayiler teorisyenliğinin teori sanıldığı; dine ve dile dayanan milliyetçiliklerin Orta Asya’dan Balkanlar’a; Baltık’tan Afrika’ya tüm dünyayı kapladığı bir dönemde dünyayı algılamaya başlamışlardı. Bu bakımdan çok şanssızdılar.

30 Mayıs 2017 Salı

Gezi’nin Yeni Bir Yıl Dönümünde Bir Kez Daha “La İlahe İllallah”

La İlahe İllallah” başlıklı yazımızı 2004 yılında yazmıştık.
Sonra bu yazıyı “Marksizmin Marksist Eleştirisi” başlıklı kitabımızın son yazısı olarak 2007 yılında tekrar yayınlamıştık.
Bu yazıyla yaptığımız ya da yapmaya çalıştığımız, teorik düzeyde gerçek bir devrim anlamına gelen, 2004 yılında ilk kez formüle etttiğimiz Marksist Ulus ve Din Teorilerinin programatik sonucunu, kolay anlaşılır bir şekilde ama İslam’ın vokabüleriyle (ya da “söylemiyle” diyelim) açıklamaktan başka bir şey değildi.
Tabii bunu yaparken aynı zamanda dinlerin ve özellikle de İslam’ın Marksist bir açıklamasını, diğer bir ifadeyle, beş bin yıllık uygarlıklar tarihinin kısa bir özetini ve açıklamasını da sunmuş oluyorduk.
Bu yazı bir bakıma, Marksizmin arada kat ettiği teorik ve kavramsal birikime dayanarak, Komünist Manifesto’nun yeniden yazılmasından başka bir anlama gelmiyordu.

29 Mayıs 2017 Pazartesi

Aydınlanma ve İslam’ın Sentezi ve Mirasçısı Olarak Marksizm

Aydınlanma ve İslam’ın birbirine zıt olduğu yönünde yerleşmiş ve yaygın bir yargı vardır.
Bu yargıyı savunan ve yerleştirenler: İslam ve Aydınlanma’nın içini boşaltanlar; onları karşı devrimlerle olmamışa çevirenler ve bu karşı devrimci mirası şimdi sürdüren “Aydınlanmacılar” ve “Müslümanlar”dır.
Birbirlerine zıt olduklarını söyleyenlerin, zıt olduklarında böyle anlaşabilmeleri bile, zıtlıktan çok daha büyük, bir ortaklık içinde bulunduklarının da bir kanıtıdır.
“Aydınlanmacı” ve “İslamcı”ların, Aydınlanma ve İslam’ın birbirine zıt olduğu yargısında anlaşmaları olgusunun kendisi, bizzat bu iddialarının, kendileri tarafından çürütülmesinden başka bir anlama da gelmez.
Şunu iyi ayırmak gerekmektedir: Aydınlanma ve İslam’ın zıt olduğu yargısındaki bu ortaklık, Aydınlanma ve İslam’ın değil; Aydınlanma ve İslam’ın sürdürücüsü ve devamcısı olduklarını iddia edenlerin bir ortaklığıdır.