29 Kasım 2014 Cumartesi

"Kültür" Üzerine Yazılar

(İlişikte Kültür konusunda yazdığımız yazıların bir derlemesi bulunmaktadır. Derleme EPUB, MOBİ ve PDF formatlarındadır. Şu adresten indirilebilir. https://yadi.sk/d/ZFfEaVnQd2RFp )
Din, Ulus, Uygarlık ve Kültür gibi kavramlar, son yıllarda politika ve sosyal bilimler alanında en çok sözü edilen ve tartışılan kavramlar olma özelliğini kazanmış bulunuyor.
Sadece bu kadar değil, aynı zamanda bu kavramlar sık sık birbirinin yerine veya iç içe de kullanılabiliyor. Örneğin “kültürler ya da uygarlıklar çatışması”ndan veya “kaynaşması”ndan söz edenler, bununla çoğu kez dini veya ulusu kastediyorlar. Öte yandan din çoğu kez ulusal baskıya karşı direnişlerin bayrağı oluyor. “Çok kültürlülük” derken tartışılan aslında ulusun nasıl tanımlanacağı veya “dini tolerans” olabiliyor.
Ne var ki, etrafında en büyük çatışmaların yaşandığı bu kavramların içeriklerinin ne olduğu araştırıldığında, kullanımın yaygınlığı ve çokluğuyla ters orantılı bir belirsizlik ortaya çıkar. Ama bu belirsizlik sadece piyasada bol görülen kullanımlardaki bir belirsizlik değildir,  bilimsel bir belirsizlik de vardır.
Bir kavram pek ala bilimsel olarak net tanımlanmış olabilir ama onun yaygın kullanımı o kavramın sınırlarını belirsizleştirebilir. Örneğin sınıf kavramı, bilimsel olarak üretim ilişkileri içindeki konum ve çıkarlara göre tanımlanmıştır ama onun yaygın kullanımı çoğu kez bu tanıma uymaz ve onun sınırlarını belirsizleştirir. Örneğin insanların gelir durumlarına, ideolojilerine hatta mesleklerine göre sınıflardan söz edildiği görülür.

27 Kasım 2014 Perşembe

“Çok Kültürlülük” – Neden Yanlıştır ve Niçin Mümkün Değildir? (2)

Dünkü yazıda Kültür kavramının sosyolojik bir tanımını yapmaya çalıştık. Ancak bu anlamıyla kültür günümüzün politik tartışmalarında hiçbir şekilde konu edilmemektedir.
Bugünün dünyası ve Türkiye’sinde Kültür’den veya çok kültürlülükten söz edildiğinde, başka bir “şey” kastediliyor. Bu kastedilen nedir? Önce onu görelim.
Diyelim ki, bir vatandaş çıktı, “benim kültürümde devlet yok, o halde ben devlete vergi vermeyeceğim, askerlik yapmayacağım, devletin okullarına gitmeyeceğim, onun bürokratik işlemlerini yapmayacağım” dedi.
(Teorik olarak öyle bir şey mümkün aslında, çünkü Alevilerin bir kısmı Aleviliğin bir Kültür olduğunu söylüyor. Alevi Kültürü incelendiğinde onların devleti, vergiyi, yazıyı tanımadığı, yani kültürlerinde devlet olmadığı, dolayısıyla vergi, yazı, devletin mahkemeleri, askerlik vs. olmadığı görülür. Kendi içinde tutarlı ve Aleviliğin Kültür olduğunu söyleyen bir Alevinin çıkıp, “madem çok kültürlüyüz, O halde benim kültürümde bunlar olmadığından benim de kendi kültürüme göre yaşamam kabul edilsin” diyebilir.)

26 Kasım 2014 Çarşamba

“Çok Kültürlülük” – Neden Yanlıştır ve Niçin Mümkün Değildir? (1)

Günümüzde kimsenin dilinden düşürmediği bir sürü saçma ve yanlış kavram ortalığı doldurmuş bulunuyor. Bu çoğu kez düşünmeden kullanılan kavramlar dünyamızı öyle şekillendiriyor ki devrimci ve eleştirel bir duruş; gerçekten radikal ve demokrat bir politik çizgi olanaksız hale geliyor. Örneğin Gezi Direnişi’nin neredeyse izinin ve tozunun kalmamasında bu gibi kavramların görünmez egemenliğinin ki gerçek tehlikeli ve kendisiyle mücadele edilmesi zor egemenlik görünmez egemenliktir, çok önemli bir yeri vardır. Yeri geldikçe bir seri yazıda bunları ele alalım. “Çok Kültürlülük” bunlardan biri.
Kültür kavramının eğitim ya da sanat gibi kavramlar karşılığı sık sık kullanıldığı olur. Kültürlü insan dediğimizde genellikle iyi bir eğitim almış olmayı kastederiz. Şehrin kültür hayatı dediğimizde, şehirdeki sanat etkinliklerini kastederiz. Bu gibi başka anlamlarda kullanımları konumuz açısından bir kenara bırakıyoruz.

23 Kasım 2014 Pazar

Darboğaz (“Flaschenhals”) – İnsanlığın Geleceği Var mı? Varsa Nasıl?

Bizler ve bizlerden sonra gelebilecek birkaç kuşak içinde insanlığın bir geleceğinin olup olmadığı sorusu bir cevap bulacaktır.

Tarihte hiçbir kuşak böylesine ağır bir yükün altında kalmamıştır. Ve tarihteki hiçbir kuşak, böyle bir yükün altından kalkmak için böylesine hazırlıksız değildir.

Neden bu birkaç kuşak önemlidir? Neden bu birkaç kuşağın yaşamı içinde bir dar boğazdan geçilebilecek ya da geçilemeyecektir?

Bu yok olma tehlikesini atlattığı takdirde insanlığın önünde sınırsız ufuklar açılır. Adeta ölümsüzlüğü varır. Ama aşamazsa yok olacaktır.

21 Kasım 2014 Cuma

Gelecek, Geleceğin Tarihi ve Uluslar

Dün “Doğu Toplumları ve Ütopya” başlıklı bir eski yazıyı tekrar yayınlamanın nedeni gelecek üzerine birkaç konuya yönelmekti. Bunlar gelecek ve geçmiş ilişkisi üzerine; geleceğe ilişkin tasavvurların genellikle çık kısa bir dönemi içermeleri üzerine; Ortadoğu’nun yakın geleceği üzerine; insanlığın geleceği ve geleceksizliği üzerine bir seri yazıya yavaş yavaş bir giriş yapma niyetiydi.
Ucundan başlayalım.
Aslında nasıl tarih, tarih ile ilgili değil, günümüzün sorunları ile ilgiliyse, gelecek üzerine öngörü ve hayaller de bütünüyle günümüzün sorunlarıyla ilgilidir ve ifade edildikleri dünyanın sorunlarını tartışırlar ve tüm darlıklarını yansıtırlar.
Tarihin nasıl bir tarihi varsa ve tarih en iyi tarihin tarihinden izlenebilirse, Geleceğin de(Ütopyaların, Bilim Kurguların, gelecek tasavvurlarının vs.) bir tarihi vardır.
Ve çok paradoksal bir ifade olabilir ama geçmişteki tarih en sağlıklı olarak geleceğin tarihinde izlenebilir.

20 Kasım 2014 Perşembe

Doğu Toplumları ve Ütopya

Doğu Toplumları ve Ütopya ilişkisini anlamak için önce “Doğu Toplumu” ve “Ütopya” kavramlarını netleştirmek gerekmektedir. Çünkü bu kavramlar, sanıldığının aksine, tarihin burjuva uygarlığınca geliştirilmiş metafizik bir kavranışına bağlı olan zaman ve mekan kavramlarına dayanırlar.
Doğu nedir? Coğrafi olarak güneşin doğduğu yön demektir. Birçok dilde doğu zaten güneşin doğduğu ülke ya da taraf anlamına gelen sözcüklerle karşılanır. Bizzat Anadolu sözcüğü de böyledir. Eski çağın Grekleri için güneş küçük Asya yarımadasından doğduğu için, buraya Güneşin Doğduğu Yer diyorlardı.
Ama dünya yuvarlaktır. Doğu da bir yer değil,  yöndür. Bu demektir ki, dünyanın her yeri doğudur.
Amerika’nın Uzak Batı’sı da Uzak Doğu’daki Japonya’ya göre Uzak Doğu’dur. Demek ki doğu sözcüğü, ancak bulunulan yere göre bir anlam taşımaktadır. Bu da bir yön olarak değil ama bir yer olarak Doğu’nun ancak belli bir koordinat sistemine göre var olabileceğini gösterir.

15 Kasım 2014 Cumartesi

Beyaz Yapılmış Siyah İnsanlar ve Tarih

İnsan türünün (Homo) ve Homo Sapians’in kökeni Afrika. Özellikle de Somali-Etyopya bölgesi ve Güney Batı Afrika (Kalahari’deki Sun halkı muhtemelen 70.000 yıl önce yaşayan ve hepimizin geldiği birkaç bin kişilik popülâsyonun doğrudan ahfadı.) Bugün bile oralarda koyu kahverengi ve siyah arası bir ten rengi egemen.
Dolayısıyla insanın otantik deri renginin koyu kahverengi ile siyah arası olduğu varsayılabilir. Zaten bu konudaki teoriler de bu yönde. Daha koyu (Siyah) ve açık (Beyaz) renklerin daha sonra ortaya çıktığı yönünde genel bir kabul bulunuyor.
Bunun nedeni büyük bir olasılıkla da Güneşin yaydığı mor ötesi ışınlara karşı koruma ve ayrıca deriye rengini veren melanin, D vitamini ve cinsellik arasındaki karmaşık ilişkilerin de bir seçme avantajı sağlaması.

13 Kasım 2014 Perşembe

Milletler ve Milliyetçilikte Olgu ve Olgunun Bilgisinin İlişkisinin Quantum Fiziğine Benzeyen Karakteri

Çağın Hayaleti ve Hayaletin Laneti

Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ve Ulusal Kurtuluş Savaşları başta olmak üzere, son iki yüzyıldaki savaşların neredeyse tamamının, hatta “sınıfçı” olduğunu iddia edenlerin bile çoğunun, milliyetçilik temelinde yapıldığı göz önüne alınırsa, milliyetçiliğin çok tekinsiz olduğu; insanlığı adeta bir cin gibi çarptığı ve lanetiyle öldürdüğü görülür.
Dünya tarihinin en kanlı yüzyılında neredeyse bütün savaşlar ulus bayraklarıyla yapılmışlardır.
Ama lanet burada bitmez.
Eğer Sosyalizm insanlığın ve ezilenlerin umudu idiyse “sosyalist partileri”, “sosyalist hareketleri”, “sosyalist enternasyonalleri”, “sosyalist devletleri” her seferinde milliyetçilik çökertmiştir.
·         İkinci Enternasyonal’i çökerten neredeyse bütün sosyalist partilerin kendi devletlerinin ve milletlerinin yanında yer almasıydı, yani fiilen milliyetçiliğe teslim olmalarıydı.
·         Sovyet devrimi ve Üçüncü Enternasyonal, 1920’lerde -ki kaderi Sovyet devrimine bağlıydı- milliyetçi “tek ülkede sosyalizm” parolasıyla çökmüştü.
·         Ekim Devrimi’nin kalıntısı son gelenekler, İkinci Dünya Savaşı’nda, “dünyanın lanetlileri”yle başlayan Enternasyonal yerine, “Büyük Rus ulusunun perçinlediği, özgür cumhuriyetlerin parçalanmaz birliği” sözleriyle başlayan SSCB marşının almasıyla ve buna eşlik eden Üçüncü Enternasyonal’in lağvıyla yok olmuştu.

12 Kasım 2014 Çarşamba

“Türkler” Niçin Müslüman Olmadı ve Olamazdı ama Müslümanlar Niçin ve Nasıl Türk Oldu?


Okullarda okutulan ve herkesin kabul ettiği tarihe göre, Türkler 7-11 yüzyıllar arasında Müslüman olmuşlardır.
Bu hikayeyi en Marksist bilinenler bile kabul edip öyle kitaplar yazmışlardır.
Örneğin Hikmet Kıvılcımlı, “Dinin Türk Toplumuna Etkileri” diye bir kitap yazmıştır ve kitaptaki bölümlerden birinin başlığı da “Türkler ne zaman ve nasıl Müslüman oldular”dır.
Bir başkası da Erdoğan Aydın. “Türklerin Müslümanlaştırılmasının Resmi Olmayan Tarihi – Nasıl Müslüman Olduk?”diye bir kitap yazmış. (Bu iki yazının ayrıntılı bir eleştirisi şu yazıda var: “Kıvılcımlı Niçin ve Nasıl Bir Gerici Milliyetçiydi?” ve “Türklerin Müslümanlaşması mı? Müslümanların Türkleşmesi mi? (Erdoğan Aydın’ın “Nasıl Müslüman Olduk” Kitabına Eleştiri”)

10 Kasım 2014 Pazartesi

Atatürk, Çerkez Ethem, Kemalizm ve Stalinizm Üzerine

Bugün 10 Kasım, Atatürk’ün ölümünün yıl dönümü.
Aşağıda Atatürk ve Kemalizm üzerine biri yirmi yıldan daha fazla zaman önce (1992) diğerleri ondan daha fazla yıl önce yazılmış dört yazı var.
Bu yazıları yazdığımızda elbette 2004’ten sonra geliştirdiğimiz kavramsal araçlardan henüz yoksunduk. Bu nedenle bugün elbette kimi formülasyon ve kavramları daha farklı kullanırdık. Ama esas olarak oralarda belirtilen görüşlerin doğru olduğu ve olayların gelişimince de genel olarak doğrulandığı kanısındayız. Türkiye’de bu yazılarda belirtilen noktalara hala varılabilmiş bile değil.
Örneğin Kemalizm hala bir ideoloji olarak ele alınıyor ve tanımlanıyor; bu ideoloji de somut bir tarihsel biçimle sınırlanıyor. Bir başka örnek: Atatürk bir Bonapart olmasına rağmen hala bir Jakoben olarak tanımlanıyor.
Entelektüel ve Teorik sığlık sadece Atatürk’ün değil, Türkiye’nin sağcısı ve solcusuyla tüm akımlarının temel yapısal ve ortak özelliğidir.

8 Kasım 2014 Cumartesi

Din Nedir?

Din’in ne oluğunu herkes bildiğini sanır?
Ancak din kavramınızın kendisinin bir dinin din kavramı olduğunu düşünürseniz Din’in ne olduğunu anlamadığınızı anlamaya başlarsınız.
Dinleri sembolize ettiği düşünülen yandaki resmin kendisinin bir dinin din veya dinler tanımı olduğunu hiç düşündünüz mü?
Üstüne üstlük dinsiz olmanın mümkün olmadığını, sizin sadece dininizin ne olduğunuzu bilmediğinizi anlamaya başlarsınız.
Diğer bir ifadeyle din kavramınızın dinin ne olduğunu olanaksızlaştırdığını anlarsınız.
Bunun için bir başlangıç olarak şu videoyu öneriyoruz:
Şu linki izleyiniz lütfen:
Ayrıca bu konferansla birlikte kullandığımız görsel malzeme de yararlı olabilir ve şuradan izlenebilir:
(İşte uzun yazdığımdan şikayet edenlere kısa bir yazı. Hepsi bu kadar. J)

7 Kasım 2014 Cuma

Sosyalist ve Demokratların Temel Sorunu

Ciddi devrimciler karşı tarafı suçlamazlar. Kendi hataları üzerine yoğunlaşıp kendi cephelerindeki yanlışlarla mücadeleyi başa koyarlar. Siz hiç Lenin’in, Marks’ın veya başka büyük bir devrimcinin karşı tarafı iknaya yönelik, onları eleştiren veya değiştirmeye çalışan bir yazısını gördünüz mü? Göremezsiniz. Çünkü onlar zaten karşıdadır, ortadaki bir savaştır ve onlar kendi görevlerini; çıkar ve konumlarına uygun olanı yapmaktadırlar. Onlara karşı eleştiri silahı kullanılmaz, onların siyahlarının eleştirisi yapılır. Eleştiri silahı bizim taraftakilere karşı kullanılacak bir silahtır. Güçleri değil; yanlışları, fikirleri ortadan kaldıran bir silahtır eleştiri. Bu nedenle “fıtratı gereği” eleştiri düşmana karşı kullanılamaz.
Bizler, yani sosyalistler, demokratlar görevimizi yapıyor muyuz? Esas soru budur?
Gerçekten doğru bir programı savunuyoruz muyuz? Gerçekten doğru bir stratejimiz var mı? Doğru, taktikler, örgüt ve mücadele biçimlerine sahip miyiz? Parola ve bayraklarımız doğru mudur? Zinciri sürükleyecek doğru bir ana halkayı yakalayabiliyor muyuz?

5 Kasım 2014 Çarşamba

Rojava’yı İşgal İçin Halep Bahanesi

Bu hükümet ve Erdoğan, bir punduna getirip Rojava’yı işgal etme hevesinden ve niyetinden vazgeçmiş değil.
Önceleri Kobani düşsün diye bekliyor, Kobani düşünce de, kamuoyunda oluşacak infial ve tepkiyi ve bunun oluşturacağı baskıyı kullanarak, IŞİD tehlikesini bahane ederek fiilen Rojava kantonlarını “Güvenli Bölge” adı altında işgal etmeyi; böylece Koalisyon’un desteğini almayı planlıyordu.
Kobani’nin direnişi ve sokaklara çıkan yığınlar bu oyunu bozdu.
Bunun üzerine ikinci savunma hattına çekildi.
Ve sonunda Barzani’nin aracılığıyla silah yardımına göz yummak zorunda kaldı.
Artık Kobani’de savaşanlar yeni gelen silahlarla IŞİD karşısında üstünlük kurarken ve muhtemelen bir süre sonra IŞİD Kobani’den çekilecekken Kobani’nin düşmesi artık zayıf ve uzak bir ihtimal.

4 Kasım 2014 Salı

Kürtler, Ortadoğu’nun Geleceği, Tarih ve Marksizm

Gelecek geçmişte yazılır. Geleceğin nasıl şekilleneceği geçmişin nasıl yazıldığına bağlıdır.
Bütün “mitolojik” denen söylenceler birer tarih anlatımından başka bir şey değildir ve bir toplumsal dönüşüm sonucu yerleşmişlerdir. Mitolojiye firen her kahraman, aslında yeni bir tarih yazan ve yeni bir düzenin kuruluşuna öncülük eden bir devrimciden başka bir şey değildir.  İnsanlık henüz soyut düşünme geleneğinin olmadığı zamanlarda bu dönüşümleri somut imgelerle anlatmıştır.
Bütün din kitapları aslında birer tarih kitabıdır. Tevrat çok tanrılı dinler karşısında başka bir tarih yazar. Hıristiyanlık ya da İslam, aynı tarihi alır başka bir şekilde yorumlayarak anlatır. Kuran, Tevrat’ta anlatılan ve o zamanın Arabistan’ında bilinen tarihin, başka bir ışık altında okunması ve yorumlanmasından; dolayısıyla başka bir tarih yazımından başka bir şey değildir. İslam, Kuran’la geçmişi farklı anlatabildiği için geleceği farklı kurabilmiştir.

3 Kasım 2014 Pazartesi

Ciguli, Romanlar, TKP, Kobane, Kürtler ve Marksizm'in Krizi

Ciguli, Romanlar, TKP, Kobane, Kürtler ve Marksizm'in Krizi arasında ne gibi bir ilişki olabilir?
Ciguli bir Romandı. Kobane birden dünyanın gündemine gelmiş bir şehirdir, bu şehir artık Kürtlerin ve de Demokratik özlemlerin sembolü olmuştur. Ciguli’nin ölüm haberi “Kobani İçin Küresel Destek Günü” ve Peşmergelerin Kobani’ye girişiyle aynı gün gazetelerde yer aldı. Bu bir ilişki olarak görülebilir. Ama bu zorunlu ve derinden bir ilişki değildir, tümüyle bir rastlantısaldır. Bunların arasında zorunlu ve derinden bir ilişki var mıdır? Varsa nasıl bir ilişkidir? Bütün bunlar biyolojik ya da fiziksel değil toplumsal olgular olduğuna göre bunları bize ancak Tarih ve Toplum Bilimi (Marksizm) açıklayabilir? Ama Marksizmcin kendisi de bir toplumsal olay olduğundan, kendisinin teorik sorunlardaki krizi de toplumsal bir olay alarak yine Marksizm’in konusuna girer. Yani en azından hepsi toplumsal, sosyolojik (toplum bilimin alanına giren) olaylardır. Konumuz bunun ardındaki görünmez ve derin ilişkilerdir.