Ulusçuluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ulusçuluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Aralık 2022 Salı

Yapay Zeka ile Bir Sohbet

Bir süre önce http://www.openai.com/ adresinde sorulara çok akıllı cevaplar veren ciddi sohbetler yapılabilen bir Yapay Zeka platformu hakkında yazılar çıkmıştı. Daha önce de kelimeleri girdi olarak alıp onlara göre göre hayali resimler yapabilen, yine aynı firmaya ait, Dall-e diye bir platformun haberleri çıkmıştı.

Gerçi ona hiç girip bakmadım ama, oyunlar için grafik yapan grafikçi bir tanıdığım, bazan ilham almak için bu yapay zekadan yararlandığını ama yakında yapay zekanın yaptığı işi elinden alabileceğini söylemişti.

17 Aralık 2022 Cumartesi

Spor, Futbol ve Politika Üzerine Yazılar

 

Spor, Futbol ve Politika Üzerine Yazılar - Bu derlemeyi Katar'da yapılan Dünya Futbol Şampiyonası vesilesiyle yaptık. Spor, Futbol, Ulusçuluk, Politika ilişkilerine dair pek alışılmamış görüşler dile getiriliyor. Yazılar elbette Marksist bir yönteme dayanıyor ama bilinen ve alışılmış Marksizmlere değil. Bir üstyapılar teorisi de olan bir Marksizm. Bunun pratik bir uygulaması, somutlaması.
Okuyunca bu daha iyi görülebilir.
EPUB ve PDF formatlarıyla. Kinde ve benzerlerinde okunmak için optimizedir. Çoğaltın, paylaşın, okuyun, okutun

Marksizmin Yeniden İnşası - Birinci Kitap - Uluslar ve Ulusçuluk Teorisine Giriş

 

Demir Küçükaydın - Marksizmin Yeniden İnşası - Birinci Kitap - Uluslar ve Ulusçuluk Teorisine Giriş - EPUB ve PDF formatlarıyla aşağıdaki linkten indirilebilir:

3 Aralık 2022 Cumartesi

21. Yüzyılda Milliyetçilik ve Kimlikler başlığıyla yapılan sunumun daha geniş videosu...

1848 Devrimlerinin arifesinde yazdıkları "Komünist Manifesto" Marks-Engels, söze "Avrupa'da bir heyula dolaşıyor, Komünizm heyulası" diye başlıyordu.Ama aynı günlerde bir başka heyula da ortaya çıktı: Uluslar ve Ulusçuluk Heyulası.Bugün "Komünizm Heyulası" ortalıkta yok, adeta unutuldu, ondan korkan yok. Ama Uluslar ve Ulusçuluk Heyulası tüm dünyayı ele geçirdi.Bugün yeryüzünde bir ulustan olmayan bir tek insan, bir ulusa ait olmayan bir karış toprak yoktur. Tüm devletler bir ulusal devlettir.Ve bu heyula tüm insanlığı lanetiyle çarpıyor. Ortaya çıktığı günden beri, bütün savaşlar, katliamlar, soykırımlar uluslar ve ulusçular tarafından yapıldı ve yapılıyor. İnsanlığı yok edebilecek bir atom savaşı uluslar arasında çıkacak. Uluslar ve ulusal devletlerin olduğu bir dünyada çevre ve iklim sorunlarının hiç biri çözülemez. Çünkü Hiç bir ulus ve ulusal devlet egemenlik hakkını, insanlığın genel çıkarını gözetecek, tüm insanlığı kapsayacak, dünya çapında bir organa vermeyecektir ve vermez.Öte yandan Uluslar ve ulusçuluk, sadece insanlığı değil, bu olguyu anlamak, açıklamak isteyen bütün teorisyenleri, bilim insanlarını da çarpıyor. Böylesine insanlığı pençesine almış, egemen ve hayati bir olgunun, hala bir tanımı yapılabilmiş, bir teorisi yokÖte yandan herkes bu yaygın ve egemen Şey'in ne olduğunu bildiğini düşünüyor ve bundan eminHatta insanların hiç küçümsenmeyecek bir bölümü, uluslara ve ulusçuluğa karşı olduğunu söylüyor ve onu lanetliyor.Ama insanlar karşı olup lanetledikleri şeyin ne olduğunu bilmiyor.Ve sadece bilmiyor da değiller bilmediklerini de bilmiyorlar.İşte konumuz bu: Bilindiği sanılanın bilinmediğini, neden ve nasıl bilinemediğini açıklamak., ulus ve ulusçuluğu saran esrar perdesini kaldırmak.Ve bu perde kaldırıldığında görülecek olan herkesi şaşırtacaktır.Sadece dünyadaki değil, Türkiye'deki aktüel sorun ve tartışmalar da doğrudan ulus ve ulusçulukla ilgili. Bütün can alıcı politik sorunlarda bir çözüm bulabilmek için, bu heyulanın, ulusçuluğun ve ulusun anlaşılması olmazsa olmaz koşuldur.O halde konu çok hayatidir. İnsanlık için ölüm kalım sorunudur.Sorunu yüzeyden değil, temelinden ele almanın, kendisini ve açıklanamazlığını da açıklamanın zamanıdır.

10 Ekim 2022 Pazartesi

Fizikteki Doğru ve Birbiriyle Çelişen Teoriler ve Bunun Marksizmdeki Benzeri Yapı ve Özne Çelişkis

Bu videoda yine kendiliğinden bir şekilde Fizikte son Nobel Ödülü, Quantum Dolaşıklık - Quantum ve Genel Görecelik Teorilerinin Çelişkisi - Bunun Marksizmdeki Benzeri: Manifesto ve Önsözdeki Yapı ve Özne Çelişkisi - Üstyapı Teorisinin Yokluğu - Bir Din Teorisinin Olmaması - Devrim kavramının Yeniden Tanımlanması - Marksizmin Bir Din Olması Gereği gibi konuları ele alıyoruz.


31 Temmuz 2022 Pazar

Bir Ulusçuluk ve Ulus Teorisi Bulunmamasının Ardında Bulunan Mantıksal Yanlış: Kendine Referans (Paradokslar, Antinomiler, Kendine Referanslar, Sonsuz Döngüler, Aksiyomatik Sistemler ve Marksizm) (Marksizm’in Yeniden İnşası – 08)


Epigraflara inanmayınız”

20. Yüzyılın Sonlarında

O. Cotton tarafından

Epigraflar üzerine yapılmış

bir derlemenin epigrafı.

Daha önce gördüğümüz gibi, şu olguyu hatırlayalım.

Marksizm’in bir Uluslar ve Ulusçuluk Teorisi yok, bunu bütün ciddi Marksistler kabul ediyor.

Bundan başka, uluslar ve ulusçuluk üzerine yazmış tüm ciddi araştırmacılar, sosyologlar, antropologlar, sosyal bilimciler vs. Marksist olmayan bir uluslar ve ulusçuluk teorisi de bulunmadığını genellikle kabul ediyorlar.

Hatta uluslar ve ulusçuluk üzerine yazan sosyal bilimcilerin çok önemli bir kısmı, açıkça veya fiilen ve utangaçça Ulusların ve Ulusçuluğun bir teorisinin olamayacağını, bir tanımının yapılamayacağını öne sürüyorlar. Yani ulusların ve ulusçuluğun bir teorisinin ortaya koyulamayacağına veya tanımının yapılamayacağına dair bir teori ortaya atıyorlar. (İşte bir paradoks: teori olamayacağına dair bir teori)

Keza “mucizevi yıl”ın (1983) üçlüleri (Hobsbawm, Gellner, Anderson), ulusların ve ulusçuluğun ne olduğunun ulusçulardan öğrenilemeyeceğini veya ulusçuların ulusun ve ulusçuluğun ne olduğunu anlayamayacaklarını söylüyorlar. (İşte bir başka paradoks: Ulusçular ulusçuluğun ne olduğunu anlayamazlar dolayısıyla onlardan ulusçuluğun ne olduğu öğrenilemez)

31 Mayıs 2022 Salı

Ulusçuluk ve Ulusçuların Ulusçuluk Tanımları (Marksizm’in Yeniden İnşası – 07)

 

(Marksizmin Yeniden İnşası” başlığıyla süren bu yazı serisine, bir süre önce geçirdiğimiz Covid 19 ve sonrasında devam eden, “Long Covid” veya “Post Covid” nedeniyle uzunca bir ara vermek zorunda kaldık. Bu nedenle önce kısa bir hatırlatma yapalım.)

Önce “Mucizevi Yıl” dediğimiz 1983’te “uluslar olduğu için ulusçular değil, ulusçular olduğu için ulusların var olduğu” önermesiyle özetlenebilecek, uluslar ve ulusçuluk ilişkisini ters yüz eden bir “Kopernik Devrimi” veya Marx ve Hegel ilişkisi analojisiyle “ayakları üzerine dikme” gerçekleştiğini ele aldık.

Sonra genellikle Marksistlerce “başı üzerine ters çevirme” veya idealizme geri dönüşmüş gibi karşılanan bu önermenin düşünce varlık veya altyapı üstyapı ilişkisini değil, hangi kategoriden bir toplumsal olgu karşısında olduğumuz sorunuyla ilgili olduğunu, Müslümanlar ve İslamiyet ilişkisi analojisiyle, yani İslam olduğu için Müslümanlar değil, Müslümanlar var olduğu için İslamın var olduğu örneğiyle gösterdik.

14 Mart 2022 Pazartesi

Gericinin Gericisi Ulusçular Olarak Marksistler ve Marksizm (Marksizm’in Yeniden İnşası – 06)

Ulusçuluğun, “ulusal birimle” “politik birimin”, yani ulusla devletin ilişkisi, bunların birbiriyle çakışması, yani her ulusun bir devleti olması her devletin de bir ulusa dayanması anlamına geldiğini, bunun tüm ulusçulukların ortak özelliği olduğunu, ulusçuluğun özünü verdiğini, özel olarak vurgulamıştık.

Ve “ulusal birim”in, yani ulusun nasıl tanımlandığının kategorik olarak ulusçuluğun özüyle, ilgisi olmadığını; bu nedenle konu kategorik ve genel olarak ulusçuluk olduğunda, ulusun ya da “ulusal birimin” nasıl tanımlandığının hiçbir önemi olmadığını belirtmiştik.

Ulusun ya da “ulusal birim”in nasıl tanımlandığı ulusçuluğun ve ulusların farklarıyla ilgilidir.

Örneğin ulus bir dille, kültürle, tarihle, soyla, dinle hatta ırkla tanımlanmış olabilir, ama böyle tanımlanmalara karşı da tanımlanabilir, örneğin bir toprak parçasında yaşayanlarla, yani devlet, din, dil, tarih körü olabilir, yani bunların hiçbir politik anlamının olmadığı bir ulusçuluk da olabilir. Bu farklı ulusçulukların hepsi hepsi ulusçuluktur. Yeter ki, herhangi bir şekilde tanımlanmış ulusun bir devletle çakışması gerektiği, her ulusun bir devleti olması gerektiği ilkesi geçerli olsun veya savunulsun.

11 Şubat 2022 Cuma

Ulusçuluk-Uluslar İlişkisi ve Marksistler (Marksizmin Yeniden İnşası – 04)

Üçüncü yazıda “Mucizevi Yıl” dediğimiz 1983’deki uluslar ve ulusçuluk ilişkisini ters yüz eden “Kopernik Devrimi”nden söz etmiş ve bu devrimi yapanların bile ulusun bir tanımını yapamadıklarını göstermiş ve sadece bir çıtlatma olarak, ilerde ayrıntısıyla ele almak üzere, kendi tanımımızı, uluslar ve ulusçuluğun bir Din olduğunu, yani din kategorisinden bir olgu olduğunu belirtmiş ve son bölümde, bu dördüncü yazıda Marksistlerin bu devrimi neden ve niçin kavrayamadıkları veya suskunlukla geçridikleri konusuna girelim demiştik.

Önce Marksizmin bir ulus ve ulusçuluk teorisi olmadığına dair önde gelen Marksistlerin saptamalarını ve bu saptamayı yapan Marksistlerin de böyle bir teori veya Ulus tanımı ortaya koyamadıklarını görelim. (Çünkü gelen kimi yankılardan bunun da pek bilinmediğini fark ettik. En azından Türkiyeli Marksistler bakımından.)

7 Şubat 2022 Pazartesi

Uluslar ve Ulusçuluğun Marksist Teorisi Sorunlar, Yapılanlar, Yapılamayanlar ve Yapılması Gerekenler (1) (Marksizmin Yeniden İnşası – 03)

Mucizevi Yıl (“Annus Mirabilis”) kavramı önce, Newton’un Londra’daki Veba salgınından kaçarak, esas memleketine döndüğü ve orada Gravitasyon (yerçekimi) ve Optik (ışık) yasalarını formüle ederek Klasik Mekaniği veya Fiziği kurduğu, 1665-1666 yılları için kullanılmıştır.

Ancak bugün bu kavram genellikle ve yaygın olarak Albert Einstein’in her biri bir Nobel almaya layık, fizikte bir devrim anlamına gelen dört denemesini (Kuantum fiziğinin temellerini atan ışığın fotoelektrik etkisi, Atom teorisini kanıtlayan Brown Hareketleri, Işık hızının sabitliği nedeniyle zaman ve uzayın değişmesi, yani Özel Görecelik Kuramı ve nihayet  yirminci yüzyılın ikonu haline gelmiş, E=mc2 formülüyle ifade edilen, Maddenin yoğunlaşmış Enerji olması ve birbirine dönüşebilirliği) yayınladığı 1905 yılı için kullanılmaktadır.

8 Aralık 2021 Çarşamba

Demirtaş’ın Yazısının Düşündürdükleri (Türk Milliyetçileri ve Kürdistan Solu veya Alışılmış İfadesiyle: “Türk Solcuları ve Kürt Hareketi”)

 

Bugün Selahattin Demirtaş’ın Yeni Yaşam’da yayınlanan Aynı Halaya Durmak İçin” yazısını okurken içim acıdı.

Hele son cümlesi: “HDP’nin, bizlerin solun neresinde durduğunu merak edenler önyargı ve kronik üsttenci bakıştan arınarak bulundukları yerin soluna bakarlarsa bizi orada göreceklerdir. Bu sol için kaygılanacak değil, gurur duyulacak bir durumdur” diye yazıyordu. Birçok yayın organı da bu cümlenin en vurucu yanını öne çıkarmıştı. Örneğin Duvar: “Demirtaş: ‘Bulunduğunuz yerin soluna bakarsanız bizi görürsünüz”ü başa almıştı. Artı Gerçek: “Selahattin Demirtaş’tan TKP’ye sol yanıtı” başlığından sonra haberin başında yine aynı sözleri öne çıkarmıştı.

“Bunda içi acıtacak ne var? Demirtaş TKP ve benzerlerine isim vermeden de olsa hak ettikleri cevabı vermiş” denecektir.

Ve bunu diyenlere de içim acıyacak.

Neden?

29 Kasım 2021 Pazartesi

Sosyalistler Niçin “Sınıf” Değil de “Kimlik Politikası” Yapmalıdırlar? (Erken Seçim, Demirtaş’ın Soruları, A. D. Topuz’un “Alevilik, kimlik ve eşitlik” Yazısı Üzerine)

 

Aslında bu yazıda kısaca erken seçim konusunu ele alıp, erken seçimin, sadece iktidarın değil, muhalefetin de çıkarına olmadığı; ama erken seçim istermiş gibi yapmanın muhalefet partilerinin (ve de iktidarın) çeşitli derecelerde çıkarına olduğu; bunun söz ve davranışlarda nasıl ifadesini bulduğu; gerçekten böyle niyeti olan bir partinin veya hareketin nasıl, hangi parolalar ve mücadele biçimleriyle hareket edeceği veya etmesi gerektiği konusunu ele alacaktım.

Ancak bu analizden şu an kendi davranışımın ne olması gerektiğini düşününce, nasıl olsa olayların gelişimini etkileme gücüm olmadığı ve olayları yorumlamakla yetinmenin gazetecilerin işi olduğundan hareketle, bu konuyu değil de örneğin, olası bir seçime ilişkin olarak, Demirtaş’ın Türkiyeli solculara basit sorular sorup, soruları(n)a basit yanıtlar[i] istediği soruları ve cevaplarım üzerine yazayım bari, böylece Demirtaş’ın mektubunun tartışılmasına ve „gündem olmasına“ da bir katkım olabilir diye düşündüm.

5 Ağustos 2019 Pazartesi

Ulusların, Avrupa’nın ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Sonuna Doğru


Dünya Ulusları, Avrupa ve Türkiye özünde aynı karakterde krizler içindeler. Kendilerini yok ederek krizden çıkabilirler, ama kendilerini yok etmeyi aşmayı başaramadıkları takdirde bu sefer acılı bir şekilde yine yok olacaklardır.
Kısaca tek tek ele alalım.
Dünya’da toplumun temeli, altyapısı yani ekonomik ilişkiler çoktan ulusal sınırları parçalamış, bir tek dünya ekonomisi yaratmış bulunuyor.
Ama üstyapı, dünya ticaretinin esas olarak üst sınıflar ve lüks mallarla sınırlı olduğu, klasik antik uygarlıklar ve imparatorluklardan bile daha küçük ve sınırlı uluslara ve ulusal devletlere bölünmüş bulunuyor. Bu durum insanlığı boğuyor. İki dünya savaşı tam da bu nedenle çıkmıştı. Ki o zamanlar globalleşmenin çapı henüz bugün vardığı noktadan çok uzaklardaydı.

5 Şubat 2018 Pazartesi

“Türkler” Niçin Müslüman Olmadı ve Olamazdı ama Müslümanlar Niçin ve Nasıl Türk Oldu?

Okullarda okutulan ve herkesin kabul ettiği tarihe göre, Türkler 7-11 yüzyıllar arasında Müslüman olmuşlardır.
En Marksist bilinenler bile bu saçma hikayeyi kabul edip öyle kitaplar yazmışlardır.
Örneğin Hikmet Kıvılcımlı, “Dinin Türk Toplumuna Etkileri” diye bir kitap yazmıştır ve kitaptaki bölümlerden birinin başlığı da “Türkler ne zaman ve nasıl Müslüman oldular”dır.
Bir başkası da Erdoğan Aydın. “Türklerin Müslümanlaştırılmasının Resmi Olmayan Tarihi – Nasıl Müslüman Olduk?”diye bir kitap yazmış.
*
Sorunu adlandırmadan başlayalım.
İslam uygarlığı, İran’ı (Pers Uygarlığını) fetih ettikten sonra, Kafkaslardan Çin hududuna kadar olan Orta Asya denen bölgede genellikle göçebe aşiretler halinde yaşayanlar, eskisi altında oldukları uygarlığın diniyle dinlenmişler ve Müslümanlığa geçmişlerdir. Bu süreç örneğin Germenlerin Batı Roma ya da Slavların Doğu Roma etkisiyle onların diniyle dinlenmelerine ve uygarlığa geçmelerine benzer.

29 Haziran 2017 Perşembe

Sosyalistler ve Sol Neden “Ofsayt”ta?

Bu gün dünyadaki her hangi bir soruna, insanlığın kurtuluşu, hatta varoluşunu sürdürmek için önündeki en büyük engelin uluslar olduğunu görmeyen ve ulusların varlığının fiili bir ırkçılık anlamına geldiğini kavramayan her politik parti veya hareket, birden bire kendini en kötü gericiliğin destekçisi olarak bulur.
Dünyaya böyle yaklaşmadığınız sürece, dünyayı ve ondaki politik gelişmeleri anlama ve onlara karşı bir politik tavır ve program geliştirme şansınız olmaz.
Soruna böyle yaklaşmadığınız sürece, bu gün dünyaya egemen olan ulus devletlerin ırkçı bir sistemin araçları olduğunu göremezsiniz. Yani ırkçılığı bir tehlike olarak görürsünüz, yeryüzü ölçüsünde var olan bir sistem, gerçek olarak değil.
Böyle yaklaşmadığınız sürece siz bir ulusçulusunuzdur; insanların değil ulusların eşit olduğu insanların ancak uluslar aracılığıyla eşit olabileceği gibi bir yaklaşıma sahipsiniz demektir.

29 Mayıs 2017 Pazartesi

Aydınlanma ve İslam’ın Sentezi ve Mirasçısı Olarak Marksizm

Aydınlanma ve İslam’ın birbirine zıt olduğu yönünde yerleşmiş ve yaygın bir yargı vardır.
Bu yargıyı savunan ve yerleştirenler: İslam ve Aydınlanma’nın içini boşaltanlar; onları karşı devrimlerle olmamışa çevirenler ve bu karşı devrimci mirası şimdi sürdüren “Aydınlanmacılar” ve “Müslümanlar”dır.
Birbirlerine zıt olduklarını söyleyenlerin, zıt olduklarında böyle anlaşabilmeleri bile, zıtlıktan çok daha büyük, bir ortaklık içinde bulunduklarının da bir kanıtıdır.
“Aydınlanmacı” ve “İslamcı”ların, Aydınlanma ve İslam’ın birbirine zıt olduğu yargısında anlaşmaları olgusunun kendisi, bizzat bu iddialarının, kendileri tarafından çürütülmesinden başka bir anlama da gelmez.
Şunu iyi ayırmak gerekmektedir: Aydınlanma ve İslam’ın zıt olduğu yargısındaki bu ortaklık, Aydınlanma ve İslam’ın değil; Aydınlanma ve İslam’ın sürdürücüsü ve devamcısı olduklarını iddia edenlerin bir ortaklığıdır.

11 Mart 2017 Cumartesi

Tanrı’nın Nasıl Bir Varlık Olduğu Üzerine İnananların ve Pozitivistlerin Ortak Kabulleri

Böyle bir konu ilk bakışta günümüzün sorunlarıyla ilgisiz gibi görünebilir.
Ancak bu konu, zıt gibi görünenlerin aslında hiç de zıt olmadıklarını görmemizi ve o zıtların sürdürdüğü dövüşün, bir kayıkçı dövüşü olduğunu anlamayı ve kayıkçı dövüşünün kendisine karşı bir mücadeleye başlamamızı sağlayabilir.
Bu ortak kabulleri ve kayıkçı dövüşünü, onların Allah ya da Tanrı konusundaki ortak kabullerinde görmek mümkündür.
Örneğin Yaradılışçılar ve Darvinciler veya evrimciler kavgasını ele alalım.
İkisi de çok farklı ve birbirine karşı tezleri savunuyor görünürler. Bir taraf Allah’ın varlığını, diğerleri Allah’ın yokluğunu kanıtlamaya çalışır.
Ancak bunların getirdikleri argümanlara baktığımızda, aynı ortak kabullerle konuyu tartıştıklarını görürüz.

23 Şubat 2017 Perşembe

#HAYIR ve Azınlığın Üç Türü

Dün Demokrasi’nin hukukun geçerli olup olmaması (çünkü pek ala bir diktatörlük de hukuka dayanabilir) ve azınlık-çoğunluk ilişkisi olarak tanımlanmasının yanlışlığına değinmiştik.
Elbet, bir teknik olarak veya hukuki olarak demokrasinin “azınlığın çoğunluğa uyması ilkesine dayanan rejim” olarak tanımlanabileceği; ama bu genel biçimiyle demokrasinin her türlü ırkçı ve faşist görülerle de uyuşabileceği; bu anlamda demokratların özel bir demokrasiden yana; haklar konusunda çoğunluğun karar alma hakkının olmadığı bir demokrasiden yana olmaları gerektiği ve böyle bir demokrasi tanımına dayanmaları gerektiğini kısaca ele almıştık.
Soruna böyle yaklaşmamanın, mantık sonuçlarına gittiğinde demokrasinin reddine varacağı yani kendi bindiği dalı kesme sonucuna varacağını göstermeye çalışmıştık.
Şimdi şu soruya gelelim. Teknik olarak, genel olarak ya da hukuki olarak demokrasi, “azınlığın çoğunluğa uyması ilkesini kabul” olarak da tanımlanabileceğinden; bu çoğunluk-azınlık ilişkisinde “çoğunluğun diktatörlüğü” nasıl engellenebilir?

19 Ocak 2017 Perşembe

Güvercinler, Müslümanlar, Türkler ve İnsanlar

Hrant Dink “Ruh halimin Güvercin Tedirginliği” başlıklı yazısının son satırlarında umudunu ve güvenini şu sözlerle dile getiriyordu:
“Evet, kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.
Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler.
Evet, biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.”
Ama bu satırların Dink’in son satırlarından biri olması, aynı zamanda bu umudun ve güvenin hiçbir dayanağı olmadığını da kanıtlamış bulunuyor.
Niçin böyle?
Çünkü Hrant’ın unuttuğu bir şey vardı, biyolojik bir kavram olarak insan ile (yani küçük harflerle insan olmakla), sosyolojik olarak İnsan (büyük harflerle İnsan) olmak arasındaki farkı göremiyordu.
Yani unuttuğu “bu ülkede” İnsanların değil Türklerin yaşadığı idi.

7 Ocak 2017 Cumartesi

“Laik Yaşım Tarzı” Neden “Ulusal Sorun”dur ve Öyle Olduğu Niçin Anlaşılamaz? (2)

Laik yaşam tarzı”nın bir “ulusal sorun”, yani tıpkı “Kürt sorunu” gibi bir sorun; aynı kategoriden bir sorun olduğunun anlaşılamamasının, biri daha genel ve metodolojik; diğeri daha özel, despotik Şark devletinin, yani Türk devletinin, temel yapısının ve özelliğinin kavranmamasıyla ilgili iki nedeni bulunmaktadır.
Bu ikisini biraz açmadan konunun anlaşılması neredeyse olanaksızdır.
Birinciden, genel ve metodolojik olandan başlayalım.
*
Laik yaşam tarzı”nın ulusal sorun olduğunun anlaşılamaması; ulusun ve ulusçuluğun (yani milletin ve milliyetçiliğin) ne olduğunun anlaşılamaması ile ilgilidir.
Ama ulusun ve ulusçuluğun anlaşılmasında, metodolojik düzeyde çok temel bir sorun bulunmaktadır.
Bu sorun, eğer bir benzetme yapmak gerekirse,  tıpkı kuantum fiziğindeki Heisenberg’in “belirsizlik ilkesi” gibi çok temel bir sorundur.