Lenin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Lenin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ocak 2023 Pazar

“Hesap Hataları” ve “Sosyalist Bakireler” Üzerine

“Daha büyük güvenle ve metanetle zafere doğru yürüyebilmemiz için tek bir eksiğimiz var: bütün ülkeler devrimcilerinin, taktiklerinde azami esneklik göstermeleri gereğinin açık ve derin duyusu. Bugün devrimci hareketin en önemli eksiği ve özellikle ilerlemiş ülkelerdeki hareketin en büyük eksikliği işte bu bilincin olmamasıdır ve pratikte bu bilinçten esinlenebilme sanatının olmamasıdır”

(Lenin, “Sol” Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı, abç.)

*

Biz teoride ne kadar uzlaşmak nedir bilmez, en küçük bir prensip pazarlığını en müthiş aykırılık sayarsak, pratikte o kadar "sivrisinekten yağ çıkarmak", ya da "domuzdan kıl koparmak" zorundayız. Buradaki taktik esnekliği işte bu anlama gelir. Esnekliğin burada başlıca iki anlamı vardır.

1-  Eğilip bükülebilir olmak: Okuma kitaplarında hep görmüşüzdür:

Fırtına ortalığı kasıp kavururken sert meşe, ağır gövdesiyle bir milim bile eğilmeye razı olmaz, oysa dere kıyısındaki kurnaz saz, fırtına sürdükçe "yerle yeksan olur", çamurlara doğru eğilir. Fırtına geçtikten sonra meşe, dalı budağı kırılmış bir küstü kütük şeklinde mahvolmuş görünür. Fakat saz, hiçbir şey olmamış gibi, yine ayakta dimdik!.. İşte taktik esnekliği derken, komünizmin anladığı, bu tür yapı ve prensiplerini bozmaksızın eğilip bükülmedir. Meşe ile saz kıssasından çıkarılacak hisse de budur: Burjuvazinin saldırısı fırtınalaştı mı, kırılıp dökülmeden eğilmek, sonra dimdik ve olduğu gibi kalkmak için, fırtınaya uymaktır.

(Dr. Hikmet Kıvılcımlı, “Yol”, “Taktik Ana Halkası: Legaliteden Yararlanma”. abç.)

27 Ekim 2022 Perşembe

Yanlış Sorulara Doğru Cevaplar Verilemez.

Bu videoda Seçimler konusunda Muhalefet, Sosyalistler ve HDP'nin tavrı eleştiriliyor. Onların doğru sorular sormadığı dolayısıyla doğru cevaplar veremediği gösterilmeye çalışılıyor. Yanlış Sorulara Doğru Cevaplar Verilemez: Günün Doğru Sorusu: "Erdoğan Karşısında Kim kesin Zafer kazanır?"dır. Buna bağlı ikinci soru: "bu aday en doğru ve sağlıklı biçimde nasıl belirlenebilir"dir.

17 Ocak 2022 Pazartesi

Politik Mücadele ve Bilim (Marksizm) - (Marksizmin Yeniden İnşası - 01)

İhtiyaçların bilimlerin ilerlemesine yüz üniversiteden daha fazla etki yaptığı Engels’in de ifade ettiği bir olgudur.

Hatta bu önermeyi bir sosyolojik yasa olarak, genel eğilimi ifade eden bir teorem olarak tanımlamak daha da doğru olur.

Bu öyle derinden bir ilişkidir ki, iki milyon yıl boyunca taş baltanın neredeyse hiç değişmeden aynı kalması, Sümerlerden modern kapitalizme kadar, yani şunun surası birkaç yüz yıl öncesine kadar, binlerce yıllık uygarlık tarihi boyunca, tekniğin ve doğa bilimlerinin çok sınırlı gelişmesi ve nihayet son birkaç yüzyılda ise artan bir ivmeyle devasa gelişmesi, bu tamamen ters gibi görünen genel eğilimler bu yasayla açıklanabilir.

Ancak sadece doğa bilimlerinin ve tekniğin değil, Marksizmin, yani toplum biliminin evrimi de bu yasanın çerçevesinde açıklanabilir.

Marksizm bir “akademik disiplin” değil, bir bilim, toplum bilim (sosyoloji) olduğu için, yani ezilenlerin mücadelelerine kendini veren insanların, (ki bu insanlar da yine, var olan, yaşanan toplumsal gerçeklikle olanaklı ve gerekli olanlar arasındaki çelişkilerin bir sonucu olarak ortaya çıkarlar, bu çelişki nedeniyle insanlara ve ezilen sınıflara bir şeyler “yanlış”, “akıl ve ahlak dışı” olarak görünmeye başlar) bu mücadelelerinde değiştirmeye çalıştıkları toplumsal gerçekliği anlama ve açıklama çabalarının bir aracı olduğu için, bu mücadelelerin ihtiyaçlarına bağlı olarak evrim geçirir ve ilerlemeler sağlar.

18 Mayıs 2018 Cuma

“Uzlaşma Yok!” Bir Anarşist Palavrasıdır - Uzlaşmalar Üzerine Lenin Neler Diyordu?


En keskin “devrimci” olduğunu düşünenler ve uzlaşmasız olduğunu söyleyenler bile her an için fiili bir uzlaşma içindedirler.
Düşünün bir devrimci, bir demokrat için, bu dünyada uluslar ve ulusal devletler ve ulusçuluktan daha berbat, kendisine karşı savaşılacak ne olabilir?
Bunlardan daha korkunç ne var?
Son iki yüz yıldaki bütün savaşların, bugün insanlığın çektiği bütün sorunların temelinde Aydınlanma’nın inkarı, ona karşı bir karşı-devrim olan uluslar, ulusal devletler ve ulusçuluk vardır.
O keskin “devrimci”lerin söylediği gibi “uzlaşma yok” ise, bunu diyenlerin önce yurttaşı  oldukları devletin verdiği hüviyetleri, pasaportları ikametgahları yakmaları, vergi vermemeleri, onun yasalarını tanımamaları, okullarına gitmemeleri vs. gerekir.

19 Mart 2018 Pazartesi

Yanılmanın Doğruluğu ve Yanılmamanın Yanlışlığı Üzerine


Dünden beri “hani “Afrin düşmeyecek” diyordun, işte düştü, artık konuşma” anlamında eleştiriler yapanlar yorumlar yazanlar oluyor.
Örneğin bir okur şöyle yazmış:
“4 gün önce "Afrin Değil Erdoğan Düşecek" diye yazı gönderdin.4 gün sonra Afrin düştü dedin. Afrin "düşmedi", verildi.
"Selo Başkan" için 6000 imza toplattın; tasfiye edildi.
Sen "genellemeyi" sevdiğini söylüyorsun ama, aslında parçaları doğru ele alamadığın için genellemelerde de çok "genel" olarak hatalar yapıyorsun.
Kusuruma bakma ama, biraz daha itidal öneririm sana, senin adına!”
Ayşe Hür şöyle bir twit atmış:
Demir Küçükaydın, Afrin'in düşmeyeceğinden en emin sol kalemlerdendi. Ama "gerçekler acıdır" demiş bu yazısında.”
Bunlar en nazik olanlar. Daha küfre varan niceleri var.
Bu vesileyle biz devrimcilerin yanılgılarının doğruluğu üzerine, Marksizmin unutulmuş bu güzel gelenekleri üzerine, birkaç söz edip, unutulmuş diyalektiği hatırlatalım.

28 Nisan 2017 Cuma

1 Mayıs’ta Taksim Alanı Fethedilebilirdi? Ama Nasıl?

Türk sosyalistlerinin temel sorunu anmalara, rozetlere, ritüellere çok düşkün olmalarıdır.
Pek bilinmez veya artık bilinmek istenmemektedir ama 1960’ların sonundaki yükselişi yaşayan devrimci gençler, yani DÖB’lüler ve Dev-Genç’lilerin hiç öyle ritüelleri yoktu. Çünkü gerçek, canlı, dinamik bir hareketin örgütsel ifadesiydiler.
Kırk yılda bir anma falan yapılır, o da aktüel politik mücadele için bir mesaj vermeye, bunun için vesile yaratmaya yönelik olurdu.
Bizim, ve özellikle de bizim Deniz’in (mare nostrum) dilimizden düşmeyen “vaktimiz yok ölenlerin matemini tutmaya, akın var güneşe akın, güneşi zapt edeceğiz güneşin zaptı yakın” şiarıydı.
Bir örgüt canlı bir hareketle bağını, dinamizmini, yaratıcılığını yitirip bürokratlaşmaya, taşlaşmaya başladığında rozet sloganlar, bayraklar, semboller, ritüeller, anmalar önem kazanmaya başlar.

22 Mart 2017 Çarşamba

Gergerlioğlu ve Lenin (Demokrasi Mücadelesinin Sorunları)

Ezilenlerin mücadelesinin, ezilenlerin kendi yapısından gelen ciddi sorunları vardır.
Ezilenler, sömürülenler, baskı altındakiler, mazlumlar ancak kendilerini doğrudan ilgilendiren sorunlardan dolayı harekete geçer, örgütlenir ve direnirler. “Dil ağrıyan dişi kurcalar.”
Ama bir baskı ve sömürü biçimine karşı mücadele etmek, başka baskı ve sömürü biçimlerine karşı mücadeleyi veya duyarlılığı otomatik olarak yaratmaz. “Tok açın halinden anlamaz
Hatta bir baskı biçimine karşı mücadele edenler diğer baskı ve sömürü biçimlerine uğrayanlara karşı sadece duyarsız olmazlar; bizzat kendileri sorunun bir parçası olabilirler.
Örneğin bir işçinin uğradığı sınıfsal bir baskı ve sömürü onu otomatikman ulusal baskıya, kadınların uğradığı baskıya, Alevilerin uğradığı baskıya vs. karşı duyarlı yapmaz.

26 Şubat 2017 Pazar

Dinlemek İçin - #HAYIR için Mücadele ve Kürt Özgürlük Hareketine Bir Program ve Strateji Değişikliği Önerisi

(Dinlemek için Okunmuş yazılar. İndirilerek veya online dinlenebilir. Okumak için zamanı olmayanlar için bir çözüm.)
"Stratejinin önemini gösterebilmek için, toplumsal mücadeleler tarihinde son derece önemli ve tayin edici olmuş iki dramatik stratejik değişikliğe kısaca değinelim.
Biri Ekim devrimi öncesinde, Lenin’in Sen Petersburg’ta Finlandiya istasyonuna indiğinde yaptığı strateji değişikliğidir.
Diğeri Abdullah Öcalan’ın CIA-MOSSAD tarafından Türk devletine teslim edildiğinde, İmralı’da yaptığı strateji değişikliğidir.
Her ikisi de olağanüstü zor koşullarda, hatta dayandıkları ve hatta büyük ölçüde kendileri tarafından oluşturulmuş örgütlerin alışılmış ezberlerine karşı ortaya koyulmuştur."

24 Şubat 2017 Cuma

23 ŞUBAT 1917 Rusya'da Şubat Devrimi Başlamıştı.

23 ŞUBAT 1917 Rusya'da Şubat Devrimi Başlamıştı.
Başlangıçta kadınlar vardı.
Giderek daha fazla insan yürüyen kadınlara katıldı. Giderek savaşa ve Çara karşı sloganlar yükselmeye başladı.
Ertesi gün 200.000 işçi genel greve gitti.
25 Şubatta Genel Grev.
İşçiler Özyönetim organları olan Sovyetleri, (Şuralar, Meclisler) kurmaya başladı.
Çar göstericilere ateş emri verdi. Onlarca kişi öldü.
Gösteriler artarak devam etti.
Tekrar ateş emrine ise askerler uymadı ve isyan edip halka katıldılar.
Kritik noktaları ele geçirdiler.
İşte o devrim böyle başladı.
İkili bir iktidar oluştu.
Bir yanda Sovyetler, Bir yanda eski parlamento (Duma).

24 Ocak 2017 Salı

#HAYIR Cephesinde “Eleştiri Silahı” ve “Silahların Eleştirisi”

Anayasa değişikliği teklifi Meclis’ten geçmiş bulunuyor. Değişikliğin kararlaştırılmasını geciktirmeye yönelik çok değerli olanaklar ve zaman yitirilmiş bulunuyor.
Eğer bundan sonra aynı şekilde hareket edilmeye devam edilirse, #HAYIR cephesinin referandumda ağır bir yenilgi alacağı şimdiden öngörülebilir.
Bu nedenle biz bütün eleştirilerimizi ve enerjimizi #HAYIR cephesindeki yanlışlara yöneltmek gerektiğini düşünüyoruz.
Ve bir akım, bir görüş, bir örgüt bize ne kadar yakınsa veya biz ne kadar kendimizi ona yakın görüyorsak eleştirilerimiz o ölçüde sert olacaktır.
İnsanların eşitliğinin düşmanları, kendilerine ve yakınlarına karşı fazlasıyla anlayışlı; hatta kayırıcı; kendilerine uzak ve karşı olanlara karşı acımasız ve gaddar olurlar.
Sosyalistler ise, peygamberler ve evliyalar gibi, kendilerine ve dostlarına karşı acımasız; kendilerine uzak olanlara ve hatta düşmanlarına karşı anlayışlı ve toleranslı olurlar.

22 Ocak 2017 Pazar

#HAYIR! Şimdi “Ev Ev Dolaşma Zamanı” Değildir

Bugün için, dengeyi tersine değiştirebilecek tek güç, HDP ve diğer sosyalist örgütlerdir.
Onların duruşu, CHP’nin duruşunu değiştirmesine yol açar. Bu da dengelerin değişmesinin yolunu açar.
HDP ve Sosyalist örgütlerin, aydınların, demokratların gücünün az olması önemli değildir.
Duruş, politika, strateji ve taktikler eğer doğru olursa, bu diğer güçlerin konumlanışlarını da etkilerler.
Tarih güçsüz ama kıvrak olanın güçlü ama hantal olanın örnekleriyle doludur. Bu, Davut’un Golyat’ı yenmesi biçiminde kutsal kitaplara bile geçmiştir. İslam’ın nenedeyse yarı peygamber gibi değerlendirdiği İskender (Zülgarneyn, Çit boynuzlu) koca uygarlıkların (Mısır, Pers, Hindistan) devasa ordularını, küçük güçlerle ama akıllıca bir stratejiye ve taktiklere dayanarak yendiğinin en çarpıcı örneklerini sunmuştur.
Ne var ki, eğer bu örgütler, bugün Evrensel’deki haberde yansıyan anlayışla hareket edeceklerse, bu referandumdan #HAYIR çıkmayacağına kesin gözüyle bakılabilir.
Çünkü uluslararası sosyalist ve işçi hareketinin, yeni sosyal hareketlerin son iki yüz yıllık deneylerinin sonuçları yokmuş gibi hareket ediliyor.
Siyaset sanatının alfabesi bile unutuluyor.
PKK’nın “İsyanla oynanmaz” ilkesini çiğneyince, o mücadeleci Kürt kitlelerini nasıl felç ettiği; dinamizmini nasıl yok ettiği ve şimdi içinde bulunduğumuz kritik duruma düşmemize yol açtığı ortada.
Öyle görülüyor ki, şimdi de legal alandaki parti ve örgütlerin benzer yanlışları ile ikinci bir ağır yenilgi bizleri bekliyor.
Ve bu yenilginin sonuçları sadece bu ülkedeki değil; bütün bölgedeki dengeleri de değiştirecek kadar ağır olacak ve on yıllara yayılacaktır.
Bu nedenle bıkmadan uyarılarımızı ve eleştirilerimizi yapmaya devam edelim.
(Bu uyarılar, artık yetmişine dayanmış bir kişinin uyarıları değildir. Bu kişi yarım yüzyıldır Türkiye’deki mücadelede yer almış; onlarca yılını hapis ve sürgünlerde geçirmiş; onlarca kitap yazmış; sadece boş vakitlerini değil; yirmi dört saatini ve ömrünü insanların eşitliği davasına vakfetmiş; son iki yüz yılın işçi, sosyalist ve diğer sosyalist hareketlerin derslerini sistemli olarak öğrenmeye çalışmış ve onlardan bazı sonuçlar çıkarmış; bir birikimi özümlemeye çalışmış bir devrimcinin, bir sosyalistin uyarılarıdır. Bizim örgütümüzün, gücümüzün olmamasına bakıp bu uyarı ve eleştiriler küçümsenmemelidir. Hele hakkımızda orada burada dile getirilen saçma sapan ve yalan yanlış ön ve bön yargılara bakıp çiğnenmemelidir. Onlar fikirlerimizin gücü karşısında cevap veremeyenlerin savaş hilelerinden başak bir şey değildirler.)
Hangi dersler unutuluyor ve ne gibi yanlışlar yapılıyor?
Bu yazıda sadece birini, başlıktaki “evlere gitme” imgesinde ifade edileni, örnek olarak ele alalım.
Ama önce alfabetik bir önerme.
Strateji yanlış ise, bu yanlışlığın oluşturduğu handikaplar doğru taktiklerle telafi edilemez.
Adorno’nun “yanlış bir hayat doğru yaşanamaz” önermesi, bu temel ilkenin daha genel bir ifadesinden başka bir şey değildir.
Bunu şöyle de ifade edebiliriz: Genel ve temel sorunlardan kaçılamaz. Genel ve temel sorunlarda yaptığınız bir hatalar her zaman sizden hızlı koşarlar ve tam onları aştığınızı sandığınız anda, aşılmaz bir duvar olarak karşınıza dikilirler.
*
#HAYIR cephesi, #HAYIR mücadelesini bir strateji sorunu olarak tartışmıyor.
Temel yanlışı bu.
Onu sadece taktik, mücadele biçimleri ve örgütlenmelere ilişkin bir sorunmuş gibi ele alıyor.
İkinci temel yanlışı da bu.
Ama böyle ele aldığında da önerdikleri tamamen ve kategorik olarak yanlış oluyor.
Bunu somut olarak görelim.
Ancak bunun için önce sosyal hareketlerin ve işçi hareketinin, Marksizm’in ve sosyalist hareketin tarihinden bir dersi; temel bir sorunu ve yanlışı hatırlatmak gerekiyor. Çünkü yapılan yanlış tamı tamına budur.
Yukarıda değinilen genel ve temel sorunlardan kaçış, genellikle çok temel ve hayati bir takım işlerin acil ve temel görev gibi sunulması biçiminde ortaya çıkar ve aslında böylece yanlış bir görev tanımı yapılmış; yanlış bir strateji izlenmiş olur.
*
Ne demektir bu?
Örneğin, yemek, içmek, soluk almak. Hayati işevlerdir. Bunlar olmazsa yaşayamayız.
Ama bir insanın görevlerini belirlerken, bunları bu temel önemlerinden hareketle görev olarak öne koyması, aslında başka görevlerden kaçması anlamına gelir.
Daha da somutlayalım.
Bir siyasi örgüt için, “ev ev dolaşmak”, görüşlerini yaymak, anlatmak, kampanyalar yapmak; halkı örgütlemeye çalışmak; toplantılar tertiplemek; bildiriler dağıtmak vs. gibi işler, tıpkı bir insanın yemek yemesi, soluk alması, su içmesi gibi; olmazsa olmaz, ona hayatiyetini veren, onu o yapan şeylerdir.
Bu nedenle özel bir siyasi görev oluşturmazlar.
Ama can alıcı bir durumda, ortada bir strateji yokken, bunları sanki o duruma uygun bir strateji, acil görev, çözüm yolu gibi ortaya koymak; aslında gerçek acil görevden, bir strateji yokluğu gerçeğinden kaçmak, ya da fiilen tamamen yanlış bir strateji önermek anlamına gelir.
*
Şimdi, can alıcı bir Anayasa referandumu var. Fazla bir zaman kalmamış. Bu hayati noktada, nasıl bir strateji izlemek gerektiği konusunda öneriler de var. En azından bizim yaptığımız öneri var.
Bu noktada, bu öneriyi duymazdan gelerek veya kendiniz nasıl bir strateji izlemek gerekir gibi bir soruyu ortaya atmayıp ondan kaçarak; görevimiz “ev ev dolaşmaktır”, “hayır kampanyası yapmaktır”; “yaratıcı şeyler yapmaktır”; “hayır toplantıları yapmak”; “hayır meclisleri kurmaktır” derseniz, aslında spesifik bir siyasi görev olmayan işleri bir siyasi görev olarak koymuş ve gerçek günün acil görevlerinin ne olduğu sorusunu gündeme almaktan kaçmış olursunuz.
Bu gibi bir görev belirlemesi, ilkelliği ebedileştirmektir. Yani politika yapmayı, bir siyasi organizasyonunun, onu o yapan en temel işlevlerine indirmektir.
Bu da elbet bir strateji olarak kabul edilebilir. Yani O en temel işlevlerin içeriği olması gereken, politika ve stratejinin gündeme gelmesini engellemek, için bir stratejidir.
*
Son iki yüz yılın deneylerini unutmuş olan bugünkü kuşaklar bilmez belki ama bu aşağıda aktaracağımız örgütler (CHP Hariç) Sosyalist ve Marksist olma iddiasını sürdürdüklerinden onlara sosyalist hareketin tarihindeki bir örneği ve dersi hatırlatalım.
Lenin ile Ekonomistler arasındaki tartışmanın özü bir bakıma tam da buydu. Ekonomistler, “işçilere gitmek, onları örgütlemek” çok önemlidir diyerek, bir siyasi örgütün oluşturulması sorunundan kaçıyorlardı.
Lenin de onlara evet baylar elbet ilk tahsil orta veya yüksek tahsilden önemlidir, ama bunu yüksek tahsilin yapmayı gündemden kaldırmanın gerekçesi olarak ve özel bir görev olarak öne çıkarmak ilkelliği ebedileştirmektir diyordu. Rus sosyalist hareketinin jargonunda da bu ilkelliği ebedileştirmenin adı “ekonomizm” idi.
İşte bizim sosyalistlerin ve hatta genel olarak demokratik muhalefet diyeceğimiz nebulanın temel yanlışı budur.
Sorunu bir strateji ve politika olarak tartışacak ve bu düzeyde öneriler getirip, uygulamaya geçecek yerde; en temel, özel bir politik görev olmayan işleri, özel bir politik görevmiş gibi koyarak, aslında ilkelliği ebedileştiriyorlar ve günün görevlerinden kaçmış oluyorlar.
Böylece kendilerini ve hepimizi yenilgiye mahkûm ettiklerini görmüyorlar.
*
Bu hataya yol açan gizli bir varsayım olan başka hatalar da var sonra her biri ayrıntısıyla ele alınması gereken. Geçerayak ikisine değinilebilir.
Birinci temel hata referandum sandığına kilitlenmiş olmaları; referandum’u bir kitle hareketinin aracı olarak değerlendirmek gibi bir sorunları olmaması; esas savaşın referandum sandığında değil, öncesinde ve (evlerde değil) meydanlarda verileceğini görmemeleridir.
İkinci temel hata, referandumdaki oyları bir “seferberlik”lerle, “kampanya”larla anlatarak sonucu değiştirebilecekleri varsayımıdır. Bir tür reklamcı yaklaşımı.
Üçüncü temel hata: bir kitle hareketi örgütlemedikçe, sokaklara ve gündeme egemen olmadıkça, güç dengelerinin değiştirilemeyeceği ve referandumun kaybedileceğini anlamak istememeleridir.
Bütün bunlara bağlı olarak da bir kitle hareketi nasıl yaratılabilir? Güçler, konumları, biçimleri nelerdir sorularını tartışmaktan kaçıyorlar veya bu konuda yapılmış önerileri görmezden geliyorlar.
İşte bu temel hatalar üzerinde, iş bir “seferberlik” veya “kampanya” yapmaya ve bunun nasıl yapılacağı noktasına (“evlere gitmek”) “geliyor.
Bu ise yenilginin daha baştan ilanı demektir.
Birincisi iktidarın bütün bu alanlardaki gücü kat be kat fazladır.
Bizzat iktidar savaşı güçlü olduğu bu alanda kabul etmeyi ister. Savaşın birinci kuralı ise, savaşı düşmanın istediği koşullarda kabul etmemektir.
İkincisi, insanların anlatılanlarla fikir değiştireceğine inanmak ise, burjuva rasyonalizminin bir yanılgısından baka bir şey değildir. Değişimleri doğru fikirler değil; toplumsal güçler, onların çıkarları ve konumlanışları belirler.
Marksistler, sosyalistler, eğer insan çıkarlarına aykırı ise, matematik aksiyomlar bile tartışma konusu olurlar önermesinden yola çıkarlar. Marksizm’in doğarken ağzından çıkan ilk çığlık, düşüncelerin varlığı değil, varlığın düşünceleri belirlediği olmuştur.
Üçüncüsü, geniş yığınların anlatmalarla değil, bizzat eylem içinde kendilerini değiştirebileceklerini, bunu hızla ve kitlesel olarak yapabilecekleri gerçeğini unutmaktır.
Bütün bu alfabetik dersler unutulmuş bulunuyor. Buyurun şu en iri sol örgütlerin sözcülerinin dilinden referandumda #HAYIR çıkmasını sağlayacağı düşünülen stratejileri veya reçeteleri okuyalım.
Bugünkü Evrensel’de “HDP, CHP, EMEP, ÖDP VE Halkevleri: Ev ev dolaşma zamanı” başlığı altında tam da bu eleştirdiğimiz konu sanki bir marifetmiş gibi öne çıkarılıyor. Evrensel haberinin sıralamasına göre aynen aktaralım.
CHP Genel başkan yardımcısı Bülent Tezcan:
Referandum için çalışmalara hemen başlayacaklarını söyleyen Tezcan “Yapacağımız tek bir yol var, ulaşabildiğimiz bütün kanalları kullanacağız.Bire bir temas önemli. Her noktada Türkiye’de bütün milletvekillerimizi, parti kadrolarımızı harekete geçireceğiz her yerde. Dağılacağız, Anadolu’nun, Trakya’nın dört bir yanına dağılacağız. Yüz yüze anlatacağız” dedi.
Hadi Tezcan CHP’li, o “fıtratı gereği” geniş yığınların kendi deneyleriyle hızla ve kitleler halinde siyasi eğitiminden korkar. Bizim sosyalistler ondan farklı bir şey söylüyorlar mı?
EMEP’ten Genel Başkan yardımcısı Şükran Doğan:
“Partimiz bu süreçte işçilere emekçilere, halklara neden hayır demeleri gerektiğini anlatmak için yoğunluk bir seferberlik içinde olacaktır.”
Aferin!
ÖDP Başkanlar Kurulu üyesi Alper Taş:
“Ev ev, kapı kapı dolaşacağız. Demokrasi güçleriyle eşzamanlı olarak örgütleyeceğiz bu süreci. ÖDP'de üzerine düşen sorumluluğu yerine getirecek. Haziran Hareketi üzerinden dışarıya dönük çalışma yapacağız. ÖDP olarak da bazı çalışmalarımız olacak. Sol, emekten yana hayır güçleriyle eşgüdümlü yürüteceğimiz çalışmalarla karanlığa geçit vermemek için gereken tüm çabayı göstereceğiz. Bir hafta içinde yürüteceğimiz kampanyayı, söylemlerimizi dilimizi ortaya koyacağız. Böyle bir çalışmayı da sol ve demokrasi güçlerinin koordinasyonu içerisinde sürdüreceğiz”
Alper Taş’a da kocaman bir aferin.
Halkevleri Genel başkanı Oya Ersoy:
“Örgütlü kesimler, siyasi partiler, emek güçleri, sendikalar, köy dernekleri başta olmak üzere ‘hayır’ diyen herkes komşuna köylüsüne, arkadaşına, iş arkadaşına, lise arkadaşına  'Evet' demekle ne belaların açılacağını anlatacağı ve ikna etmek üzere çalışacağı 3 ay var. ‘Hayır’ diyen herkes üzerine görev yaparsa bu anayasa geçmez. ‘Hayır’ diyen herkesi kendi sokağında, mahallesinde, ‘hayır’ meclislerini kurmaya, halk seferberliğine davet ediyoruz.”
Ersoy’a da yıldızlı aferin.
Başlıkta HDP da olmasına rağmen haberde HDP yok. O nedenle HDP’ye şimdilik bir aferin veremiyoruz.
Olmaması ya bir unutkanlık (yani bilinçaltının dışa vurumu, güdük fiil) olarak da yorumlanabilir elbet. Ama belki bugün HDP yönetim organlarında tam da bu konu görüşüleceği için alınmamış da olabilir. Her heyse.
Zaten HDP’yi ayrıca ele almak gerekir. Ama HDP’nin de farklı bir şey söylemeyeceğini ve Aferin alacağını şimdiden tahmin edebiliriz. Zaten “herkesin #hayır’ı kendine” parolası da farklı bir şey söylenmeyeceğinin ipuçlarını sunuyor.
*
Peki, biz ne diyoruz?
Önerimizi tekrar ediyoruz:
1)      Gelen sıradan bir tehlike değildir. Başkanlık rejimine geçildiği andan sonra bu örgütlerin HDP dâhil hiç biri kalmayacaktır. Hala sanki sonrasında da bugünkü gibi ama biraz daha zor koşullarda devam edecekmiş gibi; sorunu bir nicelik değişimi gibi ele alarak düşünülüp davranılamaz.
2)      Bu tehlikeyi önlemek için referandum aslında bir şanstır da. Ama bunu kullanmayı bilmek gerekir.
3)      Referandum sonucunu, temel sosyal ve politik güçlerin konumlanışı; ona da sokağa egemen olan yığınlar belirler.
4)      Soru şudur: OHAL koşullarında, devletin bütün baskı aygıtının desteğine; lümpenlerden örgütlenen ve hızla hazırlanan çetelere rağmen muhalefet nasıl meydanlara egemen olup gündemi belirleyebilir.
5)      Bunun şartı kitlesel ve yasal olanakları kullanan, politik alana girmeyen bir politik harekettir. Kitlesellik, politik alana girmeme, şiddetsizlik ve doğru ve toparlayıcı bir parola veya bayrak birbirinden ayrılmaz. Biri eksik olunca diğerleri de mümkün olmaz.
6)      Herkesin altında kendini bulacağı somut, kısa ve öz parola, bayrak sadece sade bir #HAYIR olabilir.
7)      Geniş katılım için, devletin şiddetine olanak tanımamak gerekir.
8)      Bunun tek yolu, politik özgürlükler alanına girmeden, yani hiçbir bayrak, pankart açmadan, slogan atmadan, toplu halde yürümeden, toplu halde durmadan, toplu halde oturmadan her gün aynı yerde aynı saatlerde durmak, oturmak, yürümek, yani olağan günlük davranışları sürdürmek ama aynı zamanda göğsümüzde bir düğmede, bir kâğıt parçasında, çocuğumuzu balonunda vs. bir #HAYIR’ı da taşımaktır. Ancak böyle bir hareket Erdoğan’ı can evinden vurur ve gerçek bir kitle katılımı sağlar. Belki Referandum’a bile varmadan, Gambiya’nın seçimi kaybeden devlet başkanı gibi, uçağa atlayıp kaçabilir.
9)      Elbette herkes kendi propagandasında, evinde, sokakta, ev ziyaretlerinde, kendi “#Hayır” gerekçelerini anlatır. Ama tabiri caiz ise bu herkesin kendi “özel sorunu” olur. Genel direniş bir tek parolada ifadesini bulur: #HAYIR
Kısaca özetlediğimiz bu öneriyi yineliyoruz.
Herkesi üzerine tartışmaya, düşünmeye çağırıyoruz.
Bu öneriyi yanlış mı görüyorsunuz?
Susmayın.
Neresi Yanlış? Neden yanlış? Bunu açıklayın ve kendi önerilerinizi ortaya koyun.
22 Ocak 2017 Pazar
Demir Küçükaydın
@demiraltona


9 Aralık 2015 Çarşamba

Strateji ve Taktikler Üzerine Bir Başlangıç

Einstein gibi büyük bilim adamları, güçlü ve doğru bir teorinin özellikle estetik olması gerektiğini; ya da bir teorinin aynı zamanda güzel ve estetikse iyi bir teori olabileceğini söylerler. Fizik gibi matematiksel ve kesin bir dille konuşan bir bilimde bile güzellik ve estetiğin bir kriter olarak aranması anlamlıdır.
Benzer şekilde, Marks, Engels, Lenin, Troçki, Kıvılcımlı gibi büyük Devrimci ve Sosyologlar da (Devrimci Marksistler), Politika, Savaş ve İsyan’dan söz ederken, onun bir sanat olduğunu da söylerler.
Sanat burada olumlu ya da olumsuz, yani değer yüklü bir anlama sahip değildir. Kastedilen,  sadece bilimsel ve ölçülebilir olanın ötesinde, yaratıcılığın yerine ve önemine bir vurgudur.

16 Eylül 2015 Çarşamba

Türkiye’de Niçin Demokratik Bir Hareket veya Parti Yoktur?

Aslında sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada da demokratik bir hareketin ve partinin olmadığı bir dönemde yaşıyoruz?
Diyebiliriz ki, yüz yıldır, ondokuzuncu yüzyıla ve yirminci yüzyılın başlarına göre, bugün demokrasi mücadelesinde çok daha geri bir yerde bulunuyoruz.
Bunun nedenlerini bu yazıda biraz araştıralım. Çünkü bir demokratik hareketin ortaya çıkarılabilmesi aynı zamanda bu nedenlerin anlaşılabilmesine de bağlıdır.
Ama önce demokrasi veya demokratik ne demektir on net olarak tanımlayalım ve açıklayalım.
Demokrasi( …) biçimsel eşitlik demektir” (Lenin)[1] Demokratik demek “biçimsel olarak eşit” demektir; demokrat demek, “biçimsel eşitliği savunan” demektir.
Ne demektir “biçimsel eşitlik”?

9 Eylül 2015 Çarşamba

Neler Yapmalı?

Neler yapmalı?” derken “bizler neler yapmalıyız?” diye soruyoruz.
Bizler” derken, “açık açık, çırılçıplak; polisin, hâkimlerin, savcıların keyfiliği; onlar yetmezse çetelerin tehdidi ve saldırıları altında; bütün antidemokratik ve özgürlük düşmanı karakterlerine rağmen, kanunlar çerçevesinde demokrasi ve hak mücadelesi veren insanlar neler yapmalıyız?” diye soruyoruz.
Bu konuda en acil olarak yapılması gerekenleri bu yazıda ele alalım.
*
Bunun için önce karşımızdaki güçlere, konumlanışlarına, mücadele ve örgüt biçimlerine bakalım.
Erdoğan bir darbeyle fiilen devlet cihazını ele geçirmiş bulunuyor.
Daha önce yaptığı yasal değişiklikler ve atamalarla zaten bağımsızlığını koruyacak hiçbir dayanağı kalmamış yargıyı ele geçirmişti.
Tek zayıf noktası seçimler sonunda azınlığa düştüğü yasama idi.

10 Kasım 2014 Pazartesi

Atatürk, Çerkez Ethem, Kemalizm ve Stalinizm Üzerine

Bugün 10 Kasım, Atatürk’ün ölümünün yıl dönümü.
Aşağıda Atatürk ve Kemalizm üzerine biri yirmi yıldan daha fazla zaman önce (1992) diğerleri ondan daha fazla yıl önce yazılmış dört yazı var.
Bu yazıları yazdığımızda elbette 2004’ten sonra geliştirdiğimiz kavramsal araçlardan henüz yoksunduk. Bu nedenle bugün elbette kimi formülasyon ve kavramları daha farklı kullanırdık. Ama esas olarak oralarda belirtilen görüşlerin doğru olduğu ve olayların gelişimince de genel olarak doğrulandığı kanısındayız. Türkiye’de bu yazılarda belirtilen noktalara hala varılabilmiş bile değil.
Örneğin Kemalizm hala bir ideoloji olarak ele alınıyor ve tanımlanıyor; bu ideoloji de somut bir tarihsel biçimle sınırlanıyor. Bir başka örnek: Atatürk bir Bonapart olmasına rağmen hala bir Jakoben olarak tanımlanıyor.
Entelektüel ve Teorik sığlık sadece Atatürk’ün değil, Türkiye’nin sağcısı ve solcusuyla tüm akımlarının temel yapısal ve ortak özelliğidir.

10 Şubat 2014 Pazartesi

Teori ve Politika

Teori demek, yüzey akıntısı değil dip akıntısı; görünen değil, görünenin zıttı biçimindeki özü; birbiriyle ilgisiz görünen olgular arasındaki görünmez ortaklık demektir. Teori demek genelleme demektir.
Gericilik dönemlerinde insanlar genelleme yeteneklerini yitirirler. Diğer bir deyişle teoriye olan ilgi kaybolur. Kaybolur çünkü, bilimlerin ilerlemesine pratik ihtiyaçlar yüzlerce üniversiteden daha büyük atılım verirler. Toplumsal bir hareketlenme, bir mücadele yoksa, teoriye ihtiyaç, dolayısıyla genelleme yeteneği de yok olur.
Bu nedenle toplum bilimleri alanında bütün büyük ilerlemeler her zaman modern işçi sınıfının hareketlerinin ayak izleri üzerinde gerçekleşir.
Marksizm, Fransa, İngiltere ve Almanya’daki işçi hareketinin yükselişinin çocuğudur.
Bir benzeri hala gelmemiş, o her biri bir zirve ve teorisyen olan ve o zirvelerin içinden Lenin, Troçki gibi daha büyük zirveleri çıkarmış Rus Devrimcileri kuşağı, Rusya’nın genç ve yükselen işçi sınıfı ve onun hareketi olmadan tasavvur bile edilemezdi.