Genel Görecelik Kuramı
“muhtemelen bütün zamanların en büyük bilimsel keşfidir”
Paul Dirac
Bugün Genel Görecelik Kuramı’nın açıklanışının yüzüncü
yılı. Einstein yüz yıl önce 25 Kasım 1915’te, Genel Görecelik Kuramı’nın son
düzeltmelerini yapıp yayınladı.
Bu kuram sadece tüm fizik dünyayı algılayışı kökten
değiştirmemiştir, aynı zamanda bütün büyük kuramlar gibi son derece estetiktir
ve sadedir.
Newton’un çekim kuramında, zaman ve uzay, içinde
nesnelerin ve olayların yer aldığı onlardan bağımsız bir sahne gibidir.
Genel Görecelikte ise, uzay-zaman maddenin ayrılmaz bir
bileşeni veya özelliği olur onunla karşılıklı etkileşim içindedir. Kütle
uzay-zamanı eğer, eğilmiş uzay zaman kütlenin hareketini karşı olarak etkiler. Bu
çok derin, diyalektik ve devrimci bir kavrayıştır.
Genel Görecelik Kuramı, şu ana kadar bütün sınavları
başarıyla geçti.
Ancak hala önünde ciddi imtihanlar bulunuyor. Ancak
her ne olursa olsun, ilerde daha yetkin bir kuram çıkarsa, bu tıpkı, Newton’un
çekim kuramının, Genel Göreceliğin özel bir hali olarak geçerliliğini koruması
gibi, o daha geniş kuramın bir özel hali olarak koruyacaktır muhtemelen. Karanlık
Madde ve Enerji, gravitasyon dalgaları gibi henüz varlıkları deneyle
kanıtlanamamış varsayımlar, önümüzdeki yıllarda fiziğin yoğunlaşacağı ve bu
kuramın tekrar sınanacağı alanlar olacaktır. Bu sınavları da başarıyla verdiği
takdirde, evreni kavrayışımızın temelini daha uzun yıllar bu kuramın
belirleyeceği öngörülebilir.
Einstein, 1915’te, Genel Görecelik Kuramını formüle
etmeden, on yıl önce, mucizevî yılda, 1905’de yani 26 yaşında, yazdığı
birbirinden önemli dört yazıyla zaten bir olağanüstü devrim yapmıştı fizikte.
Örneğin Brown hareketleri ile atom kuramını doğrulamış; daha sonra Nobel
alacağı (sanılanın aksine Einstein Nobel’i Görecelik Kuramlarıyla değil, Fotoelektrik
Etki hakkındaki çalışmasıyla almıştır) Fotoelektrik Etki üzerine çalışmasıyla
de ışığın süreklilik olmadığını, parçacık karakterini kanıtlamış, kuantum
kuramının kurucularından biri olmuş; ışık hızının sabitliğinden hareketle Özel
Görecelik Kuramı’nı formüle etmişti.
Ama Özel görecelik ile Newton’un çekim kuramı
arasındaki uyuşmazlığı çözmek için de on yıllık bir çalışma sonucunda yüz yıl
önce 1915’te Genel Görecelik Kuramı’nın tamamlayıp yayınlamıştı.
Bugün Modern Fizik, makro kozmosta, Genel Görecelik; mikro
kozmosta ise Kuantum kuramlarına dayanmaktadır. İkisi de deneylerle,
öngörülerle ve ölçümlerle harika bir biçimde kanıtlanmaktadır. Yapılan hesaplar
hemen daima tutmaktadır.
Bu kuramlara dayanarak geliştirilen aygıtlar olmadan bugünkü
hayatımız tasavvur edilemez. Örneğin bilgisayarlar, yani özünde transistorlar; lazerler
veya tomografi cihazları veya navigasyon cihazları mümkün değildir. Cep
telefonları bu kuramların günlük hayatımızın olmazsa olmazı olmuş en somut
uygulamasıdır.
Ancak her biri harika bir şekilde doğrulanan bu iki
kuram, aynı ortak kavramsal temele sahip değildirler. Ortada iki farklı
açıklama ilkesi, iki farklı dünya bulunmaktadır. Mikro ve Makro kozmosun;
Kuantum ve Göreceliğin aynı ortak ilkede ya da kavram sisteminde
birleştirilmesi gerekmektedir.
Bugün modern fiziğin bütün çabası bu iki teoriyi bir
tek ilkede birleştirecek bir teorik çerçeveyi bulmak üzerinde yoğunlaşmıştır.
Einstein da sonraki bütün ömrünü böyle bir kuramı bulma çabasıyla geçirmişti.
*
İnsan bir Marksist, yani bir toplumbilimci olarak fizikçilere
gıptayla bakıyor. Einstein bir patent bürosu çalışanı olarak 1905’de
denemelerini yolladığında bile fizikçiler arasında onun yazılarının önemini
hemen anlayacak muhataplar vardı. Fizikçilerin en önemlileri benzer sorunlar
üzerine yoğunlaşmışlardı. Bir bilimin ilerlemesi için ortak konuları olan ve
tartışan bir bilim adamları topluluğu çok önemlidir.
Ne yazık ki, Marksizm, yani toplum bilimi söz konusu
olduğunda ortada bunun izi bile yok. 1960’larda iyi kötü yine de ortak teorik
sorunlar ve bunların tartışıldığı yayınlar vardı. Şimdi tam bir çöl manzarası
var.
Farkı göstermek için şu örnek iyi bir kıyaslama
sunabilir.
Bugün hemen her fizikçi bu iki kuramı birleştirecek
daha genel bir kavramsal çerçeve veya kuramın gerektiğinde neredeyse
hemfikirdir. Bu alanda bir teori ortaya koyulduğunda, fizikçiler hemen onu
eleştiri süzgecinden geçirmektedirler.
Ama aynı türden, benzer bir sorunla Marksizm’de, yani
toplum bilimde de vardır. Bu yapı ve özne sorunudur.
Yani toplumun bilimi olan Marksizm de, her biri
gerçekliğin bir yönünü açıklayan; ama aralarında bir uyuşmazlık da bulunan ve
ortak bir açıklama ilkesinde birleştirilmesi gereken bir teorik sorunla karşı karşıya
bulunmasına rağmen, kendini Marksist olarak tanımlayanlar; Marksizm’de böyle
bir sorunun olduğunu; bunun çözülmesinin Marksistlerin önündeki en büyük sorun
olduğunu bilmezler bile.
Daha da kötüsü bunu kimse de sorun etmez ve böyle bir
tartışma da yoktur.
Açın örneğin, Türkiye’de kendine Marksist’im
diyenlerin yazdığı yazılara bakın. Bu teorik sorunun adını olsun anan bir tek
yazı bile bulmanız zordur.
Hâlbuki aslında Marksizm'in bugünkü krizinin temelinde
de tam bu sorun vardır.
Bizim bu konuya iyi kötü bir cevap getiren çalışmamız
olan, Marksizm'in Marksist Eleştirisi yayınlanalı sekiz yıl oldu. Konuyu ilk
ortaya koyuşumuz on yılı geçti. Bu konuda bir tek çalışma veya tartışma
görülemez. Sanki ne böyle bir sorun vardır; ne de bu soruna verilmiş iyi kötü
bir cevap.
*
Bu arada kısaca soruna değinelim.
Tıpkı Görecelik ve Kuantum kuramları arasındaki
kopukluk gibi, Marksizm’de de iki farklı açıklama ilkesi arasında bir kopukluk
bulunmaktadır. Buna kısaca Yapı ve Özne Sorunu;
ya da Manifesto ve Önsöz çelişkisi de denebilir.
Bilinir Komünist Manifesto
tarih sınıf mücadeleleri tarihidir diye başlar. (Bundan hareketle Marksizm
yanlış olarak sınıf mücadelesi öğretisi olarak tanımlanır. Marksizm’in ayırıcı
özelliği bu değildir. Hatta Marksizm’i böyle tanımlamak onu burjuvazinin kabul
edebileceği bir düzeye geri çekmek olur, Marks ve Lenin’in de dikkati çektiği
gibi. Sınıf mücadelesinin varlığını kabul ve tarihi sınıflar mücadelesiyle
açıklama; sınıfların varlığını veri alma; Marksizm'in ayırıcı özelliği değildir.
Ama Marksizm, bunun da önemli bir açıklama ilkesi olduğunu kabul eder ve bunu
sahiplenip geliştirmiştir.) Sınıflar ve sınıflar mücadelesi kavramları olmadan,
tarih ve toplumsal olaylar gerçekten açıklanamaz.
Sınıflar ve sınıflar mücadelesiyle tarihi açıklama bir
bakıma özneler ile tarihi açıklamadır.
Ama bir de Ekonomi Politiğin
Eleştirisi’ne Katkı’ya Önsöz’de, Marks’ın toplumun hareket yasasına
ilişkin teorisini açıklaması vardır. Bu açıklamada ise, toplumun tarihsel
hareketi, yapısal, toplumun anatomisine ilişkin; (üretici
güçler, üretim ilişkileri, altyapı, üstyapı gibi) kavramlarla açıklanır.
Ve gerçekten, üretici güçler, ona uygun ilişkiler ve
üstyapı gibi kavramlar olmadan da tarih açıklanamaz. Buna da yapı ile açıklama denebilir.
Ama özne ile
açıklama ile, yapı ile açıklama arasında, tıpkı
modern fizikteki Görecelik ve Kuantum teorileri arasında olduğu gibi kavramsal
bir bütünlük yoktur. Bu iki açıklama ilkesi, farklı sonuçlara yol açarlar.
Çok basit bir örnek. Eğer sınıf kavramıyla devrimi
tanımlar ve açıklarsanız, sınıfsız toplumlarda devrim olmaması gerekir. Çünkü
devrimin öznesi olan sınıf veya alt sınıflar yoktur. Ama devrimi yapı kavramıyla
tanımlarsanız, sınıfsız toplumlarda da devrimler pek ala olur. Devrim
üstyapının, o günkü üretici güçlerin ve ilişkilerin bulunduğu duruma uyum
sağlamasıdır.
Hemen sezileceği gibi ortada iki farklı açıklama
ilkesi vardır. Tıpkı Kuantum ve Görecelik teorileri gibi her biri doğrudur; bir
şeyleri gayet güzel açıklar; ama ikisi ortak bir kavram sistemi içinde değildir.
*
Marks bu çelişkiyi, “devrimci
sınıf en büyük üretici güçtür” diyerek, yani sınıfı, özneyi, aynı
zamanda üretici güç, yani yapısal bir kavram olarak tanımlayarak bunu en
azından modern tarihe ilişkin boyutuyla çözmeye çalışmıştı.
Ancak modern tarih ve işçi sınıfı söz konusu olduğunda,
19. ve 20. yüzyılın ilk yarısında doğrulanmış ve kabul edilebilir görünen bu
açıklama doğrulanmış değildir.
Bu nedenle bilincinde olmasalar da, Yapısalcı
teorilerden, Negri’nin Çokluk’una,
Troçkist “önderliğin krizi” teorilerinden “Üçüncü Dünyacı” teorilere kadar neredeyse bütün modern
teorik ve entelektüel akımlar ve çalışmalar modern tarihte olanı başka
kavramlarla veya düzeltmelerle açıklama çabasından başka bir anlama da
gelmezler.
Ama insanlık tarihinin ve özellikle sınıflı toplumlar
tarihinin bütünü göz önüne alındığında, sorun daha da büyür.
Kapitalizm öncesi tarihte devrim sorunuyla ilgilenen tek
Marksist olan Kıvılcımlı, bu sorunla çok daha yakıcı bir şekilde karşılaştı.
Antik tarihte devrimci sınıf yoktu, buna rağmen devrimler oluyordu ve üstüne
üstlük devrimleri daha geri üretim ilişkilerindeki toplumlar yapıyorlardı. Yapı
ve özne nasıl aynı kavram sisteminde toplanabilecekti?
Hikmet Kıvılcımlı da Marks’ın sadık bir öğrencisi olarak,
Marks’ın devrimci sınıfı Üretici Güç yaparak, bu çelişkiyi çözmeye kalkması
gibi; komünal gelenekleri ve kolektif aksiyon yeteneğini, (İbni Haldun’un “Asabiyet”i)
Üretici Güçler olarak tanımlayarak bu sorunu çözmeye çalıştı.
Hikmet Kıvılcımlı’nın Tarih Tezi, antik tarihte bu çelişkiyi
aşmak veya çözmek için devasa bir denemedir. Ama kanımızca, çalışmaları içinde
birçok önemli keşfi ve katkıyı barındırmakla birlikte, tıpkı Marks’ın çabası
gibi başarısız kalmıştır.
Perry Anderson’un dikkati çektiği, Marksizm’in Yapısalcılık
karşısındaki entelektüel yenilgisi ve bugün bütün çekiciliğini yitirmesi de, bu
bunalımı, bu yapı ve özne çelişkisini aşamamakla ilgilidir.
*
İşte bizim yuvarlak hesap 2005’te yani on yıl önce, yaptığımız,
ama dört başı mamur bir eserle maalesef ayrıntılı olarak ele alma imkânı
bulamadığımız, bir bakıma Adorno’nun “Flachenpost”
dediği gibi, sadece fragmanlar olarak yazabildiğimiz, en önemli teorik devrim
bu yapı ve özne çelişkisini çözmek; bu iki farklı açıklama ilkesini bir tek kavram
sisteminde birleştirmek olmuştu.
Yaptığımız bir bakıma, fizikçilerin “Evren Formülü” veya “Birleşik Alanlar Kuramı”
dedikleri ve yapmaya çalıştıklarını, toplum ve tarih alanında
gerçekleştirmektir.
Aslında önerme çok basittir ve iki önermede
toparlanabilir: “Din tümüyle üstyapıdır”. “Modern toplumun dini de bizzat din
tanımının kendisidir”.
Bu kadar basit olanın görülmesini ve anlaşılmasını
engelleyen de tamı tamına din tanımının, (burada din normatif bir kavramdır) aslında
yeni bir dini tanımlamış olmasıdır.
Marksizm de modern toplumun din tanımını (ki normatif
bir tanımdır; “Din bir inançtır” önermesidir) sosyolojik bir tanımmış gibi ele
aldığı için, onun basit bir ideolojik aracı olmuştur.
Bu basit önermenin akıl almaz ölçüde alt üst edici
sonuçları olmaktadır. Ve her önemli ve büyük keşifte olduğu gibi, sadece tarihi
açıklamakla kalmamakta, günün en can alıcı sorunlarını da tanımlama ve onları
çözecek programlar hazırlama olanağı sunmaktadır.
Bu önerme yapı ve özne çelişkisini nasıl çözer?
Din üstyapının tümü ise, dinden dine geçişler üstyapı
değişimleri, yani devrimlerdir. Böylece din üst yapının somut bir görünümü
olduğundan, yapı özne çelişkisi ortadan kaybolmakta; bir dinden diğer dine
geçenler devrimlerin öznesi olmaktadır. Ama yeni dini benimseyenler, gayrı
memnunlar, genellikle alt sınıflar olduğundan, sınıf mücadelesi ile devrimler
ve yapı ilişkisi bir kavramsal bütünlük kazanmaktadır.
Tabii bu keşif bütün önemli ve büyük keşifler gibi
alnı zamanda birçok başka sorunu da çözmektedir.
Örneğin, Marksizm’in bir Üstyapı Teorisi olmadığı
söylenir dururdu (ve doğruydu). Dinin üstyapının tümü olduğu önermesi, aynı
zamanda bir üstyapı teorisinin temellerini atar. Öte yandan Marksizm'in neden
bir üstyapı teorisi olmadığını da açıklar. Din Teorisi yoktu ki Üstyapı Teorisi
olabilsin.
Marksizm’in bir Uluslar ve Ulusçuluk teorisi olmadığı
söylenirdi (ve doğruydu). Bu teori Modern toplumun dininin bizzat onun din
tanımı olduğunu göstererek, ulusçuluğun bu dinin bir karşı devrime uğramış
biçimi olduğunu kanıtlar; modern ulus ve ulusçuluk teorilerinin bütün
kazanımlarını hem açıklar hem de içerir.
Modern toplumun dininin ne olduğunu ortaya koyarak,
modern toplumun yüzündeki peçeyi kaldırır bu açıklama.
*
Bu teoriler ve sorunlar sanki hayatla ilgisizmiş gibi
görünse de, soyut konular değildir. Nasıl cep telefonlarımız, navigasyon
cihazlarımız kuantum ve görecelik kuramlarına dayanıyorsa, modern toplumun
mücadeleleri de yapı ve özne sorununu, yani Marksizm'in bu iki farklı açıklama
ilkesini birleştiren bu teoriye dayanmak zorundadır.
Ne var ki, küçük dükkânlarının veya günlük politikanın basit hedef ve hesaplarının peşindeki bugünkü kuşakların böyle konularla ilgilendiği yoktur. Tam da bu nedenle bu sorunları aşma şansları da bulunmamaktadır.
Ne var ki, küçük dükkânlarının veya günlük politikanın basit hedef ve hesaplarının peşindeki bugünkü kuşakların böyle konularla ilgilendiği yoktur. Tam da bu nedenle bu sorunları aşma şansları da bulunmamaktadır.
Zaten ortada otantik biçimiyle Marksizm’i ve daha
sonra Marksizm’e yapılmış katkıları bilen de yoktur.
Newton kuramından bile bihaber alşimistlere veya müneccim
astrologlara, Kuantum ve Görecelik kuramlarından, bunların çelişkilerinden ve
çözümlerinden söz etmek, onlara ne anlam ifade ederse, maalesef bugünkü Marksistlere
de Yapı ve Özne çelişkisinden ve bunun çözümüne ilişkin teorik önermelerden söz
etmek başka bir şey ifade etmez.
Belki dünyadaki Marksistler içinde küçük bir nicelik
bu sorunları anlayacak ve tartışabilecek durumda olabilir. Ama Türkçe gibi bir
sapa dilde kaldığı sürece de onlar tarafından da bilinmez olmaya devam
edecektir.
Dolayısıyla Türkiye’de ve Dünya’da Marksizm ve bu
gelişmeler bilinmediği için, ezilenlerin mücadeleleri yeni hayal kırıklıkları, programsızlık,
yenilgiler içinde bunalmaya devam edecektir.
Şimdilerde herkesin unuttuğu şu basit gerçek her bilimin temelidir.
Şimdilerde herkesin unuttuğu şu basit gerçek her bilimin temelidir.
“Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz”.
Demir Küçükaydın
26 Kasım 2015 Perşembe
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder