30 Mayıs 2013 Perşembe

La İlahe İllallah

“Allah’tan başka tanrı yoktur! ”
Her kabilenin (komünün) genellikle kendisinin soyundan geldiğine inandığı “put”unun (toteminin) olduğu bir toplum yapısı, Sasani ve Bizans imparatorluklarının çürümesi nedeniyle tıkanmış Orta Yol’dan Güney Yolu’na kaymış dünya ticaret yolları üzerindeki Mekke ve Medine şehirlerinde her yerde olduğundan daha fazla var olan iktisadi ilişkilerle çelişki içindeydi. Bir yanda o zamanın ölçüleriyle dünya ticareti (“katar katar kervanlar” (Kuran)), diğer yanda kendi kabilesinden ötesini görmeyen, her birinin ayrı hukuku olan, her kabilenin birbirine düşman ve kan davalı olduğu bir toplumsal yapı.
Allah’tan başka tanrı olmadığını söylemek, bu toplumun, artık onun yaşama ve gelişmesi önünde katlanılmaz bir engel haline gelen kandaşlığa, yani totemlere, putlara dayanan üstyapısını parçalamak; onun yerine tüm insanların aynı tanrının yarattığı Adem ve Havva’dan geldiğini, dolayısıyla eşit ve kardeş olduğunu söylemek; hepsini aynı hukuka bağlamak, aynı toplum tanımı içinde birleştirmek anlamına geliyordu.
Kâbe’deki putların parçalanması veya yakılması; her kabilenin kendisinin soyundan geldiğini kabul ettiği totemlerin yıkılmasının o günkü somut anlamı, kandaşlık ilişkilerinin, aşiret yapısının yıkılması; totem ya da kan kardeşliği yerine; tüm insanların kardeşliğine inananların kardeşliğinin geçirilmesiydi. (Yapılanın bu günün dünyasındaki karşılığı, insanlığın ayaklanıp bütün ulusal devletleri ve onların Kâbe’si olan Birleşmiş Milletleri ve oradaki bayrakları yakması ve yıkması olabilir. Ve bugünün dünyasında bu çok daha gerekli ve mümkün.)

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Aydınlanma ve İslam’ın Sentezi ve Mirasçısı Olarak Marksizm

Aydınlanma ve İslam’ın birbirine zıt olduğu yönünde yerleşmiş ve yaygın bir yargı vardır. Bu yargıyı savunan ve yerleştirenler, İslam ve Aydınlanma’nın içini boşaltanlar; onları karşı devrimlerle olmamışa çevirenler ve bu karşı devrimci mirası şimdi sürdüren “Aydınlanmacılar” ve “Müslümanlar”dır.
Birbirlerine zıt olduklarını söyleyenlerin, zıt olduklarında böyle anlaşabilmeleri bile zıtlıktan çok daha büyük bir ortaklık içinde bulunduklarının da bir kanıtıdır.
Aydınlanma ve İslam’ın birbirine zıt olduğu yargısını paylaşmaları, bizzat onların bu iddialarının  kendisiyle, kendileri tarafından çürütülmesinden başka bir anlama da gelmez.
Şunu iyi ayırmak gerekmektedir: Aydınlanma ve İslam’ın zıt olduğu yargısındaki bu ortaklık, Aydınlanma ve İslam’ın değil; Aydınlanma ve İslam’ın sürdürücüsü ve devamcısı olduklarını iddia edenlerin bir ortaklığıdır.
Unutulan ve unutturulmaya çalışılan gerçek şudur: Aydınlanma da, İslam da, daha doğdukları noktada, ilk adımlarında başarısızlığa uğramış ve egemen sınıflar tarafından ele geçirilip yenilmiş birer projedirler.
Ve tam da bu projeleri birer karşı devrimle yok edenler, birbirlerinin zıttı oldukları yönündeki aynı iddiayı ortaklaşa savunmaktadırlar.
Diğer bir ifadeyle, Aydınlanma ve İslam’ın birbirine zıt olduğu iddiası, Aydınlanma ve İslam’ın değil; Aydınlanma ve İslam bayraklarıyla, Aydınlanma ve İslam içinde iktidarı ele geçirmiş gericiliğin ve karşı devrimin bir iddiasıdır. Ve tam da bu nedenle karşı devrimcilerin ortaklığının bir ifadesidir.
Aydınlanma ve İslam’ın devrimci özünü ve doğuşundaki idealleri savunan biz ise, onları birbirine zıt değil, aynı soruna tarihin iki ayrı döneminde ve farklı koşullarda verilmiş aynı özde iki cevap ve çözüm olduğunu söylüyoruz. Ve bu günün koşullarında aynı soruna aynı özde yeni bir cevap sunuyoruz. Budur Marksizm’i İslam ve Aydınlanma’nın sentezi ve gerçek mirasçısı yapan.

27 Mayıs 2013 Pazartesi

Din Nedir?

"Modern Toplumun Dini"nin (Ulusların ve ulusçuluğun)
din tanımına göre  Dünya Dinler Haritası
Bizim son yıllarda yazdığımız yazıların ardındaki temel önerme, yani din, bir inanç, bir ideoloji, bir “üstyapı kurumu” değildir; tümüyle üstyapıdır, üstyapının kendisidir, üstyapının somut biçimidir önermesi, hem artık insanlar Marksizm’i bilmedikleri, hem de kendileri bizzat modern toplumun dininden oldukları için anlaşılmaz olarak kalıyor.
Dolayısıyla bu önermenin, bu güne kadar bütün bildiklerimizi alt üst eden ve onlara gerçek sosyolojik anlamlarını veren özü de kavranamıyor. Bu yazıda kolay anlaşılır biçimde bu önermenin önemini, anlamını ve alt üst edici sonuçlarını açıklamayı deneyelim.

23 Mayıs 2013 Perşembe

Nişanyan’ı Savunmak ve “Türklüğe, Müslümanlığa Hakaret” Hakkı


(Sayın Sevan Nişanyan’a “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama” suçundan 13,5 ay ceza verilmiş.
Önce kendine demokratim diyen veya böyle bir iddiası olan herkesin bu cezaya karşı çıkması veya aynı suçu işleme kampanyası bir sivil itaatsizlik eylemi başlatması gerekir. Özellikle en radikal demokratlar olması gereken sosyalistler bunun başını çekmelidirler.
Ama öncelikle böyle bir kampanyayı kendini Müslüman olarak tanımlayanlar açmalıdırlar. Çünkü Müslümanlar ve Türkler bu ülkedeki insanların “Kahir ekseriyeti”ni oluşturmaktadırlar. Türkler ve Müslümanların çoğunluğu birer demokrata dönüşmedikçe bu ülkeye demokrasi gelmesi mümkün değildir. Bunun için de öncelikle Müslüman ve Türklerin demokratları, demokrat olmayan Müslüman ve Türklerle bölünmeli, onlara karşı mücadeleye girmelidirler.

21 Mayıs 2013 Salı

Müslüman, Türk, Demokrat, İnsan


Aristo’nun evrenin, Toprak, Su, Hava ve Ateş gibi dört temel unsurdan oluştuğu şeklindeki öğretisi, daha sonra bilim karşıtlığının ya da ortaçağ karanlığının sembolü haline gelmiştir.
Ancak, o zamanlar henüz maddenin Halleri ve Yapı Taşları ayrımının yapılamadığı; Aristo’da söz konusu olanın maddenin halleri olduğu düşünülürse, Aristo’nun hiç de saçma şeyler söylemediği görülür. Aristo, maddenin dört halini belki henüz kavramlarla değil ama imgelerle ifade ediyordu. Maddenin dört hali vardır: Katı, Sıvı, Gaz, Plazma. Aristo’nun Toprak, Su, Hava, Ateş’i bu dört halin, somut imgelerle ifadesinden başka bir şey değildir.
Biz de bu yazıya Müslüman, Türk, Demokrat ve İnsan başlığını koyarken, Aristo gibi kavramlar yerine imgeleri kullanıyoruz. Yoksa bu başlıktaki “Müslüman” yerine “İnanç” ya da “Din”;  “Türk” yerine “Millet” ya da “Milliyet”, “Demokrat” yerine “İdeoloji” veya “Politik görüş” ve “İnsan” yerine de bir “Canlı Türü” diye yazabilirdik.

17 Mayıs 2013 Cuma

“Kader Bağlayınca”


(Herhangi bir konuda yazmayı düşündüğümde, içimden yeni yazı yazmak gelmiyor. Hep “bu konuyu yıllar önce ele almış ve yazmıştım, aslında öngörüler de doğrulandı. Eski yazıyı sadece olaylara ilişkin ayrıntılarda değiştirerek yazmaktansa olduğu gibi yayınlamak daha doğru değil mi” diye düşünüyorum.
Yazılarımda yazıya vesile olan aktüel olaylar ve olgular, sadece derinden işleyen ilişkileri, yasaları, bağıntıları ele almanın aracı olarak işlev görürler. Yani yazılarım aslında yazıda sözü edilen, o yazıyı yazmaya vesile olan olaylarla ilgili değildir. Onlar birer vesile, somut örnek olmaktan öte başka bir işlev görmezler. Bu nedenle de kolay eskimezler.
Birer cebirsel formül gibidirler. Olguların ardındaki derin bağları ve ilişkileri formüle ederler. Bir cebirsel formülde rakamların değişmesi bağıntının değişmesi, formülün değişmesi anlamına gelmez.
Yine bu nedenle de okuyucunun anlayışına ve çıkarsama gücüne güvenip, okuyucudan ele alınan bağıntıya günün olaylarını, yani cebirsel formüle somut başka rakamları, koyması beklenebilir. Aşağıda 2000 yılında yazılmış böyle bir yazı yer alıyor. Kaderinizin Öcalanın’ın kaderiyle ilişkisi ele alanıyor. 17 Mayıs 2013 Cuma)

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Marksizm “Sınıf Mücadelesi Kuramı” mıdır?

İşçi Hareketinin yükseldiği 1960’lı yıllarda Türkiye’nin aydınları, gençleri, işçileri büyük bir açlıkla Marksizm’i öğrenmeye çalışıyorlardı. Şimdi Marksizm’i öğrenen ve bilen yok. İkinci el kitaplardan bayağı klişeler Marksizm diye öğreniliyor. Eskiden kalanlar ise öğrendiklerini bile unutmuş bulunuyorlar. Bunu somut ve basit bir örnekle gösterelim.
Geçenlerde, “Devrimci 24 Nisan – Karşı Devrimci 1 Mayıs” diye bir yazı yazmıştık. O yazıda, 1 Mayıs’ın kutlanmasının bugünün Türkiye’sinde, 24 Nisan’ı gölgeleyen, somut olarak karşı devrimci bir işlev gördüğünü yazmış ve Türkiye’nin bütün işçi ve sosyalistlerini 24 Nisan’ı 1 Mayıs veya 1 Mayıs’ı 24 Nisan yapmaya çağırmıştık. Bu öneri ve önermelerin somutluğu (Bugünün Türkiye’si ve somut olarak 1 Mayısların gördüğü nesnel işlev) göz ardı edilerek, 1 Mayıs’a kategorik olarak karşı devrimci dediğimiz türden, aslında hiç de söylemediklerimizi bize atfeden eleştiriler yapanlar oldu. Bunların üzerinde durmuyoruz. (Kaya Karan’ı bu eleştirisi yazının altında yer alacaktır.)
Bu eleştirinin yapıldığı yazıda , “Demir Küçükaydın'ın (…) yazılarında toplumların tarihlerini belirleyen ana temanın sınıf savaşları olduğu kuramı Marksizm'in dışına düştüğünü (…) görüyoruz” diye bizi eleştirirken aynı zamanda bir Marksizm tanımı da yapılmış oluyor.