Türkiye’nin Sosyalistinin de, Liberalinin de, İslamcısının
da, Demokratının da anlamadığı temel sorun şudur: insanların dürüst olacağı
veya olması gerektiği varsayımı üzerinden herhangi bir toplumsal yapı
oluşturmaya kalkmak yanlıştır. Yapıyı değiştirme, köklü temel değişiklikler
yapma; sonuçlarla değil nedenlerle mücadele gibi bir derdi olmayanlar; aksine
bunu tehlike olarak görenler, tartışmayı ve gündemi ahlak ve namusa çekerler; insanları,
partileri, örgütleri vs. dürüst ve ahlaklı olmadıkları açısından eleştirirler.
Marksizm ise, insanların düşüncesini belirleyen
varlıklarıdır der. Yani yapıyı değiştirmeden, insanlara ahlaklı ve dürüst
olmayı vaaz etmek hiçbir sonuç almaz ve yenilgiye mahkûmdur der.
Bütün dinler ve uygarlıklar tarihi Marksizm'in bu
önermesinin bir doğrulanmasından başka bir şey değildir. Ne Hıristiyanlığın ne
de İslam’ın insanları ahlaklı ve adil olmaya çağıran özü, insanların adaletsiz,
ahlaksız ve namussuz olmalarını engellememiştir.