Blok etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Blok etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Haziran 2012 Pazartesi

Radikal Demokrasinin “Kürt Sorunu”nun Çözümüne İlişkin Programı

Çatışan toplumsal güçlerin mücadelesinde sorunların, güçlerin, şeylerin ve olayların nasıl adlandırılacağı da aynı zamanda bir çatışma konusudur. Çoğu kez bu adlandırmada kullanılan kavramlar aynı zamanda bir programı ima ederler.
Bu nedenle, çatışan güçler bir uzlaşma yolu arıyorlarsa, bu aynı zamanda sorunların, güçlerin, şeylerin ve olayların adlandırılmasında tarafların uzlaşabilecekleri bir dili de gerektirir çoğu kez.
Bu nedenle önce yukarıdaki başlığın böyle bir çabanın somut bir örneği olarak görülmesi gerekmektedir.
Yukarıdaki başlıkta “Kürt Sorunu” tırnak içinde kullanılmaktadır. Bunun anlamı şudur: Radikal Demokrasi  sorunu başka bir kavramla tanımlamaktadır ama bir uzlaşma noktası olarak bugünkü yaygın kullanımı kullanmayı kabul etmekte ve kendi adlandırmasında ısrar etmeyi gereksiz görmektedir.
Bu, görüşlerinden vaz geçtiği değil, ama “Galatı meşhur lügatı fasihten yeğdir” diyerek, sadece anlaşılır olabilmek için, bile bile yanlış konuşmayı kabul ettiği anlamına gelmektedir.

20 Ekim 2011 Perşembe

Türk Sosyalistleri Kendi Cenazelerini Kaldırırken - Halkların Demokratik Kongresi Üzerine Notlar (1)

Roj TV’de seçim gecesi, gece yarısından sonra çıktığımız programda moderatör, seçimlerden sonra Bloğun ne olacağını ve sosyalistlerle bir birlik olup olmayacağını sormuştu.
Yanlış hatırlamıyorsam, aşağı yukarı şöyle demiştim: “Türk sosyalistleri hayatiyetini yitirmiş bir ceset gibidir. Bu bakımdan Kürt Özgürlük Hareketi, Türk sosyalistlerine pek fazla bel bağlamamalı. Ama bundan Türk sosyalistleriyle bir araya gelmemeli gibi sonuç çıkarmamalı. Özgürlük Hareketi, Türkiye’deki demokratik muhalefeti, Türk sosyalistlerine havale etmeyi bırakmalı, bunu kendi örgütlemeye ve birleştirmeye çalışmalı. Türk sosyalistleri bunu başlatmak için bir işlev görebilir. Eskiden tulumbalar vardı su çekmek için. Ama su çekebilmek için, bu tulumbalara bir kaç maşrapa su dökmeniz gerekirdi. Elinizde bir tulumba, kuyuda su olsa da, pis de olsa bir maşrapa suyunuz yoksa, suya ulaşamaz onu yukarı çekemezdiniz. İşte Özgürlük Hareketi sosyalistleri böyle, Türkiye’nin demokratik güçlerine ulaşmak ve onları örgütlemek için, bir maşrapa su gibi değerlendirmelidir. Sosyalistlerin bir hayatiyeti yoktur. Sadece fiziki olarak güçsüz değiller; entelektüel olarak, teorik olarak da tükenmiş durumdalar.
15-16 Ekim’de Ankara’da toplanan, “Kongre Girişimi” kurdunun “Halkların Demokratik Kongresi” kelebeğine dönüştüğü bir koza işlevi gören toplantı, özünde seçim akşamı ifade ettiğimiz beklentinin bir gerçekleşmesiydi.

11 Ekim 2011 Salı

Bir Dönemin ve Bir Kuşağın ve Bir Çevrenin Aynası Olarak Ziya Yılmaz

5 Ekim günü ““Kürt Sorunu”ndan Türk Sorununa – Kongre Girişimi İçin Bir Durum Değerlendirmesi” başlıklı yazıyı bir an önce bitirmeye çalışırken, bir ara yorulup küçük bir ara vermek için Facebook’a baktığımda, Sayın Sait Tabak’ın “ziya yılmazı -4- ekim akşamı,, maltepe-süreyyapaşa ğöğüs hastanesinde kaybettik. başımız sağolsun. siz niğde cezaevinde beraber yattınız sanırım. anılarınız çoktur. Selamlar” şeklindeki mesajı ile karşılaştım.
Mesaj yollanalı epey olmuştu. Cenazenin ne zaman kalkacağını yine mesaj olarak sordum. Hemen bir cevap görmeyince, herhalde çıktı diye düşündüm. Cenazenin ne zaman nereden kalkacağını bilseydi yazardı her halde diye düşüdüm.
Ziya Yılmaz ile yıllarca Niğde’de Cezaevinde yatmıştık. Özellikle Niğde’ye gittiğimiz ilk yıl, oldukça yakın olduğunuz bir dönem olmuştu. Her gün saatlerce konuşurduk. Konuşabileceğim tek kişiydi adeta. Sonra yavaş yavaş konuşmalarımız azalmış, teorik ve siyasi diyalogumuz bitmiş, karşılıklı saygılı ama bir merhaba veya gündelik yaşama ilişkin bazı konuşmaların ötesinde bir ilişkimiz kalmamıştı. Niğde’den ayrıldıktan sonra da bir daha görmedim. Uzaktan haberlerini alıyordum. Karadeniz’in öncülerinden, Türkiye sosyalist ve devrimci hareketinin tarihinde bir yeri olan bu hapishane arkadaşımı uğurlamayı çok isterdim. 

2 Ekim 2011 Pazar

Jiyan ve Köxüz Siteleri Birleşti

Jiyan ve Köxüz siteleri bugünden itibaren (1 Ekim 2011) Jiyan sitesinin adresinde (www.Jiyan.org) birleşmeye ve Jiyan-Köxüz adıyla devam etmeye karar vermiş bulunuyor.
Bu birleşmenin bütün demokratik ve ezilenlerden yana olanların güçlerini ve imkanlarını birleştirmeleri için bir örnek olmasını dileriz.
Köxüz sitesi, 2005 yılı baharından beri yayındaydı. Saldırılar ve teknik zorluklar ve gelişmeler nedeniyle çeşitli Köxüz adreslerinde yayınını sürdürmüştü. Ne var ki, son zamanlarda yasaklar, teknik olanaksızlıklar ve saldırılar nedeniyle kendini yenileyemez durumda gelmişti ve bu durumdan bir çıkış yolu arıyordu.
Jiyan’a katılma önerisinde bulundu ve Jiyan bir birleşmeyi kabul etti.
Bunun üzerine birleşmenin en kısa zamanda gerçekleşebilmesi için gerekli olan hazırlıklara başlandı. Birleşmenin ilan edileceği ve gerçekleşeceği gün olarak da 1.Ekim.2011 tarihi belirlendi.
Bu iki site de gerek biçim gerek içerikçe elbet bir çok farklılıklar barındırıyordu.
Bunların ilk akla gelenleri söyle sıralanabilir.
·         Jiyan daha dinamik ve canlı; Köxüz daha sakin ve ihtiyatlıydı.
·         Jiyan daha genç ve hareketli bir yazar ve okuyucu profiline; Köxüz daha yaşlı ve istikrarlı bir yazar ve okuyucu profiline sahipti.
·         Jiyan’ın okuyucusunun çoğunluğu şehirli ve aydın kesimlerdi; Köxüz’ün okuyucusunun önemli bir bölümü Kürtler ve bunların içinden de aydın gençlerdi.
·         Jiyan aktüaliteyi yakından izlemeye ve ona hemen bir tepki göstermeye büyük ağırlık veriyordu; Köxüz daha uzun vadeli ve genel olana dikkatini yönetmişti.
·         Jiyan’da haberler ve haber yorumlar daha büyük bir ağırlığı varken, Köxüz’de neredeyse hiçbir haber bulunmuyor ve olguların bilindiği varsayımından hareket ile onların anlaşılması ve yorumlanmasına ağırlık veriliyordu.
·         Jiyan’da haberler canlı ve bol resimlerle desteklenerek veriliyordu. Köxüz’de ise neredeyse resim bulunmuyordu.
Dikkatli bir analizle bu farklılıklar listesi elbette daha da uzatılabilir.

Kavrambaz'ın ilk yazısı - Kavrambaz Hakkında

Sevan Nişanyan, Taraf’ta yazdığı “Kelimebaz” ile Etimoloji veya Linguistik ile nasıl politika yapılabileceğinin dünyada belki de eşi benzeri bulunmayan nefis bir örneğini sunmuştu.
Sevan Nişanyan’ın bu ülkede yaşayan insanların şanssızlığı olan şansı vardı: Türkiye gibi, Türk Dil ve Tarih kurumlarıyla, birkaç yönden hafızasını yitirmiş veya yitirmeye zorlanmış bir ülkede yazıyordu.
Birinci şansı, bir Türk ulusu yaratabilmek için, Alman Emperyalizminin Hint yolunu açma hedefleri için yaratılmış Orta Asya ve oralardan gelen Türk ulusuna dair bir uydurulmuş bir resmi ve egemen Tarih anlatısını doğru kabul etmiş insanlara yazıyordu. Bu insanlar, eski uygarlıkları feth eden fatihlerin, hiçbir yerde, nüfusun yüzde beşinden veya onundan fazlasını oluşturmadığını; fatihleringenleri aynı kalsa bile; kültürel kotlarıyla feth ettikleri tarafından fethedildiklerini; yani Orta Asyadaki göçebelerin değil; kültürel ve genetik olarak binlerce yıldır bu topraklarda yaşamış insanların torunları olduklarını bilmiyorlardı. Yüzde doksanıyla genetik ve kültürel “soydaş”ları Azeriler, Özbekler veya Türkmenler değil, bugün düşman blledikleri Rum ve Ermenilerdi. Bu soydaşlık en sıradan, dolayısıyla en az değişen, en bildik kelimelerde en çarpıcı biçimlerde ortaya çıkıyordu.
Birinciye bağlı İkinci şansı, yüzyılın başlarında katliamlar ve sürgünlerle yok olmuş çoğu Hıristiyan halkların bu yok oluşunu unutmaya çalışmış ve hafıza kaybına uğramış insanlara yazıyordu.

26 Eylül 2011 Pazartesi

Blok Vekilleri Meclise Nasıl Dönmeli?

Blok vekillerinin meclise dönüp dönmeyeceği tartışılıyor. Bu tartışmalarda, BDP’lilerin de yüzünü çizdirmeyecek bir dönüş için, hükümetin de adım atması gerektiğinden söz ediliyor. Buna bağlı olarak da örneğin Erdoğan’ın “Biz terörle mücadele ederiz, siyasi irade ile de müzakere ederiz Siyasete gelenle konuşuruz ama gelmeyenle konuşmayız” şeklindeki sözleri, Hükümetin bir adımı olarak yorumlanıyor ve BDP’ye “bakın işte Hükümet “PKK’ile aranıza mesafe koymadan görüşmeyiz”den, bu koşulu kaldırarak sizlerin siyasi olarak muhatap alınacağınız noktasına gelmiş” diye yorumlanıyor ve “haydi ne duruyorsunuz, dönün” sonucu çıkarılıyor.
Meclis’e dönüşü desteklemeyenler de buna karşılık “ya dönerler ya da…” şeklindeki tehditler ve burun sürtmeye yönelik diğer beyanları öne çıkararak dönmenin doğru olmayacağını söylüyorlar.
Bizce sorunu bu biçimde tartışmak daha baştan yanlıştır ve Blok vekillleri ve BDP sorunun bu yanlış biçimde tartışılmasına bizzat kendisi yol açmıştır.
Şimdi bunun neden ve nasıl bir yanlış olduğunu ve bu temel yanlışa nasıl son verilebileceğini ele alalım.
Savaşın birinci kuralı, düşmanın istediği şartlarda savaşı kabul etmemektir[1].
Siz tavrınızı karşı tarafın tavrına bağlı olarak tanımladığınız anda, mücadelenin koşullarını belirleme hakkını bizzat kendi ellerinizle karşı tarafa vermiş olursunuz.