Aristo’nun evrenin, Toprak, Su, Hava ve Ateş gibi dört temel unsurdan oluştuğu şeklindeki
öğretisi, daha sonra bilim karşıtlığının ya da ortaçağ karanlığının sembolü
haline gelmiştir.
Ancak, o zamanlar
henüz maddenin Halleri ve Yapı Taşları ayrımının yapılamadığı;
Aristo’da söz konusu olanın maddenin
halleri olduğu düşünülürse, Aristo’nun hiç de saçma şeyler söylemediği
görülür. Aristo, maddenin dört halini belki henüz kavramlarla değil ama
imgelerle ifade ediyordu. Maddenin dört hali vardır: Katı, Sıvı, Gaz, Plazma.
Aristo’nun Toprak, Su, Hava, Ateş’i bu dört halin, somut imgelerle ifadesinden
başka bir şey değildir.
Biz de bu yazıya Müslüman, Türk, Demokrat ve İnsan başlığını
koyarken, Aristo gibi kavramlar yerine imgeleri kullanıyoruz. Yoksa bu
başlıktaki “Müslüman” yerine “İnanç” ya da “Din”; “Türk” yerine “Millet” ya
da “Milliyet”, “Demokrat” yerine “İdeoloji”
veya “Politik görüş” ve “İnsan” yerine de bir “Canlı Türü” diye yazabilirdik.
Böyle yapmamızın nedeni, hem bu kavramların gerçek
anlamlarını gösterebilmek ve hem de bu günkü anlamıyla bu kavramların
yanlışlığını somut imgelerle ifade etmemin daha provakatif (düşündürücü) olduğunu düşünmemizdir.
Bu nedenle, şimdilerde “Aristo
Mantığı” denerek hor görülen, “bütün
zamanların gelmiş geçmiş en büyük ve sistematik düşünürü” (Lenin) Aristo’ya
bir selam çakarak, başlıkta kavramlar yerine imgeleri kullandığımıza dikkati
çekelim dedik.
Bu günün her yere egemen olan, insanların dini, milliyeti ve ideolojik ve politik görüşleri olduğu
şeklindeki kavrayış; doğruluğundan şüphe
etmeyi kimsenin aklından geçirmediği bu gizli varsayım, Aristo’nun Ortaçağ
karanlığı ile özdeşleşmiş Toprak, Su, Hava, Ateş teorisi kadar bile doğruluk
içermez.
Bu yazıda bunu göstermeye çalışacağız.
Bu farklı gibi görülen ve bugün öyle kategorileştirilmiş
özelliklerin bir ve aynı şeyin farklı görünümleri olduğunu göstereceğiz. Yani
bir türlü sosyolojik bir “Evren Formülü”
ya da “Birleşik Alanlar Kuramı”
farklı fiziksel güçleri bir tek kavramda toplayan.
*
Başlıktaki,
Müslüman yerine Hıristiyan, Budist, Hindu, Alevi, Ateist vs.
de koyulabilirdi.
Türk, yerine Kürt, Fransız, Alman, Amerikalı, Çinli veya
Hintli vs. de koyulabilirdi.
Demokrat, yerine Faşist, Sosyalist vs. de koyulabilirdi.
Ya da bütün bu imgeler veya somut biçimler yerine,
kavramlar, yani İnanç, Milliyet ve İdeoloji (veya siyasi görüş) de
kullanılabilirdi.
Temel tezimiz, “nasıl ifade edilirse edilsin, bütün bu imge
veya kavramlar ve onların ardındaki gizli varsayımlar yanlıştır ve bunlar
modern toplumun dininin dünyayı kavrayışını yansıtırlar” önermesiyle
ifade edilebilir.
*
“Din Tümüyle
Üstyapıdır” önermesinin sonuçlarını, bu sonuçların bildiğimiz her şeyi
nasıl alt üst ettiğini bu dört kavram üzerinden gösterelim.
“Din tümüyle
üstyapıdır” önermesini mantık sonuçlarına götürürsek, toplumsal hiçbir
görüngü de (bilim, hukuk, sanat, ahlak, politika, ideoloji vs.) üstyapı
kavramının tanımı gereği, üstyapının
dışında var olamayacağından, bu önermenin bir sonucu da, bilginin, bilimin, yani kavramların da dinsel olduğudur.
Yani bilim ya da bilgi ya da kavramlar, dinseldir. Ancak bir
dinin, yani üstyapının unsurları olarak analiz edilebilir ve anlaşılabilirler.
Dikkat edilsin bizzat bu önerme bile, yaygın din ve bilim
ilişkisini alt üst etmektedir.
Yaygın ve şemalaşmış kabule göre, en altta dinsel ya da
mitolojik bilgi; sonra felsefi bilgi ve en üstte de bilimsel bilgi vardır. Ama
şimdi, bizzat bu bilginin kendisinin bile dinsel olduğu gibi bir sonuca ulaşmış
bulunuyoruz. Yani bilim ve bilimsel bilgi ancak belli bir din içinde var
olabilir ve anlaşılabilir. Her dinin bir bilim ve bilgi kavramı vardır ve
bunlar ayrıdırlar. Şimdiki bilim kavramımız da bilimsel değil dinseldir ve ancak
modern toplumun dini içinde anlaşılabilir. Bilim
din ayrılığı ve zıtlığı modern toplumun dininin bilim ve din kavrayışıdır.
*
Şimdi bu çok genel sonucu, başlıktaki kavramlarda
somutlayarak, onun alt üst ediciliğini göstermeyi deneyelim.
Bilimin ve bilimsel bilginin de, dolayısıyla kavramların da
dinsel olduğu önermesini başlıktaki konuya uygularsak: Müslüman, Türk,
Demokrat, İnsan veya kavramsal ifadesiyle İnanç, Milliyet, İdeoloji (veya
politik görüş) kavramları da dinseldirler; bir dinin kavramlarıdırlar ve bir
dinin kavramları olarak anlaşılabilirler çıkarsamasına ulaşmak gerekir.
Din tümüyle Üstyapı ise, (üstyapısız toplum) dinsiz toplum
olmadığından ve olamayacağından, şimdilik bu dinin adının ne olduğu bahsini bir
yana bırakarak ve buna “modern toplumun
dini” diyerek, bu kavramların Modern toplumun dininin ve hatta onun en
gerici biçiminin kavramları olduğunu söylüyoruz.
İmgelerin yerine kavramsal karşılıkları koyduğumuzda, ya da
somut rakamları bir cebirsel formülmüş gibi ifade ettiğimizde, şu sonuca
ulaşırız: bugün tüm akıl yürütme ve düşüncelerimize egemen olan, bireylerin dini, milliyeti ve siyasi
görüşleri olduğu; bunların farklı kategorilerden ayrılıklar olduğu önermesinin
ve kavrayışının kendisi de bizzat, modern toplumun dininin bir önermesidir.
Bunlar niçin ve nasıl bir dinin, modern toplumun dininin,
daha da somut bir ifadeyle Aydınlanma
dininin ve/veya onun gerici biçiminin yani ulusların ve ulusçuluğun
kavramlarıdır?
(Ve yine şunu da akıldan çıkarmamak gerekiyor: bu
kavramların bir dinin kavramları olduğun göstermek de başka bir dinin, yani
dinin tümüyle üstyapı olduğunu söyleyen bir dinin, Marksizm’in kavramlarıdır.)
Tabii bütün bu dediklerimizi anlamak için bir matematikçi
gibi düşünmeyi bilmek gerekiyor. Matematikçi gibi düşünmek ne demektir? Örneğin
12 boyutlu bir uzayı imgelerle anlayamaz ve anlatamazsınız ama böyle bir uzay
modeli matematik olarak kurulabilir ve bu uzayın özellikleri, orada hangi
görüngülerin görülebileceği hesaplanabilir. Bütün bu dediklerimiz biraz böyle
bir yaklaşım gerektiriyor. Yapmaya çalıştığımız bir takım önermeleri yeni
genellemeler ışığında mantık sonuçlarına götürmektir.
Şimdi bunu somut olarak göstermeyi deneyelim.
*
İnsanların, Din, Milliyet ve Siyasi görüş gibi farklı kategorilerden özellikleri
olacağı veya bunların farklı kategoriler
olduğu, bizlerin düşüncesine derinliğine işlemiştir. Bu işlemenin derecesini ve
derinliğini gösterebilmek için şöyle bir örnek verelim.
“Bir insan olarak, benim dinim Çinli, milliyetim Sosyalist,
siyasi görüşüm Budist” veya başlıktaki kavramlarla “Bir insan olarak, benim
milliyetim Demokrat, siyasi görüşüm Müslüman, dinim Türk” dediğimizi var
sayalım.
Böyle bir cümle kuran birinin akli dengesinden zoru olduğu;
kategorileri karıştırdığını söyleyecektir herkes. Muhtemelen bu günkü toplum,
bunu söyleyen insanı, tımarhaneye tıkacaktır.
Şimdi, bizlere son derece sağ duyuya uygun ve akli görünen
bu kategoriler ve kategorilerin ayrımının kendisinin nasıl kategorileri
karıştırdığını yani aslında neredeyse bütün insanların “akli dengesinden zoru
olduğunu” veya tımarhaneye tıkılması gerektiğini, yani bizzat insanların dini,
milliyeti ve siyasi görüşleri olur önermesinin, bunların ayrı şeyler veya
kategoriler olduğu önermesinin nasıl tımarhanelik bir önerme olduğunu görelim.
*
İnsanların bir inançları, milliyetleri ve siyasi görüşleri
olduğu kavrayışı son derece yenidir.
Modern topluma kadar insanların sadece dinleri (somut
toplumları veya toplulukları) ve sınıfsal çıkar ve eğilimlerini yansıtan siyasi
görüşleri ve örgütleri (tarikatları-partileri) olurdu. Aslında sadece dinleri olurdu da diyebiliriz,
çünkü belli siyasi görüşler ya da partiler ancak belli dinler içinde var
olabilirdi. Yani, Hinduizm içinde Protestanlık veya Bogomillik; Hıristiyanlık
içinde Bektaşilik veya Alevilik; Müslümanlık içinde Orfeusçuluk, Kabalacılık
veya Protestanlık olamazdı; Klasik Yunan’ın veya Roma’nın dini içinde, yani
Zeus ve Apollonların dininde Bektaşilik veya Protestanlık olamaz orada ancak
Orfeusçuluk olabilirdi.
Yani belli bir parti veya tarikat ile din arasında zorunlu
bir ilişki vardır. (Bilgi ve bilim ile din arasındaki ilişki de böyledir.)
(Aslında bu günkü toplumun dini için de bu kural geçerlidir
ama sanki geçersizmiş gibi görünür. Zaten anlatmak istediğimiz bu.)
Dinler toplumsal düzeni, yani üstyapıyı; tarikatlar da o
düzen içinde farklı sınıfların eğilim ve çıkarlarını ifade ettikleri örgütleri
ve partileri temsil ediyordu. (Ve tam da bu nedenle sınıfsız toplumların,
komünün dinlerinde tarikatlar yoktur.) Bu nedenle partiler (tarikatlar) devrim
yapamaz, ancak dinler veya tarikatlar birer dine dönüştüklerinde devrim
yapabilirler. (Buradan da Modern toplumda Marksizmin bir parti değil din olması
gerektiği sonucuna tekrar ulaşılır. Ama bu şimdilik konumuz değil.)
Modern öncesi (Aydınlanma ve Ulusçuluk öncesi) dinlere göre,
din bir inanç (kişinin özel sorunu) değildir. Zaten modern öncesi dinlerde özel olan ve olmayan gibi bir ayrım da
yoktur. Dinin tüm toplumu şekillendiren üstyapıyı oluşturduğu kavrayışı,
böyle ve bu günkü gibi ifade edilmese de, (çünkü böyle bir ayrıma ilişkin bir
kavrayış olmadığından böyle bir ifade de olamazdı) bütün dinlerde vardır. Zaten
bu nedenle “Din özgürlüğü” gibi bir sorun da yoktur daha önce. Bu zaten bu gün
de yoktur ve olamaz. Bu günkü modern toplumun dini de, yani dinleri inanç
olarak gören din; dinleri inanç olarak kabul etmeyen bir dini, dolayısıyla
kendisinden önceki bütün dinleri, din olarak tanımlamaz ve onlara özgürlük de
tanımamış olur.
Yani birisi çıkıp da, benim dinime göre, insanların dini,
milliyeti ve siyasi görüşü gibi bir ayrım yoktur. Ben milliyet diye bir şey
tanımıyorum dese. Din özgürlüğünden söz eden bu günün toplumu, o dini, din
olmasına rağmen din olarak tanımaz ve tanımlamaz. Çünkü dini inanç olarak
tanımlamanın kendisi bir dindir. Bir din ancak diğer dinin yerini alabilir. İki
din bir arada bulunmaz, bulunamaz. Dün böyleydi bu gün de böyledir. Farklı
dinler, farklı üretim ilişkileri gibi
simbiyoz bir yaşam sürdürebilir, birbiriyle eklemlenebilir ama bu apayrı
biryazı gerektiren bambaşka bir konudur. (Hindistanda en uç biçimin varan kast
sistemi de tam böyledir zaten.)
O halde, ben dinsizim ya da inancım İslam’dır diyen biri,
dinsiz ya da Müslüman olduğunu söylemiş olmaz; dini inanç olarak tanımlayan,
dolaysıyla kişisel bir sorun olarak gören dinden olduğunu söylemiş olur. Yani ben dinsizim veya benim inancım İslam
diyen; modern toplumun dininden olduğuna dair bir kelimei şahadet getirmiş olur.
Bu kelimei şahadetiyle: tıpkı bir Müslüman’ın “ben Allah’ın birliğini ve Muhammet’in onun elçisi olduğunu kabul
ediyorum” demesi gibi “ben, dinin
özele ilişkin, olduğunu, dolayısıyla özel ve politik ayrımını kabul ediyorum”
demiş olur.
Bir din, Dini inanç olarak kabul etmediği ve tanımlamadığı
an, zaten bu din bütün diğer dinler gibi o dine yaşama şansı vermez.
O halde, bir insan hem Müslüman, hem de modern toplumun
dininden olamaz. Çünkü Müslümanlık, dini bir inanç olarak, yani kişinin özel
sorunu olarak değil, bir toplumsal düzen olarak tanımlamaktadır. Sadece
Müslümanlık da böyle değildir, bütün dinler böyledir. Örneğin, Alevilik de
böyledir. Alevilik bırakalım özel
politik ayrımını; devlete ilişkin olan ve olmayan ayrımını kabul etmek bir
yana, politik (devlete ilişkin) kavramına bile sahip değildir.
Dikkat edilsin, ilk sözcüğün, yani Müslüman imgesiyle
karşıladığımız Din kavramının sosyolojik
gerçek anlamına ulaşmış oluyoruz. Başlıktaki Müslüman’ın (ya da inanç, din)
gerçek sosyolojik karşılığı: modern toplumun dininden, yani özel politik ayrımı
yapan dinden demektir. İnsan hem Müslüman hem de Özel-Politik ayrımı yapan
dinden, yani Modern toplumun dininden olamaz.
O halde, başlıktaki Müslüman, İslam dininden olanı değil;
İslamiyet’i ve dini bir inanç olarak kabul edeni, yani modern toplumun dininden
olanı ifade eder.
İnsanların bir inançları olduğu kavrayışı modern toplumun
dininin kavrayışıdır.
Böylece bizlere çok mantıki gelen insanların dinleri,
milliyetleri ve ideolojileri veya politik görüşleri olduğu; bunların farklı
kategorilerden şeyler olduğu kavrayışının ilk kavramının aslında hiçbir
bilimsel değeri olmayan bir kavram olduğunu; modern toplumun dininin bir
kavrayışı olduğunu görmüş oluyoruz. Bu ilk kavram düşmüş bulunuyor.
*
Gelelim ikinci kavrama yani Türk kavramına veya imgesine
veya kavramsal ifadeyle Millet ve Milliyete. İnsanların dinlerinin yanı sıra
bir de milliyetleri olduğu anlayışına.
İnsanların bir de milliyetleri olduğu yönündeki bu anlayış,
modern toplumun dininden, yani Özel-Politik ayrımından bile daha yenidir ve
zaten özel politik ayrımı olmasaydı; politiği ulusal olanla tanımlamak mümkün
olmazdı. Yani milliyet denen şey, özel
politik ayrımına dayanan bir dinde, politik olanı, yani devleti tanımlayan ve
sınırlarını çizen şeydir. Tarihsel olarak, politik olanı tüm insanlıkla
tanımlayan veya özel olarak belli bir dille vs. sınırlamayan; özel-politik
ayrımını, bu tür bir sınırlama için değil; eski çağların dinlerini toplumsal
hayattan uzaklaştırmak için yapmış Aydınlanma’dan bir geri gidişi, bir karşı devrimi ifade eder.
O halde, Türk ya da Milliyet kavramı geçerli ise, Milliyet
kavramının kendisi modern toplumun dininin gerici biçiminin bir kavramı ve
kabulü olduğundan, Türk olma, bir dinden olmayı; ifade eder. Yani ben Türk’üm
diyen, Türk halkından ya da kavminden olduğunu değil; modern toplumun dininin,
yani özel ve politik ayrımına dayanan ve bütün eski dinleri özel diyerek
toplumsal hayatın örgütlenmesinden dışlayan dinin politik olanı bir Dille,
dinle, soyla, ırkla vs. tanımlayan gerici biçiminden olduğunu söylemiş olur.
Yani Milliyet ya da Türklük, Dinden ayrı bir şey değil,
bizzat kendisi dindir. Türklüğü dinden ayrı bir şey olarak görmenin kendisi bir
dinin ifadesidir.
Birisi ben Türk’üm dediğinde, bu Türklüğü nasıl tanımlamış
olursa olsun, “Ben özel politik ayrımına
dayanan ve dinleri özel ile politik olanı da ulus ile tanımlayan dindenim”
diye bir “Kelimei Şahadet” getirmiş
olur.
Böylece bir insanın hem Türk hem de Müslüman olamayacağı
sonucuna geliyoruz.
Eğer kişi Müslüman ise, özel ve politik ayrımını kabul
etmez, dolayısıyla politik olanı ulusal
olanla tanımlamayı kabul etmek bir yana tasavvur bile edemez. Dolayısıyla Türk
olamaz.
Yok eğer Türk ise, yani özel ve politik diye bir ayrım kabul
ediyor ve politik olanı da Türklük ile tanımlıyorsa, Müslüman olamaz.
Görüldüğü gibi İnanç’tan Sonra Milliyet de düştü. Bunların
farklı kategorilerden şeyler olmadığı, aynı kategoriden şeyler oldukları
sonucuna ulaşıldı.
*
Şimdi de Demokrat’a gelelim.
Demokrat’ı modern toplumun dini, bir siyasi görüş olarak
dolayısıyla da farklı bir kategori olarak tanımlar.
Peki demokrat olmanın ayırıcı ölçüsü nedir? Bir insan bir
ulusun örneğin bir ırkla, bir soyla, bir dinle, bir dille tanımlanmasını kabul
edip aynı zamanda demokrat olabilir mi? Olamaz. Demokrat olmak, her şeyden önce
yurttaşların hangi dilden, hangi soydan, hangi kültürden, hangi ırktan, hangi
dinden olurlarsa olsunlar eşitliğini, dolayısıyla Dil, Din, Soy, Boy, Irk,
Kültür’ün bir politik anlamı olmamasını savunandır.
Biz bu önermeyi şöyle de ifade edebiliriz: Demokrat: ulusal olanın ya da politik olanın
bir dille, dinle, soyla, ırkla vs. tanımlanmasını kabul etmeyendir.
Demokrat da tıpkı Türk gibi modern toplumun dinindendir,
yani özel ve politik ayrımını kabul eder. Ancak bir demokratın bir Türk’ten
farkı, Politik olanın Türklükle tanımlanmasını kabul etmemektedir. Yani Türklük
de, tıpkı din gibi, özele ilişkin olmalıdır diyendir. Yani Türk ulusal olanı Türklükle tanımlarken; Demokrat ulusal olanın Türklük
veya benzeri bir şekilde tanımlanmasına karşı olandır. Yani Demokrat,
Ulusal olanı bir dille dinle, soyla, vs. değil de bir toprak parçasında
yaşayanlarla tanımlar. O halde örneğin bir
Türk bir demokrat olamaz, bir demokrat da bir Türk olamaz. Bunlar aynı
dinin farklı iki biçimini ifade ederler, farklı kategorilerden şeyler
değildirler.
Modern toplumun dini, özel politik ayrımını kabul edip,
bütün eski dinleri özele atmaktır. Politik olanı ulusal olanla tanımlamak bunun
gerici biçimidir; yani ulusçuluktur sonucuna çok önce ulaşmıştık.
Ama bu ulusçuluk denen gerici biçimin de içinde iki farklı,
biri nispeten daha ilerici denebilecek iki ulusçuluk vardır.
Ulusal olanı bir dille, dinle, soyla, tarihle vs. tanımlayan
katmerli gerici ve faşizan biçim.
Bir de ulusal olanı böyle tanımlamayı reddeden ve böyle
tanımlamaya karşı tanımlayan; soy, dil,
tarih, kültür, tarih din vs.yi de, tıpkı modern toplumun başlangıçta dinleri
yaptığı gibi özele ilişkin olarak tanımlayan, nispeten daha ilerici biçim
Demokrat olarak adlandırılabilir.
O halde, bir Türk bir demokrat olamaz. Türklüğü özele
ilişkin, kişisel olarak tanımlayan ve artık politik olarak bir Türk olmayan,
ulusu Türklükle tanımlamayan “Türk” demokrat olabilir. Böyle bir Türk’ün
demokratlığı, tıpkı, Özel politik ayrımını ve Müslümanlığı da bir inanç olarak
(Özele ilişkin) kabul edenin Müslümanlığı gibidir. O Müslüman’ın artık Müslüman
olmaması gibi, bu Türk de artık Türk değildir.
Yani modern toplumun dininin, siyasi görüş ya da ideoloji gibi milliyet ve
dinden ayrı bir kategori olarak tanımladığı demokratlık da aslında modern
toplumun dininin gerici biçiminin nispeten daha ilerici bir versiyonundan başka
bir şey değildir.
Böylece ilginç bir sonuca ulaşmış oluyoruz. Din, milliyet ve
siyasi görüş denen ve ayrı kategorilerden olduğunu söylenen şeylerin hepsi
aslında aynı kategoriden farklılıkları ifade etmektedirler. Hepsi aslında
farklı dinleri ifade ederler.
Ama aynı zamanda farklı dinleri ifade eden bu kavramları
farklı kategorilerden şeylermiş gibi tanımlama ve sınıflamanın kendisi de
bizzat modern toplumun dininin ve hatta onun en gerici biçimidir bir amentüsüdür.
Yani insanların dinleri, milliyetleri ve siyasi görüşleri gibi farklı
kategorilerden özellikleri olduğun söylemenin kendisi bizzat bir dinin dogması
veya ön kabulüdür. Biz kendimize ne dersek diyelim bu kategorilerle düşünüp
davrandığımızda, fiilen bu dinden olmuş oluruz elimizde olmadan.
O halde, bir insan hem Türk, ham Müslüman hem de Demokrat
olamaz.
Türk İse, Müslüman ve Demokrat olamaz.
Müslüman ise Demokrat ve Türk olamaz.
Demokrat ise, Türk ve Müslüman olamaz.
Ancak Türkler insanların aynı zamanda hem Türk, hem Demokrat
hem de Müslüman olabileceklerini kabul ederler ve böyle bir varsayıma dayanarak
düşünür ve davranabilirler.
Elbet inancı İslam, dili Türkçe bir demokrat olabilir.
Ama inanç olarak Müslüman olmakla; İslam dininden olmak çok
farklı şeylerdir. Biri modern toplumun dinine göre bir hukuki kategori olarak
dindir, diğeri sosyolojik bir kategori olarak dindir.
Benzer şekilde, ana dili Türkçe olan bir demokrat olmak ile
Türk olmak çok farklı şeylerdir. Türkçe linguistik bir kategoridir, sosyolojik
bir kategori değildir. Bu anlamda Türk de Türkçe konuşan anlamında linguistik,
sosyolojik olmayan bir kategoridir. Şu veya bu dilin ana dil olması sosyolojik
hiçbir farka yol açmaz, çünkü bütün diller aynı yetenektedirler. Farklı
yollardan da olsa iletişime ilişkin her türlü soruna çözümler sunarlar.
Bu nedenle linguistik bir kategori olan Türk ile politik
olanı Türklükle tanımlayan Türk, çok farklı kategorilerden varlıklardır. Türk,
sosyolojik bir kategori olarak bir dinden olandır, linguistik bir kategori
değildir.
Tabii biz bu yazı boyunca Türk ve Müslüman imgelerini
kullandık. Müslüman’ın yerine Hıristiyan, Alevi, Budist, Ateist de koyulabilir.
Benzer şekilde Türk’ün yerine Kürt, Alman, Çinli, Arap da kullanılabilirdi.
Örneğin bir Kürt ve Alevi ile bu önermeyi şöyle ifade etmek
de mümkündür. Bir demokrat Alevi ve Kürt olamaz. Alevi ise Kürt ve Demokrat.
Kürt ise Alevi ve Demokrat olamaz.
*
Şimdi bu sonuçları Türkiye’deki Demokratik mücadelenin
diline çevirelim ve somut anlamanı görmeye çalışalım.
Bir insan hem
demokrat hem de Türk veya Kürt olamayacağına göre, Türkler ve Kürtler vs. ancak
demokrat oldukları; yani Türklük ve Kürtlüğe karşı mücadele ettikleri takdirde
Türkiye denen topraklar üzerinde demokratlar çoğunluğu kazanıp bir demokratik
karakterde devlet kurabilirler.
Demokrasi mücadelesi,
Kürtlerin ve Türklerin Türklükten ve Kürtlükten çıkmaları ve birer demokrata
dönüşmeleri; bunun için de Kürtlüğü ve Türklüğe karşı mücadeleleri ile ancak
başarıya ulaşabilir.
Görüldüğü gibi bilinen demokrasi söyleminin çok dışına
çıkmış ve başka bir dili ve kavram sistemini kullanmaya başlamış bulunuyoruz.
Bu dil demokrasinin dilidir. Türkler Demokrat olmak için önce demokrasinin
diliyle ve kavramlarıyla düşünmeye başlamamıdırlar.
Türklerin ve Kürtlerin birliğinden, ortak vatanından söz
edenler aslında demokratlar değillerdir ve demokratik bir dil
kullanmamaktadırlar. Türk ve Kürttürmer ve onlmarın dilini kullanmaktadırlar.
Türk ve Kürtler ise demokrasi kuramazlar.
Böylece Türkiye’de demokrasi mücadelesinin niye çok zayıf
olduğu da ortaya çıkmaktadır, kendilerinin demokrat olduklarını söyleyen ya da
düşünenler Demokratlar değil, Türkler ve Kürtlerdir. Bir insan hem Türk veya
Kürt hem de Demokrat olamaz.
Peki, bu sonucun, yani demokrat olmanın somut olarak
programatik ifadesi ne olur?
Bu da şöyle ifade edilebilir: Demokrat olmak: ulusun ya da politik olanın Türklük ya da Kürtlükle
veya her ikisiyle tanımlanmasına karşı mücadele etmek ve politik olanı böyle
tanımlamaya karşı tanımlamaktır.
Peki, bu ifadeyi de somut eylem olarak nasıl ifade ederiz?
Herkese ana dilinde eğitim hakkı; tüm dillerin ve
kültürlerin eşitliği.
Bu somut olarak şu anlamlara gelir:
Türkçe veya başka bir dilin resmi dil, öğrenilmesi zorunlu
dil olmaması. Okullarda Türk veya Kürt tarihi okutulmaması. Tüm dillerden ve
kültürlerden tarihçilerin ortaklaşa yazdığı bir tek tarihi herkesin ana dilinde
veya özgürce seçtiği bir dilde okuması. Bir şehrin en ücra semtindeki bir tek
çocuğa bile ana dilinde eğitim.
Demokrasinin olmazsa olmaz koşulu budur.
Bunuhenüz Türkiye’de bizden başka savunan olmadığına göre,
Türkiye’de demokrat yoktur.
Demokrat olmayanlar da demokrasi kuramazlar.
*
Şimdi buraya kadar üzerinde kasıtlı olarak hiç durmadığımız
“İnsan” kavramına gelelim.
Dikkat edilirse buraya kadar çeşitli önermeleri ifade
ederken “bir insan” kavramını
kullandık. Örneğin buraya kadar anlatılanlar şöyle bir önerme ile ifade
edilebilirler: Bir insan aynı anda hem
Türk, hem Müslüman hem de Demokrat olamaz. Türklük, Müslümanlık ve
Demokratlık farklı dinlerdir yani aynı
kategoriden kavramlardır. Modern toplumun dini onları ayrı kategoriden kavramlar olarak tanımlar ve örneğin bir insanın
aynı anda Hem Türk, hem Müslüman hem de Demokrat olabileceğini söyler. Şimdi bu
önermedeki İnsan kavramına gelelim.
Bu önermelerdeki insan kavramı nedir? Sosyolojik bir kavram
mıdır?
Hayır.
Çünkü, insan bir dini olan hayvanı, yani sosyal hayvanı
karşılamaktadır.
Ama sosyal hayvan
kavramı sosyolojik bir kavram değildir,
biyolojik bir kavramdır. Çünkü bir
canlı türünü diğer canlı türleriyle kıyas içinde tanımlar.
Dikkat edilirse bütün bu farklı dinler, bir cemaatı (Burada
cemaat derken inanç olarak cemattan söz etmiyoruz toplumun somut var oluş
biçimi olarak bir cemaat kavramını kullanıyoruz.) bir topluluğu tanımlarlar.
Örneğin Müslim kavramı, Allah’ın birliği ve bölünmezliğini
ve Muhammet’in onun elçisi olduğunu kabul etmeyi cemaatin sınırı olarak
belirler. Bu kabul olmadan o din olamaz. Bunu kabul etmeyenler, biyolojik
olarak insan olmalarına rağmen, yani hiçbir farklılıkları bulunmasına rağmen, o
topluluk veya cemaat veya dinden olanların haklarına sahip olamazlar.
Bir Türk kavramı, özel politik ayrımını kabul etmeyi ve
politik olanı Türklükle tanımlamayı cemaatın sınırı olarak belirler. Bunu kabul
etmeyen biyolojik olarak, insan olarak diğerlerinden hiç de farklı olmamasına
rağmen Türklerin haklarından yararlanamaz.
Aynı şekilde bir Demokrat kavramı da belli bir toprak
parçasında yaşayanlarla sınırlar ulusu. Bu toprak parçasında yaşamayanlar o
ulustan, yani o cemaatten, o topluluktan olamazlar ve onların haklarından
yararlanamazlar.
Yani dinler toplulukları tanımlarlar. Bir topluluk
biçiminden diğer topluluk biçimine geçiş, özünde bir dinden diğer dine, bir
üstyapıdan diğer üstyapıya geçiştir. Bir topluluk biçimi veya tanımını
değiştirmeden devrim yapılamaz.
Bu toplulukların niçin şöyle veya böyle tanımlandığının ve
birinden diğerine geçişin sırrı toplumun maddi üretim temelinde aranmalıdır.
Biz de bütün dinlerin niye öyle olduğun tam da böyle açıklamaktayız zaten.
Toplumun maddi üretim temeli şimdi muazzam ölçüde
globalleşmiş bulunuyor. Bu günün dünyasındaki hiçbir problemi tüm dünya
çapındaki insanları kapsayan bir tek topluluk tanımına ulaşmadan çözmek mümkün
değildir. Ulusu bir toprak parçasında yaşayanlarla tanımlamak bile yani demokratlık bile bir gericiliktir bu günün
dünyasında. Çünkü böyle bir sınırlama, bir grup insanı dünyadaki diğer
insanlardan ayırma ve refahı paylaşmama sonucunu doğurur.
Bu durumda bu günün dünyasına uygun din, ya da topluluk ya da
cemaat ne olabilir? Yani tüm insanlığı kapsama, tüm insanlıkta her hangi bir
ayrımcılık yapmama potansiyeli taşıyan din ne olabilir? (Dikkat edilsin burada
“potansiyeli taşıyan” diye bir ayrım yapıyoruz, çünkü en azından başında tüm
insanlığı kapsamaya karşı çıkanlar bu dinin dışında kalacaklardır.)
Bu daha önce, her ikisi de karşı devrimlerle, yani egemen
sınıflar aracılığıyla, olmamışa çevrilen iki din tarafından denendi.
İlk kez, İslam, komün cemaatlerini tanımlayan ve aslında her
biri son duruşmada, soyları temsil eden totemlere (putlara) karşı bir tek Allah
kavramıyla bunu yapmaya çalıştı. Bu proje daha başlangıçta yenildi (Emeviler).
Yenilmesine rağmen gerici biçimi içinde bile, üç uygarlık alanını (Çin hariç,
Ortadoğu-Akdeniz, İran ve Hint) kapsayabildi
Bin yıl sonra Aydınlanma aynı hedefe, özel ve politik ayrımı
yaparak, o zamanın bütün uygarlık ve komün dinlerini toplumun örgütlenmesinden
dışlayarak; bunların bir fark yaratmayacağını ilan ederek yapmaya çalışı. O da
daha ilk adımında yenildi (Ulusu bir dille, dinle, kültürle, ırkla, soyla
tanımlamak) ve tıpkı İslam gibi, gerici biçimi içinde tüm dünyayı kapsayabildi.
Bugün yeryüzünü kapsamış ulusal devletler, modern toplumun dininin (özel
politik ayrımının) hem yenilgisini hem de zaferini; yenilgideki zaferini;
zaferdeki yenilgisini sembolize ederler.
Dinler sınırları çizer dedik cemaatler ya da topluluklar
için. İnsan hakları evrensel bildirgesi de aynen öyledir. İnsan hakları
bildirgeleri, bir canlı türü olarak sosyal hayvan olan insanların haklarından
söz etmezler, İnsan cemaatinden ya da topluluğundan ya da dininden sayılmanın
koşullarından söz ederler. Yani “insanların inancı, soyu ne olursa olsun eşit
olduğunu kabul etmeyen bu cemaatten olamaz ve bu cemaatten olanların, yani
insanların haklarından yararlanamaz” der aslında İnsan Hakları Evrensel
beyannameleri. Yani “ancak İnsanların
eşit olduğunu kabul edebilen insanlar İnsandırlar veya insan olabilirler ve
insanların haklarından yararlanabilirler; İnsanları eşit olarak görmeyen
insanlar İnsan olamaz” demiş olur.
Dikkat edilirse burada başka bir İnsan kavramına, artık
biyolojik olmayan bir İnsan kavramına ulaşmış bulunuyoruz. İnsan, insanların
dini, soyu sopu ne olursa olsun eşit olduğunu kabul edendir. Tabii bunun için
de, dini ve soyu (ki soy da aslında Komünün dinidir) özel olarak, inanç olarak
kabul edendir. Tabii bunun için de, bir özel ve politik ayrımını kabul edendir.
Böyle bir ayrımı kabul etmeden, insanların soyu ve inancı ne
olursa olsun eşit olduğunu kabul etmek olanaksızdır. Çünkü bunu kabul etmeyen başka bir dindendir.
Dikkat edilsin bu İnsan kavramı biyolojik olarak insanların
hepsini kapsamaz, biyolojik olarak insan olan ama belli bir soy veya dinden
olmayı cemaatin sınırı olarak tanımlayanlar insan sayılmazlar, insanların
haklarından yararlanamazlar.
Ne var ki, Aydınlanmanın komünlerin ve uygarlıkların
dinlerine karşı yeni bir dinin ilkesi olarak koyduğu bu insan kavramı, daha ilk
elde, politik olanın bir ulusla tanımlanması ile daha doğarken, kendini inkar
etti. İnsanları dinleri ile eşitlerken yeni bir dinle, kendisinin gerici
biçimiyle, uluslar olarak böldü.
O halde bu günün dünyasında, bir zamanlar İslam’ın
Totemlerin dünyasında Allah ile; Aydınlanma’nın özel ve politik ayrımıyla ve
önceki dinleri özele atmak ile yaptığını, yani eşitliği ve evrenselliği; aynı
şekilde ulusları özele atmak ile yapmak mümkündür.
Yani, nasıl tanımlanırsa tanımlansın, ulusal olan ile
politik olanın çakışmasını reddeden veya diğer bir ifadeyle, ulusal olanı tıpkı
bir zamanlar Aydınlanma’nın diğer dinlere yaptığı gibi, özele atan bir din, bir
topluluk, bir cemaat ancak tüm yeryüzündeki insanları birleştirme potansiyeli
taşır. Bu nedenle bu dinden olana İnsan denebilir. Bu İnsan, Aydınlanma’nın
İnsan kavramını bu günün yeryüzünü ulusların kaplamış dünyasına karşı yeniden
tanımlamaktan ve Aydınlanmanın İnsan kavramına sahip çıkmaktan başka bir şey
değildir.
Bölümün başında bir tür olarak tüm insanları kapsama
Potansiyeli taşır dedik. Çünkü nasıl tanımlanırsa tanımlansın, ulusal olanın
özel olmasını kabul etmeyecekler çıkacaktır, diğer bir ifadeyle Türkler ve
Demokratlar olacaktır. Türkler ve
Demokratlar İnsan olamazlar. Bir
İnsan da Türk veya Demokrat olamaz. Bunların her biri farklı bir din,
farklı bir cemaat demektir.
İnsan, sadece komün
ve uygarlık dinlerinin değil; modern toplumun dininin gerici biçiminin
(ulusçuluğun ve ulusların) de özele ilişkin olduğunu savunandır.
Bu da pratik olarak uluslara ve ulusal devletlere bir savaş
demektir.
Yani bu günün dünyasının ekonomi temeline uygun bir din, bir
topluluk, bir üstyapı İnsanların var olan uluslara karşı savaşıyla oluşabilir
ve zafer kazanabilir. İnsanlar (Biyolojik varlık olarak) kendi Türklük ve
Demokratlıklarına karşı mücadeleye girerek İnsan (Sosyolojik anlamıyla İnsan)
haline gelebilirler.
Türkler ve Demokratlar ise biyolojik bir kavram olan İnsan
kavramını, sanki sosyolojik bir kavrammış gibi ele alarak, insanların Dini,
Milleti ve politik görüşleri olduğunu; yani bir insanın Türk, Müslüman ve
demokrat olabileceğini söylerler.
Bir İnsan ise, İnsanın biyolojik değil sosyolojik bir kavram
olduğunu; insanın sosyolojik olarak ulusal olanı da özel olarak tanımlayan
olduğunu söyler.
Bir Türk ve Demokrattan farklı olarak, bir İnsana göre, bir
insan, hem Türk, hem Müslüman, hem de Demokrat, hem de İnsan olamaz. Bir Türk’e
göre ise, bir insan, aynı anda Müslüman, Türk ve Demokrat ve de insan olabilir.
*
Burada bir de, sosyalist ve sosyalizm kavramına değinelim.
Partiler ya da tarikatlar, dinlerin içindeki farklı
eğilimleri, sınıfsal çıkarları ifade ederler. Yazının başında değinildiği gibi,
partiler ve dinler arasında zorunlu bir ilişki vardır.
Sosyalizm ancak bir insanlık dini içinde var olabilir.
Bir Türk ya da Demokrat sosyalist olamaz. Bir ulus içinde
eşitlikçiliğe ulaşmak mümkün değildir ve sosyalizm kavramının kendisiyle
çelişir.
Sosyalizm her şeyden önce dünya çapında tüm biçimsel
eşitsizliklerin kaldırılmasını ön koşul olarak görür.
Sosyalizmin kökeninde de Aydınlanma’nın tüm insanların
eşitliğini biçimsel olarak sağladığı bunun gerçek bir eşitlikle pekişmediği
takdirde biçimsel eşitliğin de korunamayacağı kabulü vardır. Ve yaşanan tarih
bunun doğruluğunu göstermiştir.
Sosyalizm ulusların egemen olduğu bu çağda aydınlanmanın
mirasını gerçekleştirmek göreviyle karşı karşıyadır öncelikle. Ancak bu görevi
gerçekleştirdikten sonradır ki gerçek bir eşitliği sağlayacak koşullara (yani
meta üretimine ve özel mülkiyete ve sınıf ayrımlarına son vermek) ulaşabilir.
Tarihte partiler (Tarikatlar) hiçbir zaman devrim
yapamamışlardır.
Partiler (tarikatlar) ancak yeni bir dine dönüştüklerinde
birer devrim yapabilmişlerdir Hıristiyanlığın da bizzat kanıtladığı gibi.
Sosyalizm şimdiye kadar ulusçuluk içinde bir parti (ulus
dini içinde bir tarikat) olarak kaldı. Sosyalizm gerçekten bir devrim başarmak
için bir din olmak zorundadır.
Yani sosyalistler ancak İnsan olduklarında Sosyalizm bir
zafere ulaşabilir.
O halde sosyalistlerin görevi önce İnsan olmaktır.
Bunu şöyle de ifade etmek mümkündür: sosyalistlerin görevi Türklere ve Demokratlara (Gerici ve Demokrat
Ulusçulara) karşı mücadele etmektir.
Sosyalizm ancak bu mücadeleye girerek, modern toplumun dini
içinde bir Tarikat (Parti) olmaktan çıkıp bir Din haline gelebilir.
Sosyalistler ancak bu mücadele içinde İnsan olabilirler.
*
Görüldüğü gibi, bütün kavramlar bambaşka ve sosyolojik
anlamlar kazandılar.
Bu şu anlama da gelir: Sosyoloji ya da Tarihsel maddecilik
ya da Marksizm ya da Diyalektik Sosyoloji aynı zamanda İnsan ya da İnsanlık
dinidir.
Diğer bir ifadeyle toplumun hareket yasaları bu dinin
kavramsal temelidir.
Ama bizzat bu bilim, bilimin de aslında ancak bir din içinde
anlaşılabileceğini ve bilimin dinsel olduğunu söylemektedir.
Böylece çember tamamlanmakta ve sistem tekrar kurulmaktadır.
Sosyalizm ancak bir din olduğunda bilim; bilim olduğunda din
olmaktadır.
Sosyalizm Aydınlanmanın kalıntılarından arındıkça bir bilim
olmakta ve bir din teorisi kurmakta; bir din teorisi kurup bilim oldukça da bir
din olmaktadır.
15 Ocak 2010 Cuma
Yazıları
e-posta ile otomatik olarak almak isterseniz şu adrese boş bir e-mail
yollayınız.
Twitter:
Bloglar:
Kitapları
İndirmek İçin:
Videolar:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder