4 Mayıs 2019 Cumartesi

Çarmıha Gerilmiş İsa, Harakiri Yapan Samuraylar – Öcalan ve Açlık Grevcileri


Açlık grevlerinin yol açacağı yenilgiyi engellemek, birbirine paralel ve birbirini karşılıklı olarak etkileyecek iki yol üzerinden olanaklıdır.
Birincisi demokratik kamuoyunun ve asılında onun parçası olan Kürtlerin, yanlış buldukları ama devletle paralel konuma düşmeme kaygısıyla ses çıkarmayarak, bunu açıkça ifade etmeyerek, bir tür pasif direniş sergiledikleri pozisyondan daha aktif bir tavır alan bir pozisyona geçmeleri gerekir.
Bunun ilk ifadesi en azından açılmış imza kampanyasına katılmaktır. Elbet doğrudan konuşmalar, konuyu tartışmaya açmalar vs. gibi birçok başka metot da vardır ama bunlar dağınık olduğu için isteyen etkiyi göstermez.
Şu ana kadar egemen yöntem olan pasif direniş diyebileceğimiz biçim yanlıştan dönülmesi için güç ve zaman kaybına yol açıyor.
Ama bu pasif direnişin bir nedeni, bu eylem biçimini, zamanını ve hatta hedefinin bu şekilde ifade edilişinin çok büyük bir yanlış olduğu görüşünde olanlar ezici bir çoğunlukta olmalarına rağmen, atomlarına ayrılmış bulunduğundan, yani örgütsüz ve dağınık olduğundan da aktif bir tavır gösteremiyor.

İmza kampanyası, en azından bu insanların bir araya gelmelerine, sayılarının aslında çok ve bir şeyleri değiştirebilecek, en azından dost güçlerin bir yanlışını durdurabilecek kapasitede olduklarını gösterebilir.
Ancak direnç pasif kalma ve ayak sürümeden aktif bir düzeltme ve yanlıştan döndürme çabasına geçildiğinde, dost güçlerin bir ağırlığı oluşturulduğunda, bu tavır fiili ölüm orucundaki yüzlerce, binlerce insanın üzerinde etkili olabilir.
Bu nedenle hiçbir destek almadan, yapayalnız her gün imza kampanyasına destek vermek için, uğraşıp duruyoruz.
Kimisi hukuki, kimisi ahlaki kaygılarla imza vermeye veya imza vermişse bile sessiz kalarak ama en önemlisi, bu devlet ve hükümet en sıradan sosyal medya paylaşımlarından dolayı bile insanları içeri tıktığı, davalar açtığı için haklı olarak insanlar çekiniyorlar. Ne de olsa “viran olası hanede evlad u ıyal var”.
Zaten tam da bu nedenle, bugünkü rejimden kurtulmanın tek yolunun tamamen pasif sivil itaatsizlik denebilecek ve temel haklara dayanabilecek bir biçim olabileceğini savunuyoruz. Kitlesellik ancak böyle sağlanabilir. Kitlesel bir direniş olmadan da bu devletin milyonluk, ordu, polis, muhtar, muhbir, kendisine kıyak yapılmış esnaf vs. den oluşan muazzam şiddet aygıtına direnilemez ve bu 5000 yıllık deneyli ve operasyonel güç gerilemeye zorlanamaz. Onu işlevsizleştirecek biçimler gerekir. Bu nedenle devrimleri cesur ve fedakar azınlıklar değil, asyında asıl geniş kitleyi oluşturan “korkaklar” yapar diyoruz. (bakınız: “Devrimi Korkaklar Yapar – Korkakların Sokağa Çıkması İçin Ne Yapmalı?
Bu birinci yol. Bir tek bu yoldan başarı çok zordur. Buna paralel bir de Terik yol, ya da akli argümanlara dayanarak yanlışı gösterme ve ikna yolu da açılmalıdır.
Yani, bir de doğrudan esas muhataba (Açlık grevcilerine) yönelik olarak, yapılanın yanlışlığını göstermek gerekir.
Bu yolda yapılan doğrudan bir güç oluşturma değildir, muhatabın, dostların aklına mantığına, anlayışına hitap ederek onları ikna etme çabasıdır.
Tabii çıkarlara aykırı olursa matematik aksiyonların bile tartışma konusu olacağını, insanların davranışlarını mantıki argümanların değil, çıkarların belirlediğini, bu çıkarın da aslında uzun vadeli ve genel çıkarla, hatta kendi kısa vadeli ve özel çıkarıyla bile çelişebileceğinin de bilincindeyiz.
Ama bunun da başka yolu yok. Bile bile lades. Ama bu işin aynı zamanda olmazsa olmazıdır.
Ama işte birinci yol mücadelelerin kaderini akli argümanların değil somut toplumsal güçlerin belirlediği gerçeğinden dolayı izlenmelidir.
 Daha önce iki yazımızda ( “Süresiz Dönüşümsüz Açlık Grevleri”ne İlişkin İmza Kampanyasının Dayandığı Mantığı Anlamak ve “Kılıçdaroğlu’na Saldırı, Açlık Grevleri ve Demokrasi Mücadelesinin Stratejisi Üzerine” başlıklı yazıları kast ediyoruz.) “Sınırsız ve dönüşümsüz” (yani diplomatik bir ifadeyle ölüm orucu) olduğu söylenen, açlık grevlerinin hem programatik olarak, Yani Öcalan’ın demokratik Cumhuriyet ve demokrasi mücadelesinin önceliği aacılığıyla Kürtler ve diğer ezilenler (Aleviler vs.) üzerindeki programatik ve stratejik (Türkiye’nin demokratlarını, diğer ezilenlerini vs. kazanmak, onlarla ittifak yapmak ve geniş bir demokrasi cephesi oluşturmak) ve taktik mücadele biçimi (Legal ve kitlesel mücadele biçimlerini sonuna kadar kullanmak, genellikle savunma savaşı sürdürmek) olarak neden yanlış olduğuna değindik.
Ne var ki yanlışlar bu kadar olsa buna da şükür denebilir.
Yanlış savaş ve politik mücadele sanatının en temel, binlerce yıldan süzülüp gelmiş derslerine ve ilkelerine de karşı.
Örneğin eğer isyan edilmişse, bir isyanda hücumun bırakılıp savunmaya geçilmesinin ölüm ve yenilgi olacağı; stratejinin en önemli yanının en uygun zamanda güçlerin en irisini karşı tarafın en yaralanabilir yanına yığmak olduğu; stratejik bir yanlışın, taktik doğru hamlelerle düzeltilemeyeceği, bunun bütün mücadele boyunca bir handikap oluşturacağı; hücuma kalkmak için karşı tarafı dağınık, tecrit ve moralsiz olduğu zamanın seçilmesi gerektiği; saldırıya geçenin savunmadakinden en azından iki misli güce sahip olması gerektiği; bu koşullar olmadan saldırıya geçmenin kesin bir yenilgi getireceği vs. gibi dersler ve ilkeler açısından da yanlışlarla dolu.
Bunları da başka bir yazı veya yazılarda ele alacağız.
*
Dikkat edilirse, bizim gerekçelerimiz “hiçbir şey insanın hayatından daha değerli değildir” gibi tarih ve toplum üstü ilkeler değildir. Onları küçük burjuva ya da burjuva aydınlara bırakıyoruz.
Biz olaya bir savaş olarak bakıyoruz. Çünkü olan biten bir savaş. Bunu askeri savaş anlamında kullanmıyoruz. Toplumsal güçler arasında bir mücadele, bir güreş anlamında kullanıyoruz. Bu savaşta yerimiz, ezilen Kürt halkı ve demokratlardan yanadır diyoruz. Türk devleti haksız bir savaş yürütmektedir diyoruz. Haklı bir savaş için, gereğinde ölünür de diyoruz. Ama ölümümüz işe yarasın, düşmana pahalıya patlasın, akıllıca savaşalım ki karşı tarafı yenebilelim diyoruz. Yenilgileri engellemeye çalışıyoruz.
Yani aslında hem desteklediğimiz imza kampanyasıyla hem bu argümanlarımızla aynı zamanda savaşıyoruz. Hem de bizzat aynı cephede olduklarımızla da.
Bu hep böyledir. Savaş sadece dış güçlere verilmez. Tarihin her döneminde her dış savaşa tarafların içindeki iç mücadeleler de eşlik eder. Örneğin Lenin, Marks, Troçki, Malcom X, Kıvılcımlı, Öcalan vs. gibi bütün devrimciler, karşı taraftan çok kendi taraflarındakilerin yanlışlarıyla mücadele etmişlerdir. Bu her zaman böyledir. Doğru bir çizgi bu iç mücadelede üstün gelmeden, dış düşmana karşı başarı da olanaksız olur.
Tabii bu gibi yaklaşımlar, Türkiye’nin liberal ve de çok hümanist aydınlarına da, onların aynadaki ters ikizi, örgütlerin “göğsü iman dolu” ve de aynı zamanda kafaları bürokratlaşmış, taşlaşmış ve tabularla dolu; “karşı tarafın gözü önünde tartışılır mı, zaafımızı düşmana göstermeyelim” diyen devekuşu gibi militanlarına da terstir.
Ne var ki biz 68’lerde böyle öğrendik. O yükseliş dönemleri aynı zamanda en sert fikir tartışmalarının tamamen açık olarak yapıldığı zamanlardı. Tüm tarihte de böyledir. Bizzat Kürt hareketinin yükselişi bile aynı zamanda bugün Kürtlere egemen olan çizginin, hatta bizzat PKK içinde bile, mücadelelerde üstün gelebilmesiyle mümkün olmuştur. İşte argümanlar daha ziyade bu savaşın aracıdırlar.
*
Bu yazıda yukarıda ayrıca ele alınmayan, korkunç temel bir yanlışı ele alacağız.
Evet bu tarihte benzeri görülmemiş, ancak İngilizlerin en başarılı örneklerini verdikleri ve kara humor denen türden bir hicvin konusu olabilecek bir yanlışı, bütün yanlışların anasını, yanlışların yanlışını ele almak gerekiyor.
Epey bir süredir, Açlık grevlerinin dayandığı mantığın yanlışlığını, yani düşmanı tam da onun istediğini yaparak tehdit etmenin yanlışlığını ve saçmalığını, anlatabilmek için sadece kavramların yetmediğini, uygun bir imge bulmak gerektiğini düşünüyordum.
Açlık grevlerinin dayandığı mantığın bu akıl dışı denebilecek yanlışlığını bir arkadaşla konuşurken, o arkadaş, bu eylemin Brain’in Hayatı’nda son sahnelerden birinde Japon Samurayların toplu intihar sahnesine denk geldiğini söyledi. (Film buradan izlenebilir.)
Evet bu durumu ancak o saçma gibi görünen, o sahne bir imge olarak anlatabilir.
*
Kafkaesk ve kara hiciv ustası İngiliz grup Monty Python’un meşhur Barin’in Hayatı isimli bir filmi vardır. Film, İsa’nın hayatı biçimi içinde küçük ve sekter sol grupların dünyasını, dünyaya bakışlarını hicveder. Hem de sözünü hiç sakınmadan ve bu gruplardaki yanlışların mantık sonuçlarına götürüldüğünde nasıl bir saçmalığa varacağını da.
Bu filmin son sahnelerinden birinde İsa çarmıhtadır ve acılar içindedir. Kurtarılmayı beklemektedir.
Önce başka bir sol grup gelir, İsa onlardan kendisi için bir şeyler yapmalarını beklerken, mücadelesini desteklediklerini ilan eden bildirilerini okurlar ve giderler.
Bu arada birden tepede oldukça büyük bir kılıçlı, zırhlı Samuray grubu gelir, Samurayları gören Romalı askerler bile kaçar.
Samuraylar gelirler, İsa’yı önder olarak tanıdıklarını söylerler ve sonra da hücum deyip topluca kılıçlarını çekerek harakiri yaparlar. Son nefeslerini verirken de “onlara gösterdik değil mi” anlamında sözler ederler.
Filmi seyrettiğimde fazla abartmışlar, ama sanat tipik olanı vermek için abartmalıdır da diye düşünüp normal karşılamış ve gülmüştüm.
Ama ne günahımız vardı ki Allah bizi tam da böyle bir durumla, gerçek hayatta ve işin kötüsü binlerce Samuray’ın toplu harakiri eylemiyle karşı karşıya bıraktı.
Tamı tamına böyle bir durum var.
Hapisteki Abdullah Öcalan çarmıhtaki İsa gibidir. Ölüm orucuna başlayan hapisteki binlerce PKK sempatizanı, üyesi vs. de Japonya’da bile İsa’ya iman edip gelmiş Samuraylar gibidir.
İsa öğretisine gönül vermişlerin kendisini kurtarmasını beklemektedir.
Samuraylar ise, onun öğretisini tamamen yanlış anlamış müritleri olarak kurtarabilecekleri çarmıha gerilmiş İsa’nın gözleri önünde topluca intihar ederler.
*
Öcalan onca kitap yazmış, defalarca beni anlamıyorsunuz diye şikayet etmiştir, o koca kitaplarda Kürtlerin üzerindeki baskının ancak Türkiye ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesi yoluyla olabileceğini söylemiştir, kendisinin kurtarılması ve çıkışının da tıpkı Kürtler ve diğer ezilen dinler, diller vs. üzerindeki baskının ortadan kalkabilmesi gibi ancak demokratikleşme mücadelesinin bir sonucu ve yan ürünü olduğunu söylemiştir; kendisinin serbest bırakılmasını gündeme getirmek isteyenleri adeta azarlamıştır.
Üstüne üstlük, Kürt özgürlük mücadelesinin, emokrasi mücadelesinin öncüsü bile olabilmesi, tüm güçleri bir araya getirebilmesi için olağanüstü uygun koşullar vardır.
İlk kez, Laikler, Aleviler, Kürtler, son  kriz başladığından beri genellikle AKP’ye oy vermiş, Sünni Müslüman ve Türk alt sınıflar, yoksullar, aydınlar, liberaller, namuslu Müslümanların bir araya gelip Ergenekon-Erdoğan diktatörlüğünü yok edebilmesi, buradan da demokrasi mücadelesini inşa edebilmeleri için müthiş bir olanak vardır. Çünkü nesnel koşullar da, politik yer alışlar da onları buna zorlamaktadır. Bu yönde biraz akıllı taktikler bile (örneğin son seçimin de gösterdiği gibi) birden bire güç dengelerini etkileyen, karşı tarafı krize sokan sonuçlara yol açmaktadır.
Ama İsa’nın müritlerini, ölmeye yatan “Apocuları” bütün bunlar ilgilendirmemektedir. Toplu halde intihar ederek o devlete ne kadar kötü olduğunu göstereceklerdir.
Tamı tamına böyle bir durum yaşadığımız.
*
Şimdi bu ölüm orucu yapan arkadaşlara yaptıklarının nasıl saçma olduğunu göstermek için şu soruyu soralım.
Bu devletin, PKK üyesi ya da sempatizanı olan, veya rast gele sadece Kürt veya Demokrat olduğunuz için içeri alındığınız sizlerin yaşamasını mı ister, ölmesini mi?
Eğer yaşamamızı ister, elbette kendi vatandaşlarının ölmesini istemez diyorsanız. Bu güne kadar boşuna yaşamışsınız, hiç bir şey öğrenmemişsiniz ve bu devleti tanımıyorsunuz demektir.
O zaman ne haliniz varsa görün, bırakalım demokrat olmayı liberal ile sayılmazsınız. Bu devletle aynı saftasınız demektir.
Eğer “yaşamamızı istemez, ölmemizi ister elbette” diyorsanız?
O zaman hangi akla hizmetle onu kendi ölümünüzle tehdit edip, isteklerinizi kabul ettirmeye çalışıyorsunuz?
Karşı tarafın istediğini yaparak ona bir şey kabul ettirebilir misiniz?
Bu hangi akla hizmet?
“Körün istediği bir güz Allah verdi iki göz”.
Bu ülkenin koca devlet başkanları, ki onları bile mumla arar oldu millet, “asmayalım da besleyelim mi” demezler mi?
Bu ülkenin devleti bugüne kadar bir tek işkenceci ya da katil ya da başka suç işlemiş bir polisini bir kere olsun cezalandırdı mı? Aksine hızla terfi basamaklarını geçmek için faşist ve işkenceci ve de katil olmak adeta yazılmamış bir kural değil midir?
Bu devlet ve hükümet, aslında kendisinin daha akıllıca yönetilmesinden başka bir amacı da olmayan ana muhalefet liderine karşı, daha bir iki hafta önce bir linç denemesi yapmadı mı?
Böylesine gözü dönmüş, kendi sonunda dünyanın sonunu gören, “benden sonra kıyamet” diyen bir güç mü senin ölümünü istemeyecek?
Bu devlet Suruç’ta, Ankara’da polisinin, MİT’inin örgütlemesiyle sizin kadar da tehlikeli olmayan, demokrat, liberal vs. kendi yurttaşlarını İŞID militanları aracılığıyla havaya uçurmadı mı?
Bunları saymak bile gerekmez.
Ve şimdi sizler ölüm orucuna yatarak, ölümleriniz ile bu devleti tehdit ederek, onun isteklerinizi kabul etmesini istiyorsunuz.
Bunun neresi kimi ikna eder?
Sizleri destekleyen, gönlü sizlerle olan geniş Kürt kitleleri ve demokratlarının bile desteğini alabilir mi böylesine toplu bir harakiri eylemi?
Alamıyor da zaten?
*
Kimileri “evet bu devlet ölümlerimizi ister ama en azından resmen hukuku uygulamak zorunda, baskı olursa geri adım atabilir” diyorlar.
Bu argümanın da hiçbir mantığı ve tarihsel delili yok.
Daha önce olmuş ve onlarca insanın ölümü ve sakat kalmasıyla bitmiş ölüm oruçlarından biliyoruz ki bu gibi argümanların hiçbir değeri yoktur.
Uluslararası kamuoyu veya başka devletlerin baskısı mı bekleniyor?
Sizin ölümünüz onları harekete geçirir mi sanıyorsunuz?
Bu hesap da yanlıştır. Hem de birkaç açıdan.
Birincisi, zaferi, yedek, hatta yedeğin yedeği güçlere bel bağlamaktır.
Ama o yedeğin yedeği, suyunun suyu güçler de kendi devlet çıkarlarını izlerler ve ancak onların Türk devleti ile aralarında bir sorun varsa, geri adım attırmak için belki bu sorunda el yükseltmek için kullanırlar. Hepsi o kadar. Türkiye’nin onlara küçük bir sipariş vermesi bile sorunu halleder.
Bir zaferi kazanılacak yedeklerin baskısına bağlamak (yani dışardaki kamuoyu, aydınlar, dünya kamuoyu, onların kendi devletlerine, sonra da o yabancı kamu oyunun baskısıyla harekete geçen o devletlerin baskısı gibi suyunun, suyunun, suyu yedekler) sama bir kumar oynamaktan, savaş sanatının temel kuralı olan öz güçlere dayanmaktan vaz geçmek değil midir.
Yok biz öz güçlere dayanıyoruz işte o da biziz diyorsanız, o zaman kendinizi imha ederek, harakiri yaparak nasıl kendinize dayanacaksınız?
Ha bir de şu var: biz öz güç derken Kürt Halkını harekete geçmeyi, Kürt halkına dayanmayı kast ediyoruz diyorsanız, o zaman yine yanlış.
Eğer Kürt halkının kendi gücü demokratikleşmeye yetseydi çoktan bu sağlanırdı. Yani Kürt Halkı bile, haydi sizlerin eyleminizin heyecanıyla geldi ve sizin gibi inceldiği yerden kopsun deyip isyan etti diyelim. Bu yeter mi karşı tarafı yenmeye. Yetmediğini herşey gösteriyor. Geniş Türk, Alevi, Laik kesimle ile eşit bir ilişki kurmadan bu olanaksız. Bu durumda her davranışı bu cepheyi kurmaya, onların eğilim, özlem, karakterlerini gözeterek hareket etmek gerekir.
*
Sizler davranışınızın demokrasi güçlerinin bir cephe oluşturmasına hizmet edip etmeyeceğini zerrece göz önüne almıyorsunuz. Bu nedenle, bu devlete, bu hükümete arayıp da bulamayacağı sadece demokrasi cephesini parça parça etme değil, yıllardır baş edemediği PKK’yı tecrit etme ve hatta yok etme fırsatı veriyorsunuz.
Ben devlet olsam, ölümlerini istediklerimin ölümleri sadece bana geri adım attırmayacağı için değil, bu ölümlerle aynı zamanda karşı tarafı da yok etmek için eşi bulunmaz bir fırsat sunduğu için zerrece geri adım atmam. Geri adım atacağım varsa bile atmaktan vaz geçerim. Ayağıma böyle güzel bir plase top gelmişken golü atmaktan niye imtina edeyim?
Onlar, yüzer, binler ölsün diye beklerim. Her ölüm, bu ölümlerden dolayı PKK’ suçlu görüleceğinden, hem Kürt kitleleriyle, hem de fiili ve potansiyel müttefiklerle, demokratlarla aradaki makası açacaktır. Karşılıklı suçlamalar birbirini izleyecektir. Ölenler ve destekçileri Demokratları ve Kürt kitlesini hiçbir şey yapmamakla suçlarken, Demokratlar ve Kürt kitlesi bu eylemin yanlışlığı nedeniyle ya pasif durmaya devam edecekler, ya da insanlar ölüme gidiyor sizi ve PKK’yı suçlayacaklardır.
Aslında cepheler şu an aynen böyle şekillenmiş durumda. Henüz onlarca, yüzlerce ölüm gelmediği için, bu makasın ne kadar açıldığı ve bölünmenin derinliği ve nasıl yıkıcı sonuçlar doğuracağı görülmüyor. Ama bunun nasıl sonuçları olacağı hakkında bir fikir edinilmek isteniyorsa özerklik ilanları ve hendekler sonrasına bakılabilir.
Böyle bir parçalanmışlık, Türkiye’deki demokrasi mücadelesini belki yıllarca geri atacaktır. Ekonomi ve uluslararası koşullar nedeniyle iyice sıkışmış bulunan Erdoğan-Ergenekon ittifakına daha yıllarca bu diktatörlüğü sürdürebilecek bir el verme anlamına gelecektir.
Öcalan’ın bütün yaptıkları yıkılmış olacaktır. Zaten son yıllarda Öcalan’ın bütün yaptıklarını yıkmak için herşey yapılıyor. Öcalan bütün ömrünü verdi Batı’nın Demokrat, laik ve Alevi kesimlerine ulaşabilmek için. En büyük mücadeleyi de kendi örgütüne sizlere karşı verdi.
Türkiyelileşmek”, kimi Kürt ulusalcılarının dediği ve anlamak istediği gibi Türkleşmek değildir. Tüm Türkiye’nin diğer ezilenlerini aynı demokrasi bayrağı altında birleştirmektir. Türkleri ve Kürtleri demokratlaştırmaktır. Böyle bir amacınız varsa, ona uygun mücadele biçimleri, örgüt biçimleri, taktikleriniz olması gerekir.
Ama bilin ki bu Öcalan’ın görüşlerinin, stratejisinin, programının, pratiğinin bütün derslerinin terk edilmesi, öldürülmesidir.
Nasıl olur, Biz Öcalan için öleceği demeyiniz? Bu çocukları bile ikna etmez.
Bu egemen sınıfların binlerce yıllık hilesidir. Tabulaştırarak, bayrak yaparak sonra o bayrağın içini boşaltarak da yapılır bu işler. Öcalan’a yapılan da budur şimdi.
Birkaç örnek verelim.
İslam’da Muaviye, yani Mekke eşrafı ve feth edilmiş Mezopotamya uygarlığının binlerce yıllık şark devletçiliği, İslam’ı böyle ele geçirdi ve öldürdü. Sıffin Savaşı’nda Muaviye askerlerinin mızraklarına Kuran yaprakları taktırarak İslam’ın eşitlikçi ve eşitleyici geleneklerinin son savunucularını yenmeyi başardı.
Stalin, Lenin ve Leninizm diyerek, Marksizim Leninizm bayrağıyla bu tarihte görülmüş en eleştirel ve radikal düşünceyi yok etti.
Şimdi de Öcalan’ı sözde tecritten kurtarma adına, samuraylar intihar ederek Apo’yu sadece çarmıhta ölüme terk etmemekte, savunur görülerek aynı zamanda fikirleri ve savundukları terk edilerek fiilen öldürülmektedir.
*
Elbette böyle bir niyetiniz olmadığını biliyoruz. Hepiniz canınızı ve her şyinizi bir davaya adamış idealist insanlarsınız. Ama şunu da biliyoruz. Cehenneme giden yollar İyi niyet taşlarıyla döşelidir. İyi niyetle yaptıklarınızın nesnel sonuçlarını göstererek sizi cehenneme giden yollara taş düşeme durumundan kurtarmak istiyoruz.
Yapılanın yanlışlığı yapılabilecek olan ve kullanılmayan silahlarla da görülebilir.
Örneğin, Öcalan’ın adeta kendi örgütüne karşı savunarak yerleştirdiği Türkiyelileşme projesinin siyasi örgütsel ayağı olan HDK ve HDP’nin canlı bir organizma olması için ne yaptınız?
Hanginiz, HDP’de ve HDK’da, taşlaşmış Hint kastları gibi bir yapı oluşturan, bileşen hukuku yerine modern toplumun eşit yurttaşlarının birey hukuku temelinde birleşen bir tüzük ve örgütsel yapı edinmesi için parmağınızı kımıldattınız?
Şu an HDP en çok Demokrasi sözü etmesine rağmen Türkiye’nin en anti demokratik iç işleyişi olan örgütü değil midir?
Bu gerçeği hanginiz ifade edip bu gerçeği değiştirmek için mücadele ettiniz.
Örneğin Türkiye’nin batısındaki insanların ilk kez kabul edebileceği bir önder olan Selahattin Demirtaş’ın hem de hapisteyken, Partinin başından tamamen anti demokratik bir biçimde, Kongrede kimseye bu konuda söz hakkı bile vermeden, bin bir maniplasyonla alınmasına karşı ses çıkardınız?
Selahattin Demirtaş’ın çizgisini sağ mı buluyordunuz?
O zaman bunun kamuoyu önünde açıkça tartışılması ve eleştirilmesi için hanginiz bastırdınız?
Örneğin bu satırların yazarı, Selahattin Demirtaş’ın en sert ve acımasız eleştirmenidir. Yazılarına bakılabilir. Ama anı zamanda onun en açık savunanı da olmuştur. Çok mu zor böyle bir çizgiyi sürdürmek?
Hele ölümü göze alan arkadaşlar için çok daha kolay olmalı değil mi?

Hiçbiriniz. Bunları söyleyecek, cesareti gösteremediniz: bu alanlarda bir parçacık cesaret, bir parçacık tartışma, temiz havayı içeri alır, HDP’nin canlı bir organizmaya dönüşmesine yol açar, bu da bugünkü ortamı çık değiştirir, Öcalan’la görüşme bunun bir yan ürünü olarak çoktan sağlanmış olurdu. Çünkü Reformlar her zaman devrimci mücadelenin yan ürünleri olarak, karşı tarafın kendi cephesini genişletmek, karşı tarafı bölmek için yapılırlar. Kürt hareketi ve HDP biraz akıllı hareket etse, bu devlet, Öcalan’ın tecrit etmenin anlamı kalmadı, bunların her biri bir Öcalan olmuş deyip çoktan tecridi kaldırmak zorunda kalırdı.
Elbet liderler kolay yetişmez, ama işi şansa bırakmamanın yolu vardır. Demokratik bir örgüt yapısı, tüm tartışmaların korkusuzca ve açık yapılması, demokratik ve gizli oylamaya dayanan karar alma mekanizmaları bir kolektif akıl yaratır ve dahi ve denenmiş önderlerin eksikliğini en az kayıp ile kapatmayı sağlar. İşte somut örneği karşımızda. O Devlet Partisi CHP bile içindeki kıytırık demokrasi ve tartışma ortamı sayesinde iyi kötü kendini yenileme özelliği gösterebiliyor.
Sizlerin korkaklık ve yanlışlarınızın nesnel sonucu olarak Öcalan’ın üzerindeki tecrit böylesine uzuyor. Çünkü devlet Öcalan olmadan hiçbir akıllıca politika, strateji, taktik üretemediğinizi görüyor ve sizleri bu nedenle başsız bırakmak için böyle tecrit uyguluyor.
Öcalan’ın üzerindeki tecrit demokrasi mücadelesinin başarılarından geçer ve bu başarılar çok daha kolay ve acısız elde edilebilir biraz akıllıca davranılarak.
Bütün bunları yapmayıp, bütün bunların biraz olsun gerçekleşmesi için açıktan eleştiri yapacak medeni cesareti göstermeyip sonra da Öcalan’ın üzerinden tecrit kalksın diye ölüm orucuna yatmak, yapılan hataları (hiçbir özeleştirisini vermeden) daha büyük bir hatayla örtmeye kalkmaktan başka bir şey değildir.
Demokrasi mücadelesinin çarmıha gerilmiş önderi için harakiri yapan samuraylara değil, her biri çarmıha gerilmiş önderi gibi düşünen ve davranın modern, medeni cesaret sahibi, çoğunluğu oluşturanların kahkahalarına dayanabilecek, tecrit olmayı göze alabilecek modern insanlara ihtiyacı var.
*
Burada tekrar demokratik kamuoyuna ve Özgürlük Hareketine dönüyoruz. Ve diyoruz ki, bu arkadaşları bu hatalardan korumak için, hiç gecikmeden bu imza kampanyasına katılın, katılmakla kalmayın sahip çıkın ve onun yayılmasına çalışın. Yoksa belli yanlışlarda belli bir sınıf aşıldıktan sonra giderek geri dönmek daha zor olur.
Zor olmakla kalmaz, bazen bir yanlışı sonuna kadar da götürmek bile gerekebilir. Çünkü belli bir noktadan sonra bir geri dönüşün yol açacağı manevi çöküntü çok daha büyük olabilir ve bunu engellemek için çok daha büyük maddi kayıpları göze almak gerekebilir.
İşlerin bu noktaya gelmemesi için her gün biraz daha az zaman kalıyor.
Durumun ciddiyetini görmek için kahin olmaya gerek yok.
4 Mayıs 2019 Cumartesi
Demir Küçükaydın


1 yorum:

Unknown dedi ki...

Elinize yüreğinize sağlık hocam...