Açlık grevlerinin yol açacağı yenilgiyi engellemek,
birbirine paralel ve birbirini karşılıklı olarak etkileyecek iki yol üzerinden
olanaklıdır.
Birincisi demokratik kamuoyunun ve asılında onun parçası
olan Kürtlerin, yanlış buldukları ama devletle paralel konuma düşmeme
kaygısıyla ses çıkarmayarak, bunu açıkça ifade etmeyerek, bir tür pasif direniş
sergiledikleri pozisyondan daha aktif bir tavır alan bir pozisyona geçmeleri
gerekir.
Bunun ilk ifadesi en azından açılmış imza kampanyasına
katılmaktır. Elbet doğrudan konuşmalar, konuyu tartışmaya açmalar vs. gibi
birçok başka metot da vardır ama bunlar dağınık olduğu için isteyen etkiyi
göstermez.
Şu ana kadar egemen yöntem olan pasif direniş
diyebileceğimiz biçim yanlıştan dönülmesi için güç ve zaman kaybına yol açıyor.
Ama bu pasif direnişin bir nedeni, bu eylem biçimini,
zamanını ve hatta hedefinin bu şekilde ifade edilişinin çok büyük bir yanlış
olduğu görüşünde olanlar ezici bir çoğunlukta olmalarına rağmen, atomlarına
ayrılmış bulunduğundan, yani örgütsüz ve dağınık olduğundan da aktif bir tavır
gösteremiyor.
İmza kampanyası, en azından bu insanların bir araya
gelmelerine, sayılarının aslında çok ve bir şeyleri değiştirebilecek, en
azından dost güçlerin bir yanlışını durdurabilecek kapasitede olduklarını
gösterebilir.
Ancak direnç pasif kalma ve ayak sürümeden aktif bir
düzeltme ve yanlıştan döndürme çabasına geçildiğinde, dost güçlerin bir
ağırlığı oluşturulduğunda, bu tavır fiili ölüm orucundaki yüzlerce, binlerce
insanın üzerinde etkili olabilir.
Bu nedenle hiçbir destek almadan, yapayalnız her gün imza
kampanyasına destek vermek için, uğraşıp duruyoruz.
Kimisi hukuki, kimisi ahlaki kaygılarla imza vermeye veya
imza vermişse bile sessiz kalarak ama en önemlisi, bu devlet ve hükümet en
sıradan sosyal medya paylaşımlarından dolayı bile insanları içeri tıktığı,
davalar açtığı için haklı olarak insanlar çekiniyorlar. Ne de olsa “viran olası hanede evlad u ıyal var”.
Zaten tam da bu nedenle, bugünkü rejimden kurtulmanın tek
yolunun tamamen pasif sivil itaatsizlik denebilecek ve temel haklara
dayanabilecek bir biçim olabileceğini savunuyoruz. Kitlesellik ancak böyle
sağlanabilir. Kitlesel bir direniş olmadan da bu devletin milyonluk, ordu,
polis, muhtar, muhbir, kendisine kıyak yapılmış esnaf vs. den oluşan muazzam şiddet
aygıtına direnilemez ve bu 5000 yıllık deneyli ve operasyonel güç gerilemeye
zorlanamaz. Onu işlevsizleştirecek biçimler gerekir. Bu nedenle devrimleri cesur
ve fedakar azınlıklar değil, asyında asıl geniş kitleyi oluşturan “korkaklar”
yapar diyoruz. (bakınız: “Devrimi Korkaklar Yapar – Korkakların Sokağa
Çıkması İçin Ne Yapmalı?”
Bu birinci yol. Bir tek bu yoldan başarı çok zordur. Buna
paralel bir de Terik yol, ya da akli argümanlara dayanarak yanlışı gösterme ve
ikna yolu da açılmalıdır.
Yani, bir de doğrudan esas muhataba (Açlık grevcilerine) yönelik
olarak, yapılanın yanlışlığını göstermek gerekir.
Bu yolda yapılan doğrudan bir güç oluşturma değildir, muhatabın,
dostların aklına mantığına, anlayışına hitap ederek onları ikna etme çabasıdır.
Tabii çıkarlara aykırı olursa matematik aksiyonların bile
tartışma konusu olacağını, insanların davranışlarını mantıki argümanların
değil, çıkarların belirlediğini, bu çıkarın da aslında uzun vadeli ve genel
çıkarla, hatta kendi kısa vadeli ve özel çıkarıyla bile çelişebileceğinin de
bilincindeyiz.
Ama bunun da başka yolu yok. Bile bile lades. Ama bu işin
aynı zamanda olmazsa olmazıdır.
Ama işte birinci yol mücadelelerin kaderini akli
argümanların değil somut toplumsal güçlerin belirlediği gerçeğinden dolayı
izlenmelidir.
Daha önce iki
yazımızda ( ““Süresiz Dönüşümsüz Açlık Grevleri”ne İlişkin
İmza Kampanyasının Dayandığı Mantığı Anlamak” ve “Kılıçdaroğlu’na
Saldırı, Açlık Grevleri ve Demokrasi Mücadelesinin Stratejisi Üzerine”
başlıklı yazıları kast ediyoruz.) “Sınırsız ve dönüşümsüz” (yani diplomatik bir
ifadeyle ölüm orucu) olduğu söylenen, açlık grevlerinin hem programatik olarak,
Yani Öcalan’ın demokratik Cumhuriyet ve demokrasi mücadelesinin önceliği
aacılığıyla Kürtler ve diğer ezilenler (Aleviler vs.) üzerindeki programatik ve
stratejik (Türkiye’nin demokratlarını, diğer ezilenlerini vs. kazanmak, onlarla
ittifak yapmak ve geniş bir demokrasi cephesi oluşturmak) ve taktik mücadele
biçimi (Legal ve kitlesel mücadele biçimlerini sonuna kadar kullanmak,
genellikle savunma savaşı sürdürmek) olarak neden yanlış olduğuna değindik.
Ne var ki yanlışlar bu kadar olsa buna da şükür denebilir.
Yanlış savaş ve politik mücadele sanatının en temel,
binlerce yıldan süzülüp gelmiş derslerine ve ilkelerine de karşı.
Örneğin eğer isyan edilmişse, bir isyanda hücumun bırakılıp
savunmaya geçilmesinin ölüm ve yenilgi olacağı; stratejinin en önemli
yanının en uygun zamanda güçlerin en irisini karşı tarafın en yaralanabilir yanına
yığmak olduğu; stratejik bir yanlışın, taktik doğru
hamlelerle düzeltilemeyeceği, bunun bütün mücadele boyunca bir handikap
oluşturacağı; hücuma kalkmak için karşı tarafı dağınık, tecrit ve moralsiz
olduğu zamanın seçilmesi gerektiği; saldırıya geçenin savunmadakinden en
azından iki misli güce sahip olması gerektiği; bu koşullar olmadan
saldırıya geçmenin kesin bir yenilgi getireceği vs. gibi dersler ve ilkeler
açısından da yanlışlarla dolu.
Bunları da başka bir yazı veya yazılarda ele alacağız.
*
Dikkat edilirse, bizim gerekçelerimiz “hiçbir şey insanın hayatından daha değerli değildir” gibi tarih ve
toplum üstü ilkeler değildir. Onları küçük burjuva ya da burjuva aydınlara
bırakıyoruz.
Biz olaya bir savaş olarak bakıyoruz. Çünkü olan biten bir
savaş. Bunu askeri savaş anlamında kullanmıyoruz. Toplumsal güçler arasında bir
mücadele, bir güreş anlamında kullanıyoruz. Bu savaşta yerimiz, ezilen Kürt
halkı ve demokratlardan yanadır diyoruz. Türk devleti haksız bir savaş
yürütmektedir diyoruz. Haklı bir savaş için, gereğinde ölünür de diyoruz. Ama
ölümümüz işe yarasın, düşmana pahalıya patlasın, akıllıca savaşalım ki karşı
tarafı yenebilelim diyoruz. Yenilgileri engellemeye çalışıyoruz.
Yani aslında hem desteklediğimiz imza kampanyasıyla hem bu
argümanlarımızla aynı zamanda savaşıyoruz. Hem de bizzat aynı cephede
olduklarımızla da.
Bu hep böyledir. Savaş sadece dış güçlere verilmez. Tarihin
her döneminde her dış savaşa tarafların içindeki iç mücadeleler de eşlik eder.
Örneğin Lenin, Marks, Troçki, Malcom X, Kıvılcımlı, Öcalan vs. gibi bütün
devrimciler, karşı taraftan çok kendi taraflarındakilerin yanlışlarıyla
mücadele etmişlerdir. Bu her zaman böyledir. Doğru bir çizgi bu iç mücadelede üstün
gelmeden, dış düşmana karşı başarı da olanaksız olur.
Tabii bu gibi yaklaşımlar, Türkiye’nin liberal ve de çok
hümanist aydınlarına da, onların aynadaki ters ikizi, örgütlerin “göğsü iman
dolu” ve de aynı zamanda kafaları bürokratlaşmış, taşlaşmış ve tabularla dolu; “karşı
tarafın gözü önünde tartışılır mı, zaafımızı düşmana göstermeyelim” diyen
devekuşu gibi militanlarına da terstir.
Ne var ki biz 68’lerde böyle öğrendik. O yükseliş dönemleri
aynı zamanda en sert fikir tartışmalarının tamamen açık olarak yapıldığı
zamanlardı. Tüm tarihte de böyledir. Bizzat Kürt hareketinin yükselişi bile
aynı zamanda bugün Kürtlere egemen olan çizginin, hatta bizzat PKK içinde bile,
mücadelelerde üstün gelebilmesiyle mümkün olmuştur. İşte argümanlar daha ziyade
bu savaşın aracıdırlar.
*
Bu yazıda yukarıda ayrıca ele alınmayan, korkunç temel bir
yanlışı ele alacağız.
Evet bu tarihte benzeri görülmemiş, ancak İngilizlerin en
başarılı örneklerini verdikleri ve kara
humor denen türden bir hicvin konusu olabilecek bir yanlışı, bütün
yanlışların anasını, yanlışların yanlışını ele almak gerekiyor.
Epey bir süredir, Açlık grevlerinin dayandığı mantığın
yanlışlığını, yani düşmanı tam da onun istediğini yaparak tehdit etmenin
yanlışlığını ve saçmalığını, anlatabilmek için sadece kavramların yetmediğini,
uygun bir imge bulmak gerektiğini düşünüyordum.
Açlık grevlerinin dayandığı mantığın bu akıl dışı
denebilecek yanlışlığını bir arkadaşla konuşurken, o arkadaş, bu eylemin Brain’in Hayatı’nda son sahnelerden birinde Japon Samurayların
toplu intihar sahnesine denk geldiğini söyledi. (Film buradan izlenebilir.)
Evet bu durumu ancak o saçma gibi görünen, o sahne bir imge
olarak anlatabilir.
*
Kafkaesk ve kara hiciv ustası İngiliz grup Monty Python’un meşhur Barin’in Hayatı isimli bir filmi vardır.
Film, İsa’nın hayatı biçimi içinde küçük ve sekter sol grupların dünyasını,
dünyaya bakışlarını hicveder. Hem de sözünü hiç sakınmadan ve bu gruplardaki
yanlışların mantık sonuçlarına götürüldüğünde nasıl bir saçmalığa varacağını
da.
Bu filmin son sahnelerinden birinde İsa çarmıhtadır ve
acılar içindedir. Kurtarılmayı beklemektedir.
Önce başka bir sol grup gelir, İsa onlardan kendisi için bir
şeyler yapmalarını beklerken, mücadelesini desteklediklerini ilan eden
bildirilerini okurlar ve giderler.
Bu arada birden tepede oldukça büyük bir kılıçlı, zırhlı
Samuray grubu gelir, Samurayları gören Romalı askerler bile kaçar.
Samuraylar gelirler, İsa’yı önder olarak tanıdıklarını
söylerler ve sonra da hücum deyip topluca kılıçlarını çekerek harakiri yaparlar.
Son nefeslerini verirken de “onlara
gösterdik değil mi” anlamında sözler ederler.
Filmi seyrettiğimde fazla abartmışlar, ama sanat tipik olanı
vermek için abartmalıdır da diye düşünüp normal karşılamış ve gülmüştüm.
Ama ne günahımız vardı ki Allah bizi tam da böyle bir
durumla, gerçek hayatta ve işin kötüsü binlerce Samuray’ın toplu harakiri
eylemiyle karşı karşıya bıraktı.
Tamı tamına böyle bir durum var.
Hapisteki Abdullah Öcalan çarmıhtaki İsa gibidir. Ölüm
orucuna başlayan hapisteki binlerce PKK sempatizanı, üyesi vs. de Japonya’da
bile İsa’ya iman edip gelmiş Samuraylar gibidir.
İsa öğretisine gönül vermişlerin kendisini kurtarmasını
beklemektedir.
Samuraylar ise, onun öğretisini tamamen yanlış anlamış
müritleri olarak kurtarabilecekleri çarmıha gerilmiş İsa’nın gözleri önünde
topluca intihar ederler.
*
Öcalan onca kitap yazmış, defalarca beni anlamıyorsunuz diye
şikayet etmiştir, o koca kitaplarda Kürtlerin üzerindeki baskının ancak Türkiye
ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesi yoluyla olabileceğini söylemiştir, kendisinin
kurtarılması ve çıkışının da tıpkı Kürtler ve diğer ezilen dinler, diller vs.
üzerindeki baskının ortadan kalkabilmesi gibi ancak demokratikleşme
mücadelesinin bir sonucu ve yan ürünü olduğunu söylemiştir; kendisinin serbest
bırakılmasını gündeme getirmek isteyenleri adeta azarlamıştır.
Üstüne üstlük, Kürt özgürlük mücadelesinin, emokrasi
mücadelesinin öncüsü bile olabilmesi, tüm güçleri bir araya getirebilmesi için
olağanüstü uygun koşullar vardır.
İlk kez, Laikler, Aleviler, Kürtler, son kriz başladığından beri genellikle AKP’ye oy
vermiş, Sünni Müslüman ve Türk alt sınıflar, yoksullar, aydınlar, liberaller,
namuslu Müslümanların bir araya gelip Ergenekon-Erdoğan diktatörlüğünü yok
edebilmesi, buradan da demokrasi mücadelesini inşa edebilmeleri için müthiş bir
olanak vardır. Çünkü nesnel koşullar da, politik yer alışlar da onları buna zorlamaktadır.
Bu yönde biraz akıllı taktikler bile (örneğin son seçimin de gösterdiği gibi)
birden bire güç dengelerini etkileyen, karşı tarafı krize sokan sonuçlara yol
açmaktadır.
Ama İsa’nın müritlerini, ölmeye yatan “Apocuları” bütün
bunlar ilgilendirmemektedir. Toplu halde intihar ederek o devlete ne kadar kötü
olduğunu göstereceklerdir.
Tamı tamına böyle bir durum yaşadığımız.
Tamı tamına böyle bir durum yaşadığımız.
*
Şimdi bu ölüm orucu yapan arkadaşlara yaptıklarının nasıl
saçma olduğunu göstermek için şu soruyu soralım.
Bu devletin, PKK üyesi ya da sempatizanı olan, veya rast
gele sadece Kürt veya Demokrat olduğunuz için içeri alındığınız sizlerin
yaşamasını mı ister, ölmesini mi?
Eğer yaşamamızı ister, elbette kendi vatandaşlarının
ölmesini istemez diyorsanız. Bu güne kadar boşuna yaşamışsınız, hiç bir şey
öğrenmemişsiniz ve bu devleti tanımıyorsunuz demektir.
O zaman ne haliniz varsa görün, bırakalım demokrat olmayı
liberal ile sayılmazsınız. Bu devletle aynı saftasınız demektir.
Eğer “yaşamamızı istemez, ölmemizi ister elbette”
diyorsanız?
O zaman hangi akla hizmetle onu kendi ölümünüzle tehdit
edip, isteklerinizi kabul ettirmeye çalışıyorsunuz?
Karşı tarafın istediğini yaparak ona bir şey kabul
ettirebilir misiniz?
Bu hangi akla hizmet?
“Körün istediği bir güz Allah verdi iki göz”.
“Körün istediği bir güz Allah verdi iki göz”.
Bu ülkenin koca devlet başkanları, ki onları bile mumla arar
oldu millet, “asmayalım da besleyelim mi”
demezler mi?
Bu ülkenin devleti bugüne kadar bir tek işkenceci ya da
katil ya da başka suç işlemiş bir polisini bir kere olsun cezalandırdı mı?
Aksine hızla terfi basamaklarını geçmek için faşist ve işkenceci ve de katil
olmak adeta yazılmamış bir kural değil midir?
Bu devlet ve hükümet, aslında kendisinin daha akıllıca
yönetilmesinden başka bir amacı da olmayan ana muhalefet liderine karşı, daha
bir iki hafta önce bir linç denemesi yapmadı mı?
Böylesine gözü dönmüş, kendi sonunda dünyanın sonunu gören,
“benden sonra kıyamet” diyen bir güç mü senin ölümünü istemeyecek?
Bu devlet Suruç’ta, Ankara’da polisinin, MİT’inin
örgütlemesiyle sizin kadar da tehlikeli olmayan, demokrat, liberal vs. kendi
yurttaşlarını İŞID militanları aracılığıyla havaya uçurmadı mı?
Bunları saymak bile gerekmez.
Ve şimdi sizler ölüm orucuna yatarak, ölümleriniz ile bu
devleti tehdit ederek, onun isteklerinizi kabul etmesini istiyorsunuz.
Bunun neresi kimi ikna eder?
Sizleri destekleyen, gönlü sizlerle olan geniş Kürt
kitleleri ve demokratlarının bile desteğini alabilir mi böylesine toplu bir
harakiri eylemi?
Alamıyor da zaten?
Alamıyor da zaten?
*
Kimileri “evet bu
devlet ölümlerimizi ister ama en azından resmen hukuku uygulamak zorunda, baskı
olursa geri adım atabilir” diyorlar.
Bu argümanın da hiçbir mantığı ve tarihsel delili yok.
Daha önce olmuş ve onlarca insanın ölümü ve sakat kalmasıyla
bitmiş ölüm oruçlarından biliyoruz ki bu gibi argümanların hiçbir değeri
yoktur.
Uluslararası kamuoyu veya başka devletlerin baskısı mı
bekleniyor?
Sizin ölümünüz onları harekete geçirir mi sanıyorsunuz?
Sizin ölümünüz onları harekete geçirir mi sanıyorsunuz?
Bu hesap da yanlıştır. Hem de birkaç açıdan.
Birincisi, zaferi, yedek, hatta yedeğin yedeği güçlere bel
bağlamaktır.
Ama o yedeğin yedeği, suyunun suyu güçler de kendi devlet
çıkarlarını izlerler ve ancak onların Türk devleti ile aralarında bir sorun
varsa, geri adım attırmak için belki bu sorunda el yükseltmek için kullanırlar.
Hepsi o kadar. Türkiye’nin onlara küçük bir sipariş vermesi bile sorunu
halleder.
Bir zaferi kazanılacak yedeklerin baskısına bağlamak (yani
dışardaki kamuoyu, aydınlar, dünya kamuoyu, onların kendi devletlerine, sonra
da o yabancı kamu oyunun baskısıyla harekete geçen o devletlerin baskısı gibi
suyunun, suyunun, suyu yedekler) sama bir kumar oynamaktan, savaş sanatının
temel kuralı olan öz güçlere dayanmaktan vaz geçmek değil midir.
Yok biz öz güçlere dayanıyoruz işte o da biziz diyorsanız, o
zaman kendinizi imha ederek, harakiri yaparak nasıl kendinize dayanacaksınız?
Ha bir de şu var: biz öz güç derken Kürt Halkını harekete
geçmeyi, Kürt halkına dayanmayı kast ediyoruz diyorsanız, o zaman yine yanlış.
Eğer Kürt halkının kendi gücü demokratikleşmeye yetseydi
çoktan bu sağlanırdı. Yani Kürt Halkı bile, haydi sizlerin eyleminizin
heyecanıyla geldi ve sizin gibi inceldiği yerden kopsun deyip isyan etti
diyelim. Bu yeter mi karşı tarafı yenmeye. Yetmediğini herşey gösteriyor. Geniş
Türk, Alevi, Laik kesimle ile eşit bir ilişki kurmadan bu olanaksız. Bu durumda
her davranışı bu cepheyi kurmaya, onların eğilim, özlem, karakterlerini
gözeterek hareket etmek gerekir.
*
Sizler davranışınızın demokrasi güçlerinin bir cephe
oluşturmasına hizmet edip etmeyeceğini zerrece göz önüne almıyorsunuz. Bu
nedenle, bu devlete, bu hükümete arayıp da bulamayacağı sadece demokrasi
cephesini parça parça etme değil, yıllardır baş edemediği PKK’yı tecrit etme ve
hatta yok etme fırsatı veriyorsunuz.
Ben devlet olsam, ölümlerini istediklerimin ölümleri sadece
bana geri adım attırmayacağı için değil, bu ölümlerle aynı zamanda karşı tarafı
da yok etmek için eşi bulunmaz bir fırsat sunduğu için zerrece geri adım atmam.
Geri adım atacağım varsa bile atmaktan vaz geçerim. Ayağıma böyle güzel bir
plase top gelmişken golü atmaktan niye imtina edeyim?
Onlar, yüzer, binler ölsün diye beklerim. Her ölüm, bu
ölümlerden dolayı PKK’ suçlu görüleceğinden, hem Kürt kitleleriyle, hem de fiili
ve potansiyel müttefiklerle, demokratlarla aradaki makası açacaktır. Karşılıklı
suçlamalar birbirini izleyecektir. Ölenler ve destekçileri Demokratları ve Kürt
kitlesini hiçbir şey yapmamakla suçlarken, Demokratlar ve Kürt kitlesi bu
eylemin yanlışlığı nedeniyle ya pasif durmaya devam edecekler, ya da insanlar
ölüme gidiyor sizi ve PKK’yı suçlayacaklardır.
Aslında cepheler şu an aynen böyle şekillenmiş durumda.
Henüz onlarca, yüzlerce ölüm gelmediği için, bu makasın ne kadar açıldığı ve
bölünmenin derinliği ve nasıl yıkıcı sonuçlar doğuracağı görülmüyor. Ama bunun
nasıl sonuçları olacağı hakkında bir fikir edinilmek isteniyorsa özerklik
ilanları ve hendekler sonrasına bakılabilir.
Böyle bir parçalanmışlık, Türkiye’deki demokrasi
mücadelesini belki yıllarca geri atacaktır. Ekonomi ve uluslararası koşullar
nedeniyle iyice sıkışmış bulunan Erdoğan-Ergenekon ittifakına daha yıllarca bu
diktatörlüğü sürdürebilecek bir el verme anlamına gelecektir.
Öcalan’ın bütün yaptıkları yıkılmış olacaktır. Zaten son
yıllarda Öcalan’ın bütün yaptıklarını yıkmak için herşey yapılıyor. Öcalan
bütün ömrünü verdi Batı’nın Demokrat, laik ve Alevi kesimlerine ulaşabilmek
için. En büyük mücadeleyi de kendi örgütüne sizlere karşı verdi.
“Türkiyelileşmek”,
kimi Kürt ulusalcılarının dediği ve anlamak istediği gibi Türkleşmek değildir.
Tüm Türkiye’nin diğer ezilenlerini aynı demokrasi bayrağı altında
birleştirmektir. Türkleri ve Kürtleri demokratlaştırmaktır. Böyle bir amacınız
varsa, ona uygun mücadele biçimleri, örgüt biçimleri, taktikleriniz olması
gerekir.
Ama bilin ki bu Öcalan’ın görüşlerinin, stratejisinin,
programının, pratiğinin bütün derslerinin terk edilmesi, öldürülmesidir.
Nasıl olur, Biz Öcalan için öleceği demeyiniz? Bu çocukları
bile ikna etmez.
Bu egemen sınıfların binlerce yıllık hilesidir.
Tabulaştırarak, bayrak yaparak sonra o bayrağın içini boşaltarak da yapılır bu
işler. Öcalan’a yapılan da budur şimdi.
Birkaç örnek verelim.
İslam’da Muaviye, yani Mekke eşrafı ve feth edilmiş
Mezopotamya uygarlığının binlerce yıllık şark devletçiliği, İslam’ı böyle ele
geçirdi ve öldürdü. Sıffin Savaşı’nda Muaviye askerlerinin mızraklarına Kuran
yaprakları taktırarak İslam’ın eşitlikçi ve eşitleyici geleneklerinin son
savunucularını yenmeyi başardı.
Stalin, Lenin ve Leninizm diyerek, Marksizim Leninizm
bayrağıyla bu tarihte görülmüş en eleştirel ve radikal düşünceyi yok etti.
Şimdi de Öcalan’ı sözde tecritten kurtarma adına, samuraylar
intihar ederek Apo’yu sadece çarmıhta ölüme terk etmemekte, savunur görülerek
aynı zamanda fikirleri ve savundukları terk edilerek fiilen öldürülmektedir.
*
Elbette böyle bir niyetiniz olmadığını biliyoruz. Hepiniz
canınızı ve her şyinizi bir davaya adamış idealist insanlarsınız. Ama şunu da
biliyoruz. Cehenneme giden yollar İyi niyet taşlarıyla döşelidir. İyi niyetle
yaptıklarınızın nesnel sonuçlarını göstererek sizi cehenneme giden yollara taş
düşeme durumundan kurtarmak istiyoruz.
Yapılanın yanlışlığı yapılabilecek olan ve kullanılmayan
silahlarla da görülebilir.
Örneğin, Öcalan’ın adeta kendi örgütüne karşı savunarak
yerleştirdiği Türkiyelileşme projesinin siyasi örgütsel ayağı olan HDK ve
HDP’nin canlı bir organizma olması için ne yaptınız?
Hanginiz, HDP’de ve HDK’da, taşlaşmış Hint kastları gibi bir yapı oluşturan, bileşen hukuku yerine modern toplumun eşit yurttaşlarının birey hukuku temelinde birleşen bir tüzük ve örgütsel yapı edinmesi için parmağınızı kımıldattınız?
Hanginiz, HDP’de ve HDK’da, taşlaşmış Hint kastları gibi bir yapı oluşturan, bileşen hukuku yerine modern toplumun eşit yurttaşlarının birey hukuku temelinde birleşen bir tüzük ve örgütsel yapı edinmesi için parmağınızı kımıldattınız?
Şu an HDP en çok Demokrasi sözü etmesine rağmen Türkiye’nin
en anti demokratik iç işleyişi olan örgütü değil midir?
Bu gerçeği hanginiz ifade edip bu gerçeği değiştirmek için
mücadele ettiniz.
Örneğin Türkiye’nin batısındaki insanların ilk kez kabul
edebileceği bir önder olan Selahattin Demirtaş’ın hem de hapisteyken, Partinin
başından tamamen anti demokratik bir biçimde, Kongrede kimseye bu konuda söz
hakkı bile vermeden, bin bir maniplasyonla alınmasına karşı ses çıkardınız?
Selahattin Demirtaş’ın çizgisini sağ mı buluyordunuz?
O zaman bunun kamuoyu önünde açıkça tartışılması ve eleştirilmesi için hanginiz bastırdınız?
O zaman bunun kamuoyu önünde açıkça tartışılması ve eleştirilmesi için hanginiz bastırdınız?
Örneğin bu satırların yazarı, Selahattin Demirtaş’ın en sert
ve acımasız eleştirmenidir. Yazılarına bakılabilir. Ama anı zamanda onun en
açık savunanı da olmuştur. Çok mu zor böyle bir çizgiyi sürdürmek?
Hele ölümü göze alan arkadaşlar için çok daha kolay olmalı
değil mi?
Hiçbiriniz. Bunları söyleyecek, cesareti gösteremediniz: bu
alanlarda bir parçacık cesaret, bir parçacık tartışma, temiz havayı içeri alır,
HDP’nin canlı bir organizmaya dönüşmesine yol açar, bu da bugünkü ortamı çık
değiştirir, Öcalan’la görüşme bunun bir yan ürünü olarak çoktan sağlanmış
olurdu. Çünkü Reformlar her zaman devrimci mücadelenin yan ürünleri olarak,
karşı tarafın kendi cephesini genişletmek, karşı tarafı bölmek için yapılırlar.
Kürt hareketi ve HDP biraz akıllı hareket etse, bu devlet, Öcalan’ın tecrit
etmenin anlamı kalmadı, bunların her biri bir Öcalan olmuş deyip çoktan tecridi
kaldırmak zorunda kalırdı.
Elbet liderler kolay yetişmez, ama işi şansa bırakmamanın
yolu vardır. Demokratik bir örgüt yapısı, tüm tartışmaların korkusuzca ve açık
yapılması, demokratik ve gizli oylamaya dayanan karar alma mekanizmaları bir
kolektif akıl yaratır ve dahi ve denenmiş önderlerin eksikliğini en az kayıp
ile kapatmayı sağlar. İşte somut örneği karşımızda. O Devlet Partisi CHP bile
içindeki kıytırık demokrasi ve tartışma ortamı sayesinde iyi kötü kendini
yenileme özelliği gösterebiliyor.
Sizlerin korkaklık ve yanlışlarınızın nesnel sonucu olarak Öcalan’ın üzerindeki tecrit böylesine uzuyor. Çünkü devlet Öcalan olmadan hiçbir akıllıca politika, strateji, taktik üretemediğinizi görüyor ve sizleri bu nedenle başsız bırakmak için böyle tecrit uyguluyor.
Sizlerin korkaklık ve yanlışlarınızın nesnel sonucu olarak Öcalan’ın üzerindeki tecrit böylesine uzuyor. Çünkü devlet Öcalan olmadan hiçbir akıllıca politika, strateji, taktik üretemediğinizi görüyor ve sizleri bu nedenle başsız bırakmak için böyle tecrit uyguluyor.
Öcalan’ın üzerindeki tecrit demokrasi mücadelesinin
başarılarından geçer ve bu başarılar çok daha kolay ve acısız elde edilebilir
biraz akıllıca davranılarak.
Bütün bunları yapmayıp, bütün bunların biraz olsun
gerçekleşmesi için açıktan eleştiri yapacak medeni cesareti göstermeyip sonra
da Öcalan’ın üzerinden tecrit kalksın diye ölüm orucuna yatmak, yapılan
hataları (hiçbir özeleştirisini vermeden) daha büyük bir hatayla örtmeye
kalkmaktan başka bir şey değildir.
Demokrasi mücadelesinin çarmıha gerilmiş önderi için
harakiri yapan samuraylara değil, her biri çarmıha gerilmiş önderi gibi düşünen
ve davranın modern, medeni cesaret sahibi, çoğunluğu oluşturanların
kahkahalarına dayanabilecek, tecrit olmayı göze alabilecek modern insanlara
ihtiyacı var.
*
Burada tekrar demokratik kamuoyuna ve Özgürlük Hareketine
dönüyoruz. Ve diyoruz ki, bu arkadaşları bu hatalardan korumak için, hiç
gecikmeden bu imza kampanyasına katılın, katılmakla kalmayın sahip çıkın ve
onun yayılmasına çalışın. Yoksa belli yanlışlarda belli bir sınıf aşıldıktan
sonra giderek geri dönmek daha zor olur.
Zor olmakla kalmaz, bazen bir yanlışı sonuna kadar da
götürmek bile gerekebilir. Çünkü belli bir noktadan sonra bir geri dönüşün yol
açacağı manevi çöküntü çok daha büyük olabilir ve bunu engellemek için çok daha
büyük maddi kayıpları göze almak gerekebilir.
İşlerin bu noktaya gelmemesi için her gün biraz daha az zaman kalıyor.
Durumun ciddiyetini görmek için kahin olmaya gerek yok.
İşlerin bu noktaya gelmemesi için her gün biraz daha az zaman kalıyor.
Durumun ciddiyetini görmek için kahin olmaya gerek yok.
4 Mayıs 2019 Cumartesi
Demir Küçükaydın
https://steemit.com/tr/@demiraltona/carmiha-gerilmis-isa-harakiri-yapan-samuraylar-oecalan-ve-aclik-grevcileri
İMZA VERMEK İÇİN ŞU ADRESE GİDİNİZ:
http://chng.it/fMKkb2jywt
İMZA VERMEK İÇİN ŞU ADRESE GİDİNİZ:
http://chng.it/fMKkb2jywt
1 yorum:
Elinize yüreğinize sağlık hocam...
Yorum Gönder