Fantastik-Gerçekçi Kolombiyalı yazar Gabriel García
Márquez’in Türkçeye “Kırmızı Pazartesi”
adıyla çevrilmiş bir romanı vardır. Romanın orijinal adı “Cronica de
Una Muerte Anunciada”dır; “Olacağı Bilinen Bir Cinayetin Kroniği” ya da “İlan edilmiş (Açıklanmış) Bir Cinayetin Kroniği” diye
çevrilebilir belki[1].
Roman, köydeki herkesin olacağını bildiği ve kimse
tarafından olması istenmediği halde, nasıl olup da bir cinayetin engellenemediğini
anlatır. Roman, birilerinin ölümü engellemek için bir şeyler yapacağını
beklemenin nasıl bir kadere dönüştüğünün hikâyesidir.
Klasik trajedide, kahramanın kaderini engellemek için
çabaları kaderin gerçekleşmesinin aracı olur. Bu Romandaki hikâyede ise, birilerinin
bir şeyler yapacağını bekleyerek çaba göstermemesinin kendisi kaderin
gerçekleşmesinin aracı olur.
Truvalı Kassandra’nın hikâyesinde[2],
Kassandra’nın olacağa ilişkin söylediklerine kimse inanmaz.
Bu romanda ise, herkes olacakları bilmekte ve
öngörmektedir. Yani bir bakıma herkes Kassandra’dır. Olacaklara inanmama değildir
olacakları engellemeyen. Birileri nasıl olsa bir şeyler yapar diye hiç bir şey
yapmama; böylesine aleni ve hiç kimsenin istemediği bir cinayeti, birilerinin açık
edeceği veya engelleyeceği düşünüldüğü için ve bu nedenle kimse bir şey yapmadığı
için cinayet gerçekleşir.
Yani olacağı görmek yetmez, ona herkesin inanması da
yetmez, beklemeyi bırakmak, bir şeyler yapmak gerekir. Hiçbir şey yapamıyorsak,
en azından yüksek sesle söyleyerek, bilineni faş edilerek, engelleme en azından
denenebilir.
*
Bu günlerde tanıdık, tanımadık “ne olacak bu
memleketin hali” diye konuşurken, söz dönüp dolaşıp, Cihan adlı atın bile
sırtında tutmaya tahammül edemeyip attığı ama 80 milyonluk bir topluluğun
başından atamadığı adamın, ihtirasları için her şeyi yapacağına; oradan da
erken seçimlere geliyor.
Hala bütün anketler, HDP’nin oyunun düşmediğini
gösteriyor. Hatta AKP’nin kalan son Kürt oylarını da yitirmesi ve HDP’nin yükselmesi
bile söz konusu.
Sırttan atılamayan o adam ise her şeyi yapmayı göze
almış; hiçbir zaman yenilgiyi kabul etmemiş; yenilgiyi zaferine çevirmek için
hukuk, kanun, teamül, vs. gibi hiçbir engel tanımamış.
Bu durumda otomatikman şu soru ortaya geliyor: bu
durumda ne yapacak?
Mantık sonucu olarak şu ortaya çıkıyor: AKP’nin tek
başına hükümet kurmasını sağlayacak bir oy oranına ulaşamayacağını görünce, ya HDP’ye
oy vereceklerin oy vermesini (temel olarak Kürtler) zorla engelleyecek, yani
seçim olmayan bir seçim yapacak; ya da olağanüstü hal ilan edip, seçimleri
erteleyerek ve böylece var olan durumun kendine sağladığı fiili başkanlık
sistemiyle sürdürecektir. Ya da bunlara benzer başka bir şey.
Seçimleri erteleyip, fiili durumu sürdürmeyi meşru
göstermek için neler yapabileceği noktasında herkes, adeta söz birliği etmişçesine,
dile getirmekten de korkarak, kısık bir sesle Selahattin Demirtaş’ın bir suikasta
kurban gitmesinin, öldürülmesinin, ona bunu sağlayacak tek yol olduğunu
söylüyor.
Herkes böyle bir çılgınlık yapılacağını öngörüyor; ama
kimse bir davranış göstermiyor.
Tıpkı Marquez’in romanındaki gibi, herkes gördüğü ama
buna rağmen kimse bunu açıkça ve yüksek sesle ifade etmediği için, bu cinayetin
engellenmesi mümkün olmayabilir.
O halde, o söylenmeyeni açıkça ifade ederek; davranış
göstererek belki gerçekleşmesini engelleyebiliriz. Evet, Seçimlerde HDP’nin
yüzde onun altında kalmayacağı kesinleştiğinde; seçimleri zorla, seçim olmayan
bir seçim olarak yapmanın ortaya çıkaracağı komplikasyonlardan da kaçınmak
için, olağanüstü hal getirilecek ve Seçimler ertelenecek; bunun için de çok büyük, tüm toplumu alt üst
edecek ve Olağanüstü Hale ve seçimlerin ertelenmesine gerekçe olacak bir şey
olması gerekir.
Bütün veriler Selahattin Demirtaş’ın seçildiğini
gösteriyor. Çünkü şu an tıpkı Hrant Dink cinayetinin öncesinde olduğu gibi Selahattin
Demirtaş açıkça hedef olarak ilan edilmiş bulunuyor. Erdoğan, danışmanları, havuz
medyası ısrarla Demirtaş’ı hedef göstermektedirler. Ama buna rağmen kimse çıkıp
da bunun mantık sonucunu açıkça ifade etmemektedir.
*
Birkaç gün önce Fuat Avni, politik suikastlar
yapılacağını yazmıştı. Daha önce de Demirtaş’ı “devreden çıkarma” planından söz
etmişti.
Bunu görmek için Saray’dan özel haber alma kanallarına
gerek yok. Sadece politik güçlerin konumlanışı, çıkarları, izledikleri yolların
derli toplu bir gözlemi bile bu sonucu çıkarmayı sağlar.
O, atın sırından attığı ama milletin atamadığı adam, Ergenekon’la
yani devletin içindeki tüm irinin, cerahatin yoğunlaştığı, gizli ve yasa dışı
örgütlenmelerle kader ve çıkar birliği içindedir.
Çünkü nasıl bazı bakteriler oksijende yaşayamazlar
ise, O ve Ergenekon, ikisi için de bu en kıytırık ve anti demokratik biçimiyle
bile, yasalar çerçevesinde bir parlamenter sistem içinde yaşayamazlar. En anti
demokratik kanunların uyulması gereken yasallığı bile, onlar için soluk alınamaz,
var olunamaz bir koşuldur.
Ergenekon, hiç ummadığı bir anda, onun diktatörlük
özlemleri ve tek adam ihtiraslarında devletin başına geçmiş bir müttefik
bulmuştur. Onu desteklemek, orada tutmak, aslında eski konumuna gelmesi için
paha biçilmez bir olanaktır. Bu nedenle Ergenekon, her şeyi yapmaya hazırdır ve
yapacaktır.
Atın sırtından attığı adam da, bu güne kadar, her şeyi
yapabileceğini ve her şeyi göze aldığını göstermiştir.
Aslında fiili bir darbe rejimi kurarak, “isyan”
etmiştir ve şimdi isyanın kuralına uygun olarak “hücum, hücum, hücum”
stratejisini uygulamaktadır. Durmanın veya en küçük bir geri adımın kendisinin
sonu olacağını bilmektedir.
Ergenekon-Erdoğan kader ve çıkar birliğinin en son ürünü, Suruç’ta IŞİD’e mal edilen, ama IŞİD’in hiçbir şekilde üstlenmediği, otuzdan fazla gencecik sosyalist ve demokrat gencin öldürüldüğü katliamdır. Olay, bunların hiçbir sınır tanımadığının ve tanımayacağının çok açık bir şekilde göstermiştir.
Ergenekon-Erdoğan kader ve çıkar birliğinin en son ürünü, Suruç’ta IŞİD’e mal edilen, ama IŞİD’in hiçbir şekilde üstlenmediği, otuzdan fazla gencecik sosyalist ve demokrat gencin öldürüldüğü katliamdır. Olay, bunların hiçbir sınır tanımadığının ve tanımayacağının çok açık bir şekilde göstermiştir.
Aslında aynısı seçimlerden önce, Diyarbakır’da HDP’nin
mitinginde de yapılmak istenmişti. Ve orada da esas hedef, gecikme nedeniyle o
sırada rastlantısal olarak patlamaya uzak bir noktada bulunan Demirtaş’tı.
Unutmayalım, bu Ergenekon, doksanların başında Turgut
Özal, Adnan Kahveci, Eşref Bitlis, Uğur Mumcu, Madımak cinayetlerini işlemişti.
Daha önce Abdi İpekçi gibileri vardı. Ve o işlere adı karışanlar bugün atın
sırtından attığı adamın en yakın çevresinde.
O cinayetlerin hepsi yine böyle benzeri bir konjonktürlerde
işlenmiş ve böylece 12 Eylül rejimi ve sonraki doksanların özel savaş rejimi
oturtulmuştu.
Aynı çevrenin en son büyük işi, Hrant’ın öldürülmesiydi.
Dedektifler seri katillerde, cinayetlerin ortak özelliklerinden de hareket
ederler aynı katilin elinden çıkıp çıkmadığını anlamak için. Bütün o
cinayetlerle, Hrant’ın öldürülmesinin öncesinde yapılanlarla şimdi Demirtaş’a
yapılanlar arasındaki paralellikler görmezden gelinemez.
*
Demirtaş’ı kurtarmanın, Erken seçimlerin en azından 7
Haziran kadar “adil” yapılmasının bir tek yolu var: Erdoğan’ın bu seçimleri
yaptırmayacağı; çünkü hala bütün anketlerin gösterdiği gibi bir AKP çoğunluğu
sağlamayacağı noktasından hareket etmek.
O halde, seçimlere kadar gaflet içinde bekleyerek
zaman kaybetmektense, Erdoğan’ın seçimleri ertelemesine karşı şimdiden harekete
geçmek; seçimleri beklemeye odaklanmanın aslında seçimleri
olanaksızlaştırdığını göstermek.
Erdoğan bugünkü yetkileri ve politik rahatlığı ve
hareket kabiliyetiyle orada durduğu sürece, seçim, ya da adil bir seçim, ki
Erdoğan’ın seçim kaybetmesi demektir, bir hayaldir.
Ancak şimdiden Erdoğan’a karşı bir direniş bir hareket
başlayabilirse, Erdoğan’ın hareket alanı daralır ve seçimleri erteleyecek ya da
maniple edecek manevralar yapamaz. 7 Haziran seçimlerinden önce olan buydu
aslında. Ne var ki, Erdoğan şimdi politik atmosferi tamamen tersine çevirmeyi
ve yılgınlık yaratmayı başarmıştır.
Şimdi o koşulları tekrar sağlamalıyız. Ama bu sefer
dizlerimiz üzerinde.
Yani bugün başlamak daha zor da olsa, Erdoğan’ın seçim
istemeyeceği ve kaybedeceği bir seçim yapmayacağı varsayımından hareketle
davranırsak ancak seçimlerin olmasını sağlayabiliriz.
*
Bugün seçimleri beklemek, seçimlerin olmamasına yol
açmaktır; niyet ne olursa olsun Erdoğan’a el ve bel vermektir. Muhalefet seçimleri
beklerken, Erdoğan boş durmamakta, ağlarını örmektedir.
İşin kötüsü Erdoğan’ın ağlarını nasıl ördüğünü
anlatanlar bile bu sonucu çıkarmaya gelince çıkaramamaktadırlar ve böylece bir
direnişin ortaya çıkmasını engellemektedirler.
İçinde bulunulan gafleti bu gün iki radikal yazarı yazılarında
çok ilginç biçimde sergiliyorlar.
Örneğin Tarhan Erdem, “İktidarı
koruma planında büyük adım!” başlıklı yazısında, Erdoğan’ın ta 2011’den
başlayarak, nasıl adım adım ağlarını ördüğünü; en yakın arkadaşlarını tasfiye
ettiğini, üç dönem kuralını kendi yoldaşlarını tasfiye için kullandığını; son
kongreyi vs. birer birer anlatıyor. Ve ta bu güne kadar geliyor ama son iki
cümlesinde şunları yazıyor:
“İktidar, Anayasa dışına bir adım
daha atmıştır!
1 Kasım seçimlerinde, HDP baraj
altına indirilebilirse, planın uygulamasında bir önemli adım daha atılacaktır.”
Bu iki cümlenin birbiriyle; son cümlenin ise bütün
yazıda anlatılanlarla çeliştiğini ve mantık sonuçlarını görmüyor. Yapılacak çıkarsamayı
yapmıyor. Şu soruyu sormuyor? Peki, HDP’yi baraj altına indiremezse ne olacak?
Bu adamın yetkileri bırakıp Çankaya’ya çekileceği mi sanılıyor? Bu adam Külliye’yi
terk ettiği an, hızlı ve kaçınılmaz düşüşü başlamış demektir. Bunu en iyi
kavramış olan da kendisidir. O halde, işler oraya gelmeden, seçimde HDP’yi
indiremeyeceğini gördüğünde, ya seçim yaptırmayacak ya a seçim olmayan bir
seçim yaptıracaktır.
Bunun için ise, yapacağı çok açıktır. Kürtleri ve
Türkiye’deki az çok demokratik kamuoyunu, can evinden vurmak.
Kendisinin başkanlık hesaplarının önündeki en büyük engeli,
başkanlığa çıkışına basamak yapmak! Demirtaş’ı tasfiye etmek!.
O halde hala seçim tarihi odaklı çıkarsamalar yapmakla
uğraşmamak; şimdi şu an seçimlerin engellenmesini engellemek için ne yapmak
gerekir üzerine kafa yormak ve bunun için davranış koymak gerekiyor.
Aynı 1 Kasım’ı bekleme anlayışı, Murat Yetkin’in
yazında da görülüyor. Başlığı, “Erdoğan kararlı, Davutoğlu
mütevekkil, 1 Kasım sınavına...”
O da yazısında aslında fiilen Erdoğan’ın başkanlığı
korumak ve bunun için de AKP çoğunluğu için ne kadar kararlı olduğunu; hiçbir şeyi
rastlantıya bırakmadığını anlatıyor. Ama çıkarsama sanki gidiş, “1 Kasım sınavı”na
imiş gibi. Anlatılanlar ile çıkarsama ve sonuç arasında bir tutarsızlık olduğu
görülmüyor.
Erdoğan neye kararlı?
Başkanlığı sürdürmeye. Hiçbir şekilde o mevkii terk
etmemeye, Yasama, yürütme ve yargıyı fiilen tek elde toplamaya. 1 Kasım’da
seçim yapmaya değil. Eğer 1 Kasım seçiminin bunun bir aracı olacağını görürse
seçim yapar. Seçim onun amaçlarına hizmet ederse olur.
Eğer etmeyecekse zaten seçim olmayan bir seçim olur
veya hiçbir şekilde seçim olmaz.
Bunun mantık sonucu ise, seçimden sonra nasıl
koalisyonlar kurulacağı üzerine tahminlerde bulunmak değildir, olamaz ve
olmamalıdır; Erdoğan orada durduğu sürece adil seçim olmayacağı veya seçim
olmayacağı çıkarsamasını yapmak ve buna göre politika çizmek öngörüde bulunmak
gerekir.
Seçimi beklemek seçimlerin olmamasına yol açar. Erdoğan
orada olduğu sürece adil bir seçim olmaz veya seçim olmaz önermesinden hareket edildiğinde
ise yapılacak iş bellidir. Şimdiden Erdoğan’ın başkanlık mevkiinden uzaklaşmasını
sağlayacak direnişlere başlamak; bu
direnişler en azından Erdoğan’ın pozisyonunu zayıflatarak seçimi engelleyecek
girişimlerde bulunmasını engelleyebilir.
Ama örneği sadece gazete yazarlarından vermeyelim.
Muhalefetin ayıkmazlığı ve içinde bulunduğu felç durumunu
yansıtan bir başka örnek de Sırrı Süreyya Önder:
Şu haberi okuyalım:
Şu haberi okuyalım:
“Sırrı Süreyya: Adaylığım için bu
sefer faşist saldırıların en yoğun olduğu yerlerden birini önereceğim
HDP Ankara İl Örgütü, 1.
Olağanüstü Kongresi’ni dün Neva Palas Hotel’de yaptı. Kongreye 473 delegenin
yanı sıra aralarında DTK, ESP, Halkevleri, PSAD, İHD ve SYKP gibi sivil toplum
örgütü ve siyasi parti temsilcilerinin de bulunduğu yüzlere kişi katıldı.
Kongrede konuşan HDP Ankara
Milletvekili ve HDP İmralı Heyeti üyesi Sırrı Süreyya Önder, HDP’nin
milyonların arkasında olduğu siyasi bir güce dönüştüğünü dile getirerek, “Ne
mutlu bu mücadeleye omuz verenlere, mücadele diyenlere sonsuz borçluyuz” dedi.
AKP’nin savaş politikaları sonucu
bölgede yaşanan asker ve polis ölümlerini bahane ederek HDP’ye ırkçı
saldırıların düzenlendiğini hatırlatan Önder, “Dün canımıza kıydılar bugün de
kıyabilirler. Ama siz vurdukça biz büyüyoruz. Siz vurdukça biz büyümeye devam
edeceğiz” ifadesinde bulundu.
Önder, 1 Kasım seçimlerinde
nereden aday olacağını ve sebebini şu sözlerle açıkladı:
"Geçen seçimlerde Ankara’yı
önermiştim. Bu sefer Orta Anadolu’yu, faşist çete saldırıların en yoğun olduğu
yerlerden birisini. Oradaki halkımız kendini yalnız, kimsesiz, sahipsiz
hissetmemeli."
Burada Sırrı Süreyya’nın yaptığı nedir?
Adil bir seçim olacağı veya seçim olacağı hayalini yaymaktır.
Bu ise fiilen seçime kadar olan dönemde inisiyatifin Erdoğan’ın elinde bulunması
demektir.
Tarihsel haklılıklardan, fedakârlıklardan, sonunda er
veya geç hakkın yerini bulacağından söz etmek, aslında somut duruma ilişkin bir
somut öneride bulunamamanın; somut durumu kavrayamamanın bir dışa vurumudur genellikle.
Sırrı Süreyya’nın o Kongre’deki konuşmasında, böyle
konuşmaması, alarm zilleri çalması; Erdoğan orada olduğu sürece seçim olamayacağı
veya seçim olmayan bir seçim olacağını söylemesi gerekirdi. Bunun için şimdiden
hareket geçerek; Erdoğan’ı seçimlerden önce, oradan uzaklaştırmaya yönelik bir hareketin
başlatılması ve geniş bir bloğun kurulması gerektiğini söylemesi gerekirdi. Kendisine
nereden aday olacağını soranlara, seçim olacağını nereden biliyorsunuz? Seçimleri
beklemek, seçimleri olanaksızlaştırmaktır demesi gerekirdi.
Evet, bugün en büyük tehlike, seçimleri bekleme
rehavetidir: seçimleri bekleme seçimlerin olmasını mümkün kılmaz. Ancak Erdoğan’ın
adil seçimler yaptırmayacağından hareketle; Erdoğan’ı oradan uzaklaştırmaya
yönelik, bugünden başlayacak bir hareket ve politika belki seçimlerin engellenmesini
engelleyebilir.
Demir Küçükaydın
14 Eylül 2015 Pazartesi
[1]
Marquez romanda, Vicario kardeşlerin Kız kardeşlerinin bekâretini
bozduğu iddiasıyla genç Santiago Nazar’ı öldürmesini anlatır.
Aslında bütün köy, olayın
gerçekleşeceğini bilmektedir. Cinayeti işleyecek olan da aslında bunu inandığı
için değil, zorla, gelenek ve görev icabı yapma durumundadır ve herkesin
bildiğini de bildiği için, birilerinin kendisini engellemesini beklemektedir.
Bütün köyde herkes ise nasıl olsa birileri engeller diye hiçbir şey yapmamaktadır.
Ama tam da bu nedenle, sonuçta hiç kimse hiçbir şey yapmadığı için, olacağını
herkesin bildiği ve cinayeti işleyen dâhil kimsenin istemediği cinayet işlenir.
[2]
Vikipedi’de hikâye
kısaca şöyle özetlenir: “Kassandra'nın en büyük
arzusu geleceği bilmek ve rahibe olmaktı. Tanrı Apollon (diğer bilinen adıyla
Phoibos) görür görmez bu güzel kızı arzuladı ve ona bir teklif sundu; Kassandra
onunla birlikte olursa ona geleceği görme yeteneği verecekti.
Kassandra bu teklifi kabul etti.
Apollon, Kassandra' nın ağzına tükürdü ve Kassandra geleceği görme yeteneğine
sahip oldu. Ama Apollon ile birlikte olmadı. Bakire bir rahibe olma isteği
Apollon'a verdiği sözden daha ağır basmıştı. Bir rivayete göre de aslında en
başından beri Apollon ile birlikte olmaya niyeti yoktu, sadece geleceği görme
yeteneği almak için Apollon'u kandırmıştı.
Apollon bu duruma çok sinirlendi
ve Kassandra'yı lanetledi. Lanete göre; Kassandra geleceği görecek ama kimseyi
buna inandıramayacaktı. Ve asıl ağır darbe; asla rahibe olamayacaktı. Tam
tersine bir kadın olarak aşağılanacaktı.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder