9 Aralık 2025 Salı

Öcalan’a Mektup ve Öcalan’ın Toplantıya Mesajı

Öcalan’a Mektubu Sunuş

Bu yılın (2025) Haziran ayında Abdullah Öcalan’a verilmek üzere yazdığım mektubu ve o sıra tesadüfen Berlin’de bulunan DEM Parti eş başkanı Tuncer Bakırhan’a verdiğim mektubu, geçen hafta sonu DEM Parti’nin düzenlediği “Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı”na Öcalan’ın yolladığı “Barış ve Demokratik Toplum İnşasıyla Sosyalizmi Yeniden kazanalım” başlıklı metni okuyunca, yayınlamaya karar verdim

Aradan neredeyse altı ay geçmiş olmasına rağmen yayınlamamın nedeni, Mektubun önce muhatabının eline geçmesini beklememdi.

Ancak şu ana kadar Öcalan’ın eline geçip geçmediğine dair bir bilgi gelmeyince ve dolaylı olarak mektubun, içindeki somut program nedeniyle muhtemelen Öcalan’a verilmeyeceğine dair yorumlar da duyduğumdan, belki yayınlanırsa böylece haberi de olabilir diye düşünerek, yayınlamaya karar verdim.

Tabii tek neden bu değil. Esas neden. Öcalan’ın “Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı”na yolladığı “Barış ve Demokratik Toplum İnşasıyla Sosyalizmi Yeniden kazanalım” başlıklı metnin içeriği ile banim yolladığım mektubun ve bizzat mektupta da belirttiğim paralelliklerin ve içeriksel farkların hemen görülebileceği, yani somut olarak iki bakışı ve programı kıyaslama olanağı sunmasıydı.

Mektubumu ve mektubun altına ek olarak Öcalan’ın metnini de koyuyorum ki, ikisi bir arada okunarak kıyaslanabilsin.

Elbette ileride iki metinde dile gelen yaklaşımların fark ve benzerliklerini ve bunun nedenlerini ele alan ayrı bir yazı ve analiz yazabilirim.

Ama kanımca, önce okurun kendisinin kendi değerlendirmeleriyle bu kıyaslamayı yapması daha doğru olur.

Öte yandan tarihe bir not da düşmüş olurum diye düşünüyorum.

Yazılarımı okuyanlar, çoktandır, Kürt hareketinin silahlı mücadeleye, gereğinde tek taraflı olarak, son vermesi gerektiğini, bu mücadele biçiminin artık bir engele dönüştüğünü söylediğimi bilirler.

Bu nedenle Öcalan’ın Türkiye’de silahlı mücadeleye son verme kararını doğru buluyor ve destekliyorum. Bunları da zaten daha sonra yazdığım yazılarda veya söyleşilerde belirtmiştim.

Kimilerinin “Barış süreci” dediği ve kendini gerçekleştiren bir kehanet gibi, öyle denirse öyle olacağını sandığı, “süreç” tamamen “başarısız” olsa, hiçbir kazanım elde edilmese, bir baskı ve şiddet dalgasıyla sona erse bile, silahlı mücadeleye son verilmesi doğrudur, bu çizgide kalınmalıdır. Bu çizgi, uzun vadede çok daha sağlam kazanımlar elde etmenin koşullarını yaratır ve genişletir.

Bu koşulları değerlendirmek Kürt hareketine, sosyalistlere, demokratlara kalır.

*

Hem bir ezilen ulus hareketi hem bu ulusal hareketin en işçi ve yoksul, en plebiyen, aynı zamanda en sosyalizan ve en demokratik programa sahip olan kesimi olduğu için Öcalan’ın teorisyeni ve önderi olduğu çizgiyi ve hareketi her zaman destekledim ve gereğinde bu desteğimi eleştirerek de sürdürdüm.

Elbet ezen ulustan bir insan olduğumdan, genellikle ağacı Kürt hareketinden yana bükmeye de çalıştım. Lenin’in son yazılanında da değindiği gibi, ancak böyle bir çizgi daha eşitleyici bir çizgi olabilirdi ve olabilir.

Bu stratejik ve taktik desteğim elbette ne teorik, ne de programatik olarak aynı düşündüğüm anlamına gelmemekteydi ve gelmemektedir. Teorik ve programatik eleştirilerimi, program, strateji, taktik ve örgütsel düzeylerde hemen her vesileyle ortaya koyup savundum.

Bu davranışımın bir Marksist’in doğru davranışının nasıl olması gerektiğinin örneğini sunduğunu düşünüyorum.

*

Bu mektubu ve içeriğindeki programı yayınlamamın bir nedeni daha var.

Türkiye’nin sosyalistleri Öcalan’ı hor görürler. Neredeyse çeyrek yüzyıl önce, Öcalan’ın sadece bir örgütçü, stratej, taktik esneklik sahibi bir önder değil, aynı zamanda bir teorisyen olduğunu söylediğimde, Türk sosyalistleri buna karşı çıkmışlar ve benle alay etmişlerdi.

Hala bu görüşteyim ve arada geçen zaman kanımca bu görüşümün doğruluğunu da tekrar tekrar kanıtladı.

Teorisyenliği akademisyenlikle, dipnot kırkambarı olmakla karıştıranlar elbette ne dediğimizi anlayamayacaklardır.

Ayrıca teorisyen olmanın ille de teorinin doğru olmasıyla da ilişkisi olmadığını anlayamazlar.

Teorisyenlik her şeyden önce yeni sorular sormak ve genelleme yeteneği demektir, en küçük ayrıntılardan büyük genellemelere gitme yeteneği demektir.  Sorular ve genellemeler yanlış da olsa teorisyenliğe halel gelmez.

Öcalan sürekli yeni sorular sormakta, en küçük gelişmelerden hareketle, en küçük ayrıntılardan hareketle yeni genellemeler yapmaya çalışmaktadır. Zaten bu sayede kendini ve önderi bulunduğu hareketi defalarca yenilemiş ve yeni koşullara uygun hamleler yapmasını sağlayabilmiştir. Öcalan’ın bu hamleleri, yazdığı tuğla gibi kitaplar olmasaydı, hareket bugün olduğundan çok daha geri bir noktada olur ve belki uğradığı ağır yenilgiler sonucu dağılmış olabilirdi.

 Ve Öcalan bütün bu hamleleri, kitapları, bir adadaki çeyrek yüzyılı aşan, tecrit koşullarında Türk devleti gibi bir devletin elinde esirken yaptı. Bunun bir benzeri bulunmamaktadır.

Suriye’nin “Muhaberat” devletinin elinde rehineyken, Ortadoğu’nun en büyük, dünyanın sayılı Gerilla hareketlerinden birini örgütledi, Türkiye’nin militer, keyfi ve baskıcı devletinin elinde esirken de Ortadoğu’nun en büyük legal ve demokratik hareketini örgütledi.

Bugün Türkiye’de demokratik muhalefet, kadın, çevre, hayvan hareketleri hatta CHP bile, bile bir parça nefes alacak bir alan bulabiliyorsa, bu hareketin ortaya çıkardığı niş sayesindedir.

Ben de ezen ulusun içinden bir Marksist olarak, Öcalan’ı bir teorisyen olarak muhatap alarak, ona teori ve program konusunda bir alternatif sunarak, aynı zamanda Türk sosyalistlerinin tavrına karşı somut bir duruş sergilemiş, davranışımla onları eleştirmiş de oluyorum.

Ama aynı zamanda tüm sosyalist ve demokratlara bir somut program ve teorik temel önermiş oluyorum.

Aslında Öcalan’a mektup, aynı zamanda kendilerine bir mektuptur.

Onlar kısa vadeli düşünürler ve günlük politika yorumcusu olmaktan öteye gidemezler ve güce değer verirler.

Güç bizde yok bu nedenle dikkate bile almayacaklarını ve alayla karşılayacaklarını bilmeme rağmen ama yine de kendilerine de yazılmış bir mektup olarak ciddiyetle okumalarını öneririm.

Önerilerin sadeliği ve basitliği kimseyi yanıltmamalıdır. Kökten farklı bir bakışın, yarım yüzyılı aşkın bir pratik ve teorik, mücadele ve birikimin ürünüdürler.

Ve sadelik ve basitlik, Çinlilerin dediği gibi, uzun emeklerle, gelişimin belli bir aşamasından sonra ulaşılacak bir özelliktir. Kimseyi yanıltmamalıdır.

*

Mektupta adı geçen kitapların ve videoların linkleri mektubun sonunda ve Öcalan’ın sözü geçen mektubu ekte yer alıyor

Şimdilik bu kadar.

8 Aralık 2025 Pazartesi

Demir Küçükaydın

demiraltona@gmail.com

https://demirden-kapilar.blogspot.com/


 

 

 Sayın Abdullah Öcalan,

İlişikte size birkaç sayfalık bir metin halinde, en azından sizin okuyabileceğinizi umarak, kısa bir Program metni yolluyorum.

Elinize geçerse okumanız veya elinizin altında bulunması için. Eğer verilmezse de sizinle görüşen arkadaş veya avukatlarınızın bu mektubumun ve yolladığım metnin içeriği hakkında sizi bilgilendireceğini umarak.

*

Bunu, kısa program metnini, yollamamın iki nedeni var.

Birincisi gerek teorik ilgiler bakımından gerek program, strateji, örgüt, taktik gibi konular bakımından, birçok yakınlıklar ve paralellikler içinde bulunuyoruz. Ancak farklı vadilerde akıyoruz. Zaten bu kısa metni bile okursanız siz de bunu görürsünüz. Bir tartışma olanağı olsaydı bunun herkes için çok verimli sonuçları olurdu kanımca. Ama yok, hapisler ve sürgünler maalesef bu en sıradan insani ihtiyacı bile yok etmiş bulunuyor.

İkincisi daha somut bir neden. 21 Nisan 2025 tarihli görüşme notlarınız bir şekilde ortalıkta dolaşmaya başladı. Orada şu iki cümle dikkatimi çekti:
Birincisi: “Kapsamlı bir program çalışması yapacağım”

İkincisi: “Bunu hangi blok desteklerse biz onunla ittifak yapacağız. Demokratik Cumhuriyet Bloku diyeceğiz. Önümüzdeki seçimlere böyle bir şeyimiz olacak. Fesih kongresinden sonra hemen DEM'in kongresini yapacağım, onu ben yapacağım.”

Yani yeni baştan bir örgütlenme.

Ve örgütlenme de her şeyden önce tüzük ve program demek olduğundan, Program çalışması yapacağınızı belirtiyorsunuz.

Ve bu açık bir partinin program çalışması ve tartışması demektir.

Ben de bu çalışmalarınızda, hem en azından bir fikriniz olsun diye hem hazırlık ve tartışmalar için iletmemin iyi olacağını düşündüm.

Buraya tesadüfen Tuncer Bakırhan’ın geldiğini duyunca, belki elden iletebilirim diye yazıcıyla basarak hem programı hem de bu kısa mektubu kendisine verip size iletmesini ve aynı zamanda kendilerine de bir öneri olduğunu belirterek vermemin iyi olabileceğini düşündüm.

Aslında size yolladığım metin, 2004 yılı civarında yazdığım “Ortadoğu İçin Demokrasi Manifestosu” başlıklı uzun metnin sonundaki Ortadoğu ve Türkiye için somut talepler bölümüdür.

O uzun metin kitap olarak basılmıştı ama elimde yok.

Orada bu programa temel olan teorik ve tarihsel arka planın ışığında kısa bir tarih anlatısı vardı.

Eğer bulunur da size iletilirse o daha iyi olur ve daha somut bir fikir edinebilirsiniz.

Size ilişikte yolladığımı kısa metinde, program kısmına yapılmış bir iki güncelleme var. Ama bunların en önemlisi, “Oydaşma” yöntemiyle ilgili eklemedir.

Bunun ne olduğunu aslında bir kitap olarak yazmak istiyordum ama zaman yokluğundan henüz yapamadım. Ama bunu anlatan videolarımı internette yıllardır duruyor. Onlardan daha ayrıntılı bilgi edinilebilir. Ama özdeki farklılıkları da yolladığım metne kısaca koydum.

Özellikle belirtmek isterim ki, bu “Oydaşma” yöntemiyle karar verme konusu, eğer kurmayı düşündüğünüz yeni örgütlenmede benimsenir ve savunulursa, dünyada, demokrasi mücadelesine, tıpkı “eş başkanlık” kurumu ve kadınların öne çıkarılması gibi, çok büyük etkisi olabilecek bir katkı olabilir.

*

Sorduğumuz sorular ve tartıştığımız konular bakımından en azından belli yakınlıklar bulunduğundan ve paralel vadilerde akıyor olmaktan söz ettim.

Bu bağlamda size kitaplarımı da iletmek isterdim. Ancak basılan bir iki kitabımın basılı nüshaları bende bile yok. Kimse basmıyor. Bu nedenle yollayamıyorum.

Ama kitaplarım internette karşılıksız olarak PDF ve EPUB gibi dijital okumaya uygun formatlarda bulunmaktadır.

Avukat veya ziyaretçileriniz bunları indirip bir yazıcıyla basıp size iletebilirler. En azından böyle bir olanak var.

Ama bunlar içinde özellikle en son yazdığım, “Marksizmin Yeniden İnşası”nın birinci kitabı olan “Uluslar ve Ulusçuluk Teorisine Giriş”i önermek isterim.

Yeniden İnşa”nın ikinci ve üçüncü kitapları “Din Teorisi” ve “Toplum Teorisi” olacak. Kafamda hazırlar ama artık çalışma verimliliğim azaldığından ve arada sürekli yeni sorunlar ve yapacak işler çıktığından biraz yavaş gidiyor.

(Yaptığımı ya da yapmaya çalıştığımı kısaca şöyle eleştirebilirim. Ben de “Klasik Marksizm”i eleştiriyorum, ama bunu Marksizmin katkılarına dayanarak, eleştirel geliştirme şeklinde yaparak bir “Modern Marksizm” şekillendirmeye, en azından temellerini atmaya çalışıyorum.

Eleştirim çok temelden ama bunu bir Marksist olarak yapıyorum.

Bir fikriniz olsun diye kısaca belirteyim dedim.

Umarım işim bitmeden bu işi bitiririm.

Fazla uzatmadan bu mektubu da burada bitiriyorum.

Size ve arkadaşlarınıza çalışmalarınızda başarılar ve sağlık dilerim.

Dostlukla

22 Haziran 2025 Pazar

Demir Küçükaydın

 

Gerçek Bir Demokrasi İçin Somut Program

 

Gerekçe:

Demokrasi demek her şeyden önce yurttaşların gerçek bir hukuki ve biçimsel eşitliği demektir. Diğer bir deyişle, Demokrasi hukuki veya fiili eşitsizlikleri, yani statü farklarını ortadan kaldırıp herkesi eşit yurttaşlar yapar.

Öte yandan tam ve gerçek bir demokrasi ancak dünya çapında gerçekleştirilebilir.

Çünkü uluslar ve ulusal devletler, statü farklarını devletler çapında yeniden üretir.

Bu nedenle demokrasi gerçek anlamına bir dünya cumhuriyetinde kavuşabilir. Bu nedenle uluslara, ulusçuluğa ve ulusal devletlere karşı mücadele demokrasi mücadelesinin olmazsa olmazıdır.

Sosyalizm ise, ancak dünya çapında gerçekleşebilecek bu gerçek biçimsel ve hukuki eşitliği, yine dünya çapında, iktisadi eşitlikle genişletmek ve sınıf farklarını ortadan kaldırmak demektir.

Sosyalizme sancısız ve özgürce geçiş, ancak dünya çapında gerçek bir demokraside olabilir.

O halde dünya çapında, ulusal devletler ortadan kaldırılmadan, yani biçimsel ve hukuki bir eşitlik olmadan, sosyalizm bir imkan ve gereklilik olarak ortaya çıkamayacağı gibi, mümkün de olamaz.

Bu nedenle her sosyalist aynı zamanda tutarlı bir demokrat olmalıdır. Demokrat olmak, uluslara, ulusçuluğa ve ulusal devletlere karşı olmak ve onları ortadan kaldırmak için mücadele etmek demektir.

Ancak bu mücadelede her demokratın acil görevi kendi bulunduğu ülkede, ilk elde bir dil, din, kültür, tarih, etni, gelenek vs. ile tanımlanmış ulusa, ulusal devlete ve ulusçuluğa karşı mücadele etmek, bulunduğu ülke çapında ulusu böyle tanımlamaya karşı tanımlayan bir demokratik ulusçuluğa ulaşmaktır. Bu, dünya çapındaki görevi gerçekleştirmenin ön koşuludur

Bir ülkede olsun, yurttaşların gerçek bir biçimsel ve hukuki eşitliği için ise, her şeyden önce ulusun, yani politik olanın, yani devletin, bir dil, din, tarih, kültür, ırk, etni vs. ile tanımlanmasına ve eşitsizlik yaratıp, bu tanımın dışında kalan yurttaşların eşit olmayan yurttaşlar olarak yaşamasına ve varlığına son vermek gerekir.

Bunun için de ulus, ulusun bu türden, tanımlanmasına karşı tanımlanmalıdır. Yani yurttaşların dili, dini, tarihi, kültürü, “etni”si, vs., bütünüyle politik alanın dışında, yani devletin işlevlerinin ve kontrolünün dışında tutulmalı, devlet yurttaşların bu özellikleri karşısında kör olmalıdır.

Bir ülke çapında biçimsel eşitliğin ve dolayısıyla demokrasinin olmazsa olmazı budur.

Bir ülkede, gerçek bir demokrasinin temel şartı olan bu biçimsel ve hukuki eşitliğin sağlanması, bunun için de devletin yurttaşların bu özellikleri karşısında eşit olabilmesi için şu tedbirler alınmalıdır:

Somut Talepler:

       Herkesin istediği dili anadil olarak seçme ve anadilinde eğitim hakkı olmalıdır.
(“Ana dilini öğrenme hakkı” değil. Bu bir resmi dilin varlığını ve onun yanı sıra ana dilin de öğrenilme hakkını varsayar yani aslında dillerin politik bir eşitsizliğine, devletin bir dilinin (Resmi Dil) olmasına yol açar. Gerçek bir demokraside Devlet de bir dille tanımlanamaz,
yani bir “resmi dil” olmaz.)

       Pratik bir ihtiyaç olarak ve yurttaşların ortak bir dille konuşabilme olanaklarını yaratmak, zaman, güç kayıplarını minimuma indirmek ve demokrasiyi gerçekleştirebilmek için, tıpkı çok farklı ihtiyaçları karşılayan malları ortak bir eşdeğerle değiştirebilmek gibi, zorunlu olmayan ortak bir dilin öğrenilmesini, yani bir “Lingua Franca”yı öğrenme olanaklarını devlet her yurttaşa sunar.

       Ortak bir konuşma ve yazışma dilinin gerekip gerekmediğine ve gerekiyorsa bu dilin hangi dil olacağına, yurttaşlar, en az karşı çıkılanı yani en geniş kabul göreni bulmaya yönelik “Oydaşma” yöntemiyle karar verebilmeli ve vermelidir.

       Devlet yurttaşlarca gerekliliğine karar verilmiş ve seçilmiş dilin öğrenilmesini ve yurttaşları bilgilendirmeye yönelik tüm metinlerin bu dilde de emre amade kılınmasını yurttaşlardan aldığı vergilerle sağlar.

       Okullarda herkes ana dilinde veya özgürce seçtiği bir dilde, tıpkı doğa bilimlerinde olduğu gibi, aynı ortak tarihi, edebiyatı vs. okumalıdır.

       Böyle bir tarih ve edebiyat, ancak ülkede ve komşularında yaşayan tüm dil, din, kültür, “etni”den insanlar tarafından, ortaklaşa olarak, eşit katılım ve haklarla yazılabilir. Ve okullarda böyle yazılmış olan tarih ve edebiyat kitapları okutulur.

       Eğer yine yurttaşlar tarafından okullarda “Din ve Ahlak” derslerinin olmasına karar verilirse, bu derslerin kitapları da yeryüzündeki tüm büyük din ve inançlardan ve dinsiz ve inançsızlardan eşit sayıda temsilciler tarafından ortaklaşa yazılmalıdır. Okullarda bunlar okutulmalıdır.

       Devletin tüm inançlar karşısında eşit ve tarafsız olması için, Diyanet lağvedilmeli, İmam Hatip okulları normal okullara çevrilmelidir.

       Diyanet gibi kurumlarda şimdiye kadar çalışanların mağdur olmaması için geçimleri gönüllü olarak cemaatler tarafından karşılanmayanlar devletin başka işlerine yerleştirilmelidir.

       Devlet sadece tüm dil ve inançlar vs. arasında eşitliği sağlamak ve azınlık inançta veya dilde olanlar aleyhine oluşacak fiili eşitsizlikleri gidermekle, haksızlıkları engellemekle yükümlü olmalıdır.

*

Gerekçe:

Demokrasi aynı zamanda eşit yurttaşların kendi kendisini yönetimi anlamına da gelir ve eşitliğin zorunlu sonucudur.

Bunun gerçekleşmesi ise her şeyden önce yurttaşların hiçbir kısıtlama olmadan, fikrini ifade edebilmesi ve o fikirlerin çoğunluğu kazanabilmesi için örgütlenebilme hakkı gerekir. Bunun için de:

Somut Talep

       Sınırsız bir düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü derhal uygulamaya geçmeli, bunları sınırlayan tüm yasalar derhal ve otomatik olarak geçersiz olmalıdır.

*

Gerekçe:

Öte yandan yurttaşların birçok görüş arasında ve karşısında doğru karar verebilmesi için, toplumsal hayatın her alanında doğru ve tam bir bilgiye sahip olması, bunlara sınırsızca ulaşabilmesi hakkı gerekir. Bunun için de:

Somut talep:

       Devletin, firmaların, örgütlerin, partilerin, yani ülkedeki bütün kurum, örgüt ve organların, bütün kararları, bütün tartışmaları tüm yurttaşların bilgisine açık olmalıdır.

*

Gerekçe:

Ancak gerçek bir demokrasi için bu da yetmez, yurttaşların doğru kararlar verebilmesi için her şeyden önce medya aracılığıyla doğru bilgilenmesi de gerekir. Doğru bilgilenme için ise, medyanın devlet ve sermayenin tekelinden ve egemenliğinden kurtulması gerekir. Bunun için de

Somut Talep:

       Tüm medya ve yayın faaliyeti, matbaalar, frekanslar, kanallar, kağıtlar toplumsallaştırılmalı, devletin ve sermayenin elinden alınarak, yurttaşların ve örgütlerinin emrine verilmelidir.

       Medya olanakları; tüm örgütler, partiler, inançlar, fikirler, akımlar, meslekler, cinsler, yaşlar, bölgeler vs. arasında, aldıkları oy oranlarına, nüfuz içindeki oranlarına, üye sayılarına göre dağıtılmalıdır. Böylece her yurttaş her konuda tüm farklı görüşleri bilebilir, manipülasyonlar ve yalan ve yanlış bilgiler minimuma inebilir.

       Bu dağılımın (alınan oy, nüfus içindeki oran, üye sayısı) gerçek oranları yansıtmaları için, yine bu paylaşıma katılanlar tarafından sık sık güncelleştirilmelidir.

*

Gerekçe:

Ancak bunlar da yetmez. Çünkü toplumda konumları, çıkarları, görüşleri, inançları farklı insanlar vardır ve bunlar arasında uzlaşmalar ve ittifaklar yapılması karar verebilmenin olmazsa olmazıdır.

Bunun için bilinen ve yaygın uygulama Evet ve Hayır’a dayanan, alternatifleri ikiye indirgeyen, toplumu kutuplaştıran, insanların sadece karşıdaki kazanmasın diye ister istemez hiç katılmadıkları görüş ve kişileri desteklemek zorunda bırakan, kazananın veya çoğunluğu sağlayanın her şeyi aldığı, çoğunluğu sağlamaya yönelik ve aslında savaşın mantığına dayanan, silahların yerine oy sayısını geçiren, bir karar alma yöntemi olan oylama yerine; çoğunluğu değil, çözümü bulmaya, en çok oy alanı değil, en az karşı çıkılanı ve dolayısıyla üzerinde en geniş uzlaşma olanı bulmaya yönelik, seçilecek alternatifleri ikiye indirmeyen ve aksine çoğaltan, en ince nüanslara bile bir alternatif olma hakkı veren, en küçük azınlıkların bile her kararda ağırlığını hissettirmesine imkan veren bir yöntemle kararların alınması gerekir.

Böyle bir yöntem vardır. Bunun adı “Oydaşma Yöntemi”dir. Gerçek bir demokrasi için en modern ama aslında en eski karar alma yöntemi olan oydaşma yöntemiyle karar almak, gerçek bir demokrasinin olmazsa olmazıdır. Bu nedenle:

Somut Talep:

       Tüm düzeylerde her zaman bütün kararlar Oydaşma Yöntemiyle alınmalıdır.

*

 

Gerekçe:

Ancak bu tedbirler, gerçek bir demokrasinin temelini oluştururlar ama doğrudan bir demokrasi teknik olarak mümkün olamayacağından, onu gerçekleştirmek için belli oranlarda temsilcilerin seçilmesi teknik bir zorunluluktur.

(İnternet ile belli kararlar global köyün bir meydanında toplanmış gibi doğrudan demokrasi ile alınabilir. Bu olanakları kullanmak ve genişletmek için çaba gösterilmelidir. Ancak bunlar gerçekleşene kadardır bu temsilciler sorunu.)

Ancak bu teknik sorunun çözümünün başka bir sorunu ortaya çıkardığı görülmüştür. Bu temsilci olarak seçilenler, kendilerini seçenlerden bağımsızlaşma eğilimi taşırlar. Temsilcisi olduklarının basit bir hizmetçisi olacak yerde, onları kendi amaçlarının hizmetçisi haline getirirler. Bu bağımsızlaşma Devlet cihazında en tehlikeli biçimini alır. Yurttaşların birlikte yaşamasının ortak kararlar alıp uygulaması ihtiyacının bir ürünü olan Devlet ya da Komün, onları kendi varlığının ve egemenliğinin hedefi ve araçları olarak görmeye başlar.

Seçilenlerin, yönetim organlarının ve Devletin yurttaşlardan bağımsızlaşmaması, onların üzerinde yükselememesi de demokrasinin olmazsa olmazıdır.

Yurttaşların üzerinde yükselmeyen, onlardan bağımsızlaşmayan ama onlara itaat ve hizmet eden, ortak yaşamın aracı olacak bir devlet (komün) ya da özyönetim cihazları için:

Somut Talepler:

       Tüm düzeylerde (mahalle, köy, belde, ilçe, il, bölge ve ulus) yetki ve sorumluluk seçilmiş organlarda olmalıdır.

       Osmanlı artığı, Firavun ve Nemrutlar zamanından kalma valilik, kaymakamlık gibi merkezi olarak atanan ve belirlenen tüm makam ve organlar lağvedilmedir. Merkezi idarenin seçilenlerin yerine atama hakkı gibi bir hakkı olmamalıdır.

       Tüm emniyet, asayiş ve savunma kuvvetleri, her düzeyde, bu seçilmiş organların emrinde ve kontrolünde olmalıdır.

       Tüm seçilmiş yöneticiler ve organlar kendilerini seçenlerin beşte birinin oyuyla geri alınabilmeli ve seçim yenilenebilmelidir.

       Tüm seçilenler seçildikleri süre içinde ve çalışmaları esasında ortalama bir çalışanın gelir düzeyinde ücret almalıdır.

       Memurların tayin, terfi, seçim ve emeklilik işlemlerinde bağımsız memur sendikalarının tuttukları siciller esas alınmalıdır.

       Asker sivil adalet ikiliği ve memurlar hakkında dava için izinler kalkmalı. Kanun ve yasalar karşısında mutlak eşitlik olmalıdır.

       Mahkemelere Jüri usulü gelmelidir.

       İşe alımlarda, ihalelerde vs. tam bir eşitlik için, tüm imtihan ve seçimlerin tam bir eşitlik çerçevesinde yapılabilmesi için, sınavlar ve seçimler, kimliklerin belli olmadığı biçimlerde yapılmalı, bağımsız jürilerce seçim ve değerlendirme yapılmalıdır.

       Tüm sonuçlar herkesin kontrol ve itirazına açık olmalıdır.

       Tüm düzeylerde “Mülakat” kaldırılmalıdır.

*

Gerekçe:

Bu biçimsel eşitliği ve demokrasiyi sağlayan tedbirlerin yanı sıra, asgari ölçüde ekonomik ve sosyal eşitsizlikleri kaldırmak için:

Somut Talepler:

       Devlet her yurttaşa iş bulmak, bulamıyorsa, sendikaların ve bağımsız tüketici teşekküllerinin tespit edeceği, asgari geçim endeksine uygun gelir sağlamakla yükümlü olmalıdır.

       Tüm yurttaşlar için genel sağlık ve emeklilik sigortası olmalıdır. Sigorta, doğrudan sigortalı yurttaşların seçilmiş temsilcileri tarafından yönetilmeli ve denetlenmelidir.

       Gelecek nesiller arasında kültür, eğitim ve iktisadi farklardan doğan eşitsizlikleri asgariye indirmek için, her çocuk için parasız kreş ve anaokulu sağlanmalıdır.

       Üniversite dahil, tüm eğitim düzeylerinde, tüm eğitim ve araçları parasız olmalı, düşük gelirli ailelerin çocukları devlet bütçesiyle desteklenmelidir.

       Tüm azınlıkların gerçek hayatta fiilen ortaya çıkacak bizzat matematik bir azınlık olmaktan doğan dezavantajlarını bir ölçüde ortadan kaldırabilmek için kotalar ve pozitif ayrımcılık uygulanmalıdır.

*

Ancak toplumun veya ulusun böyle bir örgütlenmesi eşitliği, özgürlüğü ve refahı garanti edip, gerçek bir sosyal ve ekonomik eşitliğin eşiğine doğru bir gidişin ilk adımını atabilir.

*

Ek Açıklama:

(Dikkat edilirse, bu Programda, klasik program metinlerinden farklı olarak, işçilerden, köylülerin hakkından, kadınlardan, çevre sorunlarından veya diğer somut sorunlardan söz yoktur.

Bu bir rastlantı değildir.

Burada ifade edilen tedbirler olmadan bu sorunların çözülebileceğinden söz etmek sahte ve yanlış hayaller yaymaktadır.

Bu tedbirler bu sorunların çözülmesinin gerçek koşullarını yaratır. İnsanlar o sorunları nasıl çözeceklerine o zaman kendileri karar verebilirler. Bu anlamda somut yapılacak işler bakımından yapılacak işlere bir ipotek koymaz.

Öte yandan bizzat bu taleplerin gerçekleştirilmesi halkın örgütlenmesinin temelidir ve bu tür örgütlenmeleri yaratarak, kendini gerçekleştirecek koşulları yaratır.

Burada esas olan, ezen azınlıkların kullanamayacağı, ama ancak ezilen çoğunluk tarafından kullanılabilecek bir cihazı şekillendirmektir.

Bu cihazın yapısı onun bu işlevini belirler.

Tersinden ifadeyle, bu işleve göre belirlenen bir yapı öncelik taşır. Çatalla çorba içemezsiniz. Çorba içmek için kaşık gerekir.)

22 Haziran 2025 Pazar

Demir Küçükaydın

demiraltona@gmail.com

https://demirden-kapilar.blogspot.com/

 

Ek Not:

Yazıda sözü geçen kaynakların linkleri:

 

Marksizmin Yeniden İnşası – Birinci Kitap
Uluslar ve Ulusçuluk teorisine Giriş

https://disk.yandex.com.tr/d/xk32uOGmX9xhpg

 

Ortadoğu İçin Demokrasi Manifestosu

https://disk.yandex.com.tr/d/Uh0i6WNTaefqmw

 

Oydaşma Denen Karar Alma Yöntemini Açıklayan Dört Videonun Linkleri

Oydaşma Yöntemi Nasıl Uygulanır? Kısa açıklama (Birinci Bölüm)

https://youtu.be/DT0VSM6OkQo?si=Zwb-KCbIyDq6n8Qb

 

Oydaşma Yönteminin Tarihi Hakkında Kısa Bilgiler (İkinci Bölüm)

https://youtu.be/8otAGS8Vajo?si=MuUpfiIekwj8sOHY

 

Çoğunluk ile karar alma neden demokrasiyle bağdaşmaz? (Üçüncü Bölüm)

https://youtu.be/nqnBtZqwfiQ?si=3Rwl5SbgqUCsQPxb

Bulanık (Fuzzy) Mantık, Yapay Zeka ve Oydaşma Yöntemi (Dördüncü Bölüm)

https://youtu.be/o19TThbmxPI?si=rN9MU10vFoxaRQcz

*

 

 

 


 

(Öcalan’ın “Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı”na Mesajı)

BARIŞ VE DEMOKRATİK TOPLUM İNŞASIYLA SOSYALİZMİ YENİDEN KAZANALIM

Saygıdeğer düşünürler, değerli yoldaşlar, kıymetli delegeler ve sosyalizmin hala mümkün olacağına inanan tüm insanlar;

İmralı Adasında, 26 yılını tamamlayan tecrit koşulları altında Türkiye’de Kürt sorunu üzerinden bir barış ve demokratik toplum arayışıyla devletle yeniden görüşmelerin başladığı bir süreçte sizlere sesleniyorum. Sizlerle bugün, burada sosyalizmin yeniden inşası yolunda Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansında konuşmak kıymetli ve anlamlıdır.

Kürtler olarak 52 yıllık PKK mücadelesiyle varlık ve onur savaşımını tamamladık ve artık demokratik cumhuriyetin ve demokratik toplumun yeniden inşa edileceği bir döneme girdik.

PKK, Kürt halkının ulusal varlığını güvenceye kavuşturarak tarihsel misyonunu doldurmuş, aynı zamanda ulus-devlet sosyalizminin tıkanıklığını da açığa çıkarmıştır. 20. yüzyıl sosyalizmi negatif devrim hamlesi olarak ortaya çıktı ama yerine yenisini koyamadı. 1990’lara gelindiğinde çoğu kesimin sosyalizmden kaçtığı bir dönemde “Sosyalizmde ısrar insan olmakta ısrardır” diyerek tüm yaşamımı bu umudu yeniden kurmaya adadım. Büyük bedellere rağmen yürütülen mücadele bugün teorik ve pratik eleştirilerle yoğrulmuş bir mirasa dönüşmüştür. Bu mirası doğru sahiplenmek, sosyalizmi bir anı olmaktan çıkarıp halkın nabzında canlı bir toplumsal güç haline getirmeyi gerektirir.

Tarihteki sosyalist gelenek hem barış hem de demokratik toplumu inşa etmeye dönük bir miras olarak ele alınmalıdır ve bunun yolu da enternasyonal görevleri teorik ve pratikte yerine getirmekten geçer.

Ütopik sosyalistler ve Marksistler 19. yüzyıldan beri kapitalist hegemonik sistemi kapsamlı biçimde eleştirmiş olsalar da sonuç alıcı bir çizgi geliştiremediler. Bugünkü kapitalizm ise artık bir kriz değil, insan türünü tehdit eden bir hastalık düzeyine ulaşmıştır. Ulus-devlet formundaki şiddet tekeli bu çöküşte belirleyicidir.

Kapitalizm sadece ekonomik gerekçelerle açıklanamayacağı gibi, sosyalist akımların başarısızlığını da yalnızca kapitalist baskıyla izah edemeyiz. Gerilemede tarihsel ve güncel hatalar da belirleyicidir.

Marksizme dönük eleştirilerim doğru anlaşılmalıdır. Marx’ı suçlamıyorum; onun döneminde tarih bugünkü gibi aydınlatılmış değildi, ekoloji krizi yoktu ve kapitalizm yükseliş dönemindeydi. Ve tüm bunlara rağmen Marks kendi görüşlerini sürekli sorgulayabilen, özgüveni yüksek bir ideologdur. Kadın özgürlüğünü görüyor ama bunu yüzeysel okuduğu ve derinliğini kavramadığı için ekonomik sömürü aşılırsa bunun da kendiliğinden aşılacağına inanıyordu. Toplumsal tarihi sadece sınıfla izah etmeye çalışmasının, devlet ve ulus devleti yeterince çözememesinin bedeli ağır sonuçlar doğurmuştur. Tüm bu eleştirileri yaparken Marks’ın emeğine büyük saygı duyduğumu, niyetinden kuşku duymadığımı ve Marksizmi Marks’tan ayrı gördüğümü de eklemek isterim. Biz bazı temel konularda Marksizm ve reel sosyalizm eleştirisi yaparken bir sosyalist olarak hissettiğimiz şey özeleştiridir.

Sistem karşıtı güçlerin tarihsel materyalizmi insan toplumunun gerçekliğine uygun biçimde yeniden ele alması gerekir. Kapitalizmin 16. yüzyılda “gökten inmediğini”, köklerinin Aşağı Mezopotamya’daki 10–12 bin yıllık uygarlık evrimine uzandığını bilmek önemlidir. Göbeklitepe ve Karahantepe gibi merkezler bu tarihsel başlangıcı aydınlatmaktadır. Bu nedenle mevcut uygarlık sistemini “Kastik toplumsal katil sistemi” olarak tanımlamayı daha doğru buluyorum. Arkeolojik ve antropolojik bulgular, erkek avcı kastlarının geliştirdikleri öldürme teknikleriyle kadın merkezli klan topluluklarını bastırıp köleleştirdiğini göstermektedir. Bu, insanlık tarihindeki en köklü yarılmadır. Aynı zamanda uygarlığın tüm sonraki gelişimini belirleyen büyük bir karşı-devrimdir.

Geçmiş tarihsel perspektiften yola çıkarak kapitalizmi çözümlemek hayli ufuk açıcı olacaktır. Bu sistemin sadece toplum içi çelişkileri körüklemekle kalmadığı, gezegeni tümden yok edecek kimyasal, nükleer silah sistemleri geliştirerek, iklimi kirleterek, yer altı-üstü zenginliklerini talan etmek için doğayı da tümden tahrip ederek insan türünün sonunu getirmektedir. Bu gerçekliğe bağlı kalarak yeni bir kapitalist çözümlemeyi insanlığa sunmak, enternasyonalin de temel görevleri arasında olmaktadır.

Sınıftan önce bir öz-savunma oluşumu olarak komün perspektifiyle ezilenlerin tarihine bakmak gerekiyor. Bunun için ilkel kabileleri komün başlangıcı olarak görüp, günümüzdeki proletarya denilen sınıfa veya tüm ezilenlere kadar uzanan bir tarih perspektifine ihtiyaç var.

Buna dayanarak diyoruz ki, tarih sınıf mücadelesinden ibaret değil. Bunu da içermekle birlikte; aşağı yukarı 30 bin yıl öncesine dayanan komünal gelişmeyle anti-komünal gelişme arsındaki bir ilişki ve çatışma süreci olarak tarihi okumak daha doğrudur.

Konferansınızın, sunduğum teorik çözümlemelere dayanarak yeni bir siyasi program ve örgütlenme anlayışına katkı sunacak önemli tartışmalar yürüteceğine inanıyorum. Bu süreçte temel yöntem diyalektik materyalizmdir.  Ancak klasik diyalektiğin bazı aşırılıklarının aşılması gerekir. Çelişkileri birbirini yok eden uçlar şeklinde değil, birbirini besleyen toplumsal olgular olarak görmek zorundayız. Çünkü komün olmadan devlet, burjuvazi olmadan proletarya olmaz. Dolayısıyla çelişkiyi yok edici bir mantıkla değil, dönüştürücü bir tarihsel perspektifle ele almak gereklidir.

Bilimsel gelişmeler de göstermektedir ki, diyalektik yöntem mutlaklaştırılmadığı sürece toplumsal çözümlemelerde hâlâ etkili bir araçtır. Bu çerçevede komün-devlet ve sınıf-devlet diyalektiğinin güncellenmesi zorunludur. 20. yüzyıl reel sosyalizminin başarısızlığı da bu tarihsel diyalektiğin doğru okunamamasından kaynaklanmıştır: devletçi sosyalizm devleti ele geçirirken, sonunda devlete yenilmiştir. Ulusların kaderini tayin hakkını ulus devlete bağlayarak da burjuva politikalarının sınırlarına sıkışmıştır. “Proleter ulus devlet” kavramı da devletçi zihniyetin yeniden üretiminden başka bir sonuç yaratmamıştır.

Bu hakikati doğru okuyarak şunu ifade ettim: Ulus-devlet sosyalizmi başarısızlığa, demokratik toplum sosyalizmi ise zafere götürür. Bugün demokratik toplum sosyalizmi temelinde demokratik kurtuluşa yürüme zamanıdır.

Bu yolda devlet yerine, demokratik cumhuriyet, demokratik ulus perspektifiyle kadın özgürlükçü, ekolojik, demokratik toplum paradigmasıyla yeniden inşayı başaracağımıza inanarak yol almaktayım.

Bu bilinç, hareketimizi ideolojik ve politik yenilenmeye, örgütsel dinamizme ve halklaşmaya kavuşturarak onu yüzyılın ihtiyaçlarına yanıt verebilecek sosyalist bir programa ulaştırmıştır.

Demokratik sosyalizmin devletle ilişkisi de çözüm ve barış sürecinde yeniden şekillenmektedir. Devletle ilişkimi bir demokratikleşme ilişkisi olarak tanımlıyorum. Demokratik cumhuriyet anlayışı, devletin toplum üstünde tanrısal bir güç değil, toplumla yaptığı demokratik sözleşme çerçevesinde işleyen bir yapı olmasını gerektirir. Demokratik siyaset stratejisiyle devlette değişim ve dönüşümü yaratmak, toplumu demokratik temelde yeniden inşa etmek mümkündür.

Bu stratejinin hukukla temellendirilmesi ise barışın kalıcı temelini oluşturacaktır. Hukuk, devlet ile toplum arasındaki demokratik ilişkinin güvencesi ve dengeleyici mekanizması olarak şiddeti engelleyen bir çözüm aracıdır. Aynı zamanda demokratik cumhuriyetin kuruluşunu, meşruiyetini ve toplumsal düzenin yeniden inşasını kurumsallaştıran bir rol üstlenecektir.

Bunun içinde temel mücadele stratejisi olarak ortaya koyduğum argümanlardan biri de demokratik entegrasyon ve bunun hukuk kavramı oldu. Hukukun bireysel ve evrensel normlarla, kolektif haklarla yeniden toplum lehine yapılandırıldığı demokratik entegrasyon hukuku da üç temel ilkeye dayanmalıdır;

-Özgür yurttaş yasası,

-Barış ve demokratik toplum yasası,

-Özgürlük yasaları.

 Demokratik entegrasyon hukuku hem devleti norm devletine dönüştürecek hem de toplumun kazandığı varlığı kurumsal inşaya kavuşturup, özgürlüğünü başarması anlamına da gelecektir. Başlattığım “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” süreci bir diyalog sürecidir. Ortadoğu gibi karmaşık etnisiteler, dinler, mezhepler bölgesinde diyalog ve demokratik müzakere ile başarılacak çok şey vardır. Hatta anlamlı bir sosyalizmin şiddet dolu bir devrim anlayışından ziyade, pozitif bir inşa ve varoluş sistematiği olarak kendini örgütlenmesini, bunun da demokratik diyalog biçiminde gerçekleşmesini uygun bulmaktayım. Kapsamlı ve derinliğine demokratik bir diyaloğa dayanmadan sosyalizmin inşa edileceğine, inşa edilse bile kalıcı olabileceğine inanmak zordur.

Lenin de ‘Kapsamlı, gelişmiş bir demokrasi olmadan sosyalizm inşa edilemez’ diyordu.

Bu düşünce ve inançla tekrar toplantımızın başarılı geçmesini diler, bitmeyen yoldaşça selam ve sevgilerimi sunarım.

06.12.2025 

Abdullah ÖCALAN

İmralı Adası

Hiç yorum yok: