Öcalan’a Mektubu Sunuş
Bu yılın (2025) Haziran ayında Abdullah Öcalan’a verilmek
üzere yazdığım mektubu ve o sıra tesadüfen Berlin’de bulunan DEM Parti eş
başkanı Tuncer Bakırhan’a verdiğim mektubu, geçen hafta sonu DEM Parti’nin
düzenlediği “Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı”na Öcalan’ın
yolladığı “Barış ve Demokratik Toplum İnşasıyla Sosyalizmi Yeniden kazanalım”
başlıklı metni okuyunca, yayınlamaya karar verdim
Aradan neredeyse altı ay geçmiş olmasına rağmen yayınlamamın nedeni, Mektubun önce muhatabının eline geçmesini beklememdi.
Ancak şu ana kadar Öcalan’ın eline geçip geçmediğine dair bir
bilgi gelmeyince ve dolaylı olarak mektubun, içindeki somut program nedeniyle
muhtemelen Öcalan’a verilmeyeceğine dair yorumlar da duyduğumdan, belki
yayınlanırsa böylece haberi de olabilir diye düşünerek, yayınlamaya karar
verdim.
Tabii tek neden bu değil. Esas neden. Öcalan’ın “Uluslararası
Barış ve Demokratik Toplum Konferansı”na yolladığı “Barış ve
Demokratik Toplum İnşasıyla Sosyalizmi Yeniden kazanalım” başlıklı metnin
içeriği ile banim yolladığım mektubun ve bizzat mektupta da belirttiğim
paralelliklerin ve içeriksel farkların hemen görülebileceği, yani somut olarak
iki bakışı ve programı kıyaslama olanağı sunmasıydı.
Mektubumu ve mektubun altına ek olarak Öcalan’ın metnini de
koyuyorum ki, ikisi bir arada okunarak kıyaslanabilsin.
Elbette ileride iki metinde dile gelen yaklaşımların fark ve
benzerliklerini ve bunun nedenlerini ele alan ayrı bir yazı ve analiz yazabilirim.
Ama kanımca, önce okurun kendisinin kendi
değerlendirmeleriyle bu kıyaslamayı yapması daha doğru olur.
Öte yandan tarihe bir not da düşmüş olurum diye düşünüyorum.
Yazılarımı okuyanlar, çoktandır, Kürt hareketinin silahlı
mücadeleye, gereğinde tek taraflı olarak, son vermesi gerektiğini, bu mücadele
biçiminin artık bir engele dönüştüğünü söylediğimi bilirler.
Bu nedenle Öcalan’ın Türkiye’de silahlı mücadeleye son verme
kararını doğru buluyor ve destekliyorum. Bunları da zaten daha sonra yazdığım
yazılarda veya söyleşilerde belirtmiştim.
Kimilerinin “Barış süreci” dediği ve kendini gerçekleştiren
bir kehanet gibi, öyle denirse öyle olacağını sandığı, “süreç” tamamen “başarısız”
olsa, hiçbir kazanım elde edilmese, bir baskı ve şiddet dalgasıyla sona erse
bile, silahlı mücadeleye son verilmesi doğrudur, bu çizgide kalınmalıdır. Bu çizgi,
uzun vadede çok daha sağlam kazanımlar elde etmenin koşullarını yaratır ve genişletir.
Bu koşulları değerlendirmek Kürt hareketine, sosyalistlere,
demokratlara kalır.
*
Hem bir ezilen ulus hareketi hem bu ulusal hareketin en işçi
ve yoksul, en plebiyen, aynı zamanda en sosyalizan ve en demokratik programa
sahip olan kesimi olduğu için Öcalan’ın teorisyeni ve önderi olduğu çizgiyi ve
hareketi her zaman destekledim ve gereğinde bu desteğimi eleştirerek de sürdürdüm.
Elbet ezen ulustan bir insan olduğumdan, genellikle ağacı
Kürt hareketinden yana bükmeye de çalıştım. Lenin’in son yazılanında da
değindiği gibi, ancak böyle bir çizgi daha eşitleyici bir çizgi olabilirdi ve
olabilir.
Bu stratejik ve taktik desteğim elbette ne teorik, ne de
programatik olarak aynı düşündüğüm anlamına gelmemekteydi ve gelmemektedir. Teorik
ve programatik eleştirilerimi, program, strateji, taktik ve örgütsel düzeylerde
hemen her vesileyle ortaya koyup savundum.
Bu davranışımın bir Marksist’in doğru davranışının nasıl
olması gerektiğinin örneğini sunduğunu düşünüyorum.
*
Bu mektubu ve içeriğindeki programı yayınlamamın bir nedeni
daha var.
Türkiye’nin sosyalistleri Öcalan’ı hor görürler. Neredeyse
çeyrek yüzyıl önce, Öcalan’ın sadece bir örgütçü, stratej, taktik esneklik
sahibi bir önder değil, aynı zamanda bir teorisyen olduğunu söylediğimde, Türk
sosyalistleri buna karşı çıkmışlar ve benle alay etmişlerdi.
Hala bu görüşteyim ve arada geçen zaman kanımca bu görüşümün
doğruluğunu da tekrar tekrar kanıtladı.
Teorisyenliği akademisyenlikle, dipnot kırkambarı olmakla karıştıranlar
elbette ne dediğimizi anlayamayacaklardır.
Ayrıca teorisyen olmanın ille de teorinin doğru olmasıyla da
ilişkisi olmadığını anlayamazlar.
Teorisyenlik her şeyden önce yeni sorular sormak ve
genelleme yeteneği demektir, en küçük ayrıntılardan büyük genellemelere gitme
yeteneği demektir. Sorular ve
genellemeler yanlış da olsa teorisyenliğe halel gelmez.
Öcalan sürekli yeni sorular sormakta, en küçük gelişmelerden
hareketle, en küçük ayrıntılardan hareketle yeni genellemeler yapmaya
çalışmaktadır. Zaten bu sayede kendini ve önderi bulunduğu hareketi defalarca
yenilemiş ve yeni koşullara uygun hamleler yapmasını sağlayabilmiştir. Öcalan’ın
bu hamleleri, yazdığı tuğla gibi kitaplar olmasaydı, hareket bugün olduğundan
çok daha geri bir noktada olur ve belki uğradığı ağır yenilgiler sonucu dağılmış
olabilirdi.
Ve Öcalan bütün bu
hamleleri, kitapları, bir adadaki çeyrek yüzyılı aşan, tecrit koşullarında Türk
devleti gibi bir devletin elinde esirken yaptı. Bunun bir benzeri
bulunmamaktadır.
Suriye’nin “Muhaberat” devletinin elinde rehineyken,
Ortadoğu’nun en büyük, dünyanın sayılı Gerilla hareketlerinden birini örgütledi,
Türkiye’nin militer, keyfi ve baskıcı devletinin elinde esirken de Ortadoğu’nun
en büyük legal ve demokratik hareketini örgütledi.
Bugün Türkiye’de demokratik muhalefet, kadın, çevre, hayvan
hareketleri hatta CHP bile, bile bir parça nefes alacak bir alan bulabiliyorsa,
bu hareketin ortaya çıkardığı niş sayesindedir.
Ben de ezen ulusun içinden bir Marksist olarak, Öcalan’ı bir
teorisyen olarak muhatap alarak, ona teori ve program konusunda bir alternatif
sunarak, aynı zamanda Türk sosyalistlerinin tavrına karşı somut bir duruş
sergilemiş, davranışımla onları eleştirmiş de oluyorum.
Ama aynı zamanda tüm sosyalist ve demokratlara bir somut
program ve teorik temel önermiş oluyorum.
Aslında Öcalan’a mektup, aynı zamanda kendilerine bir
mektuptur.
Onlar kısa vadeli düşünürler ve günlük politika yorumcusu
olmaktan öteye gidemezler ve güce değer verirler.
Güç bizde yok bu nedenle dikkate bile almayacaklarını ve alayla
karşılayacaklarını bilmeme rağmen ama yine de kendilerine de yazılmış bir
mektup olarak ciddiyetle okumalarını öneririm.
Önerilerin sadeliği ve basitliği kimseyi yanıltmamalıdır.
Kökten farklı bir bakışın, yarım yüzyılı aşkın bir pratik ve teorik, mücadele
ve birikimin ürünüdürler.
Ve sadelik ve basitlik, Çinlilerin dediği gibi, uzun
emeklerle, gelişimin belli bir aşamasından sonra ulaşılacak bir özelliktir.
Kimseyi yanıltmamalıdır.
*
Mektupta adı geçen kitapların ve videoların linkleri mektubun
sonunda ve Öcalan’ın sözü geçen mektubu ekte yer alıyor
Şimdilik bu kadar.
8 Aralık 2025 Pazartesi
Demir Küçükaydın
https://demirden-kapilar.blogspot.com/
Sayın Abdullah
Öcalan,
İlişikte size birkaç sayfalık bir metin halinde, en azından
sizin okuyabileceğinizi umarak, kısa bir Program metni yolluyorum.
Elinize geçerse okumanız veya elinizin altında bulunması
için. Eğer verilmezse de sizinle görüşen arkadaş veya avukatlarınızın bu
mektubumun ve yolladığım metnin içeriği hakkında sizi bilgilendireceğini umarak.
*
Bunu, kısa program metnini, yollamamın iki nedeni var.
Birincisi gerek teorik ilgiler bakımından gerek program,
strateji, örgüt, taktik gibi konular bakımından, birçok yakınlıklar ve
paralellikler içinde bulunuyoruz. Ancak farklı vadilerde akıyoruz. Zaten bu
kısa metni bile okursanız siz de bunu görürsünüz. Bir tartışma olanağı olsaydı
bunun herkes için çok verimli sonuçları olurdu kanımca. Ama yok, hapisler ve
sürgünler maalesef bu en sıradan insani ihtiyacı bile yok etmiş bulunuyor.
İkincisi daha somut bir neden. 21 Nisan 2025 tarihli görüşme
notlarınız bir şekilde ortalıkta dolaşmaya başladı. Orada şu iki cümle
dikkatimi çekti:
Birincisi: “Kapsamlı bir program çalışması yapacağım”
İkincisi: “Bunu hangi blok desteklerse biz onunla ittifak
yapacağız. Demokratik Cumhuriyet Bloku diyeceğiz. Önümüzdeki seçimlere böyle
bir şeyimiz olacak. Fesih kongresinden sonra hemen DEM'in kongresini yapacağım,
onu ben yapacağım.”
Yani yeni baştan bir örgütlenme.
Ve örgütlenme de her şeyden önce tüzük ve program demek
olduğundan, Program çalışması yapacağınızı belirtiyorsunuz.
Ve bu açık bir partinin program çalışması ve tartışması
demektir.
Ben de bu çalışmalarınızda, hem en azından bir fikriniz
olsun diye hem hazırlık ve tartışmalar için iletmemin iyi olacağını düşündüm.
Buraya tesadüfen Tuncer Bakırhan’ın geldiğini duyunca, belki
elden iletebilirim diye yazıcıyla basarak hem programı hem de bu kısa mektubu kendisine
verip size iletmesini ve aynı zamanda kendilerine de bir öneri olduğunu
belirterek vermemin iyi olabileceğini düşündüm.
Aslında size yolladığım metin, 2004 yılı civarında yazdığım “Ortadoğu
İçin Demokrasi Manifestosu” başlıklı uzun metnin sonundaki Ortadoğu ve Türkiye
için somut talepler bölümüdür.
O uzun metin kitap olarak basılmıştı ama elimde yok.
Orada bu programa temel olan teorik ve tarihsel arka planın
ışığında kısa bir tarih anlatısı vardı.
Eğer bulunur da size iletilirse o daha iyi olur ve daha
somut bir fikir edinebilirsiniz.
Size ilişikte yolladığımı kısa metinde, program kısmına yapılmış
bir iki güncelleme var. Ama bunların en önemlisi, “Oydaşma” yöntemiyle
ilgili eklemedir.
Bunun ne olduğunu aslında bir kitap olarak yazmak istiyordum
ama zaman yokluğundan henüz yapamadım. Ama bunu anlatan videolarımı internette yıllardır
duruyor. Onlardan daha ayrıntılı bilgi edinilebilir. Ama özdeki farklılıkları
da yolladığım metne kısaca koydum.
Özellikle belirtmek isterim ki, bu “Oydaşma” yöntemiyle
karar verme konusu, eğer kurmayı düşündüğünüz yeni örgütlenmede benimsenir ve
savunulursa, dünyada, demokrasi mücadelesine, tıpkı “eş başkanlık” kurumu ve
kadınların öne çıkarılması gibi, çok büyük etkisi olabilecek bir katkı
olabilir.
*
Sorduğumuz sorular ve tartıştığımız konular bakımından en
azından belli yakınlıklar bulunduğundan ve paralel vadilerde akıyor olmaktan
söz ettim.
Bu bağlamda size kitaplarımı da iletmek isterdim. Ancak
basılan bir iki kitabımın basılı nüshaları bende bile yok. Kimse basmıyor. Bu
nedenle yollayamıyorum.
Ama kitaplarım internette karşılıksız olarak PDF ve EPUB
gibi dijital okumaya uygun formatlarda bulunmaktadır.
Avukat veya ziyaretçileriniz bunları indirip bir yazıcıyla
basıp size iletebilirler. En azından böyle bir olanak var.
Ama bunlar içinde özellikle en son yazdığım, “Marksizmin
Yeniden İnşası”nın birinci kitabı olan “Uluslar ve Ulusçuluk Teorisine
Giriş”i önermek isterim.
“Yeniden İnşa”nın ikinci ve üçüncü kitapları “Din
Teorisi” ve “Toplum Teorisi” olacak. Kafamda hazırlar ama artık
çalışma verimliliğim azaldığından ve arada sürekli yeni sorunlar ve yapacak
işler çıktığından biraz yavaş gidiyor.
(Yaptığımı ya da yapmaya çalıştığımı kısaca şöyle
eleştirebilirim. Ben de “Klasik Marksizm”i eleştiriyorum, ama bunu
Marksizmin katkılarına dayanarak, eleştirel geliştirme şeklinde yaparak bir “Modern
Marksizm” şekillendirmeye, en azından temellerini atmaya çalışıyorum.
Eleştirim çok temelden ama bunu bir Marksist olarak
yapıyorum.
Bir fikriniz olsun diye kısaca belirteyim dedim.
Umarım işim bitmeden bu işi bitiririm.
Fazla uzatmadan bu mektubu da burada bitiriyorum.
Size ve arkadaşlarınıza çalışmalarınızda başarılar ve sağlık
dilerim.
Dostlukla
22 Haziran 2025 Pazar
Demir Küçükaydın
Gerçek Bir Demokrasi İçin Somut Program
Gerekçe:
Demokrasi demek her şeyden önce
yurttaşların gerçek bir hukuki ve biçimsel eşitliği demektir. Diğer bir
deyişle, Demokrasi hukuki veya fiili eşitsizlikleri, yani statü farklarını
ortadan kaldırıp herkesi eşit yurttaşlar yapar.
Öte yandan tam ve gerçek bir
demokrasi ancak dünya çapında gerçekleştirilebilir.
Çünkü uluslar ve ulusal devletler, statü
farklarını devletler çapında yeniden üretir.
Bu nedenle demokrasi gerçek
anlamına bir dünya cumhuriyetinde kavuşabilir. Bu nedenle uluslara, ulusçuluğa
ve ulusal devletlere karşı mücadele demokrasi mücadelesinin olmazsa olmazıdır.
Sosyalizm ise, ancak dünya çapında
gerçekleşebilecek bu gerçek biçimsel ve hukuki eşitliği, yine dünya çapında,
iktisadi eşitlikle genişletmek ve sınıf farklarını ortadan kaldırmak demektir.
Sosyalizme sancısız ve özgürce
geçiş, ancak dünya çapında gerçek bir demokraside olabilir.
O halde dünya çapında, ulusal
devletler ortadan kaldırılmadan, yani biçimsel ve hukuki bir eşitlik olmadan,
sosyalizm bir imkan ve gereklilik olarak ortaya çıkamayacağı gibi, mümkün de
olamaz.
Bu nedenle her sosyalist aynı
zamanda tutarlı bir demokrat olmalıdır. Demokrat olmak, uluslara, ulusçuluğa ve
ulusal devletlere karşı olmak ve onları ortadan kaldırmak için mücadele etmek
demektir.
Ancak bu mücadelede her demokratın
acil görevi kendi bulunduğu ülkede, ilk elde bir dil, din, kültür, tarih, etni,
gelenek vs. ile tanımlanmış ulusa, ulusal devlete ve ulusçuluğa karşı mücadele
etmek, bulunduğu ülke çapında ulusu böyle tanımlamaya karşı tanımlayan bir
demokratik ulusçuluğa ulaşmaktır. Bu, dünya çapındaki görevi gerçekleştirmenin
ön koşuludur
Bir ülkede olsun, yurttaşların
gerçek bir biçimsel ve hukuki eşitliği için ise, her şeyden önce ulusun, yani
politik olanın, yani devletin, bir dil, din, tarih, kültür, ırk, etni vs. ile
tanımlanmasına ve eşitsizlik yaratıp, bu tanımın dışında kalan yurttaşların
eşit olmayan yurttaşlar olarak yaşamasına ve varlığına son vermek gerekir.
Bunun için de ulus, ulusun bu
türden, tanımlanmasına karşı tanımlanmalıdır. Yani yurttaşların dili, dini,
tarihi, kültürü, “etni”si, vs., bütünüyle politik alanın dışında, yani devletin
işlevlerinin ve kontrolünün dışında tutulmalı, devlet yurttaşların bu
özellikleri karşısında kör olmalıdır.
Bir ülke çapında biçimsel eşitliğin
ve dolayısıyla demokrasinin olmazsa olmazı budur.
Bir ülkede, gerçek bir demokrasinin
temel şartı olan bu biçimsel ve hukuki eşitliğin sağlanması, bunun için de
devletin yurttaşların bu özellikleri karşısında eşit olabilmesi için şu
tedbirler alınmalıdır:
Somut Talepler:
•
Herkesin istediği dili anadil olarak seçme ve anadilinde
eğitim hakkı olmalıdır.
(“Ana dilini öğrenme hakkı” değil. Bu bir resmi dilin varlığını ve onun yanı
sıra ana dilin de öğrenilme hakkını varsayar yani aslında dillerin politik bir
eşitsizliğine, devletin bir dilinin (Resmi Dil) olmasına yol açar. Gerçek bir
demokraside Devlet de bir dille tanımlanamaz, yani bir “resmi dil” olmaz.)
•
Pratik bir ihtiyaç olarak ve yurttaşların ortak bir dille
konuşabilme olanaklarını yaratmak, zaman, güç kayıplarını minimuma indirmek ve
demokrasiyi gerçekleştirebilmek için, tıpkı çok farklı ihtiyaçları karşılayan
malları ortak bir eşdeğerle değiştirebilmek gibi, zorunlu olmayan ortak bir
dilin öğrenilmesini, yani bir “Lingua Franca”yı öğrenme olanaklarını
devlet her yurttaşa sunar.
•
Ortak bir konuşma ve yazışma dilinin gerekip gerekmediğine ve
gerekiyorsa bu dilin hangi dil olacağına, yurttaşlar, en az karşı çıkılanı yani
en geniş kabul göreni bulmaya yönelik “Oydaşma” yöntemiyle karar
verebilmeli ve vermelidir.
•
Devlet yurttaşlarca gerekliliğine karar verilmiş ve seçilmiş
dilin öğrenilmesini ve yurttaşları bilgilendirmeye yönelik tüm metinlerin bu
dilde de emre amade kılınmasını yurttaşlardan aldığı vergilerle sağlar.
•
Okullarda herkes ana dilinde veya özgürce seçtiği bir dilde,
tıpkı doğa bilimlerinde olduğu gibi, aynı ortak tarihi, edebiyatı vs.
okumalıdır.
•
Böyle bir tarih ve edebiyat, ancak ülkede ve komşularında
yaşayan tüm dil, din, kültür, “etni”den insanlar tarafından, ortaklaşa olarak,
eşit katılım ve haklarla yazılabilir. Ve okullarda böyle yazılmış olan tarih ve
edebiyat kitapları okutulur.
•
Eğer yine yurttaşlar tarafından okullarda “Din ve Ahlak”
derslerinin olmasına karar verilirse, bu derslerin kitapları da yeryüzündeki
tüm büyük din ve inançlardan ve dinsiz ve inançsızlardan eşit sayıda
temsilciler tarafından ortaklaşa yazılmalıdır. Okullarda bunlar okutulmalıdır.
•
Devletin tüm inançlar karşısında eşit ve tarafsız olması
için, Diyanet lağvedilmeli, İmam Hatip okulları normal okullara çevrilmelidir.
•
Diyanet gibi kurumlarda şimdiye kadar çalışanların mağdur
olmaması için geçimleri gönüllü olarak cemaatler tarafından karşılanmayanlar
devletin başka işlerine yerleştirilmelidir.
•
Devlet sadece tüm dil ve inançlar vs. arasında eşitliği
sağlamak ve azınlık inançta veya dilde olanlar aleyhine oluşacak fiili
eşitsizlikleri gidermekle, haksızlıkları engellemekle yükümlü olmalıdır.
*
Gerekçe:
Demokrasi aynı zamanda eşit yurttaşların
kendi kendisini yönetimi anlamına da gelir ve eşitliğin zorunlu
sonucudur.
Bunun gerçekleşmesi ise her şeyden
önce yurttaşların hiçbir kısıtlama olmadan, fikrini ifade edebilmesi ve o
fikirlerin çoğunluğu kazanabilmesi için örgütlenebilme hakkı gerekir. Bunun
için de:
Somut Talep
• Sınırsız bir düşünce, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü derhal uygulamaya geçmeli, bunları sınırlayan tüm yasalar
derhal ve otomatik olarak geçersiz olmalıdır.
*
Gerekçe:
Öte yandan yurttaşların birçok görüş arasında ve karşısında
doğru karar verebilmesi için, toplumsal hayatın her alanında doğru ve tam bir
bilgiye sahip olması, bunlara sınırsızca ulaşabilmesi hakkı gerekir.
Bunun için de:
Somut talep:
• Devletin, firmaların,
örgütlerin, partilerin, yani ülkedeki bütün kurum, örgüt ve organların, bütün
kararları, bütün tartışmaları tüm yurttaşların bilgisine açık olmalıdır.
*
Gerekçe:
Ancak gerçek bir demokrasi için bu
da yetmez, yurttaşların doğru kararlar verebilmesi için her şeyden önce medya
aracılığıyla doğru bilgilenmesi de gerekir. Doğru bilgilenme için ise, medyanın
devlet ve sermayenin tekelinden ve egemenliğinden kurtulması gerekir. Bunun
için de
Somut Talep:
•
Tüm medya ve yayın faaliyeti, matbaalar, frekanslar,
kanallar, kağıtlar toplumsallaştırılmalı, devletin ve sermayenin elinden
alınarak, yurttaşların ve örgütlerinin emrine verilmelidir.
•
Medya olanakları; tüm örgütler, partiler, inançlar, fikirler,
akımlar, meslekler, cinsler, yaşlar, bölgeler vs. arasında, aldıkları oy
oranlarına, nüfuz içindeki oranlarına, üye sayılarına göre dağıtılmalıdır.
Böylece her yurttaş her konuda tüm farklı görüşleri bilebilir, manipülasyonlar
ve yalan ve yanlış bilgiler minimuma inebilir.
•
Bu dağılımın (alınan oy, nüfus içindeki oran, üye sayısı)
gerçek oranları yansıtmaları için, yine bu paylaşıma katılanlar tarafından sık
sık güncelleştirilmelidir.
*
Gerekçe:
Ancak bunlar da yetmez. Çünkü toplumda konumları, çıkarları,
görüşleri, inançları farklı insanlar vardır ve bunlar arasında uzlaşmalar ve
ittifaklar yapılması karar verebilmenin olmazsa olmazıdır.
Bunun için bilinen ve yaygın uygulama Evet ve Hayır’a
dayanan, alternatifleri ikiye indirgeyen, toplumu kutuplaştıran, insanların
sadece karşıdaki kazanmasın diye ister istemez hiç katılmadıkları görüş ve
kişileri desteklemek zorunda bırakan, kazananın veya çoğunluğu sağlayanın her
şeyi aldığı, çoğunluğu sağlamaya yönelik ve aslında savaşın mantığına dayanan,
silahların yerine oy sayısını geçiren, bir karar alma yöntemi olan oylama
yerine; çoğunluğu değil, çözümü bulmaya, en çok oy alanı değil, en az
karşı çıkılanı ve dolayısıyla üzerinde en geniş uzlaşma olanı bulmaya
yönelik, seçilecek alternatifleri ikiye indirmeyen ve aksine çoğaltan,
en ince nüanslara bile bir alternatif olma hakkı veren, en küçük
azınlıkların bile her kararda ağırlığını hissettirmesine imkan veren bir
yöntemle kararların alınması gerekir.
Böyle bir yöntem vardır. Bunun adı “Oydaşma Yöntemi”dir.
Gerçek bir demokrasi için en modern ama aslında en eski karar alma yöntemi olan
oydaşma yöntemiyle karar almak, gerçek bir demokrasinin olmazsa olmazıdır. Bu
nedenle:
Somut Talep:
• Tüm düzeylerde her zaman
bütün kararlar Oydaşma Yöntemiyle alınmalıdır.
*
Gerekçe:
Ancak bu tedbirler, gerçek bir
demokrasinin temelini oluştururlar ama doğrudan bir demokrasi teknik olarak
mümkün olamayacağından, onu gerçekleştirmek için belli oranlarda temsilcilerin
seçilmesi teknik bir zorunluluktur.
(İnternet ile belli kararlar global
köyün bir meydanında toplanmış gibi doğrudan demokrasi ile alınabilir. Bu
olanakları kullanmak ve genişletmek için çaba gösterilmelidir. Ancak bunlar
gerçekleşene kadardır bu temsilciler sorunu.)
Ancak bu teknik sorunun çözümünün
başka bir sorunu ortaya çıkardığı görülmüştür. Bu temsilci olarak seçilenler,
kendilerini seçenlerden bağımsızlaşma eğilimi taşırlar. Temsilcisi olduklarının
basit bir hizmetçisi olacak yerde, onları kendi amaçlarının hizmetçisi haline
getirirler. Bu bağımsızlaşma Devlet cihazında en tehlikeli biçimini alır.
Yurttaşların birlikte yaşamasının ortak kararlar alıp uygulaması ihtiyacının
bir ürünü olan Devlet ya da Komün, onları kendi varlığının ve egemenliğinin
hedefi ve araçları olarak görmeye başlar.
Seçilenlerin, yönetim organlarının
ve Devletin yurttaşlardan bağımsızlaşmaması, onların üzerinde yükselememesi de
demokrasinin olmazsa olmazıdır.
Yurttaşların üzerinde yükselmeyen,
onlardan bağımsızlaşmayan ama onlara itaat ve hizmet eden, ortak yaşamın aracı
olacak bir devlet (komün) ya da özyönetim cihazları için:
Somut Talepler:
•
Tüm düzeylerde (mahalle, köy, belde, ilçe, il, bölge ve ulus)
yetki ve sorumluluk seçilmiş organlarda olmalıdır.
•
Osmanlı artığı, Firavun ve Nemrutlar zamanından kalma
valilik, kaymakamlık gibi merkezi olarak atanan ve belirlenen tüm makam ve
organlar lağvedilmedir. Merkezi idarenin seçilenlerin yerine atama hakkı gibi
bir hakkı olmamalıdır.
•
Tüm emniyet, asayiş ve savunma kuvvetleri, her düzeyde, bu
seçilmiş organların emrinde ve kontrolünde olmalıdır.
•
Tüm seçilmiş yöneticiler ve organlar kendilerini seçenlerin
beşte birinin oyuyla geri alınabilmeli ve seçim yenilenebilmelidir.
•
Tüm seçilenler seçildikleri süre içinde ve çalışmaları
esasında ortalama bir çalışanın gelir düzeyinde ücret almalıdır.
•
Memurların tayin, terfi, seçim ve emeklilik işlemlerinde
bağımsız memur sendikalarının tuttukları siciller esas alınmalıdır.
•
Asker sivil adalet ikiliği ve memurlar hakkında dava için
izinler kalkmalı. Kanun ve yasalar karşısında mutlak eşitlik olmalıdır.
•
Mahkemelere Jüri usulü gelmelidir.
•
İşe alımlarda, ihalelerde vs. tam bir eşitlik için, tüm
imtihan ve seçimlerin tam bir eşitlik çerçevesinde yapılabilmesi için, sınavlar
ve seçimler, kimliklerin belli olmadığı biçimlerde yapılmalı, bağımsız
jürilerce seçim ve değerlendirme yapılmalıdır.
•
Tüm sonuçlar herkesin kontrol ve itirazına açık olmalıdır.
•
Tüm düzeylerde “Mülakat” kaldırılmalıdır.
*
Gerekçe:
Bu biçimsel eşitliği ve demokrasiyi
sağlayan tedbirlerin yanı sıra, asgari ölçüde ekonomik ve sosyal eşitsizlikleri
kaldırmak için:
Somut Talepler:
•
Devlet her yurttaşa iş bulmak, bulamıyorsa, sendikaların ve
bağımsız tüketici teşekküllerinin tespit edeceği, asgari geçim endeksine uygun
gelir sağlamakla yükümlü olmalıdır.
•
Tüm yurttaşlar için genel sağlık ve emeklilik sigortası
olmalıdır. Sigorta, doğrudan sigortalı yurttaşların seçilmiş temsilcileri
tarafından yönetilmeli ve denetlenmelidir.
•
Gelecek nesiller arasında kültür, eğitim ve iktisadi
farklardan doğan eşitsizlikleri asgariye indirmek için, her çocuk için parasız
kreş ve anaokulu sağlanmalıdır.
•
Üniversite dahil, tüm eğitim düzeylerinde, tüm eğitim ve
araçları parasız olmalı, düşük gelirli ailelerin çocukları devlet bütçesiyle
desteklenmelidir.
•
Tüm azınlıkların gerçek hayatta fiilen ortaya çıkacak bizzat
matematik bir azınlık olmaktan doğan dezavantajlarını bir ölçüde ortadan
kaldırabilmek için kotalar ve pozitif ayrımcılık uygulanmalıdır.
*
Ancak toplumun veya ulusun böyle bir örgütlenmesi eşitliği,
özgürlüğü ve refahı garanti edip, gerçek bir sosyal ve ekonomik eşitliğin
eşiğine doğru bir gidişin ilk adımını atabilir.
*
Ek Açıklama:
(Dikkat edilirse, bu Programda, klasik program metinlerinden farklı
olarak, işçilerden, köylülerin hakkından, kadınlardan, çevre sorunlarından veya
diğer somut sorunlardan söz yoktur.
Bu bir rastlantı değildir.
Burada ifade edilen tedbirler olmadan bu sorunların
çözülebileceğinden söz etmek sahte ve yanlış hayaller yaymaktadır.
Bu tedbirler bu sorunların çözülmesinin gerçek koşullarını
yaratır. İnsanlar o sorunları nasıl çözeceklerine o zaman kendileri karar
verebilirler. Bu anlamda somut yapılacak işler bakımından yapılacak işlere bir
ipotek koymaz.
Öte yandan bizzat bu taleplerin gerçekleştirilmesi halkın
örgütlenmesinin temelidir ve bu tür örgütlenmeleri yaratarak, kendini
gerçekleştirecek koşulları yaratır.
Burada esas olan, ezen azınlıkların kullanamayacağı, ama
ancak ezilen çoğunluk tarafından kullanılabilecek bir cihazı şekillendirmektir.
Bu cihazın yapısı onun bu işlevini belirler.
Tersinden ifadeyle, bu işleve göre belirlenen bir yapı öncelik
taşır. Çatalla çorba içemezsiniz. Çorba içmek için kaşık gerekir.)
22
Haziran 2025 Pazar
Demir Küçükaydın
https://demirden-kapilar.blogspot.com/
Ek Not:
Yazıda sözü geçen kaynakların linkleri:
Marksizmin
Yeniden İnşası – Birinci Kitap
Uluslar ve Ulusçuluk teorisine Giriş
https://disk.yandex.com.tr/d/xk32uOGmX9xhpg
Ortadoğu
İçin Demokrasi Manifestosu
https://disk.yandex.com.tr/d/Uh0i6WNTaefqmw
Oydaşma Denen Karar Alma
Yöntemini Açıklayan Dört Videonun Linkleri
Oydaşma Yöntemi Nasıl
Uygulanır? Kısa açıklama (Birinci Bölüm)
https://youtu.be/DT0VSM6OkQo?si=Zwb-KCbIyDq6n8Qb
Oydaşma Yönteminin
Tarihi Hakkında Kısa Bilgiler (İkinci Bölüm)
https://youtu.be/8otAGS8Vajo?si=MuUpfiIekwj8sOHY
Çoğunluk ile karar alma
neden demokrasiyle bağdaşmaz? (Üçüncü Bölüm)
https://youtu.be/nqnBtZqwfiQ?si=3Rwl5SbgqUCsQPxb
Bulanık (Fuzzy) Mantık,
Yapay Zeka ve Oydaşma Yöntemi (Dördüncü Bölüm)
https://youtu.be/o19TThbmxPI?si=rN9MU10vFoxaRQcz
*
(Öcalan’ın “Uluslararası
Barış ve Demokratik Toplum Konferansı”na Mesajı)
BARIŞ VE DEMOKRATİK TOPLUM İNŞASIYLA
SOSYALİZMİ YENİDEN KAZANALIM
Saygıdeğer düşünürler, değerli
yoldaşlar, kıymetli delegeler ve sosyalizmin hala mümkün olacağına inanan tüm
insanlar;
İmralı Adasında, 26 yılını tamamlayan
tecrit koşulları altında Türkiye’de Kürt sorunu üzerinden bir barış ve
demokratik toplum arayışıyla devletle yeniden görüşmelerin başladığı bir
süreçte sizlere sesleniyorum. Sizlerle bugün, burada sosyalizmin yeniden inşası
yolunda Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansında konuşmak kıymetli
ve anlamlıdır.
Kürtler olarak 52 yıllık PKK
mücadelesiyle varlık ve onur savaşımını tamamladık ve artık demokratik
cumhuriyetin ve demokratik toplumun yeniden inşa edileceği bir döneme girdik.
PKK, Kürt halkının ulusal varlığını
güvenceye kavuşturarak tarihsel misyonunu doldurmuş, aynı zamanda ulus-devlet
sosyalizminin tıkanıklığını da açığa çıkarmıştır. 20. yüzyıl sosyalizmi negatif
devrim hamlesi olarak ortaya çıktı ama yerine yenisini koyamadı. 1990’lara
gelindiğinde çoğu kesimin sosyalizmden kaçtığı bir dönemde “Sosyalizmde ısrar
insan olmakta ısrardır” diyerek tüm yaşamımı bu umudu yeniden kurmaya adadım.
Büyük bedellere rağmen yürütülen mücadele bugün teorik ve pratik eleştirilerle
yoğrulmuş bir mirasa dönüşmüştür. Bu mirası doğru sahiplenmek, sosyalizmi bir
anı olmaktan çıkarıp halkın nabzında canlı bir toplumsal güç haline getirmeyi
gerektirir.
Tarihteki sosyalist gelenek hem barış
hem de demokratik toplumu inşa etmeye dönük bir miras olarak ele alınmalıdır ve
bunun yolu da enternasyonal görevleri teorik ve pratikte yerine getirmekten
geçer.
Ütopik sosyalistler ve Marksistler 19.
yüzyıldan beri kapitalist hegemonik sistemi kapsamlı biçimde eleştirmiş olsalar
da sonuç alıcı bir çizgi geliştiremediler. Bugünkü kapitalizm ise artık bir
kriz değil, insan türünü tehdit eden bir hastalık düzeyine ulaşmıştır.
Ulus-devlet formundaki şiddet tekeli bu çöküşte belirleyicidir.
Kapitalizm sadece ekonomik gerekçelerle
açıklanamayacağı gibi, sosyalist akımların başarısızlığını da yalnızca
kapitalist baskıyla izah edemeyiz. Gerilemede tarihsel ve güncel hatalar da
belirleyicidir.
Marksizme dönük eleştirilerim doğru
anlaşılmalıdır. Marx’ı suçlamıyorum; onun döneminde tarih bugünkü gibi
aydınlatılmış değildi, ekoloji krizi yoktu ve kapitalizm yükseliş dönemindeydi.
Ve tüm bunlara rağmen Marks kendi görüşlerini sürekli sorgulayabilen, özgüveni
yüksek bir ideologdur. Kadın özgürlüğünü görüyor ama bunu yüzeysel okuduğu ve
derinliğini kavramadığı için ekonomik sömürü aşılırsa bunun da kendiliğinden
aşılacağına inanıyordu. Toplumsal tarihi sadece sınıfla izah etmeye
çalışmasının, devlet ve ulus devleti yeterince çözememesinin bedeli ağır
sonuçlar doğurmuştur. Tüm bu eleştirileri yaparken Marks’ın emeğine büyük saygı
duyduğumu, niyetinden kuşku duymadığımı ve Marksizmi Marks’tan ayrı gördüğümü
de eklemek isterim. Biz bazı temel konularda Marksizm ve reel sosyalizm
eleştirisi yaparken bir sosyalist olarak hissettiğimiz şey özeleştiridir.
Sistem karşıtı güçlerin tarihsel
materyalizmi insan toplumunun gerçekliğine uygun biçimde yeniden ele alması
gerekir. Kapitalizmin 16. yüzyılda “gökten inmediğini”, köklerinin Aşağı
Mezopotamya’daki 10–12 bin yıllık uygarlık evrimine uzandığını bilmek önemlidir.
Göbeklitepe ve Karahantepe gibi merkezler bu tarihsel başlangıcı
aydınlatmaktadır. Bu nedenle mevcut uygarlık sistemini “Kastik toplumsal katil
sistemi” olarak tanımlamayı daha doğru buluyorum. Arkeolojik ve antropolojik
bulgular, erkek avcı kastlarının geliştirdikleri öldürme teknikleriyle kadın
merkezli klan topluluklarını bastırıp köleleştirdiğini göstermektedir. Bu,
insanlık tarihindeki en köklü yarılmadır. Aynı zamanda uygarlığın tüm sonraki
gelişimini belirleyen büyük bir karşı-devrimdir.
Geçmiş tarihsel perspektiften yola
çıkarak kapitalizmi çözümlemek hayli ufuk açıcı olacaktır. Bu sistemin sadece
toplum içi çelişkileri körüklemekle kalmadığı, gezegeni tümden yok edecek
kimyasal, nükleer silah sistemleri geliştirerek, iklimi kirleterek, yer
altı-üstü zenginliklerini talan etmek için doğayı da tümden tahrip ederek insan
türünün sonunu getirmektedir. Bu gerçekliğe bağlı kalarak yeni bir kapitalist
çözümlemeyi insanlığa sunmak, enternasyonalin de temel görevleri arasında
olmaktadır.
Sınıftan önce bir öz-savunma oluşumu
olarak komün perspektifiyle ezilenlerin tarihine bakmak gerekiyor. Bunun için
ilkel kabileleri komün başlangıcı olarak görüp, günümüzdeki proletarya denilen
sınıfa veya tüm ezilenlere kadar uzanan bir tarih perspektifine ihtiyaç var.
Buna dayanarak diyoruz ki, tarih sınıf
mücadelesinden ibaret değil. Bunu da içermekle birlikte; aşağı yukarı 30 bin
yıl öncesine dayanan komünal gelişmeyle anti-komünal gelişme arsındaki bir
ilişki ve çatışma süreci olarak tarihi okumak daha doğrudur.
Konferansınızın, sunduğum teorik
çözümlemelere dayanarak yeni bir siyasi program ve örgütlenme anlayışına katkı
sunacak önemli tartışmalar yürüteceğine inanıyorum. Bu süreçte temel yöntem
diyalektik materyalizmdir. Ancak klasik
diyalektiğin bazı aşırılıklarının aşılması gerekir. Çelişkileri birbirini yok
eden uçlar şeklinde değil, birbirini besleyen toplumsal olgular olarak görmek
zorundayız. Çünkü komün olmadan devlet, burjuvazi olmadan proletarya olmaz.
Dolayısıyla çelişkiyi yok edici bir mantıkla değil, dönüştürücü bir tarihsel
perspektifle ele almak gereklidir.
Bilimsel gelişmeler de göstermektedir
ki, diyalektik yöntem mutlaklaştırılmadığı sürece toplumsal çözümlemelerde hâlâ
etkili bir araçtır. Bu çerçevede komün-devlet ve sınıf-devlet diyalektiğinin
güncellenmesi zorunludur. 20. yüzyıl reel sosyalizminin başarısızlığı da bu
tarihsel diyalektiğin doğru okunamamasından kaynaklanmıştır: devletçi sosyalizm
devleti ele geçirirken, sonunda devlete yenilmiştir. Ulusların kaderini tayin
hakkını ulus devlete bağlayarak da burjuva politikalarının sınırlarına sıkışmıştır.
“Proleter ulus devlet” kavramı da devletçi zihniyetin yeniden üretiminden başka
bir sonuç yaratmamıştır.
Bu hakikati doğru okuyarak şunu ifade
ettim: Ulus-devlet sosyalizmi başarısızlığa, demokratik toplum sosyalizmi
ise zafere götürür. Bugün demokratik toplum sosyalizmi temelinde
demokratik kurtuluşa yürüme zamanıdır.
Bu yolda devlet yerine, demokratik
cumhuriyet, demokratik ulus perspektifiyle kadın özgürlükçü, ekolojik,
demokratik toplum paradigmasıyla yeniden inşayı başaracağımıza inanarak yol
almaktayım.
Bu bilinç, hareketimizi ideolojik ve
politik yenilenmeye, örgütsel dinamizme ve halklaşmaya kavuşturarak onu
yüzyılın ihtiyaçlarına yanıt verebilecek sosyalist bir programa ulaştırmıştır.
Demokratik sosyalizmin devletle
ilişkisi de çözüm ve barış sürecinde yeniden şekillenmektedir. Devletle
ilişkimi bir demokratikleşme ilişkisi olarak tanımlıyorum. Demokratik
cumhuriyet anlayışı, devletin toplum üstünde tanrısal bir güç değil, toplumla
yaptığı demokratik sözleşme çerçevesinde işleyen bir yapı olmasını gerektirir.
Demokratik siyaset stratejisiyle devlette değişim ve dönüşümü yaratmak, toplumu
demokratik temelde yeniden inşa etmek mümkündür.
Bu stratejinin hukukla
temellendirilmesi ise barışın kalıcı temelini oluşturacaktır. Hukuk, devlet ile
toplum arasındaki demokratik ilişkinin güvencesi ve dengeleyici mekanizması
olarak şiddeti engelleyen bir çözüm aracıdır. Aynı zamanda demokratik cumhuriyetin
kuruluşunu, meşruiyetini ve toplumsal düzenin yeniden inşasını kurumsallaştıran
bir rol üstlenecektir.
Bunun içinde temel mücadele stratejisi
olarak ortaya koyduğum argümanlardan biri de demokratik entegrasyon ve bunun
hukuk kavramı oldu. Hukukun bireysel ve evrensel normlarla, kolektif haklarla
yeniden toplum lehine yapılandırıldığı demokratik entegrasyon hukuku da üç
temel ilkeye dayanmalıdır;
-Özgür yurttaş yasası,
-Barış ve demokratik toplum yasası,
-Özgürlük yasaları.
Demokratik entegrasyon hukuku hem devleti norm
devletine dönüştürecek hem de toplumun kazandığı varlığı kurumsal inşaya
kavuşturup, özgürlüğünü başarması anlamına da gelecektir. Başlattığım “Barış ve
Demokratik Toplum Çağrısı” süreci bir diyalog sürecidir. Ortadoğu gibi karmaşık
etnisiteler, dinler, mezhepler bölgesinde diyalog ve demokratik müzakere ile
başarılacak çok şey vardır. Hatta anlamlı bir sosyalizmin şiddet dolu bir
devrim anlayışından ziyade, pozitif bir inşa ve varoluş sistematiği olarak
kendini örgütlenmesini, bunun da demokratik diyalog biçiminde gerçekleşmesini
uygun bulmaktayım. Kapsamlı ve derinliğine demokratik bir diyaloğa dayanmadan
sosyalizmin inşa edileceğine, inşa edilse bile kalıcı olabileceğine inanmak
zordur.
Lenin de ‘Kapsamlı, gelişmiş bir
demokrasi olmadan sosyalizm inşa edilemez’ diyordu.
Bu düşünce ve inançla
tekrar toplantımızın başarılı geçmesini diler, bitmeyen yoldaşça selam ve
sevgilerimi sunarım.
06.12.2025
Abdullah ÖCALAN
İmralı Adası

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder