31 Ocak 2018 Çarşamba

Afrin’in Gölgesinde Tet Saldırısı – 68’in Ellinci Yılı

Bu yıl aynı zamanda 1968’in de ellinci yılı.
68’i herkes duymuştur ve bilir. Şimdi yetmişine dayanmış ve işi bitmiş benim kuşağım 68 kuşağı diye bilinir.
Ama 68’in 30 Ocak’ta (yani dün) Vietnam’da Tet Saldırısı’yla başladığını hatırlayan ve bilen pek yoktur. Bu yıl Tet Saldırısı üzerine hemen hiçbir şey çıkmadı dense yeridir. 68 üzerine yazılar muhtemelen Mayıs ayında, yazılacaktır. Ama 68 aslında 30 Ocak’ta başlayan Tet Saldırısı’yla başlamıştı.
30 Ocak 1968’de Vietnam’daki Budistlerin yeni yıl (Tet) tatilinde seksen bin Vietkong gerillası ve kuzey Vietnamlı savaşçı, yüze yakın yerde aynı anda bir saldırı başlatmıştı ABD’ye ve onun desteklediği Güney Vietnam diktatörünün ordusuna karşı. Amerikan Elçiliğine bile saldırılmıştı. Bu saldırı bütün dünya tam bir şok yaşamıştı. Bu saldırının şokuyla beş ay sonra Londra. Berlin, Paris, İstanbul’da üniversitelerde ayaklanmalar başlayacaktı.

Aslında bu saldırı askeri bakımdan bir başarı olmamıştı. Çünkü o zaman Vietnam’daki partinin bakanı olan Le Duan, birçok komutan ve parti yöneticisinin karşı çıkmasına rağmen, saldırıyla birlikte büyük bir ayaklanma da olacağı beklentisiyle bu saldırıyı başlatmıştı. Sonunda askeri bakımdan büyük kayıplar verilmişti, Giap’ın daha sonra söylediği gibi yıllarca kayıpların yerini doldurulamamıştı. Ama buna rağmen Vienam yine de ABD’yi yenmişti. Çünkü ABD tecrit olmuştu, içinden çürümüştü.
Evet askeri bakımdan beklenen hedeflere ulaşılmamış büyük kayıplar verilmişti ama politik olarak büyük bir zafer elde edildi. ABD ahlaki ve moral üstünlüğü yitirdi, haksız bir savaş yürüttüğü bütün dünyada kabul gördü ve sonunda o yenilmez Amerikan Ordusu Vietnam’da yenildi.
Bu saldırıyla birlikte ilk kez ABD’nin Vietnam’da yürüttüğü savaşın haklılığı ve ABD ordusunun gücü tüm dünyada sorgulanır olmuştu.
Tet saldırısıyla adeta özdeşleşmiş olan, Güney Vietnamlı Polis Generalinin bir gerillayı infaz ederken çekilmiş resmi, dünyanın dört bir yanındaki 68 isyanının tohumlarını atmıştı.
*
İşte şimdi Afrin’e saldıran Türk devleti ve Erdoğan-Ergenekon İslamcı-Türkçü faşist rejimi de böyle yenilecek.
Henüz Türk ordusunun bombalarıyla yok edilen ailenin kapı önünde kalmışı ayakkabıları batı basınında görmezden geliniyor. ABD’sinden Avrupa’sına bütün ülkeler Türk Devletinin saldırısı karşısında, tıpkı Hitler’i yatıştırmak için ona Çekoslovakya’ı kurban olarak vermeleri gibi, Afrin’i Erdoğan’a bir kurban olarak sunuyorlar. Ama onu yatıştıracaklarına bitini kanlandırıyor, cesaret veriyor ve azdırıyorlar.
1970’li yıllarda, Ankara’nın CHP’li bir belediye başkanı vardı Vedat Dalokay isimli, bir ara CHP’nin MHP ile koalisyon kurmasını MHP’nin böylece ehlileştirileceğini savunuyordu. İşte bu dönemde rahmetli Can Yücel, bu tezi savunanlara karşı, “Faşizm yarak gibidir okşarsan kabarır, kafasına vurursan siner” anlamında bir şeyler yazmıştı.
İşte Çekoslovakya’yı yutmak nasıl Hitler’in bitini kanlandırıp azdırdıysa, Afrin’i de Erdoğan’a kurbanlık koyun gibi sunmak, Erdoğan-Ergenekon İslamcı-Türkçü faşist rejimini de azdıracak ve sonunda er veya geç karşı karşıya geleceklerdir. Dün gece Türk ordusunun İdlib’e Nusracı çetelerin koruması ve desteğiyle dalma girişimi bu kabarışın ilk işaretlerinden biridir.
Erdoğan-Ergenekon rejimi şu an hem Rusya’nın, hem ABD’nin, hem Avrupa’nın açık veya örtülü desteğini veya görmezden gelmesini sağlamış görünüyor. Ancak bu fazla gitmeyecektir. Yakında tüm dengenin tersine döndüğünü ne yaparsa yapsın kimseye yaranamadığını görecektir. Hem de bu dengeleri tersine döndürecek bizzat kendisi olacaktır.
İşte o zaman, şimdi Afrin’de yürütülen direniş, tıpkı Tet saldırısının dünyada devrimci bir yükselişe yol açması gibi, Ortadoğu çapında demokratik bir devrimin işaret fişeğine dönüşecektir. Kobane direnişi nasıl IŞİD’in sonunu getirdiyse, Afrin direnişi de, Afrihn işgal edilse bile, Erdoğan-Ergenekon İslamcı-Türkçü faşist rejiminin sonunu getirecektir.
*
Bu yıl aynı zamanda Birinci Dünya Savaşı’nın bitişinin yüzüncü yılı.
Birinci Dünya Savaşı Osmanlı İmparatorluğu, Rus Çarlığı, Avusturya Macaristan İmparatorluğu ve Alman İmparatorluğu’nun sonuydu.
Bunlar kapitalizm öncesi uygarlıkların ve antik tarihin moderniteyle (kapitalizmle) buluşma noktasındaki son imparatorluklarıydı. Bunların sonu ile Otomobilin ve Elektriğin yaygınlaşmaya başlamasının çakışması rastlantı değildir.
Bu antik imparatorlukları modernleştirmek yönündeki “Aydınlanmacı Monarklar”ların (“Büyük Katerina”, “Büyük Friederic”, “Ulu Han Abdülhamit” hepsi de büyük ve ulu maşallah) tüm çabaları, başına topladığı cinleri dağıtamayan büyücü çıraklığıyla sonuçlandı. Onların kurduğu okullardan çıkanlar o imparatorlukların sonlarını getirdiler.
Ne var ki bu antik Şark despotlukları ve kalıntılarının çözülüşü, bu moderniteye geçiş, Fransız Devrimi’nde olduğu gibi, onun devrimci biçimi içinde, tüm insanların eşitliğini amaçlayan Aydınlanma biçiminde değil; insanların eşitliği yerine ulusların eşitliğini geçiren karşı devrimci uluslar ve ulusçuluk biçiminde gerçekleşmişti.
Böylece tüm dünyada moderniteye (kapitalizme ve ona uygun bir üstyapıya) geçiş, onun en karşı devrimci biçimi olan ulusçuluk biçiminde bütün dünyaya yayıldı. Tıpkı İslam’ın karşı devrimci Emevi ve Abbasi İslamları biçiminde yayılışı gibi. Tıpkı Hıristiyanlığın Bizans (Ortodoks) ve Roma (Katolik) Hristiyanlığı biçiminde yayılışları gibi.
Sınıflı toplumlarda bütün devrimler, karşı devrimci biçimleri içinde yayılırlar, çünkü egemen sınıflar ve devletler onları ele geçirirler.
Bu genel gidiş içinde Aydınlanma’nın devrimci ideallerine dayanan ve onları genişletmek isteğinden doğan, insanların eşitliği varsayımından hareket eden sosyalist hareketler bile ancak bir ulusal hareket olduklarında veya bir ulusal harekete dönüştüklerinde başarılı olabiliyorlardı.
Bu dönem sosyalistlerin bile ulusçulara dönüşüp, içinden çıktıkları Aydınlanma’nın demokratik ve eşitlikçi geleneklerini unuttuğu bir dönemdi. Enternasyonalizm aslında insanların eşitliğinin yerini ulusların eşitliğinin almasının ve ulusçuluğun temel ilkesinin sosyalistlerce bile benimsenmesinin bir ifadesinden başka bir şey değildi.
Aydınlanma’nın mirasını taşıyan son büyük girişim olan Ekim devrimi bile kısa zamanda köylü bir ülkede tecrit olunca “Tek Ülkede Sosyalizm” parolası biçiminde bir ulusçuluk karşı devrimiyle tasfiye olmaktan kurtulamamış, sonunda İkinci Dünya Savaşı’nın kızgın günlerinde, Aydınlanma ideallerinin ulusçu bir form içindeki silik kalıntısı Enternasyonal marşını bile terk ederek, Büyük Ruslar’a övgü düzen bir marşı kabul etmişti.
Şimdi yapay zekaların, uçakla ülkeden ülkeye seyahatlerin, internetin, akıllı telefonların, Google çevirilerin, Earth’ların, GPS’lerin, dijital ve hiçbir ulusal devletin kontrol edemeyeceği bitcoinlerin dünyasında yaşıyoruz. Uluslar ve ulusal devletlerle bunların bir arada bulunması da fazla uzun süremez.
Bugünkü ulusal devletler, birinci dünya savaşı öncesinde dünyaya egemen olan ve hiç yıkılmayacaklarmış gibi görünen imparatorluklara benzerler.
Kürt Ulusal Hareketinin bizzat kendi evrimi bile bunun bunu göstermektedir.
Kürt Ulusal Hareketi moderniteye geçişin ulusal hareketler biçiminde gerçekleştiği bir dünyada doğdu. Bu dünyada sosyalist hareketler bile ulusal hareketlere dönüşerek var olabiliyorlardı.
Kürt hareketi de bu özellikleri gösterir. Aslında 68’den etkilenmiş sosyalist bir hareket içinden doğan PKK ancak bir ulusal hareket olabildiği takdirde ve ölçüde bir kitlesel etki sağlayabiliyordu.
Ama aynı zamanda PKK artık insanlığın uluslar ve ulusçuluk deli gömleğine sığmadığı bir çağın, daha doğrusu bu çağa geçişin de ürünüdür.
Abdullah Öcalan’ın Marksizme eleştirileri, ulusları ve ulusçuluğu mahkum etmeleri, demokratik bir cumhuriyet ve Demokratik Ulus parolasını yükseltmeleri hep bu sınırlara takılışın ve bunları aşma çabasının bir yansımalarıdır.
Öcalan ve PKK canlı bir harekete dayandıkları için, bütün kültürel ve teorik yetersizliklerine rağmen bu ihtiyacı en erken ve can alıcı biçimde hissedip en erken çözüm çabasına girenler olmuşlardır.
Enternasyonalizm nasıl aydınlanma hümanizmi ve kozmopolitizminin ulusçu bir formülasyon içinde soluk bir yankısı ise, Demokratik Ulus ve Demokratik Cumhuriyet parolaları ve özlemleri, tersinden ulusçu bir formülasyon içinde ulusçuluğun deli gömleğini parçalama girişimleridir.
Birkaç gün önce yayınlanan PKK önderlerinden Mustafa Karasu’nun şu satırları ancak bu tarihsel bağlamda anlaşılabilir.
“Bu açıdan şovenizme, milliyetçiliğe, sosyal şovenizme, ulus devlet anlayışına ve bunun dayandığı ulus zihniyetine karşı ideolojik mücadelenin yürütülmesi gerekmektedir. Efrîn işgali ve buna karşı Türkiye'de gösterilen ya da gösterilmeyen tepkiler ideolojik mücadelenin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymuştur. Kuşkusuz bu ideolojik mücadelede sosyalistlerin öncü olması gerekmektedir. Bu açıdan başta sosyalistler olmak üzere tüm demokratlara Türkiye'nin şovenizm, sapkın ulusallık virüsü ve hastalığından kurtulması için tarihi sorumluluklar düşmektedir. Sosyalistler, aydınlar, yazarlar, demokratlar, Türkiye halklarının bilinci ve vicdanıdırlar. Bu açıdan Türkiye'deki tablodan en başta da kendilerini sorumlu görmelidirler. Toplum bizim aynamızdır demelidirler. Biz faşistleri, şovenistleri ve insanlık dışı kesimleri suçlayamayız. Onların karakteri zaten odur. Ona uygun davranıyorlar. Önemli olan, biz sosyalistler ve demokratlar ne kadar rolümüzü yerine getiriyoruz, bunu sorgulamalıyız. Faşistlerin ve insanlık dışı çevrelerin düşünce ve duygularını neden geriletemiyoruz bunları sorgulamamız gerekir. 
Tabii ki Kürt Özgürlük Hareketi olarak, Kürt sosyalistleri ve demokratları olarak bizler de kendimizi sorgulayacağız. Türkiye'deki ve Ortadoğu'daki bu şovenist ve soykırımcı zihniyeti ve faşist gericiliği, her türlü gericiliğin varlığı konusunda biz ne kadar sorumlu davranıyoruz, sorumluluklarımızı yerine getiriyoruz? Bu tür gericiliklerin varlığı ve geriletilememesi konusunda bizlerin de yetersizlikleri vardır. Kürtler içindeki milliyetçiliği aşmada eksikliklerimiz vardır. Çünkü Kürtler içindeki milliyetçilik de karşı milliyetçilik ve şovenizme gerekçe yapılmaktadır. Dolayısıyla esas sorumlu Türkiye’dir, Türkiye sosyalistleridir, demokratlarıdır gibi yüzeysel ve kendimizi sorumluluk dışında tutan bir yaklaşım gösteremeyiz. Önder Apo bu konuda tarihi sorumluluk göstermiştir. Bu açıdan demokratik ulus yaklaşımını ortaya koymuş ve Kürt sorununun çözümünü Türkiye'nin ve Ortadoğu'nun demokratikleşmesiyle iç içe ele almıştır. Kürt Özgürlük Hareketi olarak da her zaman Türkiye halklarıyla kardeşlik içinde sorunu çözme yaklaşımı içinde olduk. Söylem, tutum ve politikalarımızda buna dikkat ettik. Kürtler içinde milliyetçi eğilimlerin kardeşlik içinde demokratikleşme mücadelesine zararlı olduğunu bilerek bu tür eğilimlere karşı tutum koyduk. Biz bundan sonra da sosyalist kimliğimize uygun davranacağız. Bunu yaparken dostça, kardeşçe ve yoldaşça Türkiye'deki sosyalist, her renkteki sol, demokrat, aydın ve yazarlar içindeki yanlış eğilimlere de bir tepkisellik içine girmeden eleştirilerimizi yönelteceğiz. Çünkü Türkiye açısından yanlışlıklara karşı ideolojik mücadelenin önemi bulunmaktadır. Bu mücadele esas olarak Türkiye'nin sosyalistleri, demokratları, vicdanlı, ahlaklı aydın ve yazarları tarafından yapılırsa daha sonuç alıcı olur.”
Bu büyük tarihsel eğilim ve dönüşümü görmeyenlerin bütün tahlilleri boşa çıkacaktır.
*
Buna bağlı olarak, bugün Afrin’de yürütülen savaş üzerine analiz ve tahminler yapanların hepsinin bütün hesaplarını bozacak ve sonunda öngörülerinin boşlukta kalmasına yol açacak olan temel yanlışı, yukarıda değinilen tarihsel dönüşümü anlamadıkları ve göremedikleri için, savaşta gözle görünmeyen asıl cephenin ne olduğunu kavramamalarıdır.
Savaşı, ABD ve Rusya arasındaki bir bilek güreşi açısından analiz edenler; Türkiye, İran, Suudi Arabistan, İsrail vs. gibi bölge güçleri arasında bir rekabeti analizlerine katanlar, Kürtler ve Türk devleti, arasında bur savaş olarak görenler… bunların hepsinin tüm çözümlemeleri ve bu savaşta bulundukları yer yanlıştır.
Bu savaşın ana cephesi, ulusal devletler ile, ulusları bir dil, din, etni ile tanımlayan demokrasi düşmanı devletler ile, böyle tanımlamayı reddeden, ulusçuluğu aşmaya çalışan, demokratik özlemleri destekleyen Özgürlük Hareketi arasında bir savaş olmasıdır.
Bu mücadeleyi, ulusalcılığa karşı demokratik bir gücün, yani özgürlük hareketinin, global ölçekteki güçlerin, bölge çapındaki güçlerin, bölgedeki ulusal devletlerin ve diğer anti demokratik güçlerin aralarındaki çelişkileri değerlendirmesi ve bu çelişkilerden yararlanarak yol alması olarak gördüğünüzde ancak doğru bir pozisyşon alabilir ve olayların gidiş yönünün ana eğilimin tahlil edebilirsiniz.
31 Ocak 2018 Çarşamba
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Bu yazı ilk olarak şurada yayınlandı:


1 yorum:

Unknown dedi ki...

Ustad, muhtesem analiz ve onerge.Eline saglik.