3 Nisan 2025 Perşembe

Kitle Hareketi, Erdoğan, Bahçeli ve Suriye Üzerine Küçük Ayrıntılardan Büyük Genellemeler


(Resme tıklarsanız sesli yazıla gidersiniz. Başlığa tıklarsanız Okumak için yazıya geçersiniz.)

Kitle Hareketi, Bahçeli, Erdoğan, Suriye Üzerine Küçük Ayrıntılardan Büyük Genellemeler

Ben küçük ve basit ayrıntılar meraklısıyımdır. Çünkü onlar geneldeki değişimi daha iyi gösterirler. Bu gözlemdeki ayrıntıya düşkünlüktür.
Bir de pratiğe ilişkin ayrıntı düşkünlüğü vardır. “Eylemin ayrıntılarla ilgilenmeyi gerektirdiğini” (Hegel) vurgular. Pratiğe, tekniğe, uygulamaya düşkünlüğümüz de ayrıca bu bağlamda da bir ayrıntı düşkünlüğünü besler. “Şeytan ayrıntılarda gizlenir” sözü bu bağlamda ayrıntılarla ilgilidir.
Eh biz de “Şeytan’ın avukatı” olduğumuzdan, şeytan da ayrıntıları yurt edindiğinden, ayrıntı meraklısı olmamız normal sayılmalı.
Başlangıçta bunu kendimin bir zaafı olarak görürdüm. Devrimci dediğin büyük genellemeler ve teorilerle ilgilenmeli diye düşünür, bu ayrıntı zaafıımdan dolayı vicdan azabı çeker suçluluk duygusu içinde bulunurdum.
Ama sonra bir yerde, (ihtiyarladık artık, belki de bunamaya başladığımız için, yerini ve zamanını hatırlayamıyorum) Lenin’in de hep küçük ayrıntıları sorduğunu okumuştum. Hatta ayrıntılarla ilgili anekdotu aktaran, “bütün büyük genelleyici ya da teorisyenler gibi” anlamına gelen bir ön cümlecikle birlikte anlatıyordu yanlış hatırlamıyorsam.
Böylece bu ayrıntı merakım yüzünden vicdan azabı çekmekten kurtulup, vicdan rahatlığı ve iç huzuruyla ayrıntı düşkünlüğüne devam ettim.
19 Mart’ta İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin kendi inisiyatifleriyle ve bir yürüyüşle protesto gösterilerine başlamasının ardından CHP liderliğinin bu kitle hareketlenmesini kontrol altına almak için öne geçmesi, onu yaymak hem ülke çapına hem başka toplum kesimlerine (Mütedeyyinler, Kürtler gibi) yaymak, uzun vadeli bir hareket planı oluşturmak gibi sorunları olmaması nedeniyle sürekli bu eksiklere dikkati çekerek, sanki dinleyen varmış gibi, somut öneriler içeren yazılar yazdım.
Bu yazılardan amaç, olur da birilerinin aklına düşer, kendi yolunu bulma eğilimi gösteren bu kitle hareketlenmesi, kendi deneyleri ve iç güdüsüyle belki bu önerilere uygun biçimler geliştirir veya kendisi başka biçimler yaratır umuduydu. Göle maya çalmaya kalkmak gibi bir şeydi.
İlk yazımızın başlığı “İmamoğlu değil Adalet ve Hukuk, CHP'liler Değil Tüm Yurttaşlar, CHP Binalarının Önü Değil En Büyük Meydanlar, Bir günlük değil Sürekli” idi.
Bu başlıktaki itirazlardan ilki, muhtemelen bizim etkimizle değil, hareketin kendi dinamizmi ve iç güdüsüyle, bizim önerdiğimiz “Adalet ve Hukuk”un başına “Hak”kı ekleyerek ve üçleyerek, böylece birlikte söylemek için uygun bir ritm ve melodi de sağlayarak, kitlenin yaratıcılığıyla ortaya çıkmaya ve yayılmaya başladı.
Bunu ilk kez, “Mütedeyyinlerin” yoğun olduğu Kayseri’de yapılan bir mitingde görmüş, “Hak, Hukuk, Adalet ve Beyaz Bir Bayrak” başlıklı bir yazıyla, ilk yazının ilk cümleciğinin bu pratikten doğan biçimine öne çıkarmış ve ikinci cümleciğin, yani  “CHP’liler Değil Tüm Yurttaşlar”a yayılması için, beyaz bir bayrak önermiştim.
Beyaz Bayrak, direnişin kimseyi itmeyecek, ama herkesin altında kendine bir yer bulabileceği ortaklığı sembolize ediyordu ve bunu sağlayabilirdi.
Yani Mevlana gibi, “dinin, milliyetin, siyasi görüşün ne olursa olsun, eğer Erdoğan’ın keyfi hak, hukuk, adalet tanımaz rejimine karşıysan gel” anlamını taşıyordu.
Çünkü her görüşün, dinin ya da dilin sembolleri bu cephede yer alabilecek başkalarını itiyordu. Bu da tüm güçlerin aynı bayrak altıda toplanmasını, böylece hareketin tüm muhalif toplum kesimlerine yayılmasını engelliyordu.
Bu önerimiz henüz hiçbir yankı bulmadı ama bu yönde kitlenin eğilimi ve yaratıcı bir potansiyeli olduğunu iki politika dışı somut olayda ve yine ayrıntıda gördüm.
Ben hobi olarak Beşiktaş taraftarıyım. Yemek yapar ya da yerken, Beşiktaş taraftarlarının yayınlarını, oyunlar hakkındaki yorumlarını falan izlerim. Böylece hem kafamı dinlendiririm hem de toplumun “apolitik” kesimleri hakkında bir fikrim olur, (“Apolitik”lik de bir politik duruştur. Nesnel olarak politik olmamak mümkün değildir. Ama bu ayrı bir konu, geçiyoruz.) dolaylı da olsa bir gözlem yapmış olurum (yine bir takım küçük ayrıntılar “hastalığı”). İşkolik olduğumdan bir şey yapmadan, hatta mümkünse aynı anda iki iş yapmadan duramam ve canım sıkılır. Ayrıca az zaman kaldı, olabildiğince yoğun olarak bir şeyler yapmak gerekiyor.)
İşte bir programda konuşan, programı yöneten ve sunan bir “hasta” Beşiktaşlı, son olaylar üzerine izleyicilerden gelen, “niye bu olaylar hakkında bir şeyler söylemiyorsunuz” eleştirilerine şöyle bir cevap verdi: “Beşiktaşlılık bizim üst kimliğimizdir. Elbet hepimizin farklı görüşleri vardır. Bizim de var. Ama kesinlikle bu işlere girmeyiz. Aksi takdirde parça parça oluruz”. Tam böyle olmayabilir ama bu anlamdaydı.
Yani politik bir anlamı olmayan bir kimliği üst kimlik olarak tanımlayarak aslında son derece politik ve aslında gerçek bir Demokratik Cumhuriyetin dayanması gereken bir ilkeyi, politik parti veya diğer bölünmelere karşı önermiş oldu. 
Yazılarımızı izleyenler bilir, biz demokratik bir cumhuriyetin bir dille, dinle vs. ile tanımlanmaması gerektiğini, bunların politik bir anlamı olmaması gerektiğini söyler ve Türklüğün, Kürtlüğün, Aleviliğin, Sünniliğin körü bir devlet olmayı önerirken, bütün bu kimlikler bir futbol takımı taraftarlığı gibi olabilir, devlet nasıl en azından biçimsel olarak futbol takımları karşısında tarafsız ise ve bunların politik bir anlamı yoksa dil, din, tarih, kültür vs. karşısında da öyle olmalıdır diye yazardım. Sık sık, ulus ve devletin tanımı bir dile, dine, tarihe, kültüre, ırka vs. dayanmamalıdır, bir toprak parçası üzerinde yaşayanlarla sınırlı olmalıdır, ulusu ve devleti böyle tanımlamaya karşı tanımlamalıdır diye de yazarım.
İşte o taraftar bunu tersinden yapıyordu. Beşiktaşlılık üst kimliği içinde, “Beşiktaş Cumhuriyeti”ni bir demokratik cumhuriyet gibi tanımlıyordu.
Bu aslında son derece ulusalcı ve her vesileyle devlete selam çakan Beşiktaş taraftarlarının aynı zamanda pek ala bir demokratik cumhuriyetin de savunucusu olabilecek kategorilerle düşünebildiğini gösteriyordu. Devletin ve istihbarat örgütlerinin ve Özel Savaş Dairesi’nin bilinçli çabaları ve yönlendirmeleri olmasa, bu futbol taraftarı kitleler, demokratik bir cumhuriyetin dayanması gereken ilkelere hiç de yabancı değildirler.
Bu taraftar, Beşiktaşlılık açısından, politik kimlikleri politikanın (futbol veya sporun) dışına itiyor, Beşiktaşlılığın bunlar karşısında kör olması gerektiğini söylüyordu.
Bu yaklaşımın somut biçimi değil, dayandığı denklem ya da formül önemlidir. Aynı formül demokratik bir cumhuriyete de uygulanabilir. Ulusu ve devleti tanımlamak için bir dil, din gerekmez, aksine o Beşiktaşlının yaptığı gibi, ulus böyle tanımlamalara karşı tanımlanabilir.
(Dikkat edilirse, herkesin şaşırdığı Öcalan’ın “Kültüralist” yaklaşımları bile bir tarafa bırakalım önerisi bu bağlamda daha iyi anlaşılabilir. Ama burada buna girmeyelim.)
*
Neyse, daha sonra benim yazılarımı beğenmeyen ve CHP’ye karşı çok eleştirel bulan, CHP’nin iyi politikalar uyguladığını, kitle hareketinin CHP’nin kontrolünden çoktan çıktığını söyleyen, ama bana kalırsa neredeyse bir CHP’li yaklaşımları ve tepkileri gösteren bir arkadaşım, bana, görüşlerinin doğruluğunun olgusal delilleri olarak sürekli olaylarla ilgili videolar yolluyordu.
Evet geniş kitleler sokaktaydı ama kırmızı bir bayrak denizi, yani Türk ve Atatürk bayrakları denizi idi. Yani hareket henüz CHP’ye oy vereceklerin dışına çıkamamıştı ve çıkamıyordu. Bu nedenle benim için ikna edici olmuyordu.
Hiç birisi beni ikna etmemişti.
Ama Fenerlilerinki ikna etti.
Hepsi fener forması giymiş Fenerbahçe taraftarları, galiba kitleler halinde bir maça giderken, bir metro istasyonunda “hak hukuk adalet” parolası atıyorlardı. Yani bu parola farklı görüşlerden tüm Fenerbahçelileri aynı bayrak altında toplayacak bir işlev görüyordu.
Bu hem önerimin ne kadar doğru olduğunu, hem de aslında sadece CHP’lilerden oluşmayan kitlenin, altında toplanabileceği bir bayrağa nasıl ihtiyacı olduğunu ve bunun bilince çıkmamış arayışı içinde olduğunu da gösteriyordu. Hak Hukuk Adalet parolası farklı görüşlerdeki bütün Fenerlileri birleştirdiği gibi, tüm ülkedekileri de birleştirebilirdi.
Yapılması gereken sadece, Fener veya Beşiktaş veya kulüp renkleri yerine, sadece hiçbir takıma ya da politik eğilime göndermesi olmayan bir beyaz bayrak.
Geniş kitleler el yordamıyla, kendi iç güdü ve eğilimleriyle önerimizin kıyısına gelmiş bulunuyor.
Sadece birilerinin bunu akıl edip başlatması gerekiyor.
Bu ayrıntılardan çıkardığım sonuç buydu.
Toparlarsak, kitle giderek CHP kabuğunu kırıyor ve farklı toplum kesimlerini toparlayacak bir bayrak arayışına yönelmiş bulunuyor.
Yani süt ılıyor ve tam mayalanacak bir hale geliyor. Daha soğursa mayalama mümkün olmayabilir. “Dün erkendi, yarın geç, bugün tam zamanı”. Burada “dün, bugün ve yarın” elbette daha uzun zaman aralıklarını sembolize ediyor.
Küçük ve bürokratik sol gruplar bile kendi rozet flama ve sloganları yerine bir beyaz bayrak açıp (O zaman kimin ne olduğu bilinmez, beyaz bayrak kimsenin sembolü değil) gösterilere katılsalar arayış içinde olan ve geniş toplum kesimlerine yayılmak isteyen kitle hareketin bir toparlayıcı bayrak sunabilirler. Ama bunu bile akıl edemeyecek kadar dar kafalı bürokratlar hepsi.
Önerilerimizin diğer kısmı. Yani, her türlü bayrak, slogan, pankart, marş vs. terk edilerek sessizce veya sadece beyaz bezlerle, bayraklarla, mendillerle, sarıklarla, kravatlarla, ceketler, pantolonlar veya elbiseler veya ayakkabılarla her gün iş çıkışı en büyük meydanlarda toplanmak kısmı henüz çok uzakta. Çünkü bu biçimi önerecek ve tartıştıracak, duyuracak hiçbir güç ve organ yok.
Bu da tehlikeyi getiriyor. Kitle hareketlenmesi ilanihaye sürmez. O, kritik anda, işe dönüşmelidir. Yoksa enerji yok olur.
Direnişi uzun soluklu sürdürmeye yarar o biçim. Ama şimdilik zor görünüyor.
*
CHP’nin hedefi Erdoğan’dan ekonomik boykota çevirmesi, aslında bir kaçak güreşti.
Bu önerinin öğrencilerden gelmesi, onların yetiştiği çağın kültürel kotlarıyla ilgiliydi. Onlarda siyasete yönelik, esas olanın devleti değiştirmek ve yıkmak olduğuna dair bir kavrayış ya da tasavvur bile yoktur. Devlet kutsaldır.
Bugünün genç ve radikalleşen kuşakları, nesillerce süren kölelik ve sömürgecilik altında, beyaz adama isyan edilebileceğini, beyaz adamın da ölebileceğini, korkabileceğini tasavvur bile etme yeteneğini yitirmiş siyah kuşakların durumuna benzer.
Yeni kuşakların, beyaz adamın da öleceğini ve öldürülebileceğini bilmeyen sömürgeciliğin ve köleliğin hafıza yitimine uğrattığı kölelerin bilinci gibi bir bilinçleri var.
Bu nedenle isyan etmeyi yeni yeni öğreniyorlar ama tıpkı işçilerin grev okulunda ilk deneylerini elde etmeleri gibi, bu boykot, hareketin elbet siyasi eğitimi için bir önem taşımaktadır, bütün yanlışlığına rağmen.
Yani CHP’nin yöneticiliği açısından, esasta doğru olana göre, yanlıştır ama kitlenin ve öğrencilerin tecrübe ve bilgisizliği, büyüdükleri ve yaşadıkları ortam açısından ise yanlış içinde bir doğrudur.
İşin ilginci, yazılarımızın bazı yerlerinde, inşallah hükümet, CHP önderliğinin yanlışlarını amortize veya nötralize edecek yanlışlar yapar diyorduk.
Bu boykot karşısında hükümetin veya Erdoğan’ın politikası kendi açısından koca bir aptallık oldu.
Erdoğan’ın boykot karşısındaki kendi açısından yanlış hareketi, yanlış bir taktiğin yanlışlığının olumsuzluklarını giderdi.
Erdoğan’ın açmazı da şu. Küçük bir geri adımı harekete daha büyük bir cesaret verir. Geri adım atmamak için saldırmak zorunda.
Saldırısı ise Boykot karşısında olduğu gibi, kendisinin daha da tecridine yol açıyor.
Bu nedenle, Erdoğan’dan yeni saldırı hamleleri beklemek gerekiyor kanımca. 
Bunlardan Erdoğan için en akıllıcası muhtemelen CHP’nin başına Kılıçdaroğlu’nun otomatikman geçmesini sağlayacak bir karar olabilir. Bu CHP’yi başsız bırakıp bir iç mücadeleye sokabilir. Bu tehlike kanımızca hala var. Tabii olağanüstü Hal, Sıkıyönetim gibi silahları da var. Bunları henüz kullanmadı.
*
Kitle hareketinin nasıl bir eğilim göstereceğini bilmiyoruz.
Tekrar buradan özellikle sosyalist küçük parti ve gruplara öneriyoruz. Küçük gruplarla da olsa beyaz bayraklar taşımaya başlayın, bu parti bayraklarına karşı ortak bir bayrak olur. Mütedeyyinlerin ve Kürtlerin de altında kendilerini bulabilecekleri bir bayrak olur.
Bu deney, aynı şekilde herkesi toplayacak ve uzun soluklu olabilecek biçimlere bir geçiş de sağlayabilir.
Somut bir hedef olarak Erdoğan’ın istifası yavaş yavaş gündeme getirilip uzun vadede hareketin sönümlenmesini engelleyecek bir program sağlanmış olur. Hareketin henüz buna cesaret edecek gücü kendinde bulamadığı da görülüyor. Toparlayıcı bir bayrak, bu adımı atmayı sağlayabilir ve bu güveni harekete kazandırabilir.
Hareket bu noktalara kendi denemesiyle varabilir mi?
Bilmiyoruz.
Ama varamadığı takdirde kendisini zor dönemler bekliyor kanımızca.
*
Ancak bu arada kitle hareketinin dışındaki gelişmeler de bu hareketin kaderini, hatta bir yenilgisini bile engelleyecek, bir mecraya doğru gidiyor gibi görünüyor.
Bahçeli’nin son müdahalesi konusuna gelmek gerekiyor.
Erdoğan’ın kendi geleceğini ve başkanlığını garantiye alan bir rejim kurma hedefi Devlet Bahçeli’nin şu an sözcüsü ve götürücüsü olduğu, devletin içindeki, “bölgedeki gelişmeler karşısında stratejik bir değişim yapmamız gerekiyor, ülkedeki bugünkü fay hatlarını doldurmak ve etki alanımızı genişletmek ve bunun için de bazı reformlar yapmak gerekiyor” stratejisi arsındaki gerilim ve uyumsuzluk hem kitle hareketinin gelişmesi hem de Suriye’deki gelişmeler nedeniyle çok kritik bir noktaya gelmiş durumda.
Kitle hareketinin yükselişi ve Erdoğan’ın ihtirasları, bu stratejik dönüşüm girişimiyle, hızla uzlaşmaz ve çatışmalı bir noktaya doğru gidiyor.
Bu stratejik dönüşümün politik plandaki savunucusu ve yürütücüsü Bahçeli’nin hasta yatağından yazdıkları, iki farklı öncelikler stratejisinin arasındaki uçurumun ne kadar genişlediğinin açık bir belgesi.
Kitle hareketinin sürmesi ve devamı, Erdoğan’ın buna karşı yapacağı yeni hamleler, uzun vadeli plana dayanan Bahçeli stratejisinin de kitle hareketini desteklemeye veya hükümet ortaklığını bozup Erdoğan’ı bir erken seçime zorlamaya itebilir.
Ama bu zorlamanın olması için, Kitle hareketinin CHP’nin kontrolünde kalmaması, biçimde daha barışçıl ve toparlayıcı olması, içerikte radikalleşme eğilimi göstermesi, yani şirket veya medya kuruluşlarından Erdoğan’a ve politik taleplere yönelmesi gerekiyor. Ama bunu yaparken genişleyip yayılacak barışçıl biçimler bulması gerekiyor.
Böyle bir gelişim, Erdoğan Bahçeli ittifakının sonunu hızla getirebilir.
Böylece kitle hareketinin bir sonuç alamadan sönümlenmesi veya bir yenilgiyle sonlanması tehlikesi de büyük ölçüde atlatılmış olur.
Devlet’in içindeki uzun vadeli bir strateji izleyen kesimin acil kısa vadeli müdahale ve değişim noktasına gelmesi, (yani Bahçeli’nin son yazıları) olayların, onların, projeyi ne kadar tehlikede gördüklerini gösteriyor.
Devletin bu kesiminin programını bugün Türkgün başlıklı gazetede yayınlanmış “MHP Lideri Devlet Bahçeli: Her parti "Türkiye partisi" olmak zorunda” başlığı altında yer alan stratejik ve programatik, muhtemelen bir kurul tarafından kaleme alınmış olabilecek, uzun ve önemli metin gösteriyor.
Bu programda örneğin demokrasi vurgusu en az 20 kez geçiyor, insan hakları 2 kez, Türkiye Partisi 15, Anayasa 16 kez geçiyor. Yani bu küçük ayrıntılar bile tipik bir MHP terminolojisi olmadığının bir delili.
“Türkiye Partisi” olmak Öcalan’ın projesi idi, öyle görülüyor ki, Bahçeli Öcalan’dan bu “Türkiye Partisi” olma hedefini almış, kendi programı yapmış. Ama içeriğini Türklükle doldurarak ve bunu zorlayıcı bir baskı aracına dönüştürerek.
MHP hem Türkiye Partisi olmayı hem kendisi benimsemiş hem de bütün partilerin de Türkiye Partisi olmasını hedeflemiş görülüyor.
(Bu metnin ayrıntılı bir analizi gerekiyor. Zamanımız olursa yapmaya çalışırız.).
*
Özetle, Bahçeli’nin siyasi planda savunduğu ve temsil ettiği Türk Devletinin geleceğini sağlama almayı, Kürtleri ve Alevileri sisteme entegre etmeyi hedefleyen proje veya strateji ile Erdoğan’ın kendi geleceğini ve iktidarını sağlama almayı hedefleyen proje ve strateji çatışıyor ve tayin edici bir çatışmaya doğru gider görünüyor. 
Bu gibi durumlarda genellikle “devlet” kazanır.
Hele kitle hareketleriyle Erdoğan giderek yalnızlaşırken.
O halde güçlerin yer alışını söyle şematize edebiliriz.
Kitle hareketi henüz diğer kesimlere (Mütedeyyinler ve Kürtler) yayılmış onların kitlesel katılımını sağlamış değildir. Bireysel düzeyde elbet özellikle Kürtlerden çok katılım vardır.  Ama siyasi olarak tereddütlüdürler. Mütedeyyinler ise hala CHP’ye güvensizlikleri nedeniyle tarafsız veya hayırhah bir tavır içinde beklemektedirler.
Hareket bu kesimleri kazanacak girişimler yapmamaktadır ve biçimleri henüz bulamamıştır. Bu onun en büyük zaafını oluşturuyor.
Ama bu kesimler Erdoğan’ın yanında da değildir. Onun da yedeği değildir. Bunları Erdoğan’ın kazanma şansı şimdilik görünmemektedir.
Bunları ancak 7 Haziran sonrasında yaptığı gibi, emniyet duygusu ile yanına çekebilir. Bunun için de şiddet araçları ve provokasyonlara baş vurması gerekir.
Bunların da bu günkü koşullarda ne gibi bir sonuç vereceği belirsizdir. Bu nedenle hareket alanı oldukça dardır.
Öte yandan devlet cihazı içinde, onun tamamı artık arkasında değildir. Bahçeli arkasında olmayan kesimin sözcüsüdür. Bir kesim farklı bir stratejiye geçilmesinden, bunun da giderek acil bir soruna dönüştüğünden hareket etmektedir. Yani arkasındaki güçler de artık tek bir blog olmaktan uzaktır.
Erdoğan’ın dolaylı yedekleri yani Dış ülkeler ise neredeyse tamamen yanındadır.
Kitle hareketinin güçlenmesi en azından Avrupalı olanları desteği çekmeye itebilir.
Ama Erdoğan’ın gücü tüm yetkileri elinde toplaması, milyonluk silahlı adamların emrinde olması ve saldırı kararlılığına sahip olmasıdır.
Muhalefetin ise tüm bu alanlarda gücü yok ya da sınırlıdır.
Yani mücadele şimdilik ortadadır.
*
Ama Devlet’i (hem “Devlet”i, hem de Bahçeli’yi) acele davranmaya iten sadece kitle hareketi ve onun kontrolden çıkması tehlikesi değil, aynı zamanda Suriye’deki önemli gelişmeler. 
Suriye’de YPG egemen güçler arasındaki çatışmaları kollayarak, çok akıllıca adımlar atıyor ve zemin kazanıyor.
Türkiye’nin yayılmacı stratejisini tehlikeli gören ve bu çelişki nedeniyle YPG’ye destek veren İsrail ve batılı bazı güçler, öte yandan İran’a karşı cephe, Türkiye’den ziyade Birleşik Arap Emirlikleri, Sudi Arabistan, İsrail ile birlikte ABD’nin biçiminde konumlanacak gibi görünüyor. Buna karşılık Avrupa bir yandan ABD karşısında Türkiye’yi yedeğe almaya çalışıyor ama aynı zamanda İsrail’e karşılıksız destek sunuyor.
Bütün bunlar YPG’nin hareket alanını sağlıyor.
*
Ezilenler elbet ezenlerin arasındaki çatışmalardan yararlanacaklardır. Şu an bir yandan Gazze’de soykırım yapan İsrail’in Türkiye’ye karşı Kürt kartını oynaması, YPG’ye bir hareket alanı sağlamaktadır. Bundan yararlanması gerekir. Ve görüldüğü kadarıyla akıllıca hamlelerle yararlanıyor.
Bir süre sonra YPG’nin Alevilerin, Sünni laiklerin ve demokratların, Dürzilerin, Hristiyanların desteğini alarak veya bunları aynı ortak bayrak altında toplayarak en büyük güç olarak ortaya çıkması ve bugünkü rejimi değiştirmesi mümkün görünmektedir.
Suriye’de başlayan böyle bir demokratik dönüşüm, Türkiye’yi de çok derinden etkileyebilir.
Keza kitle hareketinin yükselmesi ve devletin içindeki çelişki de Suriye’deki gelişmeler üzerinde belli bir etkide bulunacaktır.
*
(Bu vesileyle ulusalcı olmuş sosyalistlere ezenler arasındaki çelişkilerden yararlanma konusunda birkaç söz.
Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya İngiltere’ye karşı İrlanda kurtuluş hareketine destek veriyordu, İngiltere’yi rahatsız etmek, zayıflatmak ve arkadan kuşatmak için. Bu durumda İrlanda kurtuluş hareketi de bu olanaktan yararlanıyordu. Buna karşı çıkan sözde sosyalistlere Lenin, İrlandalılar elbette bu olanaktan yararlanacaktır, egemenler arasındaki çelişkilerden yararlanmak doğrudur, diyerek bunu savunuyordu.
Bu nedenle, biz bir yanda İsrail’i mahkum ederken, diğer yandan İsrail ve Türkiye’nin yayılmacılıkları çelişkisinin ortaya çıkardığı olanaklardan YPG’nin yararlanmasını doğru bulduğumuzu belirtmiş olalım.)
*
Tekrar başa dönersek, kitle hareketinin kendi girişimi, bugüne kadar tecrübelerinin sağladığı eğitimle, ortak bir bayrak ve ortaklığı sağlayacak biçimler bulması halinde tüm dengeler alt üst olabilir.
Ama hareket bu yetenekleri gösteremezse. Bir noktada takılırsa, büyüyemez ve gelişemezse, bugüne kadar kazandığı mevzileri bile tehlikeye atar.
*
Her yerde bu hareketin yavaş yavaş örgütlenmeye başlaması da gerekiyor. Belki şimdi WhatsApp, Telegram, Signal gibi yerlerde küçük gruplar halinde başlamış bile olabilir. Herkes tanıdıkları ve güvendikleriyle böyle gruplar kurup, hareketin gelişmesi için neler yapmak gerektiğini tartışmaya, önerileri gözden geçirmeye başlayabilir.
Bu olanakları kullanmak hareketin bu örgütsüzlüğüne son verip genişlemesinin yollarını açabilir.
Aklın yolu birdir. Bu küçük gruplar bir süre sonra birbirlerinden bağımsız olarak aynı sonuçlara ulaştıklarını görebilirler.
Aynı anlayış ve amaçlar, en iyi haberleşmeden bile daha büyük bir koordinasyon, yaratıcılık ve girişimcilik sağlar.
3 Nisan 2025 Perşembe
Demir Küçükaydın
demiraltona@gmail.com





Hiç yorum yok: