(Aşağıdaki Yazı 2001 yılında yazılmıştı.
Yani 18 yıl olmuş. Yazı aslında hikmet kıvılcımlı’nın kürt Ulusal Hareketinin
oluşumundaki etkiler üzerine yarım kalmış bir yazıydı. Ama bu etkileri ele
alırkan aynı zamanda Deniz Gezmiş üzerindeki Kıvılcımlı etkisi üzerinden Kürt
Ulusal hareketine etkisini ele alıyorduk. Aşağıda bu bölüm var. Dolayısıyla
yazının başlığı “Deniz Gezmiş ve Kürt Ulusal Hareketi”.
Pek bilinmez ama bu satırların yazarı Deniz’in
lideri olduğu Devrimci Öğrenci Birliği’nin (DÖB) hem bir üyesi idi hem de Deniz
Geçmiş’in, arkadaş ve yoldaşlarından biriydi. Dolasıyla çeşitli dönemlerde
değinmeler biçiminde de olsa Deniz Gezmiş’e ilişkin yazdığımız yazılar vardır.
Çeşitli yazılarımızdaki bu değinmeleri “Deniz Gezmiş ve Kürt Sorunu Üzerine”
başlıklı bir derlemede toplamıştık. İşte aşağıdaki yazı bu derlemede
bulunmaktadır. Bu derleme PDF, EPUB, MOBI formatlarıyla kitap olarak aşağıdaki
adresten indirilebilir: https://yadi.sk/d/FNKFlw2c3HjymP )
Kıvılcımlı’nın Ulusal sorunda birbirinden çok farklı hatta
çelişikmiş gibi görünen tavırlarını; bu görünümün ne anlama geldiğini ve
nedenlerini ele almadan önce Kıvılcımlı’nın Kürt Ulusal Hareketi üzerindeki
etkilerini ele almaya çalışalım.
Bu etkilerin incelenmesi biraz Arkeologların yaptıkları
incelemelere benzeyecektir. Onlar buldukları bir seramik parçasındaki
desenlerden, yapılışından, stilinden onun hangi kültür ve medeniyetlerin
izlerini taşıdığını, böylece çeşitli kültürel bağlantıları açığa çıkarırlar.
Bu tür çalışmalar, küçük ayrıntılar üzerine yoğunlaşmayı
gerektirir. O farklılıkların neler olduğu ve nedenleri üzerine yoğunlaşma
olmadan da bu tür etkilerin ortaya çıkarılması ve anlaşılması olanaksızdır. Bu
nedenle bundan sonraki bölümlerde, bu etkilerin bilincine varılması için bu tür
bir yoğunlaşmaya gidilecektir.
Kürt Ulusal Hareketi’nin Temel Bir
Özelliği
Kürt ulusal hareketi, bir bütün olarak bir çok siyasi
hareket ve örgütlenmelerin cebirsel bir toplamıdır. Kimi burjuva ve feodal
eğilimleri yansıtan hareket ve partilerden, Kemal Burkay gibi bir tür TKP
benzeri reformizme, küçük sol sekter gruplardan PKK’ye kadar uzanan geniş bir
yelpazedir. Kürdistan’daki bütün sınıf ve eğilimler bir şekilde bu ulusal
harekette kendi eğilimlerini de yansıtırlar. Bunlar sadece yatay, sınıfların
konumlarından kaynaklanan bir farklılıklar değildir, aynı zamanda, düşey
diyebileceğimiz, zamansal, tarihsel bir farklılıktır da. Çeşitli siyasi şekillenmeler
ilk şekillendikleri dönemin problematiklerini, ideolojik ve entelektüel
iklimini yansıtırlar ve çoğu kez orada taşlaşıp kalmış yaşayan bir fosil
gibidirler.
Ne var ki, bu hareketin ezici bir bölümünü PKK temsil eder.
Bu öylesine güçlü bir etkidir ki, farklı sınıflar eğilimlerini PKK karşısında
ya da ona rağmen temsil edemeyeceklerini sezdikleri için, PKK’nın çekirdeğini
oluşturduğu hareketin içinde yer alarak etkilerini koruma ve arttırma yolunu
seçmişlerdir. Bu nedenle Türkiye söz konusu olduğunda, Kürt Ulusal hareketi ile
PKK’yı anlamdaş olarak kullanmak, pratik olarak fazla bir soruna yol açmaz.
Bu elbette PKK’nın temsil ettiği temel akımın yekpare bir
akım olmadığı anlamına da gelir. Aslında gerek PKK ve çevresindeki iç
mücadeleler son duruşmada, Kürt ulusal hareketi içindeki farklı sınıflar
arasındaki mücadelelerdir ve onların yansımasıdırlar. Bu anlamda bakıldığında,
Kürt Ulusal Hareketi, çok sert ve ciddi iç mücadeleler yaşar. Bütün bu sert
mücadelelere rağmen, ona rengini ve damgasını vuran Abdullah Öcalan olmaya
devam etmektedir. Bu hareket ilk ortaya çıkışındaki bazı özellikleri korumaya
devam etmekte ve bu özellikler sayesinde bu özellikleri pekiştirici özellikler
kazanmaktadır.
PKK’nın bir çok özellikleri sıralanabilir. O en modern Kürt
hareketidir. En son doğan Kürt hareketidir. Bütün Kürdistan parçalarında etkili
tek harekettir. Kürt yoksullarının hareketidir. Bir kadın hareketidir. Hiç bir
aşirete dayanmayan bir Kürt hareketidir. Etkisi belli bir mezheple sınırlı
olmayan bir laik harekettir. Bu özellikler daha uzatılabilir. Ve bu özellikler
bir iç bütünlüğe de sahiptirler. Yani özellikler birbirlerini üretirler. Yani
modern bir hareket olması, kadınlara ve yoksullara dayanması, laik olması, bir
aşirete dayanmaması vs. biri olmadan diğeri olmayacak özelliklerdir.
Ne var ki, Kürt Ulusal hareketinin, çok temel bir farkı da
vardır. O gerek kuruluşunda gerek sonra içinde Türklerin de yer aldığı ilk ve
tek hareket olma özelliğini korumaktadır. Hiç bir Kürt hareketinin kuruluşunda
Türkler yoktur. PKK’nın kuruluşunda ve ilk şehitleri arasında Türkler vardır.
PKK gerillaları arasında daima Türkler de yer almıştır ve PKK komutanları
arasında bir çok Türk asıllı komutan da bulunmaktadır. Daha baştan beri,
PKK’nın bütün diğer Kürt hareketlerinden en temel farklarından biri bu olmuştur
ve bu özelliğini hala da sürdürmektedir. Ve sadece Türkler değil,
Kürdistan’daki başka uluslardan insanların da bulunduğu bir harekettir.
Zaten bu fark anlaşılmadan, Kürt hareketinin İmralı ile
yaptığı strateji değişikliğinin anlamı ve bunun nasıl mümkün olabildiği
anlaşılamaz. Kürt Hareketi, İmralı ile bir bakıma sadece Kürt hareketi olmaktan
çıkıp, Türkleri de Kapsayan bir sosyal hareket olmaya doğru bir adım atmıştı.
Öcalan son Urfa davası savunması ve Avrupa İnsan hakları Mahkemesine
savunmasında ise, sadece Kürtlerle ve Türklerle ilgili bir hareket olmaktan
çıkıp, Orta Doğu çapında bir hareket olmaya yönelmektedir. Bütün bu muazzam
değişiklikler onun temelindeki, sadece Kürtlere dayanmayan, kendini ezen
ulustan insanları da kapsayan bir hareket olmasıyla derinden bağlantılıdır.
Bu çok tayin edici bir farklılıktır. Bir İrlanda Kurtuluş
hareketinin kurucuları, kahramanları arasında ya da saflarında bir İngiliz
bulamazsınız. Bir Filistin hareketinin kurucuları, kahramanları ya da önderleri
arasında bir tek Yahudi bulamazsınız. Ama Kürt hareketinin adeta tamamı olan
PKK’nın kurucuları, kahramanları ve önderleri arasında Türkler de vardır.
Kürt hareketini biraz yakından gözleyen şunu görür. Kürtler
arasında, Türklere karşı son derece haklı bir kırgınlık ve kızgınlık vardır.
Türklerin gösterdikleri ırkçı tavırlar ve küçümseme; Kürtlerin acıları
karşısındaki ilgisizlik ve baskıya gösterdikleri destek... bütün bunlar geniş
Kürt yığınlar arasında Türklere karşı son derece haklı bir kırgınlık ve
kızgınlığa yol açmıştır. Bu öylesine derin bir farklılıktır ki, Türkiye’yi ve
Kürdistan’ı bir anda Yugoslavya’ya çevirebilir. Öcalan’ın Avrupa’ya çıktığı ve
Kaçırıldığı sıralar Kürtler ve Türkler arasındaki bu farklılık çok net olarak
görülüyordu.
Ne var ki, Kürt kitleleri arasındaki bu yaygın kırgınlığa
rağmen, PKK’nın kadrolarına doğru yükseldikçe, Öcalan’da zirvesine varan
tamamen buna zıt bir eğilim de görülür. Burada da aksine, bitmek tükenmeksizin
Türk ezilenlerine, sosyalistlerine uzatılan bir el, Türk düşmanlığına karşı
sürekli bir mücadele vardır. Kürt Ulusal hareketinin çeperlerinde Türklere
rastlanılmaz, ama yoğun merkezine doğru gidildikçe, yani PKK kadrolarına doğru
çıkıldıkça Türklerin (ve başka uluslardan olanların) oranında bir yükselme
görülür.
Ezen uluslar gibi onların sosyalistleri de ezilen ulusların
hareketine karşı daima anlayışsız, yukardan bakıcı, hatta düşmanca yaklaşırlar.
En iyileri bile ezilen ulusu kurtarılacak bir nesne olarak görme hastalığından
kurtulamaz ve onları bir özne olarak kabul etmez. Özne olarak onlar bir
müttefik değil bir rakip ve düşman olarak görülürler ezilen ulusların hareketi
ezen ulusların sosyalistlerince. Türk sosyalist hareketi de bir istisna
oluşturmaz.
Peki nasıl olmaktadır da, gerek ulusal baskı altındaki geniş
Kürt yığınları, Türklere karşı bir kırgınlık ve kızgınlık içinde olmalarına
rağmen, geniş Türk yığınları da, Kürtlerin acı ve mücadelelerine karşı
anlayışsızlık, ilgisizlik ve düşmanlık içinde bulunmalarına ve Türk sosyalist
hareketinin genel olarak Kürt ulusal hareketine karşı şovence tavrına rağmen,
karşı bir eğilim var olabilmekte; Kürt hareketinin politikasına bu karşı eğilim
damgasını vurabilmektedir. Hem de eli hep havada kalmasına rağmen.
Eğer Türk sosyalist hareketi içinde karşı örnekler
olmasaydı, Kürt hareketi içinde Türk ezilenlerine, sosyalistlerine el uzatan
eğilim var olamazdı; bu eğilim olmasaydı da Türkler içinden bu eğilimi
destekleyen ve güçlendiren örnekler çıkmazdı. Yani Kürt hareketinin Türk
sosyalistlerine uzattığı el Türk sosyalistlerinin küçük de olsa bir kesiminin
Kürt hareketi içinde yer almasına olanak sağlamış, ve Türk ve başka uluslardan
sosyalistlerin bir örnek olarak varlığı PKK’nın bu çizgisini, karşı basınç
karşısında savunulabilir ve ikna edici kılmıştır. Yani karşılıklı olarak
birbirini destekleyen diyalektik bir etkileşim söz konusudur. Tıpkı, uzay
boşluğundaki bir gaz bulutunda, belli bir yerdeki yoğunlaşmanın daha büyük
çekim gücüne yol açması, daha büyük çekim gücünün daha büyük yoğunlaşmaya, bunun
tekrar daha da büyük çekim gücüne vs..
Bu süreç bir kere başladıktan sonra kendi kendini tekrar
üretir ve geliştirir. Açıklama zorluğu burada değildir; zorluk bu sürecin ilk
kez nasıl ortaya çıkabildiğindedir. Burada çok küçük bir etkinin devasa
sonuçlara yol açması söz konusudur.
Şöyle bir örnek verelim. Bir terazi düşünün her iki tarafta
da eşit ağırlıklar olsun, dengede olsun. Bir tarafa koyulacak, küçücük bir
ağırlık, bütün dengeyi alt üst eder. Ordular savaşında da böyledir. Güçlerin
dengede olduğu bir durum düşünün. Bir tarafa yapılacak küçük bir destek, karşı
tarafın yenilgisine ve imhasına yol açabilir. Burada o küçük farklılığın
sonuçları, onun kendi ağırlığıyla hesaplanamayacak kadar büyük olur.
Ya da şöyle bir örnek verilebilir. Bir namlunun ucundaki
küçücük, diyelim ki, milimetrenin onda biri kadar bir sapma, hedefte metrelerce
bir sapmaya yol açabilir. Aslında doğada bir çok başka türlerin oluşumu bu tür
küçük sapmalardan dolayı ortaya çıkmaktadır. Küçücük bir sapmanın yol açtığı
özellikler, kendini besleyerek bir kar topu gibi büyümekte, sonunda devasa,
önünde durulmaz bir çığa dönüşmektedir.
İşte, Kıvılcımlı’nın Kürt ulusal hareketi üzerindeki etkisi
böyle bir etkidir. Başlangıçta, küçücük, adeta ihmal edilebilir gibi
görülebilecek bir etkidir. Hatta bu etkiye uğramışlar bile bu etkinin farkında
olmayabilirler. Ama bu öyle bir etkidir ki, yol açtığı sapma, yol açtığı küçük
yoğunlaşma, yol açtığı küçük denge değişikliği ile onun yukarıda sözünü
ettiğimiz özelliklerinin ortaya çıkmasında tayin edici bir rol oynamıştır ve de
oynamaktadır.
Oynamaktadır çünkü, Kıvılcımlı’nın Kürt hareketi üzerindeki
etkisi, sadece bir kere gerçekleşmiş, ilk doğuşta bir yön değişikliğine yol
açmış bir etki değildir. Aynı zamanda tekrar tekrar bir etkidir.
Kıvılcımlı’nın Kürt hareketi üzerindeki etkisi, birbirini
izleyen üç dalga halinde görülür.
Birincisi 60’lı yılların sonundaki ilk etkilerdir. Bunlar
kişisel ilişkilerle yayılan görüşler ve “Halk Savaşının Planları”, “Devrim
Zortlaması”, “Oportunizm Nedir?” gibi kitaplar üzerinden, Türkiye Sosyalist
hareketi, özellikle THKO ve THKP-C üzerinden, ilk şekillenmeye yapılan dolaylı
bir etkidir.
İkincisi, 70’lerin sonunda, İhtiyat Kuvvet Milliyet adlı
kitap aracılığıyla PKK’nın doğuşu sırasında doğrudan bir etkidir.
Üçüncüsü de, şimdi içinde bulunulan fazda, özellikle
Öcalan’ın “Bizler İbrahimiyiz” dediği Urfa Davası Savunması ve Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi’ne savunma olarak verilen “Sümer Rahip Devletinden Halk Cumhuriyetine
Doğru” başlığıyla yayınlanan kitapta görülen, Kıvılcımlı’nın Tarih Devrim Sosyalizm, Allah Peygamber Kitap gibi eserleri
üzerinden bir etkidir.
Bu etkiler anlaşılmadan Kürt hareketinin bu günkü ve dünkü
özellikleri anlaşılamaz. Bu ilk bakışta küçük gibi görülen etkiler, sadece Kürt
hareketinin değil, uzun vadede belki Orta Doğunun ve belki de dünya tarihinin
gidiş yönünde etkide bulunabilecek, devasa sonuçlara yol açabilecektir.
Kıvılcımlı’nın Deniz Gezmiş Üzerinden
Etkisi
1960’lı yıllarda yükselen işçi ve öğrenci hareketi bir çok
kitle örgütlenmelerine, bu örgütlerin önder kadrolarının ortaya çıkmasına yol
açmıştır. Ama bunlar içinde iki tip birbirinden ayrılabilir. Bir yanda bir
örgütün yönetiminde olduğu için önder durumunda olanlar vardır. Bunların
karizmatik bir kişilikleri yoktur, bir kitle hareketinin önderi ve bayrağı
değildirler. Örneğin Behice Boran, Aybar, Kemal Türkler, Sülker, Hüseyin İnan,
Mahir Çayan. Bir kitle hareketiyle özdeşleşmiş bayrak tipler değildirler. Hatta
Hüseyin İnan THKO’nun gerçek önderi olmasına rağmen, Dev-Genç’in dar kadroları
dışında kimsenin tanımadığı bir tiptir.
Bir de, bir hareketin yükselişinin sembolü olmuş, geniş
kitlelerin gözürde sembol, bayrak ve önder olarak kabul görmüş tipler vardır.
Çetin Altan TİP’in ilk yükseliş yıllarında biraz böyleydi. Türkiye’de sosyalizm
bir bakıma Çetin Altan’ın adıyla özdeşleşmişti.
İşçi hareketinde, İnşaat işçileri arasında İsmet Demir böyle
bir tipti. Öğrenci hareketinde İstanbul’da Deniz Gezmiş, Ankara’da Sinan Cemgil
bu kategoridendi. Deniz, yükselen öğrenci hareketinin İstanbul
Üniversitesindeki, Sinan ODTÜ’deki bayrağı ve önderiydi.
Bunlardan İsmet Demir ve Deniz Gezmiş, yani 60’lardaki
yükselişin öne çıkardığı bu iki kitle önderi ve bayrağı, Dr. Hikmet Kıvılcımlı
ile kişisel ilişki, onun fikirlerinden ve yaşamından doğrudan doğruya etkilenme
içindeydiler.
Yani 60’ların ikinci yarısında, en militan öğrenci ve işçi
hareketlerinin karizmatik önderleri doğrudan doğruya Dr. Hikmet Kıvılcımlı ile
bağlantılıydılar. Dolayısıyla bunların kimi özelliklerinin doğrudan doğruya
Hikmet Kıvılcımlı ile bağlantıları vardır.
İsmet Demir’in önderi olduğu, şantiyecilerin büyük bölümünü
Kürt işçiler oluşturuyordu. İsmet Demir’in önderi olarak örgütlediği ve
yürüttüğü, Batman İskenderun Boru Hattı, Kadıncık Barajı, Aliağa, İskenderun’da
yapılan direniş ve tecrübelerin, geniş yığınların yazılı olmayan hafızasındaki
birikimler ve bunun Kürt hareketinin üzerindeki etkileri ayrıca incelenmeye
değer. Ancak biz burada konumuz olmadığından bunu geçiyoruz ve kendimizi Deniz
Gezmiş ile sınırlıyoruz.
Deniz Gezmiş bütün diğer öğrenci hareketi önderlerinden çok
temel bir farklılığa sahiptir. Deniz Gezmiş, Kürtler ve “Kürt Sorunu”
karşısında, bütün diğer öğrenci hareketi liderlerinden farklı bir profil çizer.
Bu farklı profil, Kürt Ulusal hareketinin ilk doğuş anlarında, yukarıda
değinilen özelliklerinin oluşmasında tayin edici bir önemde olmuştur. Bu farklı
profilin kaynağının ne olduğu araştırıldığında, karşımıza Dr. Hikmet Kıvılcımlı
çıkar.
Deniz Gezmiş’in Farkı
Deniz Gezmiş 1960’lar kuşağı içinde Kürtlerle bağımsız ve
ayrı bir özne olarak, yani Kürt olarak ilişki kuran tek sosyalist gençlik
önderidir. Dikkat edilsin, diğer Dev-Gençliler de Kürtlerin kendi kaderini
tayin hakkını ilke olarak tanırlardı. Yapacakları devrimle Kürtleri de
Kurtarmayı düşlüyorlardı. Ama bunlar bütün egemen ulus sosyalistlerinde görülen
özelliklerdir. Ezilen ulus ve onun hareketi bir nesne olarak görülür. Onların
ayrı bir özne olarak kabullenilişi noktasına gelince akan sular durur.
Deniz Gezmiş bu noktada bütün diğer öğrenci önderlerinden
farklıydı. O Kürtlerle, onları ayrı bir özne olarak kabul ederek ilişki
kuruyordu. Ve eğer böyle yapmasaydı, İstanbul Üniversitesi’nde devrimciler üstünlüğü
sağlayamazdı. İstanbul’daki öğrenci hareketinin, Kürt ulusçularıyla ilişkisinin
üzeri örtülmüştür.
Deniz Gezmiş’in bu özellikleri ve İstanbul Üniversitesine
egemen oluşta Kürtlerle Kürt olarak yapılan ittifak ve bunda Deniz Gezmiş’in
belirleyici önemi hakkında ortada yazılı bir şey bulunmuyor. Bu incelenmeyi ve
toprak altından çıkarılmayı bekliyor.
Bu etki ve gizlenmesi konusunda, daha önce yazmaya
başladığımız “Kürt Sorunu Üzerine Yazılar” başlıklı yazıda, (ki bu yazıda şimdi
okuduğunuz bu yazının tezlerinin ilk taslak ifadeleri de vardır) şunları
yazmıştık:
“1968 sonbaharından sonra “Tam Bağımsız Türkiye İçin
Mustafa Kemal Yürüyüşü” isimli Samsun - Ankara yürüyüşü ile birlikte Deniz
Gezmiş’in önderi olduğu gruba katılmış, daha sonra da bu grubun kurduğu
Devrimci Öğrenci Birliği’nin bir üyesi ve militanı olmuştum.
O dönemde Sosyalist gençlerin
toparlandığı örgüt Fikir Kulüpleri Federasyonu idi. Bu örgüt TİP’in Üniversite
gençliği içindeki kolunu oluşturuyordu. TİP’in burjuva sosyalizmine karşı gelişen
Milli Demokratik Devrim sloganıyla yükselen küçük burjuva devrimciliği ve
radikalizmi, özellikle üniversite gençliği arasında etkili olmuştu ve Ankara
Fikir Kulüpleri Federasyonu TİP’in kontrolünden çıkarak, MDD’cilerin eline
geçmişti. İstanbul’da ise, FKF TİP’in kontrolünde bulunuyordu ve, radikal
devrimciler, FKF dışında Devrimci Öğrenci Birliği’nde örgütlenmişlerdi. Yani,
henüz ortada Dev-Genç olmamasına rağmen, DÖB İstanbul’un Dev-Genç’i
sayılabilirdi.
Bu örgüt, o dönemde İstanbul’daki bütün eylemlere
damgasını vurmuştur. Bu örgütün bir üyesi olduğumdan, bu örgütün kimi
karakteristiklerinin konumuz bakımından önemli bazı yönlerine değinmekte yarar
var.
Bu örgüt esas olarak şehirli gençlere dayanıyordu. Herkes
kendini sosyalist olarak tanımlıyor ve sosyalist bir Türkiye’ye ulaşmak için
önce Demokratik Devrim yapmak gerektiği anlayışını savunuyordu. Ancak örgütte
iki farklı eğilim de vardı, tabii bu eğilim farklılıkları bu gün bulunduğumuz
yerden geriye bakınca görülüyor, o zamanlar kimse bunun farkında bile değildi.
Bir yanda geçmişinde Türkiye İşçi Partisi deneyi veya o
çevrelerden gelenler, yani işçi sınıfı ve sosyalizmin ilk şekillenmede
belirleyici olduğu insanlar, diğer yanda Yön hareketi ve TMTF olayları gibi
yerlerden gelenler yani daha ziyade Milli Kurtuluş ve Anti Emperyalizm motifi
önde olanlar.
Bu farklılık, bu örgütün iki karargahında da görülürdü.
Bir yandan Tünel’de 27 Mayıs’tan sonra, bir takım ilgisiz örgütler bir araya
getirilerek kurulmuş TMGT kullanılırdı. TMGT’nin CHP, tabii senatörler (yani
cuntalar), İlhan Selçuk, Doğan Avcıoğlu gibilerle bağlantıları vardı.
Cağaloğlu’ndaki Merkez ise, İsmet Demir’in Yapı İşçileri Sendikası (YİS) idi.
Mihri Belli’nin çıkardığı Türk Solu da aynı binanın yine bu sendika tarafından
verilmiş alt katında çıkıyordu. YİS ise daha ziyade Hikmet Kıvılcımlı’nın
damgasını taşıyordu. İsmet Demir'in bize verdiği üst kattaki odada,
Kıvılcımlı'nın küflenen kitaplarının üzerinde yatıyorduk. Bir sene sonra, o
büyük işçi olaylarının ardından o üzerinde yatıp yüzüne bile bakmadığımız
kitaplar hızla tükenecek, büyük bir açlıkla okunacaktır.
Devrimci Öğrenci Birliği, TMGT’ye egemen olan
çevrelerin hoşuna gitmeyen işler
yaptığında oralardan dışlanır YİS’e sığınırdı. Devrimci Öğrenci Birliği içinde,
insanlar her iki tarafa da giderler iki tarafı da kullanırlardı ama, zamanla
farklı mekanlarda yoğunlaşmalar da vardı. YİS’de daha ziyade TİP’li geçmişi
olanlar ve İşçi sınıfına gitmek, ezilen insanlarla bağlar kurmak gibi kaygısı
olanlar yoğunlaşırken, TMGT’de daha ziyade, diğerleri yoğunlaşıyordu. Zaten
daha sonra da, YİS'e takılanlardan THKO'nun İstanbulluları ya da DÖB'lüleri ve
Doktorcu olanlar, TMGT'ye takılanlar ise genellikle Mihri Belli'nin etrafını
oluşturmuşlardır.
Tekrar belirteyim ki, bu öyle kesin bir ayrım değildi,
belli belirsizdi. Tıpkı bir bulutsudan ilerde farklı gezegenleri oluşturacak
ilk yoğunlaşmaların başlaması gibidir. Yoksa her iki taraf ta diğerine
gidiyordu.
Eğer sembolik isimlerle konuşmak gerekirse, Deniz ve
Cihan YİS ekibinden, Mustafa Gürkan (ki şimdi adı unutulmuş bu insan o zamanlar
Deniz kadar ve hatta bazen Deniz’den de etkiliydi ve Deniz’in arkadaşıydı aynı
zamanda) TMGT ekibindendi. Tabii ben de ilk örgütlü siyasi yaşama TİP Karşıyaka
ilçesinde başlamış bir insan olarak zaten YİS takımındandım.
Tahmin edilebileceği gibi Kürt Sorunu veya Milli Mesele
konusunda bu iki takımın o zaman net olmayan farkları vardı. Bu fark daha
ziyade bir vurgu farkı gibi görülüyordu.
Bu manzarada Deniz Gezmiş’in çok özel bir durumu vardı. Deniz
hem Türkiye İşçi Partisi’nden geliyordu, hem de TMTF olaylarından ve diğer
çevrelerden. Yani deniz, bu iki farklı geleneği de şahsında birleştirmişti.
Bunları niçin belirtiyorum? Çünkü Devrimci Öğrenci
Birliği, bu gün genellikle, sadece Milli Kurtuluşçu ve MDD’ci olarak
tanımlanmakta, onun örneğin Kürtlerle ve işçilerle ilişkilerinin özellikleri
görmezden gelinmektedir. Buna bir yandan o zamanki FKF’lilerin ihtiyacı vardır,
o zaman MDD’cilerin ne kadar sınıftan uzak MDD’ciler olduğunu, dolayısıyla kendi
konumlarını haklılaştırabilmek için. Diğer yandan, o günün MDD'cileri de bu gün
Batı Çalışma grubuyla çalışıyorlar; 28 Şubatı destekliyorlar; hasılı şimdiki
İlhan Selçuk veya Doğu Perincek gibilerin konumunda bulunuyorlar. Bunların da
aynı şekilde geçmişlerindeki Kürtlükle ve sosyalizme ilgili şeyleri unutma ve
tarihi bu gün bulundukları yerden yazma ihtiyacı vardır. Böylece o zamanın
bölünmesindeki iki taraf da, farklı gerekçelerle benzer bir resmi
ilettiklerinden, yeni kuşakların kafasında o döneme ilişkin gerçekle ilgisi
olmayan bir tablo oluşmaktadır.
İki taraf da,
gerçeğin aynı tek yanına vurgu yapmaktadır farklı gerekçelerle, burada bu
unutulmuş yana ağırlık vermek gerekiyor. Zaten bu unutulmak istenen halka
olmadığı takdirde kendi düşünsel evrimimi de açıklayamam.
Şunu belirteyim, bu gün geriye baktığımda, Devrimci
Öğrenci Birliği gibi, anti emperyalizm vurgulu ve o zaman bile beni rahatsız
eden milliyetçi vurgular taşıyan bir örgütün üyesi olarak, Kürt sorununu
kavramamda, ya da Kürt sorunundaki sonraki tavırlarımda Deniz Gezmiş'in çok
önemi olduğunu fark ediyorum. Yaşarken bunun farkında değildim. Şimdi geriye
bakınca görüyorum. Ama onun kadar ilginç olan diğer nokta, Deniz'in bu
etkisinin aslında, Kıvılcımlı'nın etkisi olduğudur. Kıvılcımlı Deniz
aracılığıyla bir etkide bulunmuştur. Hem o dönemin öğrenci olaylarına, hem de
bizzat bu satırların yazarının evrimine. Kıvılcımlı'nın bu bilinmeyen etkileri
çok önemlidir ve ilerde yeri geldikçe bununla sık sık karşılaşılacaktır. Bu
ayrı bir yazı gerektirecek bir konudur da.
Deniz'in bütün o dönemde İstanbul'daki öğrenci
önderlerinden ve bizim DÖB çevresindekilerden en önemli farkı, onun Kürtlerle
Kürt olarak ilişki kurmasıydı. Ve bunu politik bir mücadele içinde yapıyordu.
Deniz, Kürtlerle Kürt olarak, ayrı bir özne olarak ittifak yapan İstanbul’daki
ilk önderdir. Ve kanımca bu sadece mücadelenin baskısından ve gerekleri ile
açıklanamaz. Deniz’de bu konuda, yaygın olandan çok daha farklı bir formasyon
bulunuyordu.
Bu farklılık daha ilk İşgal Komitesi İcra Konseyi'nde
bile görülebilir. Bir Kürt Milliyetçisi olan Kemal Bingöllü bu komitededir.
Saldırılara karşı hep Kürtlerin silah gücü yardıma gelmiştir.
Önce şunu bilmekte fayda var. Devrimci Öğrenci Birliği
olarak, İstanbul Üniversite’sine egemen olmamız, faşistlerle bir seri fiziksel
kavgaları gerektirmiştir. Önce onlar üstündü, sonra denge sağlandı ve en
sonunda kelimenin tam anlamıyla onları Bakırcılar Çarşısı'na döktük. Ancak
bütün bunlarda, Kürtlerle ittifak yapılmıştır. Bu ittifakı örgütleyen ve oluşturan
kişi de Deniz Gezmiş’ti.
İstanbul’da, sanırım Kürt tevkifatına dayanan bir Kürt
Milliyetçisi çevre bulunuyordu. Bu çevrenin kimi öğrenciler ve yurtlarda,
özellikle Diyarbakır yurdunda belli bir etkisi vardı. Bu çevre genellikle
Süleymaniye camii civarındaki bazı
kahveleri karargah olarak kullanıyordu. Deniz’in bunlarla sürekli bir ilişkisi
ve diyalogu vardı. Bu diğer devrimcilerde bulunmayan bir özellikti.
Dikkat edilsin, henüz devrimci öğrencilerin çoğunun
kafasında Kürt sorunu diye bir sorunun bile olmadığı bir dönemde Deniz onları
ayrı bir özne olarak kabul edip, onlarla öyle ilişki kuruyordu.
Daha önce de belirtildiği gibi, devrimcilerin büyük
çoğunluğu Kürt ve/veya Alevi idi. Ama devrimci harekette bu kimlikle yer
almıyorlardı, sosyalist veya devrimci diyorlardı kendilerine. Ama çok küçük de
olsa İstanbul’da sosyalizme sempati duysa da kendini Kürt olarak tanımlayan bir
grup vardı, özellikle Diyarbakır yurdu çevresinde, Deniz, bunlarla ve bu
kimlikleriyle ilişki kuruyordu. Bu o dönemde başkasında görülen bir özellik
değildir İstanbul’da.
Peki nereden geliyordu Deniz’in bu özelliği. Kanımca
Hikmet Kıvılcımlı’dan. Deniz TİP Üsküdar, ilçesinde çalışmış, Hikmet
Kıvılcımlı’yla da bu dönemde tanışmış ve hatta Kıvılcımlı’yı TİP üyeliğine
tavsiye etmişti. Kıvılcımlı ile bir çok kereler onun muayenehanesine gidip
konuşmuştu. Bizlere sık sık “eski
tüfeklerin” hikayelerini anlatırdı, muhtemelen çoğunluğunu Kıvılcımlı’dan
duyduğu.
Kişisel kanım odur ki, Kürt sorunundaki bu hassasiyet, bu
olağan dışı tavır başka türlü açıklanamaz. Yoksa Deniz de diğerlerinin çoğu
gibi bir memur çocuğuydu ve hiç ulusal veya dinsel baskıyı yaşamamıştı. Onun bu
farkının tek izahı Hikmet Kıvılcımlı ile olan ilişkisi olabilir. Kendi kişisel
deneyimim de bunu kanıtlar niteliktedir. İlk kez gittiğim açık oturumlardan
birinde Kürtlerin ayrı bir ulus olduğunu, beş on dakikalık bir konuşma içinde
bize anlatan Kıvılcımlı’nın, kendisini
önceden defalarca ziyaret eden, saatlerce onunla konuşan Deniz Gezmiş ve
arkadaşlarına bu konudan uzun uzun söz etmemesi olanaksızdır.
Yani Deniz’in bu konudaki esnekliğinde ve hassasiyetinin
ardında Kıvılcımlı vardı. Kıvılcımlı ise daha 1930’larda “İhtiyat Kuvvet
Milliyet” isimli kitabı yazıp, Türk solunun anca 1970’lerde tartışıp
çoğunluğunun hiç bir zaman kabul etmediği, Kürtlerin ayrı örgütlenmesi,
Kürdistan’ın Sömürge olduğu gibi tezleri savunmuştu.
Dolayısıyla Kürtlerin ayrı bir ulus olduğu, onların ayrı
bir özne olarak var oluşu gibi Türk solunun büyük bir bölümünün hala kabul
etmediği görüşleri, farkına bile
varmadan, bilinçsiz ve kendiliğinden bir şekilde, büyük bir iç hesaplaşma
yaşamadan pratik içinde kabul edişimin ardında, Deniz dolayımıyla Kıvılcımlı
olduğu kanısındayım.
Ancak bunu ancak bu gün bir var sayım olarak ileri
sürebiliyorum, yoksa o dönemde böyle olduğunun farkında değildim Bu varsayım
yanlış ise de sonuç değişmez, Deniz’in benim ulusal sorundaki evrimimde
belirleyici bir etkisi olduğunu düşünüyorum, bunu da bu gün düşünüyorum,
yaşarken, hatta ondan sonraki yıllarda farkında değildim. Bu farkına varışım ve
bu konunun üzerine düşünmem, bundan bir kaç yıl önce, Deniz’in son sözleri
vesilesiyle yazdığım bir yazıyla başladı.
Politik Kürtlerle ilişkimi, onlara ilişkin gözlemlerimi,
ilk izlenimlerimi düşündüğümde, hep kafamda Deniz ile birlikte olduğum sahneler
canlanıyor.
Bir kaç kere silah işleri için Diyarbakır yurduna
gidişimiz; Bir kaç kez Süleymaniye’de Kürt milliyetçilerinin gittiği bir
kahveye gitmemiz; FKF’deki bir toplantıda, karşı tarafın bize karşı Kürtleri
kışkırtmak istemesi ve Deniz’in Biz Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkını
savunuyoruz diyerek, provakasyonu boşa çıkarması ve planı tersine döndürmesi,
Kürt arkadaşlarla birlikte toplantıdan sonra toplu halde çıkışımız;
Çınaraltı’nda Diyarbakır’dan gelmiş,
terzi iki TİP’li ile Deniz’in konuşmaları. Bu Diyarbakırdan gelmiş
kişilerden birinin Mehdi Zana olduğunu sanıyorum. Bu, Deniz'in farklılığının
Kürtlerce de bilindiğini, bunun farkında olduklarını da gösterir. O zaman
devrimci çevreler dışında pek tanınmayan Denizle görüşmek istemeleri ve
görüşmeleri anlamlıdır. Belli belirsiz hatırladığım bütün bu sahnelerde Deniz
var. Bunlar aynı zamanda o dönemden Kürtlere ilişkin olarak hatırladığım tek
sahneler.” (http://www.comlink.de/demir/biyograf/kurtsor/kurtsor03.htm
)
Burada okuyucuya tekrar şunu belirtelim. Kendi tezimiz olan,
Deniz Gezmiş’in o dönemdeki öğrenci liderleri arasında, diğerlerinden farklı
olarak “Kürt Sorunu”nda en ileri anlayışa sahip olan önder olduğuna ilişkin
önermenin kanıtlarını yine kendi anlattıklarımız oluşturuyor. Bunun nedeni de,
yine yukarıda açıklandığı gibi, bu tarihi yaşayanların, bu günkü konumları
açısından gerçeği unutturmak ve tahrif etmek zorunda olmalarıdır. Biz olayların
canlı şahitlerinden biri olarak, olgulara ilişkin karşı iddialarda bulunanlar çıkarsa
bunlarla her şekilde yüzleşmeye de hazırız.
Bu uzun alıntıyla anlatılmak istenen, Deniz Gezmiş’in “Kürt
Sorunu”nda bütün diğer sol öğrenci hareketi önderlerinden farklı bir tavrı
olduğudur. Bu bir olgudur.
Bu olgunun diğer bir kanıtı da, Deniz Gezmiş’in son
sözleridir.
(Burada bu derleminin başındaki yazılar aktarılıyor ve sonra
şöyle devam ediliyor.)
İstanbul’daki öğrencilerin lideri Deniz Gezmiş’in Kürt
sorunundaki tavrı, diğer Dev-Genç ve DÖB’lülerden ve THKO’lulardan farklıdır.
Bu onun son sözlerinde de, İstanbul Üniversite’sindeki öğrenci lideri olarak
hareketlerinde de görülür.(Bu fark bu gün için yaşayanlarca gizlenmektedir, bu
nedenle bu farkın kanıtları olarak genellikle kendi anlattıklarımızı kullanmak
zorunda kalıyoruz.)
O halde şu soru geliyor ortaya: Deniz Gezmiş’in bu farkı
nereden gelmektedir? Ne sülalesinin Kürdistan’daki kökleri, ne ailesinin
sınıfsal durumu, ne de o sıralar etkisinde bulunduğu sol akımlar ve
örgütlenmeler bunu açıklayabilir.
Ailesi tipik şehirli küçük burjuva memur aydın bir ailedir.
Oradan gelen sadece Kemalist ve milliyetçi etkilenmelerdir. O sıralar yükselen
MDD hareketi, bütünüyle anti emperyalizm vurgulu bir harekettir. Kemalist küçük
burjuva çevreleriyle yakın ilişki içindedir. Daha önce de TMTF olaylarında yine
benzer çevrelerin etkisi vardır Deniz Gezmiş üzerinde. Deniz Gezmiş’in önderi
olduğu Devrimci Öğrenci Birliği’nin bu anti emperyalizm ve milliyetçilik
vurgulu tavrının bu gün o hareketten yaşayanları getirdiği yer ortadadır.
Bunlar Kürt hareketinin en büyük düşmanı olan çevrelerdir ve Batı Çalışma
Grubu’yla birlikte çalışmaktadırlar. Bu tavır gökten zembille inmemiştir. Bu
tavır öylesine uzaktır ki, Deniz’in tavrına, kendilerini onun devamcısı gibi
göstermek için, son sözlerini bile tahrif etmek zorunda kalmaktadırlar.
Peki, nasıl olmaktadır da Deniz’de adeta bir mutasyon ortaya
çıkmaktadır ne sınıfsal konumu, ne ilişkide bulunduğu çevreler bakımından bir
ayrım olmayan diğer devrimci ve sosyalist DÖB’lü, Dev-Genç’li ya da THKO’lu
arkadaşlarıyla.
Bu farkın bir tek açıklaması bulunmaktadır: Dr. Hikmet
Kıvılcımlı’nın etkisi.
Bu satırların yazarı bu etkinin canlı şahididir. Kıvılcımlı
ile Deniz Gezmiş ilişkisinden bir çok yerde söz edilir. Ancak bu ilişkinin
Deniz üzerindeki etkileri hiç inceleme konusu yapılmamıştır. Halbuki Deniz’in
bir Marksist olarak şekillenmesinde ve eğitiminde bu etkiler belirleyicidir.
Bilindiği gibi Deniz Gezmiş, Üsküdarlıdır. Aynı dönemde
Kıvılcımlı da orada yaşamaktadır. Deniz Gezmiş birçok kereler Kıvılcımlı ile
görüşmeye gitmiştir. Hatta Kıvılcımlı’yı üye olarak TİP’e önermiş ve bu yüzden
de TİP üyeliğinden olmuştur. Bu ilişkinin nasıl kurulduğunu, Erim Süerkan, ki
kendisi de aynı zamanda DÖB üyesiydi, şöyle anlatıyor:
“Hikmet kıvılcımlı ile tanışmamız şöyle oldu. 1965
yılındaydı. Nurettin bir gün Sahaflar’dan kitap alırken Hikmet Kıvılcımlı’nın
“Tarih Devrim Sosyalizm” adlı kitabına rastlıyor. Bakıyor bir Türk
sosyalistinin kitabı. Çeviri değil. Özgün bir eser. İlgisini çekiyor ve kitabı
alıyor. Okuyup bakmamız için bize de getirdi. Bizim de ilgimizi çekti. Kitabın
arka kapağında kitabı yazanın adresi var. Ayrıca kitap hakkında eleştirileriniz
varsa yazın, gelin görüşelim diye bir de not var. Biz de Nurettin, Deniz ve ben
kalktık Cağaloğlu’nda bulunan adrese gittik. Kendimizi tanıttık. İşte böyle
böyle dedik. Kitabınızı okuduk ilgimizi çekti. Neyse sohbetimizde kendisinden
bahsetti. Bu arada bizim Üsküdar’da oturduğumuzu öğrenince kendisinin de
Salacak’ta oturduğunu söyledi. Böylece Hikmet Kıvılcımlı ile diyalogumuz
kurulmuş oldu.” (Turan
Feyizoğlu, Deniz Bir İsyancının İzleri,
s.46)
Şimdi, henüz yeni şekillenmeye başlayan bir lise öğrencisi,
birden bire dünyanın en çaplı Marksistlerinden, Türkiye sosyalist hareketinin
en güçlü teorisyenlerinden ve eylem adamlarından biriyle karşılaşıyor. Biri
henüz ilk politik tecrübelerini edinen bir genç, diğeri yıllarını hapislerde
geçirmiş bir savaşçı. Bu karşılaşmanın genç üzerinde nasıl bir etki yaratacağı
tahmin edilebilir.
Ayrıca bu ilişki öyle bir kere karşılaşmayla da bitmiş
değil. Birçok kereler görüşülüyor. Hatta Deniz Kıvılcımlı’yı TİP üyeliğine
öneriyor. Kıvılcımlı gibi eski bir savaşçının, bu genç ve sosyalizme ilgi duyan
insanlara bilgi ve tecrübelerini aktarmak için, onu yakından tanıyanların çok
iyi bileceği gibi, nasıl bir çaba içinde olacağı tahmin edilebilir. Ve bu
anlatılanların önemli bir kısmının da Kürt sorunu olacağı çok açıktır. Bunu
bizzat bizim yaşadığımız ve başka bir vesileyle anlattığımız başımızdan geçen
bir olay gösteriyor.
Bu olayı şöyle anlatmıştık o yazıda:
“Kürt'lerin ayrı bir
ulus olduklarını, garip bir rastlantı sonucu ve daha hiç Kürt tanımadan, ilk
kez Dr. Hikmet Kıvılcımlı'dan duydum.
Balıkesir'den sonra
Karşıyaka Erkek Lisesi'nde dönemi bitirmiş, fabrikalarda işçilik yaparak bir
yıl bekledikten sonra, yine sosyalizmle ilgili olduğunu düşündüğümden, İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Gece bölümüne kaydolmuş; iş arayarak
ve diğer zamanlarda da Beyazıt civarında kahvelerde pinekleyerek
üniversitelerin açılmasını bekliyordum. O yıllarda, Aksaray'daki Türkiye
Öğretmenler Sendikası (TÖS) lokalinin altındaki Konferans salonunda, sık sık
sosyalistlerin tertiplediği ve katıldığı konferanslar, açık oturumlar olurdu.
Biz de taşradan gelmiş sosyalistler olarak bunların hiç birini kaçırmaz, her
duyduğumuzu, her gördüğümüzü büyük bir açlıkla sünger gibi içimize çekerdik.
Yapacak işimiz olmadığından; ve eski taşra sinemalarında çocukluğumuzda
sinemaya çok erkenden gidip beklemenin alışkanlığıyla, bir iki saat öncesinden
toplantının yapılacağı salona gider ve beklerdik.
Yine böyle bir açık oturuma, toplantı başlamadan epey
önce, daha salonda kimse yokken bir arkadaşımla birlikte gidip oturmuş,
şakalaşarak, herhalde sosyalizmden konuşarak vakit geçiriyorduk. Tek tük bizim
gibi erkenciler düşüyor ve birbirlerinden aralıklı olarak salonun farklı
yerlerine oturuyorlardı. Bu arada yaşlı ama oldukça dinç görünüşlü bir adam
geldi tam arkamıza oturdu. Bir süre sonra, çok saygılı bir dille bizim
konuşmamıza katılmaya başladı, daha sonra da bize Türkiye'nin toplumsal yapısı
üzerine anlatmaya başladı; tam ne anlattıklarını hatırlayamıyorum ama
konuşmasının bir yerinde Kürtlerden ayrı ve ezilen bir ulus olarak söz etmesi
dikkatimi çekmiş ve ona "Kürtler başka bir ulus mu?" diye sormuştum.
O da öyle olduklarını söylemişti. Gerçi buna özel bir önem de vermemiştim ama
ilk kez böyle bir şey duyuyordum. Daha sonra bu yaşlı adam kalkıp gitmiş biz de
kendi konuşmamıza, devam etmiştik. O yaşlı adamın kim olduğu hakkında hiç bir
fikrimiz yoktu.
Bir süre sonra, o bizimle konuşan yaşlı adamı
konuşmacılar arasında görünce şaşırdık ve bundan gizli bir gurur bile duyduk.
Daha sonra da, konuşmacılar tanıtılırken bu yaşlı adamın Dr. Hikmet Kıvılcımlı
olduğunu öğrenecektik. Konuşmacılar tanıtılırken, dinleyiciler sırayla onları
alkışlıyordu, sadece Dr. Hikmet Kıvılcımlı da herkesle birlikte alkışlamaya
başlamıştı. Bu benim çok garibime gitmiş ve yanımdaki arkadaşa, adam amma da
kendini beğenmiş, kendi kendini alkışlıyor demiştim. Arkadaşım da, bunun bir
Komünist adeti olduğunu, onun tam komünist gibi davrandığını söylemişti. Bunun
üzerine cahilliğimden bir kere daha utandığımı ve o yaşlı insanın dediklerini
daha dikkatli dinlediğimi hatırlıyorum.”
Bir açık oturum öncesinde, kısa bir zaman içinde bizlere
bile Kürt’lerin ayrı bir ulus olduğundan, Kürdistan’ın sömürge olduğundan
bahseden Kıvılcımlı’nın, defalarca görüştüğü Deniz Gezmiş’e bahsetmemesi
düşünülemez. Açıktır ki, Deniz Gezmiş’te bütün diğer bulunduğu örgüt ve
arkadaşlarından farklı olarak bu mutasyona yol açan Hikmet Kıvılcımlı’dır.
Deniz’in farklı tavrının ve tutumunun, idam edilmeden önceki son sözlerinin
başka bir açıklaması olanaklı değildir.
O halde tekrar özetleyelim.
Deniz Gezmiş’in Kürtler Karşısındaki tavrı, bütün
çağdaşlarından farklıdır. Onları bir özne olarak görür ve öyle ilişki kurar;
son sözlerinde olduğu gibi, Kürt sorununu Türkiye’de devrimin temeli olarak
koyar.
Bu farkın nedeni Dr. Hikmet kıvılcımlı’yı tanımış ve ondan
etkilenmiş olmasıdır.
Şimdi eğer bu fark Kürt hareketinin şekillenmesinde bir
etkide bulunmuşsa, bu dolaylı olarak Kıvılcımlı’nın bir etkisidir, Deniz Gezmiş
üzerinden.
Bu satırların yazarı, bizzat 12 Mart döneminde, Deniz’in son
sözlerinin bulunduğu daktiloyla dağıtılan metinlerin Kürt öğrencilerde nasıl
bir coşku yarattığının ve sosyalist Kürtlerin konumunu nasıl güçlendirdiğinin
birçok kereler şahidi olmuştur.
Eğer Deniz Gezmiş, ölürken Türk ve Kürt halklarının
kardeşliğinden söz etmese, Kürt ulusal hareketi içinde o ilk şekilleniş
yıllarında sosyalizme olan sempati gelişemez, birçok Türk devrimcisi de Kürt
sorununun önemini kavrayamazdı, yani Kürt hareketinin içinde Türkler de yer
almazdı. Bu gün o hareketin, Türk solunun bütün şoven yaklaşımlarına, Türklerin
şovenizmi karşısında Kürtlerin kırgın ve kızgınlığına rağmen zerrece Türk düşmanı
olmayan tavrı odaya çıkamaz ve varlığını sürdüremezdi.
Türk sosyalistlerinin Kürt sorununda gösterdikleri en küçük
bir hassasiyetin bile Kürt sosyalistlerinde nasıl bir coşku ve umut
yarattığının örneğin olarak, Öcalan’ın şu söyleri alınabilir:
“Musa Anter ve Hikmet Kıvılcımlı
gibi şahsiyetleri İstanbul’da tanıdım. Musa Anter DDKO’nun ruhu gibiydi.
Tecrübelerini aktarıyordu. “Oyuna gelmeyin” diyordu. Hikmet Kıvılcımlı’dan
bizzat “Mezopotamya’nın çocukları, mücadelenizde başarılar dilerim” sözünü
duymuştum. Fakat bende en köklü tercihe yol açan yılın son günlerinde,
illegaliteye çekilmesine çok az kala, Mahir Çayan’ın İTÜ’de kürsüye tek
başına çıkıp (eleştirdiklerim çoğunlukta olmasına rağmen), gür ve oldukça
inanç, kararlılık ve bilinç arz eden sesiyle “Revizyonizm bir gerçektir, karşı
çıkılmalıdır. Kürt sorunu örtbas edilemez, kabul edilmelidir. Oportünizm
tavırlarında ısrar ederse, bağlar kesilmelidir” anlamındaki konuşması, sol
sempatizanlığımı derinleştiriyordu.”
Burada Öcalan açık olarak, Mahir Çayan’ın Kürt sorunundan
söz etmesinin sol sempatizanlığını derinleştirdiğinden söz etmektedir.
Öcalan, Avrupa İnsan Hakları mahkemesine sunduğu savunmada
da şunları yazıyor:
“1970’ler Ankara’sında devrimci gençliğin sesi gür ve
korkusuzdu. Tuzaklı bir sahada korkusuzluk olduğu hissediliyordu. Ama onlar
senin soy varlığına sahip çıkacak kadar cesur ve özverili idiyseler ve eğer
sende sınırlı bir onur duygusu varsa, bu gençleri takip etmekten geri
duramazdım. Mahir Çayan’ların Kızıldere’de şahadeti ve Deniz Gezmiş’lerin
idamları, biz namuslu sempatizanlara anılarını takip etme görevi vermişti.
Artık okul bir bahaneydi. Halk adına hareket edeceğim kesindi. Ama en başta
idam sehpasında bile adı haykırılmış benim halkım, Kürt halkı nasıl bir halktı?
(altını biz çizdik) Bunun bilinmesi gerekiyordu. Ulusal soruna böyle başladım.”
Burada bir Türk sosyalistinin İdam sehpasında Kürtlerin
adını haykırışının yarattığı etki bizzat Kürt Ulusal hareketinin önderinin
kaleminden ifade edilmektedir.
Eğer bu örnekler olmasa, solun ne Öcalan için ikna ediciliği
ve çekiciliği olurdu ne de Kürtlerin hayal kırıklıklarının baskısı karşısında
direnme gücü. Deniz’in tavrının ve son sözlerinin de Sadece Öcalan için değil,
binlerce Kürt devrimci için benzer bir etkide bulunduğu görmezden gelinemez.
Türk solunun şovenliğiyle çelişki içindeki bu ayrıksı
örnekler incelendiğinde, bizzat kendisi de bir ayrıksı örnek olan
Kıvılcımlı’nın etkileriyle karşılaşılır genellikle. Bu ayrıksı örnekler, bu
istisnalar olmasa, Kürt Hareketinin yazının başında değinilen, egemen ulustan
kişileri de içeren istisnai durumu gelişemezdi.
Burada Kıvılcımlı’nın
ilk ve en belirsiz, kişisel ilişki üzerinden dolaylı bir etkisini ele aldık.
Ama Kıvılcımlı’nın bu dönemdeki diğer bir dolaylı etki kanalı da Mahir
Çayan’dır. Bu da tıpkı Deniz üzerindeki etki gibi unutulmuş bir etkidir. Onu da
diğer yazıda ele alalım.
23 Kasım 2001 Cuma
Demir Küçükaydın
Kitabı indirmek için şu kodu da kullanabilirsiniz:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder