Ermeni Katliamı üzerine sanırım Türkiye’deki sol içinde ilk yazanlardan ve en radikal tavır
koyanlardan biriyimdir.
Ermeni Katliamı üzerine ilk yazıyı, 1980’lerin başında
ASALA’nın Türk Diplomatlarını vurmaya başlaması; böylece konunun gündeme gelmesi
ve unutulmaktan çıkması vesilesiyle Niğde Cezaevi’nde yazmış, bunu gizlice
dışarıya çıkarmıştım.
Almanya’da çıkan Yol
(Der Weg) dergisinde yayınlanmıştı[i]. (Bu
yazı ve diğer yazılarımızı Ermeni
Katliamı ve “Sorunu” Üzerine Yazılar başlığı altında derledik ve bu
kitap, adında yer alan linkten indirilebilir.)
Daha sonra bugünkü internet tarayıcılarının temelini oluşturan
tekniğin Tim Berners-Lee tarafından henüz CERN’de geliştirildiği; internetin
çok dar bir çevre dışında bilinmediği ve kullanılamadığı dönemlerde, usenet tartışma gruplarında
gündemleştirmeye çalıştım. (Eğer bir yerlerde arşivleri varsa oralarda
bulunabilirler.)
Sonra internet yaygınlaştı “forumlar” tartışmaların yapıldığı yerler oldu. Oralarda da
gündemleştiren ve tartışanlardan biriydim.
Daha sonra yıllarca konu üzerine yazdım ve konunun gündeme
gelmesine çalıştım.
Şimdilerde artık epey yol kat edilmiş görünüyor.
*
Ama biz görünüşle
değil, özle ilgiliyizdir. Öz ve görünüş çoğu kez birbirine zıttır.
Biraz derinden bakınca, giderek konunun sosyolojik kavramlarla
tartışılmaktan çıkıp hukuki kavramlarla
tartışılmaya hapsedildiği; böylece var olan güçlerin (Özellikle Türk ve Ermeni
Devletleri, Milletleri ve Milliyetçilerinin) kendilerini reforme ederek
sürdürmelerinin araçlarına dönüştüğü görülüyor.
Ermeni katliamının hukuki kavramlarla tartışmaya
hapsedilmesi ve bunun yaygınlaşması; onun nedenleri
üzerine sosyolojik kavramlarla tartışmanın gündemden düşürülmesinin bir aracına
dolayısıyla gerici bir programın savunulmasına ve tartışmasız egemenliğini
kurmasına dönüşmüş bulunuyor.
Bu nedenle, herkesin sustuğu; konuyu gündeme getirmenin en
“demokrat” ve “sosyalist”lerce bile “şimdi
bu konuyu gündeme getirmenin sırası mı” diye eleştirilip susulduğu ve
görmezden gelindiği zamanlarda, yıllarca nasıl “akıntıya karşı” durup konuyu gündemleştirmeye çalıştıysak ve bu
nedenle her zaman tecrit olup, görmezden gelindiysek; şimdi de yine aynı
şekilde, konunun hukuki kavramlarla tartışılmasının biricik norm olduğu bu
dönemde; bunun yanlışlığını ve gerici karakterini tartışmaya açıp yine “akıntıya karşı” duralım, yine tecrit olalım
ve görmezden gelinelim.
Yalnız bu arada şu küçük gözlemi de belirtmeden geçmeyelim. Dün
Ermeni Katliamı’nı gündeme getirme çabalarına karşı, “şimdi sırası mı” deyip susanlar; bugün bu katliamın tartışılmasını “soykırım diyor musun, demiyor musun” ve “Özür dileme” alanına, yani hukuki
kavramlara hapsedenlerle aynıdır ve aynı metodolojik ve programatik yanlışları
sürdürürler.
Bu da özünde, aynı sınıfsal çıkarın değişen koşullarda başka
biçimlerde savunulmasından başka bir şey olmamasının bir görünümüdür.
Bu kerameti kendinden menkul baylar ve bayanlar (Aslında
Türkiye’nin entelektüel hayatına egemenlik kurmuş liberaller denebilir. Bir tür
“Establishment”.) her zaman haklıdırlar.
Onlar bir konuyu gündemlerine aldıklarında artık gündeme alınması doğrudur ve
zamanı gelmiştir.
Ve öylesine etkilidirler ki, onların kavramlarını
eleştirdiğinizde veya o kavramların dışına çıkıp düşündüğünüzde, herkes sizim
saçmaladığınızı düşünür ve kabul eder. Aslında hepsi toplu halde
saçmalamaktadırlar.
Zor zamanlarda ne Ermenilerin ne de Kürtlerin adını ananlar,
şimdilerde “soykırım”ı veya “özür dileme”yi dillerinden düşürmüyorlar ve Kürt
hareketinin çevresinden ayrılmıyorlar.
“Reformlar devrimci
mücadelenin yan ürünleridirler” diye bir söz vardır. Reformlar işte böyle
devrimci mücadelenin yan ürünü olurlar. Her devrin adamları devrimcilerin
mücadelelerin rantını yemaya başladıklarında bu yan ürün ortaya çıkar.
Bu arada devrimciler yeni mücadelelerin yoluna çoktan girmiş
olurlar. Onların gelecekte yiyecekleri rantları hazırlamaya başlarlar.
*
Bir yanlış anlamaya meydan vermemek için
şunu belirtelim ki, uluslar arası organlarca yapılmış hukuki tanıma göre 1915’de olanlar bir soykırımdır.
Ancak unutulan ve kimsenin görüp hatırlamak istemediği çok
basit bir gerçek var: Soykırım hukuki bir kavramdır: hukuki kavramlarla
sosyolojik olgular anlaşılamazlar.
“Soykırım” demekle veya “özür
dilemekle” nedenler ortadan kalkmaz.
İşte İsrail somut olarak ortada. Kendileri soykırım kurbanı olanlar, ırkçılık kurbanı olanlar şimdi aynı şeyi yapıyorlar.
İşte İsrail somut olarak ortada. Kendileri soykırım kurbanı olanlar, ırkçılık kurbanı olanlar şimdi aynı şeyi yapıyorlar.
Son
zamanlarda soykırım denmesi veya denmemesi bu olanın korkunçluğunu abartma
veya küçültme olurmuş gibi anlaşılıyor. Bu kavramın kullanılıp
kullanılmamasının bu olgunun anlaşılmasıyla veya korkunçluğuyla ilgisi yoktur.
Varsayalım ki, dünyanın bütün en ileri
gelen hukukçuları bu olayın soykırım olmadığına karar verdi. Bu, yaşananların
daha az korkunç olduğu anlamına gelir mi?
Ayrıca bu, o sürgün, katliam ve toplu
öldürmenin sosyolojik nedenlerini
araştırmamak gerektiği anlamına gelmez.
Ama sadece bu kadar da değil, esas
önemli olan şudur: Bir sorunu hukuki kavramlarla tartışmanın programatik sonuçları farklıdır; sosyolojik kavramlarla tartışmanın programatik sonuçları farklıdır.
Ama bunun sonuçları burada da kalmaz.
Çünkü bir sorunu hukuki kavramlarla
tartışmanın kendisi aynı zamanda sosyolojik kavramlarla tartışmaya karşı bir ideolojik mücadeledir, bir engel
çıkarmadır.
Yani konunun hangi kavramlarla ele
alınacağının kendisi bir sınıf mücadelesi
konusudur.
Farklı sınıfların çıkarları ve
konumları, dolayısıyla programları arasındaki mücadele; aynı zamanda sorunların
hangi kavramlarla tartışılacağına ilişkin bir mücadele olarak sürer.
Ermeni Katliamı konusunun tartışılması
da böyledir.
*
Ama önce sosyolojik kavramlar ve hukuki
kavramlar konusunda kısa bir açıklama.
“İnsan öldürmek cinayettir” önermesi, sosyolojik bir önerme değildir;
hukuki bir önermedir. Olayın
nedenlerini açıklamaz, norm koyar;
cinayet analitik bir kavram değil; normatif bir kavramdır; hukuki veya ahlaki kavramlar, değer yüklü bir kavramlardır. Onlarla
olaylar açıklanamaz ve anlaşılamak, aksine onların açıklanması gerekir, onlar
bizzat açıklama çabasının nesnesini oluştururlar.
Toplumsal gerçeğin özüne ise ancak analitik kavramlarla inilebilir ve olguların nedenleri açıklanabilir.
Marksizm ise nedenlerin ne olduğunu anlamak ve açıklamakla
uğraşır. Yani hukuki değil, sosyolojik kavramlarla çalışır. Nedenler ortadan
kaldırılmadan sonuçlar ortadan kalkmaz.
Özür dilemenin veya soykırım demenin soykırımları ortadan
kaldıracağı çocuksu bile sayılamayacak bir bilinçli çarpıtmadır.
Sosyoloji insanların niye
birbirini öldürdüğü ile veya belli bir öldürme olayının ardındaki toplumsal nedenlerle;
insanların aynı insan öldürme olgusunu hangi koşullarda ve neden cinayet; hangi
koşullarda ve neden kahramanlık olarak tanımladığı ile ilgilenir.
İnsan maddeyi aletlerle, olguları kavramlarla işler. Hiç
kimse balık avlamaya yarayan olta ile kuş ya da geyik avlamaya kalkmaz. Ya da
tersine kuş avlamaya yarayan bir sapanla balık avlamaya kalkmaz.
Ama toplumsal olgular söz konusu olduğunda, bunların özünü
anlamak söz konusu olduğunda, işin kötüsü tam da böyle davranılmaktadır.
Örneğin hukukun kavramları sosyolojinin kavramları yerine geçirilir; sanki
bilimsel kavramlarmış gibi kullanılır.
*
Ermeni katliamı üzerine konuşmalar artık şu noktaya gelmiş
bulunuyor: herkes pür dikkat kesilmiş bekliyor. ”soykırım” diyecek mi, demeyecek
mi?
Ben bu kavramı kullanmamaya
özel dikkat ediyorum artık.
Çünkü konunun bu kavramı kullanmaya, soykırım olarak
tanımlamaya hapsedilmesi aslında gerici bir programı dayatan ideolojik olarak
son derece gerici bir saldırıdan başka bir şey değildir. (Elbet bugün
konjonktürel olarak Türk devletinin olguyu inkarına bir direniş anlamına
gelmektedir somut plitik mücadeleler içinde. Ama işte bu nedenle de, konuyu
devletin istediği alanda tartışarak demokrasi mücadelesini zayıflatmaktadır.)
Bu kavramı kullanmak demokratik bir programa ve olasılığa
karşı ideolojik saldırının bir aracı olmaktan başka bir sonuç vermemektedir.
Neden ve niçin?
Çünkü bir sorunu hukuki bir tartışmaya indirgediğinizde var
olan sistemi olumlamış ve yeniden üretimine hizmet etmiş olursunuz. Zaten
tartışmanın buraya sıkıştırılması tam da bu amaca hizmet etmektedir. Bu amaç, dille,
dinle, tarihle tanımlanmış ulusal devletleri ve ulusları biricik toplumsal
varoluş biçimi olarak dayatmadır.
Sanılmaktadır ki, Ermeni Soykırımından bahsetmek ve Özür
dilemek, Türk milliyetçiliği ile çelişir. Hayır çelişmez, aksine tam da Türk
milliyetçiliği bunu gerektirir ve ister.
Akıllı ve uzun vadeli düşünen; Türk milletinin ve devletinin
uzun vadeli çıkarlarını savunan; onun daha çağdaş; daha esnek olmasını
isteyenler bu devletin bu soykırımı tanımasını; Türklerle Ermenilerin böylece
barışmasını; Türk devletinin bir başbakanının örneğin Erivan’a gidip Willy
Brantd gibi 1915’in kurbanları önünde diz kıvırmasını hayal ederler.
Taner Akçam’dan Baskın Oran’a, bu konuda yazan bütün “establishment”e
bakın, hepsi milliyetçidir, hemk de Türk milliyetçisidirler, demokratik bir
milliyetçi bile değildirler.
Çünkü bunların hepsi de, bunları okuyanlar da aynı
milliyşetçilerin milliyetçilik kavramına sahiptirler. Milliyetçiliği başka
milletlerin haklarını tanımama veya inkar etme olarak tanımlarlar. Bu tamı
tamına milliyetçilerin milliyetçilik kavramıdır.
Milliyetçilik ulusal olanla politik olanın çakışması
ilkesini kabul etmektir.
Yani başka milletlerin de devlet kurma hakkını kabul etmektir.
Peki milliyetçiliğin nasıl bir milliyetçilik olduğunu ne
belirler.
Ulusal olanın nasıl tanımlandığı belirler.
Ulusal olanı, yani milleti, Türklük, Ermenilik, vs. gibi bir
dille, dinlye de tanımlayabilirsiniz; bir dille dinle tanımlamaya karşı da tanımlayabilirsiniz.
Bunların ikisi de milliyetçiliktir. Birincisi gerici
milliyetçiliktir
İkincisi demokratik milliyetçiliktir.
Peki milliyetçi olmamak nasıl olur.
Nasıl tanımlanırsa tanımlansın ulusal olanla politik olanın
çakışması ilkesini reddetmektir milliyetçi olmamak.
Yani en demokratik biçimiyle bile uluslara ve ulus da
politik bir birim olduğundan devletlere karşı bir savaş gerektirir milliyetçi
olmamak.
Bir Türk Willy Brant’ının Ermenistan’a gidip 1915
kurbanlarının önünde diz kırmasını hayal edenler, padişah olysa soğanın
çcücüğünü yemekten başka bir şey hayal edemeyen Türk milliyetçileridirler.
Ama aynı zamanda bu, başka hayaller için mücadeleye girmekten
kaçmanın veya başka hayaller için mücadeleye girenlere karşı mücadelenin de bir
ifadesidir.
Yani aynı zamanda demokrasi mücadelesinin zayıflatılması
dolayısıyla bizzat kendi hayallerinin bile olanaksızlaştırılması anlamına
gelir.
Çünkü onların hayalleri ancak bizim hayalimiz gerçek olma
ihtimali olduğunhda, yani bir demokratik devrimin gerçekleşmesi olasılığında
gerçekleşebilir.
*
Ama sadece Türk devletinin uzun vadeli çıkarlarını
savunanlar ve uzun vadeli düşünen akıllı Türk milliyetçileri bu hayali
görmezler; Ermeni milliyetçileri de tamı tamına aynı hayali görürler. Onlar aynı
hayalin peşindeki düşman kardeşler gibidirler.
Aslında her ikisi de, bu tavırlarıyla, demokratik bir
ulusçuluk karşısında gerici bir milliyetçiliği savunurlar ve ona karşı
mücadelede bir ideolojik egemenlik kurmak için ittifak ederler.
“Soykırım” ve “özür” kavramları Türk ve Ermeni Milletlerinin
ve Devletlerinin demokrasiye ve demokratlara karşı ideolojik mücadelesinin en
kritik kavramlarıdır.
Çünkü var olanı korumanın, onun meşruiyetini yeniden
üretmenin ve varlığını tartışma dışına düşürmenin araçlarıdırlar.
Çünkü Türklük ve Ermenilikle tanımlanmış devletleri ve
milletleri varsayarlar ve yeniden üretirler.
Bunu anlamak için, başka bir durumu hayal edelim.
*
Diyelim ki Türkiye’de radikal bir demokratik devrim oldu. Bu
devrim sonucu ulusun Türklük, Kürtlük, Ermenilik, İslam vs. ile tanımlanmasına
son verildi. Devlet ulusu böyle, bir dille, dinle, soyla, tarihle tanımlamaya
karşı tanımlıyor.
Yani somut olarak, örneğin ülkedeki hiçbir dili avantajlı
duruma getirmemek için ortak konuşma ve haberleşme dili İngilizce seçilmiş. Ama
herkesin aynı zamanda ana dilinde eğitim ve her türlü devlet işini ana dilinde görme
hakkı ve devletin herkese ana dilinde
hizmet verme görevi var. Okullarda
ulusların tarihi olmadığı ama kendisi zaten bir karşı devrim anlamına gelen ulusçuluğun,
çite kavrulmuş karşı devrimci ve gerici biçimlerinde, ulusları bir tarih
aracılığıyla yarattığı, bunun için saçma şeyler bile uydurulduğu okutuluyor. Bu
bağlamda örnek olarak bir zamanlar tarih kitaplarında, Türk ulusunun aslında
genetik ve kültürel olarak yüzde doksan beşiyle, zaman içinde Müslümanlaşmış
Ermeni, Rum ve Anadolu’nun diğer eski halklarından (Likyalılar, Manavlar vs.)
oluşturulduğu; fatihlerin yüzde beşi bile bulmadığı; ama bir zamanlar okutulan tarihin olgularla
bile en küçük düzeyde bir ilişki içinde bulunmayan Orta Asya’dan gelen Türklere
dayanan bir tarih okutulduğu anlatılıyor Bu dile dine etniye göre tanımlanmış
ulusların ve ulusçuluğun insanlara nasıl korkunç felaketler yaşattığı ve gerici
niteliğini göstermek için Ermeni Katliamı gibi olaylar inceleniyor.
Bu Demokratik Cumhuriyet’te Türk, Ermeni, Rum, Kürt veya
“ulussuz” vs. olmak; tıpkı gerçekten laik bir ülkedeki herhangi bir dinden veya
dinsiz olmak gibi özel bir sorun olur. Devlet, Din, dil, soy, “kültür” körüdür.
Tıpkı spor kulüpleri karşısında kör olması ve tarafsızlığı ve yurttaşların
haklarını savunmakla görevli olması gibi.
Bu Demokratik Cumhuriyet, tarihsel bir haksızlığın
sonuçlarını biraz olsun giderebilmek için, diyelim ki, birkaç nesil önce Anadolu’da
yaşamış insanların hepsine buraya gelip yerleşme, hayat kurma, eğer imkân varsa
ve başkalarını mağdur etmeyecekse atalarının mallarını kullanma hakkı ve
yeniden bir hayat kurmak için destekler veriyor vs..
Emin olun böyle bir devlete karşı mücadelede; ulusu ve devleti
Türklükle tanımlayan Türk milliyetçileri ile ulusu ve devleti Ermenilikle
tanımlayan Ermeni milliyetçileri (ve Kürtlükle tanımlayan Kürt milliyetçileri)
ittifaka girerler. Zaten şu anda tam da böyle bir ittifak içindedirler. Bunu da
tamı tamına konuyu soykırım ve özür düzeyinde tartışmaya tıkarak
yapmaktadırlar.
Böyle bir durumda, buna karşılık Ermeni (veya Kürt) demokratları
da böyle bir demokratik cumhuriyetle ittifak halinde olurlardı. Ve böyle bir
demokratik cumhuriyet, kendini Türklük veya herhangi bir şeyle tanımlamadığı,
bunların politik olarak, yeşil gözlü olmak veya 42 numara ayakkabı giymekten
farkı olmadığı için, demokrat Ermeniler Ermenistan’da devrim yaptıklarında
Demokratik Ermenistan Cumhuriyeti ve bu Cumhuriyetin birleşmemeleri için hiçbir
neden kalmazdı. Aynı şey Kürtler, Araplar, Farslar, Gürcüler, Yunanlılar vs.
için de geçerlidir. (Bu hikâye tersinden de anlatılabilir. Ermenistan’da bir demokratik
Cumhuriyet kurulduğu varsayımından hareketle. Ancak Ermenistan çok küçük ve
fakir bir durumda bulunduğundan, muhtemelen Türk devletinin yardım ettiği
Ermeni milliyetçilerince ezilirdi.)
Böyle bir hayali ve amacı; yani böyle bir programı olma ile 1915 katliamının nasıl
tartışılacağı arasında özsel bir ilişki vardır.
Amacınız Türklükle, Kürtlükle veya Ermenilikle tanımlanmamış;
böyle tanımlamaya karşı tanımlanmış bir demokratik cumhuriyet ise; katliamın
nedenleri olarak bizzat ulusların böyle tanımlanmasını katliamların baş
nedenlerden biri olarak görürsünüz. Bu tür tanımlamalar olduğu sürece yeni
katliamlar kaçınılmazdır, bütün tarih de bunu gösterir dersiniz.
Ama amacınız, Türklükle tanımlanmış bu devleti yaşatmak,
bunun için de modernize etmek; esnetmek; böylece Türklükle tanımlanmış bir
devletin daha uzun yaşamasını sağlamak ise; Türklerin ruhsal olarak daha
sağlıklı insanlar olmasını sağlamak ise, konuyu bunu Osmanlı yaptı veya İttihat
Terakki yaptı veya biz yaptık işte
özür diliyoruz gibi bir çerçevede tutmak sizin yapacağınız biricik şeydir.
Burada bütün her şey o biz
kavramında gizlidir. Siz de kendinizi o biz’den
addedip o biz’i değiştirmeye
çalışıyorsunuz demektir. Kendinizi başka türlü değerlendirdiğinizi düşünseniz
bile.
Ama bir demokratın görevi ne Türk devletini yaşatmaktır ne
de Türklerin ruh sağlığıdır. Demokrat, Türkleri Türklüğe karşı mücadeleye; Türk
olmaktan çıkıp bir Demokrat olmaya çağırır. Çünkü bir Türk demokrat olamaz. Bir Türk
ancak devletin ya da ulusun Türklükle tanımlanmasına karşı çıkıp onunla
mücadele ettiğinde demokrat olabilir. Ama bu da artık Türk olmaktan çıkmak,
Türklüğü özel bir sorun olarak tanımlamak demektir.
Bir Demokrat, Türk devletinin soykırımı tanıması gibi bir
amaca sahip olamaz.
O zaten devletin Türklükle veya benzeri bir şeyle tanımlanmasını
bütün bu acıların temelindeki neden olarak görür. Dolayısıyla kendisini yok
etmeyi amaçladığı şeyin düzelmesi için mücadele etmesi saçmadır.
*
Özür konusu da böyledir.
Türkler devletlerinin özür dilemesini isterler veya kendileri
Ermenilerden Türk olarak özür dilerler ve dileyebilirler.
Bir demokrat ve devrimci ise, bir sosyalist ise, eğer özür
dilemesi gerekiyorsa, şöyle bir özür diler. Daha doğrusu otokritik yapar.
Ulusçuluğun ama özellikle bir dil, din, vs. ile tanımlanmış
ulusçuluğun böylesine egemen olmasının ve gerek dün gerekse bugün insanların
büyük acılar çekmesinin en büyük suçlusu biz sosyalistleriz, biz
Marksistmleriz.
Gerçek birer radikal, sonuna kadar tutarlı demokrat da olması
gereken biz sosyalistler, kendimiz ulusçuluğun ve ulusçuluğun en gerici
biçiminin en büyük yayıcıları olduk.
Çünkü ulusun ne olduğunu anlayamadık; çünkü Aydınlanma’nın
çocuğu olduğumuzdan onun din kavramının dışına çıkamadık.
Dinin ne olduğunu anlayamadığımız için ulusun ne olduğunu
anlayamadık; onun modern toplumun dininin karşı devrime uğramış bir biçimi
olduğunu anlayamadık.
Eski dünya karşısında bu modern dünyanın savunucuları ve
yayıcıları olarak aslında onun karşı devrime uğramış gerici biçiminin yayıcıları
olduk.
Uluslar ve ulusçuluk, özellikle de onun en çok acılara yol
açmış en gerici biçimi, bizlerin, biz Marksist ve sosyalistlerin omuzlarında
zafer yürüyüşünü gerçekleştirdi.
Uluslara ve ulusçuluğa karşı savaş açacak ve bunu en başa
alacak yerde; ekonomik eşitliği öne çıkararak fiilen bu biçimsel eşitsizliğin savunucularına
ve yeniden üreticilerine dönüştük.
Evet, biz Marksistler tüm insanlıktan ve Ermenilerden de, bizim
yüzümüzden çektikleri nedeniyle özür diliyoruz.
Bu katliamların suçlusu aranacaksa, uluslarla ve ulusçulukla ama onun
da özel biçimi olan dile, dine göre tanımlanmış gerici ulusçulukla mücadele edememiş
olan biz Marksistler ve sosyalistleriz.
İşte bir demokratın özrü budur ve böyle olmalıdır.
(Biz yıllardır yazılarımız ve kitaplarımızla bu “özrü”
diliyoruz bir bakıma. Örneğin “Marksizm’in Marksist Eleştirisi” kitabımız bu
özrün kendisidir. Ama Türk Devletinin özür dilemesini isteyen sözde
sosyalistler, bu özür karşısında, onu yok saymakta birbirleriyle yarışıyorlar
ve aslında yokmuş gibi davranıp susmaları ile kendi milliyetçiliklerini ele
veriyorlar.)
Emin olun bu özür sadece Türk devletini değil; Ermeni
Devletini de hiç memnun etmeyecektir. Onlar bu özürde kendi varoluşlarına karşı
en büyük tehdidi görürler.
Ama sadece onlar değil; bugün ortalığı kaplamış her şeyi
“soykırım diyor musun demiyor musun”; “Türk devleti özür dilesin diyor musun
demiyor musun”a hapseden ve çoğu kendini sosyalist ve demokrat sanan, gerçekte
Türk, Kürt ve de Ermeni milliyetçilerinden bayşka bir şey olmayan liberaller ve
aydınlar da.
Yukarıdaki gibi düşünen bir Marksist eleştiri oklarını
kendine yöneltir.
Ve işte kendine yönelttiği bu eleştiri oklarıyla Ermeni
Katliamı karşısında gerçek bir “yüzleşme”; yani İslam’ın deyimiyle “nefsine karşı mücadele”, yani savaşların
en kutsalını başlatmış olur.
Sosyalistlik her
şeyden önce devlet ve millet ve sermaye düşmanlığıdır.
Ama önce de “kendi” devletine, “kendi” milletine ve “kendi” sermayesine (burjuvazisine) düşmanlıktır.
Ama oradaki “kendi”
kendinizin olmayan; kendisine karşı savaş için özellikle size düşen
anlamındadır.
Bu nedenle “kendi”
devletinizin ve milletinizin özür dilemesi için mücadele etmeniz, sizin o
devleti ve milleti gerçekten kendi
devletiniz ve milletiniz olarak içselleştirdiğiniz anlamına gelir.
Bu, bir ateistin papanın işlediği cinayetler nedeniyle özür
dilemesi veya papayı özür dilemeye davet etmesi gibidir.
O ateist kendine ne derse desin artık nesnel olarak bir Hıristiyan’dır.
24 Nisan 2014 Perşembe
Demir Küçükaydın
[i]
Yazılarım “Ermeni Katliamı ve “Sorunu” Üzerine Yazılar” başlığıyla yaptığım,
konu üzerine yazılarımdan oluşan derlemede bulunmaktadır. Derleme şuradan
indirilebilir: https://drive.google.com/folderview?id=0BxCB_Gtx8VYASUJNekpocWZuRW8&usp=sharing
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder