Genelkurmay, MİT ve Erdoğan ittifakı Türkiye’deki işçilerin en korunmasız, en zayıf kesimine (Göçmenlere) karşı bir pogrom (katliam) hazırlıyor. Sözüm ona Suriyeliler üzerinden Erdoğan’ı köşeye sıkıştırmak ister görünen ama aslında Devlete (Genelkurmay ve MİT’e) karşı duracak cesaretten yoksun, devlet yalakası Kemalistler, Ulusalcılar ve Laiklerin çok büyük bir kesini bu yangına körükle gidiyorlar.
Türkiye’de hala demokratik özlemlerin tek savunucusu olan Sosyalistlere bu durumda çok acil bir görev düşüyor: En kısa zamanda tüm olanaklarıyla Öz-Savunmayı hazırlamalıdırlar. Ama bunun için ilk elde Öz-Savunma fikrinin ve gereğinin dikkatlerin merkezine yerleşmesi, bu yöndeki tarihsel deneylerin az da olsa öğrenilmesi gerekmektedir.
Bu nedenle ilk elde Öz-Savunma fikrini ve gerekliliğini yaymak hayati
önemdedir. Bu nedenle Sosyalist Örgütler tüm propaganda, afişleme, yazılama
olanaklarını ilk elde bu fikrin gündeme gelmesi için kullanmalıdırlar.
Bu afişler, yazılar özellikle Suriyeli, Afganlı ve diğer savunmasız insanların
dillerinde olmalıdırlar ki onları uyarıcı bir işlev görebilsin.
Bunun yanı sıra her erde küçük de olsa Öz-Savunma grupları kurmalı.
Sadece Öz-Savunma kararlılığı bile bu devleti ve devlet yalakası faşistleri
ve ırkçıları geri adım atmaya zorlar.
Tarihteki bütün katliam ve soykırım tecrübeleri direnenlerin daha az kayıp
verdiğini göstermiştir. Çünkü bu devlet yalakaları güçlü devlete değil,
garibanlara karşı, güçlüden yana saldırgan ve “cesur” olurlar.
1970’lerde sosyalistler el yordamıyla buldukları Öz-Savunma ile, dünyanın
en hızlı büyüyen faşist hareketini durdurmayı başarabilmişlerdi.
Şimdi bu eski gelenekleri canlandırmanın, tekrar bu deneylere dayanmanın, Suriyeli,
Afgan, Afrikalı ve diğer emekçileri kanımız ve canımızla savunacağımızı
göstermenin zamanıdır.
Türkiye’nin Müslümanları,
eğer içinizde bir parça İslam’ın değerleri kaldı ise, hiçbir şey için
olmasa bile, sadece Suriyeli ve Afganlılarla Din Kardeşi olduğunuz için,
kabuğunuzdan çıkıp bu din kardeşlerinizin katliamına karşı onları uyarın, onları
korumak savunmak için onlarla birlikte gruplar kurun. Sosyalistlerle ve diğer
demokratlarla güçlerinizi ve oanaklarınızı birleştirin.
Kürtler, Aleviler
bizlere yönelik saldırganlık göçmenlere yöneldi diye yürek soğutmaya
kalkmayın. Çünkü bu faşist devlet sizleri ve işçileri iyice sindirecek yangını
ateşlemek için göçmenleri aynı zamanda bir çıra gibi kullanacaktır.
Herkesi Öz-Savunma konusunda yazılar yazmaya, twitler atmaya, gruplar
kurmaya çağıralım.
Cinayetlere kurban giden kadınlar şimdiden “Öz-Savunma Haktır” diyerek
küçük de olsa öz savunmanın gereği üzerinden bir adım atmış bulunuyorlardı.
Şimdi kadınların bu adımını tüm tehdit altındakiylere yaymak gerekmektedir.
Öz savunma sadece hak değildir, aynı zamanda bir görevdir.
Ve sadece kendimizi korumak için değil, hiçbir koruması bulunmayan göçmenleri
savunmak için de bir görevdir.
Daha söylenecek ve yapılacak çok şey var. Ama uluslararası sosyalist ve hareketin
Öz-Savunma deneylerini derli toplu sunan Troçki’nin yazısını ilk elde aşağıda yayınlıyoruz.
Bu yazıyı 80’lerin ortalarında, Avrupa’da (Almanya’da) yabancılara (Özellikle
Türkiyelilere karşı) şimdi Türkiye’de olduğu gibi pogrom havasının yükseldiği
bir dönemde Ne Yapmalı dergisinin 3. sayısında yayınlamıştık. O yayını
sunuşuyla birlikte aşağıya aktarıyoruz.
Ne Yapmalı’daki SUNUŞ
Şimdi bu yazıyı tekrar yayınlıyoruz.
Çünkü, Hamburg'taki son gelişmeler, Troçki’nin de Yahudiler ve Zencilere
ilişkin olarak dikkati çektiği gibi, ezilen azınlıklar için, çoğu kez acil bir
problem olarak ortaya çıktığını göstermiştir. Göçmen işçiler de bugün
Avrupa'nın Zencileri ya da Yahudileri sayılabilirler.
Öz-Savunma şiarı, toplumun tüm ezilen
kesimlerinde, aynı anda aynı yankıyı bulmaz, çünkü ezilenlerin hepsi faşist ve
ırkçı çetelerin saldırılarına aynı ölçüde maruz kalmaz. Bugün, Alman işçiler
için, Öz-Savunma şiarının aktüel olduğu elbette söylenemez, ama özellikle Türk
ve Kürtler için, öz- savunma son derece can alıcı bir problemdir.
Bu nedenle, Öz-Savunma konusunda
Devrimci-Markistlerin temel görüşlerini ve görevlerini özlü bir şekilde sunan
Troçki'nin bu makalesinin kafaları açıcı olduğunu ve aktüalitesini yeniden
kazandığını düşünerek tekrar yayınlanmasının gerekli olduğu sonucuna vardık.
TROÇKİ’nin Yazısı - İşçilerin Öz-Savunması
Sorunu Üzerine
Her devlet,
hakim sınıfın bir baskı örgütüdür. Hakim sınıf devlet aracılığıyla kendi
iradesini ezilen sınıflara dayattığı sürece toplumsal rejim kararlılık
gösterir. Polis ve ordu, devletin en önemli aletleridir. Kapitalistler (tamamı
ile değilse de), işçi sınıfının kendi silahlı güçlerini yaratmasına engel olmak
için, devlet lehine, kendi özel ordularını beslemekten geri dururlar.
Kapitalist
düzen yükseliş halindeyken silahlı güçler üzerindeki devlet tekeli, ezilen
sınıflarca bile doğal bir şey olarak karşılanır.
Geçen dünya
savaşından Önce uluslararası Sosyal Demokrasi en iyi dönemindeyken dahi,
işçileri silahlandırmak sorununu ortaya atmadı. Dahası, böyle bir fikri, uzak
bir geçmişin romantik yankısı olarak da reddettiler.
Bu yüzyılın
ilk yıllarında kendi öz savaş müfrezelerini silahlandırmaya dönen ancak çarlık
Rusya'sının genç proletaryası oldu. Bu, eski rejimin kararsızlığını en canlı
biçimde açığa çıkardı. Çarlık monarşisi toplumsal ilişkileri normal
araçlarıyla, yani polis ve orduyla düzenlemekte gittikçe daha az yetenekli
olduğunu gördü ve gönüllü çetelerin yardımına daha çok başvurmaya zorlandı.
(Yahudilere,
Ermenilere, öğrencilere, işçilere ve diğerlerine karşı pogromlarıyla Kara
Yüzler)(2) Buna karşı işçiler ve de çeşitli ulusal gruplar kendi Öz-Savunma
müfrezelerini örgütlemeye başladılar. Bu gerçekler, devrimin başlangıcına
işaret etmekteydi.
Avrupa'da
silahlı işçi müfrezeleri sorunu ancak savaşın sonuna doğru ortaya çıktı;
ABD'de
ortaya çıkışı ise daha da sonra oldu, istisnasız her durumda özel savaş örgüterini
ilk kuran kapitalist gericilik oldu ve olmaktadır ve bunlar burjuva devletinin
polis ve ordusuyla yan yana bulunurlar. Bu, burjuvazinin proletaryadan daha uzak
görüşlü ve acımasız olduğu gerçeğiyle açıklanır. Sınıf çelişkilerinin baskısı
altında (burjuvazi) artık tam olarak kendi devletine güvenemez; çünkü devletin
elleri belli bir dereceye kadar "demokratik" ölçütlerle bağlanmıştır.
Amaçları, proletaryanın fizik olarak bastırılması olan’ "gönüllü"
savaş örgütlerinin ortaya çıkması, artık sınıf çelişkilerini eski yöntemlerle
düzenleyememesi gerçeğinden ötürü, demokrasinin tartışılmasının tartışılmaz bir
belirtisidir.
İkinci ve
Üçüncü Enternasyonal'in reformist partilerinin ve sendikaların, demokratik
devlet organlarınca faşist çetelerden korunacakları yolunda besledikleri umut
daima bir yanılsama olmuştur. Ciddi bunalımlarda karşı devrimci çetelere karşı
polis, daima, açıkça işbirliği içinde olmasa da, dostça bir tarafsızlık
takınır. Ama demokratik yanılsamaların aşırı canlılığı işçilerde, kendi öz
savaş müfrezelerini örgütlemekte yavaşlıkla sonuçlanır. "Öz-Savunma"
tanımlaması en azından ilk dönende, onların niyetlerine tam olarak uygun düşer;
çünkü saldırı şaşmaz biçimde, karşı devrimci çeteler tarafından başlar.
Onları
arkalayan tekelci sermaye, sosyalist bir devrim yapamaması için işçilere karşı
önleyici bir savaş açar.
İşçilerin Öz-Savunma
müfrezelerinin ortaya çıkış süreci, bir ülkedeki sınıf mücadelesinin bütün bir
akışına kopmazcasına bağlıdır; dolayısıyla bu mücadelenin kaçınılmaz ağırlaşma
ve yumuşamalarını, iniş ve çıkışlarını yansıtır. Bir topluma devrim düzgün bir
çizgisel süreçle değil, politik ilişkilerin, bizzat devrim fikrinin dahi
gerçeklikle ilişkisini kopuk gösterebilecek kadar değiştiği bir dizi aralık
çalkantıyla gelir.
Buna uygun
olarak Öz-Savunma birimleri sloganı bir an sempatik bir cevap bulacak, bir an
havada kalan bir ses olarak gözükecek ve bir süre sonra tekrardan yeni bir
saygınlık kazanacaktır.
Bu çelişkin
süreç son yılların olaylarıyla Fransa'da özellikle açık bir biçimde
gözlenebilir. Sürüngen ekonomik bunalımın bir sonucu olarak gericilik Şubat
1934'te açıkça saldırıya geçti. Faşist örgütler hızlı bir büyüme gösterdiler.
Öte yandan Öz-Savunma fikri, işçi sınıfı saflarında yaygınlık kazandı. Hatta
Paris'te reformist Sosyalist Parti bile Öz-Savunma aygıtına benzer bir şey
yaratmaya zorlandı.
"Halk
Cepheleri" politikası, yani işçi örgütlerini burjuvazinin önünde yere
kapaklanan bu politika, devrim tehlikesini belirsiz bir geleceğe erteledi ve
burjuvaziye, faşist darbeyi gündemden uzaklaştırma olanağı yarattı. Ayrıca,
acil iç tehlikelerden kurtulmuş olan ve kendilerini dışarıdan gelecek artan bir
tehditle karşı karşıya bulan Fransız burjuvazisi, demokrasinin
"kurtarılmış" olduğu gerçeğini emperyalist amaçlar için hemen
kullandı.
Yaklaşan
savaşın demokrasinin kurtarılması savaşı olduğu hemen ilan edildi. Resmi işçi
örgütlerinin politikası açıkça emperyalist bir karakter aldı. 1934'te ileri
doğru ciddi bir adım atmış olan Dördüncü Enternasyonal’in seksiyonu, bunu
izleyen dönemde kendini yalıtılmış buldu, işçilerin Öz-Savunması için yapılan
çağrı havada kaldı. Gerçekte kendilerini kimden koruyacaklardı? Ne de olsa
"demokrasi" baştan başa zafere koşmuş... Fransız burjuvazisi bu
savaşa "demokrasi" bayrağıyla ve resmi işçi örgütlerinin desteğiyle
girmişti ve onlar da "Radikal Sosyalist" Daladier'nin hemen totaliter
bir rejimin "demokratik" bir benzerini kormasına olanak sağlıyor.
Fransız
proletaryasında Öz-Savunma örgütleri sorunu, savaşa ve emperyalizme karşı
devrimci direnişin artmasıyla yeniden canlanacaktır. Şimdiki halde Fransa'nın ve
diğer ülkelerin politik gelişimi savaşa kopmazcasına bağlıdır. Artan kitle
hoşnutsuzluğu önce yukardan gelen ve vahşi bir reaksiyonun doğmasına yol
açacaktır. Askerileşmiş faşizm, burjuvazinin ve onun devlet iktidarının
yardımına koşacaktır, Öz-Savunma örgütlemesi sorunu işçi sınıfının karşısında bir
ölüm-kalım meselesi olarak duracaktır. Denilebilir ki bu kez işçi sınıfının
elinde yeterli miktarda tüfek, makineli tüfek ve top olacaktır.
Daha az
canlı biçimde de olsa benzer olaylar Birleşik Devletler'in politik yaşamın da
açığa çıkmıştır. Bütün umutları boşa çıkarak Roosvelt çağının başarıları 1937
güzünde yerini baş aşağı bir çöküşe bırakınca, gericilik açık ve militan bir
tarzda öne çıktı. Eyalet valisi Hague birdenbire "ulusal" bir kişilik
oldu(3). Aziz Coughlin'in program zihniyetli vaazları geniş yankı buldu(4).
Tekelci sermayenin çeteleri karşısında Demokratik yönetim ve onun polisi geri
çekildi. Bu dönemde işçi örgütlerinin ve basınının savunulması yolunda askeri
müfrezeler kurulması fikri en bilinçli işçiler arasında ve küçük burjuvazinin
en tehdit edilen tabakasında, özellikle Yahudiler arasında yankı buldu.
Temmuz
1939'da başlayan yeni ekonomik canlanma, -şüphe yok ki silahlanma ve
emperyalist savaşla bağlantılıdır- Altmış Aile'nin kendi
"demokrasi"lerine inançlarını yeniden canlandırdı. Buna ise öte yanda
Birleşik Devletler'in savaşa sürüklenmesi tehlikesi eklenmişti. Şimdi kayığı
sallamaya gelmezdi! Burjuvazinin bütün kesimleri "demokrasi"yi
kollamak ve korumak politikasının arkasında saflarını sıklaştırdılar. Kongre'de
Roosvelt' in durumu kuvvetlenmektedir. Hague ve Aziz Coughlin iyice arkaya
çekilmişlerdir. Ne solun ne de sağın 1937'de ciddiye almadığı Dies Komitesi
geçtiğimiz aylarda önemli bir otorite kazanmıştır (5). Burjuvazi yine
"faşizme de, komünizme de karşı"dır; her türlü "aşırılığı"
parlamenter yollarla yenebileceğini göstermek istemektedir.
Bu şartlarda
işçilerin öz savurması sloganı, çekim gücünü kaybetmeden edemez. Cesaret verici
bir başlangıçtan sonra işçilerin Öz-Savunmasının örgütlenmesi çıkmaza
varmaktadır sanki.
Bazı yerlerde
işçilerin dikkatini bu konuya çekmek zordur. Başka yerlerde ise çok sayıda işçi
Öz-Savunma gruplarına katılmıştır ana, önderler onların enerjisini nasıl
kullanacağını bilmez, ilgi azalır. Bunda beklenmeyen ya da şaşırtıcı bir şey
yoktur, işçilerin Öz-Savunma örgütlerinin bütün tarihi, durmadan birbirini
izleyen iniş ve çıkış dönenlerinin tarihidir; her ikisi de toplumsal bunalımın
kasılmalarını yansıtır.
Proletarya
partisinin işçilerin Öz-Savunması alanında görevleri, çağımızın genel
şartlarından ve de onun özgül dalgalanmalarından çıkar. Gerici çeteler
işçilerin grev gözcülerine, sendikalarına, basınına, vs., doğrudan saldırılarda
bulundukları zaman işçi sınıfının görece geniş kesimlerini savaşçı müfrezelere
çekmek çok daha kolaydır. Ama burjuvazi düzensiz çeteler yerine kitleler
üzerinde "demokratik" egemenlik yöntemlerini öne çıkarmayı daha
hesaplı bulduğu zaman, işçilerin Öz-Savunma örgütlerine olan ilgisi kaçınılmaz
biçimde azalır. Şimdi olan da budur. Ama bu, bu şartlar da işçilerin öncüsünü
silahlandırmak görevini terk etmemiz gerektiği mi gerekir?
Asla. Dünya
savaşının başlamış olduğu şu durumda, her zamankinden daha da fazla olarak, biz
uluslararası proleter devriminin kaçınılmazlığından ve yakınlığından hareket
ederiz. Dördüncü Enternasyonal'i bütün diğer işçi örgütlerinden ayırt eden bu temel
fikir, Öz-Savunma müfrezelerinin örgütlenmesine ilişkin olanlar dahil olmak
üzere bizim bütün faaliyetlerimizi belirler. Tabii bu, bizim, geçici iniş
çıkışlarla ekonominin ve de politikanın konjonktürel dalgalanmalarını hesaba
katmadığımız demek değildir. Eğer yalnızca çağın topyekun nitelendirilmesi temelinden
hareket edilir ve bu kadarla kalınırsa, onun somut aşamaları göz ardı edilirse,
kolayca şematizme, sektarizme ya da Donkişot'çe fantaziye düşüle bilir.
Olayların her ciddi dönüm noktasından temel görevlerimizi o aşamanın değişen
somut şartlarına uydururuz. Taktik sanatı işte burada yatar.
Askeri
işlerde uzmanlaşan parti kadrolarına ihtiyacımız olacak. Bu yüzden
"dalganın alçaldığı" şimdiki durumda bile, onlar pratik ve teorik
çalışmalarını sürdürmelidirler. Teorik çalışma, Bolşeviklerin, İrlanda ve
Polonya devrimci milliyetçilerinin, faşistlerin, İspanyol milisinin ve diğer
askeri ve savaş örgütlerinin deneylerini incelemekten oluşmalı, incelemelere
bir model getirmeli, bu konularda bir kütüphane oluşturmalı, konferanslar düzenlemeliyiz
vb..
Kurmay
çalışması da aynı zamanda kesintisiz olarak sürdürülmelidir. Her türlü karşı
devrimci örgüte ve aynı zamanda, kritik bir durumda devrimci bir rol oynayabilecek
olan ulusal gruplara (Yahudiler, Zenciler ve diğerleri) ilişkin gazete kupürleri
ve diğer bilgileri toplamalı ve incelemeliyiz. Bu, aslında GPU'ya karşı savuma
ya ayrılmış çalışmamızın son derece önemli bir parçasıdır.
Komüntern'in
içine düşmüş olduğu -ve özellikle Komüntern'in desteğindeki gizli GPU dış
servisinin- görülmemiş güç durumundan ötürü, Dördüncü Enternasyonal'e GPU’dan
gelecek sefih darbeler beklenebilir. Bunları ortaya çıkarıp zamanında önleyebilmeliyiz!
Yalnızca
parti üyelerini ilgilendiren, sınırları bu sıkıca çizilmiş çalışmanın yanı
sıra, şöyle ya da böyle proletaryanın gelecekteki askeri görevlerine bağlanan,
değişik türden özel amaçlı geniş, açık örgütler yaratmalıyız. Bunlar çok
çeşitli türden işçi spor örgütleri (atletizm, boks, atıcılık, vb.) ve nihayet
koro ve müzik dernekleri olabilir. Siyasal durumda bir değişme olduğunda bütün
bu örgütler da ha geniş işçi Öz-Savunma müfrezeleri için doğrudan bir temel
oluşturabilirler.
Bir eylem
programının bu ana hatlarında bizim hareket ettiğimiz görüş şudur: şu anın
politik şartları, her şeyden çok da yerli faşizmin baskısının zayıflaması, Öz-Savunma
alanında çalışmak için pek dar bir sınır bırakmaktadır. Sorun kesinkes sınıf
temelli askeri müfrezeler kurmak olduğuna göre, durum budur.
İşçilerin Öz-Savunması
lehine kesin bir dönüş ancak demokratik yanılsamalar yeni bir çöküşün
gerçekleşmesiyle ortaya çıkacaktır ve dünya savaşı şartlarında bu da tez elden
gelecek ve feci boyutlara varacak bir şeydir.
Ama tazminat
ödercesine şimdi savaş, şu anda, barış zamanında düşünülmesi daha olanaksız
olan şeyi, işçilerin askeri işlerde eğitilmesi olanaklarını getiriyor. Ve bu,
yalnızca savaş için değil, savaş öncesi dönem için de geçerlidir.
Bütün pratik
olasılıkları önceden görmek mümkün değildir; ama ülkenin silahlı kuvvetleri
büyüdükçe bunlar her geçen gün daha genişleyecektir. Bu konuya en büyük dikkati
vermeli ve bu amaçla özel bir komisyon kurmalıyız (ya da konuyu bir Öz-Savunma
kurmayına vererek gerekirse bu kadroyu genişletmeliyiz.)
Her şeyden
çok, savaşın ortaya çıkardığı askeri sorunlara duyulan ilgiden sonuna kadar
yararlanmalı ve çağdaş silah türleri ve taktik yöntemleri üzerine bir dizi konferanslar
düzenlemeliyiz. İşçi örgütleri bunun için, parti ve onun amaçları ile hiçbir
bağı olmayan askerlik uzmanlarına başvurabilir. Ama bu yalnızca ilk adımdır.
Mümkün olan
en yüksek sayıdaki parti üyesini ve onun etkisindeki sendikacıları askeri
konularda eğitmek için hükümetin savaş hazırlıklarını kullanmalıyız. Temel
hedefimiz olan sınıf temelli askeri müfrezelerin yaratılması hedefimizden
vazgeçmeden, bunun başarılabilmesine emperyalistlerin savaş hazırlıkları
tarafından yaratılan şartlara sıkı sıkıya bağlamalıyız.
Programımızdan
asla şaşmadan kitlelere anlayabilecekleri bir dille seslenmeliyiz. "Biz
Bolşevikler de demokrasiyi savurarak istiyoruz; ama altmış taçsız kıralın yürüttüğü
türden demokrasiyi değil. Önce demokrasimiz kapitalist ağababalardan
temizleyelim, sonra onu kanımızın son damlasına kadar koruruz. Siz Bolşevik
olmayanlar, gerçekten de bu demokrasiyi savunmaya hazır mısınız? Ama en azından,
sizler hiç olmazsa Altmış Aile'nin ve onlara adanmış burjuva subayların elinde
kör bir alet olmamak için onu savunmalısınız, işçi sınıfı, mümkün olan en fazla
sayıda subayı kendi safların dan çıkarmak için askeri işleri öğrenmelidir.
"Yarın
işçilerin kanını isteyecek olan devletten, askeri araçlara en az sayıda insan
hayatına mal olacak şekilde olaşmak için, bugün işçilere askeri tekniği mümkün
olan en iyi biçimde öğrenmek olanağını vermesini isteriz.
"Bunu
başarmak için bir başlarına düzenli ordu ve kışla yeterli değildir, işçiler
askeri eğitimi fabrikalarında, işyerlerinde ve maden ocaklarında belli
zamanlarda ve kapitalistler tarafından ücretleri ödenmek şartıyla almalıdırlar.
Eğer işçiler hayatlarını verecekse burjuva yurtseverler de en azından küçük bir
maddi fedakarlıkta bulunsunlar.
"Devlet
eli silah tutan her işçiye bir tüfek vermelidir ve işçilere yakın yerler de
askeri eğitim amaçlı tüfek ve top talimgâhları kurmalıdır."
Savaşa
ilişkin ajitasyonumuz ve savaşa ilişkin politikamız emperyalistlere olduğu kadar
pasifistlere göre de uzlaşmaz olmalıdır.
"Bu
savaş bizim savaşımız değildir. Sorumluluğu açıkça kapitalistlere aittir. Ama
halâ onları devirecek kadar güçlü değilken ve onların ordusunun saflarında
döğüşmek durumundayken, mümkün olduğu kadar silah kullanmasını öğrenmeye
mecburuz."
Kadın
işçiler de silah taşıma hakkına sahip olmalıdır. Mümkün olan en çok sayıda kadın
işçi, kapitalistler hesabına hemşirelik eğitimi almalıdır.
Kapitalistler
tarafından sömürülen her işçi nasıl üretim tekniklerini öğrenmeye çalışıyorsa,
emperyalist ordudaki her proleter askeri de, şartlar değiştiğinde işçi
sınıfının çıkarları yolunda kullanmak için, savaş sanatını mümkün olduğu kadar
öğrenmelidir.
Biz pasifist
değiliz. Hayır. Bizler devrimciyiz. Ve bizleri neyin beklediğini biliyoruz.
Leon Troçki
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder