7
Haziran seçimlerinden beri bir savunma dönemine girildiği, bunun için döneme uygun
örgüt ve mücadele biçimleri bulmak, önermek ve uygulamak gerektiği üzerine kafa
patlatıyor, öneriler yapıyoruz.
Örneğin
Programatik ve stratejik düzeyde, Kürt Sorunu’nu değil, Türk sorununu çözmeye
yönelik, Kürtlere statü değil, Türklüğün statüsünün yok edilmesi şeklinde
özetlenebilecek, yani ulusun dil, din, tarihle tanımlanmaya karşı
tanımlanmasından söz ediyoruz.
Şu
ana kadar bir tek Allah’ın kulu çıkıp “bu program yanlıştır” bile demedi.
Susarak,
yok sayarak eleştiriyorlar.
Örneğin
örgütsel düzeyde ilk olarak HDP’ye bileşen hukuku yerine birey hukukunu
öneriyor, bu sistemin Hindistan’daki gibi bir kastlaşma yarattığını söylüyoruz.
Örneğin
HDP’ye, bütün sol örgütlere ve tüm Türkiye ve Dünya’ya çoğunluğu bulmaya
yönelik, evet ve Hayır’a dayanan karar alma yöntemi yerine çözümü dolayısıyla
en az direnç göreni bulmaya yönelik OYDAŞMA yöntemini öneriyoruz.
Bunlara
ilişkin bir tek eleştiri veya karşı bir öneri bile olmadı. Susarak ve yok
sayarak eleştiriyorlar.
Örneğin
mücadele biçimleri ve taktiklerde en temel haklar alanına geri çekilmeyi, hiçbir
pankart açmadan, slogan atmadan, (örneğin İzmir marşı olursa Kürtler ve
Müslümanlar gelmez, yeşil sarı kırmızı olursa, İzmir marşı söyleyenler gelmez)
oyununu bozan ve onun bu oyununu ona karşı kullanan; sadece bir yerde bulunma
hakkına dayanan en geniş kitleyi birleştirebilecek, iktidarın muhalefet
içindeki çelişkileri birbirine karşı kullanma olanağını ve polisi seferber
ederek dağıtmasını engelleyecek pasif kitlesel bir direniş başlatma biçimi
öneriyoruz.
Buna
karşı hiç kimseden bir eleştiri bile duymadık. Sadece susma ve görmezden gelme
var.
Yani
yine susarak ve yok sayarak eleştiriyorlar.
Son
kayyum atamalarından beri herkes CHP’yi tutarlı olmaya çağırıyor.
Bunu
da politika yapmak sanıyorlar. Yenileceksiniz ve yenilmeye mahkumsunuz bu
aptallıklarınızla.
CHP’yi
eleştireceğinize, bu programatik, stratejik, örgütsel, taktiksel konularda ne
öneriyorsunuz bunu ortaya atın ve tartışın. Sizler böyle davranarak yenilmeyi
hak ediyorsunuz.
Sizler
daha şu basit gerçeği bile kavramamışsınız. CHP’nin derdi demokrasi değildir,
bu Türklükle tanımlanmış merkezi ve bürokratik devleti yaşatmaktır. O bu kendi hedefi
açısından değerlendirilebilir. O Kendi hedefi açısından akıllıca hareket
etmektedir. CHP eleştirilmez tutarlı olmadığı iççin, CHP ile savaşılır,
kendisine ıy veren kitleden tecrit etmenin yollarına kafa yorulur. Önerdiğimiz mücadele
biçimleri ve taktikler biçim tam da bunu sağlar.
Haydi
bizim gibi tek tabanca ve aykırı bir Marksist görmezden gelinir diyelim. Ama en
son Öcalan, Silahlı mücadeleyi başlatmış ve silahlı bir örgütün lideri olan
Öcalan, o tecrit edildiği adada bin bir olanaksızlık içinde tam da bizim
önerdiğimize yakın sonuçlara ulaşmış bulunuyor. Geniş kitleleri kapsayacak,
pasif mücadele yöntemleri önerdi. Bunu da Gandi örneğiyle somutlamaya çalıştı.
Çünhkü
o da somut koşulların somut analizini yapıyor. Dün köleleşmeye karşı “ilk kurşun”
önemliydi. Bunu yaptı. Doğru bir tespitten yola çıktı.
Bugün,
kumu aklı evvel belediye başkanlarının artık silahlı mücadelenin miadı
dolmuştur diyen Belediye başkanlarına karşı Gerilla’nın daha iyi ve sıkı
örgütlenmesini söylerken yine doğru yapmaktadır. Gerilla ve silahlı güçler
olmalıdır. Ama onlar ille de tüm mücadelenin tabi olaceğı bir esas mücadele
biçimi değil, siyasi mücadele ve taktiklera tabi olmalıdırlar. Dolayısıyla
Gerillanın olması sürekli eylem yapması değildir. Gerilla olur ama ateşkes
yapar örneğin siyasi mücadelenin önünü açmak için. Öcalan bunu da doğru görüp
değerlendirmiştir her zaman. Öcalan Gerilla ile zafer Kazanılamayacağını ama
gerillaya karşı Türk ordusunun da zafer kazanamayacağını bu anlamda durumun pat
olduğunu yıllar önce söyledi ve bütün davranışlarına bu yön verdi.
Şimdi
aynı Öcalan, Gandi diyor, sivil mücadele biçimleri diyor. Bizim önerilerimiz
aslında Öcalan’ın kategorik olarak ve Gandi sembolüyle ifade ettiklerinden
başka bir şey değildir. Aklın yolu birdir. Öcalan da bizden tamamen bağımsız
olarak aynı noktalara ulaşmış bulunuyor.
Bari
Öcalan’ın ne dediğine kafa yorsanız, onun somut bir biçimi olarak önerimizi ele
alıp tartışsanız ve uygulamaya koysanız.
Ne
gezer, anaları onları büyük işler için doğurdu.
Bu
vesileyle tekrar eski bir yazıyı hatırlatalım. Öneriler bugün aynen geçerlidir.
Bunu
her yerde başlatabilir muhalefet. Sadece buçumu doğrnu kavramak ve uygulamak
gerekiyor. Son seçimler sonucun ne olacağını gösterdi.
22
Ağustos 2019
*
Devrimi
Korkaklar Yapar – Korkakların Sokağa Çıkması İçin Ne Yapmalı?
Türkiye
sosyalist ve devrimci hareketinde garip bir anlayış var: hep kahramanlık ve
fedakârlıklar üzerinden bir yarış, eylemlerin ve mücadele biçimlerinin buna
göre belirlenmesi.
Unutulan
bir şey var: Bırakalım devrim gibi devasa değişiklikleri bir yana, toplumdaki
küçük iyileştirmeler, küçük demokratik hak kazanımları veya küçük ekonomik ve
sosyal kazanımlar için bile, en az on binlerce, milyonlarca insanın eylemi veya
ağırlığını belli bir tarafa koyması gerekir.
Ama
milyonlar korkaktır.
Milyonlar
polisin saldırıları veya tutuklama tehditleri altında sokağa çıkmaya cesaret
edemez.
Çünkü
örgütsüz insan korkak olur.
Ama
örgütleme ve örgütlenmenin bizzat kendisi de devletin esas saldırı noktası
olduğundan, şöyle bir açmaz ortaya çıkar: İnsanlar örgütsüz oldukları için
korkarlar ve korktukları için de örgütlenemezler. Örgütsüzlük ve korkaklık
birbirini besler.
Erdoğan
ve dayandığı devlet bunu bildiği için, en küçük bir demokratik hak kullanımını
bile daha doğmadan öldürmeye, en masum protestoyu bile polis şiddetiyle
sindirmeye çalışmaktadır.
Bu
açmazdan nasıl çıkılabilir?
Bunun
ipuçlarını ezilenlerin binlerce yıllık mücadelelerinde de; modern işçi ve
sosyalist hareketin tarihinde de bulabiliriz.
Ezilenler
de kendilerince bunun karşısında belli taktikler ve mücadele biçimleri
geliştirmişlerdir.
Bunlar
genellikle altta olanlara, ezilenlere, zayıf olanlara has mücadele
biçimleridir.
Birincisi,
ezilenler, altta güreşirler. Çünkü daha baştan yenik olarak başlarlar. Daha
baştan alttadırlar.
İkincisi
karşı tarafı kendi oyununa getirmeye, onun gücünü ona karşı kullanmaya bunu
yapamadıklarında onu yormaya çalışırlar.
Örneğin
“Uzakdoğu sporları” aslında, Uzakdoğu’nun tanrısız dinleri içindeki halk
muhalefet ve direnişinin örgütlenme biçimleridir, yani tarikatlardır.
(Tarikatlar kapitalizm öncesi sınıflı toplumların partileridir.)
Judo
vs. silahsız ve güçsüz olanın, silahlı ve güçlü olanlara karşı direnişinin,
onun gücünü ona karşı kullanmasının sanatıdır.
Bu
yöntemi modern işçi hareketi ve demokratik hareketler de kendi tecrübeleriyle
bulmuş ve geliştirmiştir.
19.
yüzyılda “Sosyalistlere Karşı Yasa” döneminde Alman işçileri, en küçük bir
legalite olanağını bile kullanma taktiği izlemişlerdi. Sonunda burjuvaziyi
“yasallık bizi öldürüyor” diye itirafta bulunmaya zorlamışlardı.
*
Örgütsüz
ve korkak milyonlar, nasıl örgütlü ve cesur yurttaşlar haline gelebilir?
Erdoğan’ı
nasıl durdurabileceğimiz ve ondan nasıl kurtulabileceğimiz de; Nuriye ve
Semih’i nasıl kurtarabileceğimiz de bu soruya verilecek cevaba bağlıdır.
Biz
bu soruya şu cevabı veriyoruz: Şu an Türkiye’de olağanüstü hal var. Erdoğan ve
Ergenekon, kendi varlıklarını ve egemenliklerini korumak ve sürdürebilmek için
her şeyi yapabilirler ve yapacaklardır.
Bu
ittifakın saldırılarını durdurabilmek için tek çare kitlelerin hareketi ve
direnişidir; böyle bir hareket içinde ancak çaresizlik atmosferine son verilip
bir örgütlenme sağlanabilir ve dengeler değiştirilebilir.
Böyle
bir kitle hareketi ancak sivil direniş ya da pasif mücadele biçimleriyle ortaya
çıkabilir.
Türkiye’nin
demokratik güçleri bir ilerleme ve büyüme değil, savunma ve geri çekiliş
momentindedir.
Yapılması
gereken geri çekilip, o geri çekilişten güç almaktır.
Bunun
için de somut olarak hep şunu önerdik ve öneriyoruz: Politik haklar fiilen
yoktur. Bunların kullanılmaya kalkışılması polisin ve devlet aygıtının
saldırılarına yol açmakta, bu da ister istemez geniş kitlelerin sinmesine, uzak
durmasına yol açmaktadır.
Bu
“fasit daire”yi, “şeytan çemberi”ni kırmanın tek yolu vardır: savunma cephesini
siyasi haklar değil, en temel insan hakları çizgisinde kurmak.
Yani
öyle mücadele biçimleri bulmalıyız ki, hem de geniş kitleleri harekete
geçirebilsin; hem de en geniş kesimleri eylemde birleştirebilsin.
Bunun
için çok sade, uygulanabilir ve basit bir soru soruyoruz:
“Temel
insan hakları alanında kalıp hiçbir şekilde toplantı ve gösteri yürüyüşleri ve
politik haklar alanına girmeyen eylem biçimi nasıl olabilir?”
Biraz
düşünen şu cevaplara ulaşacaktır:
Birincisi,
slogan atılmayacak, konuşma yapılmayacak, müzik çalınmayacak; şarkı, marş vs.
söylenmeyecek.
İkincisi,
flama, bayrak, pankart, döviz, bildiri olmayacak.
Bunlar
olmadan politik eylem ve direniş olur mu?
Olur.
Pöyle
bir biçim Polis’in saldırısını engeller.
Polis
saldıramayınca da geniş kesimler içlerinde biriken tepkileri,
memnuniyetsizliği, protestoyu ifade olanağı bulur.
Ve
geniş yığınları direnişe çekmenin biricik yolu da budur.
Hiçbir
bayrak-pankart taşımadan, slogan atmadan belli bir süre (bir veya iki saat)
insanların her gün aynı yerde, aynı saatlerde bulunması (yani kiminin oturması,
kiminin dolaşması, kiminin durması, kiminin uzanması, kiminin diğeriyle sohbet
etmesi. Gösteri yürüyüşü alanına girmemesi).
Ve
herkesin yine hiçbir şekilde politik haklar ve gösteri yürüyüşleri alanına
girmeyen bir kelime veya sembolü (herkesin kolayca bulabileceği ve kendisinin
yapabileceği bir şey veya kelime) taşıması.
Böyle
bir biçim hiçbir kanunun alanına girmez.
Bulunanlarca
polise direnilmez. En küçük bir çatışmaya olanak verilmez. Polis burada durma
derse öbür tarafa gidilir. Bu kadar basit.
Örneğin
CHP’li vekiller bile kendiliğinden, bu “bulunma” eylemini keşfettiler. Volta
attılar.
Herhangi
bir yerde bulunmak temel bir haktır. İstediğini giymek veya elinde bir şey
taşımak da temel bir haktır.
Böyle
bir eylem biçimi kısa zamanda milyonları kapsayabilir.
Sosyalist
örgütler böyle bir eylem biçimini başlatacak asgari bir kitleyi çok rahat
harekete geçirebilirler.
Bunun
için sadece kendi rozet sloganlarını atmaktan ve pankartlarını asmaktan feragat
etmeleri; sıradan yurttaşlar ve insanlar olarak davranabilmeyi göze almaları
gerekiyor.
Şu
günlerde KP’ler arasındaki gerilime harcanan dikkat ve enerjinin onda biri bu
konuya ayrılsa Nuriye ve semih için şimdi on binlerin katıldığı bulunma ve
buluşmalar başlamış olurdu.
Şöyle
düşünelim. Haydi öncesini boş verelim. Nuriye ve Semih tutuklandığından beri,
sadece üç beş sosyalist hareket veya örgüt anlaşıp her gün bir veya iki saat,
iş çıkışı, Nuriye ve Semih’in ilk direnişlerini başladıkları yerlerde bu
önerdiğimiz yöntemle bulunsalardı, böyle bir başlangıç yapsalardı, belki bugün
katılanlar yüz binler olmuştu.
Aynı
eylem Kadıköy, Beşiktaş, Bakırköy gibi yerlerde de benzer şekilde başlamış olsa
şimdi birçok şehirde her akşam işten çıkan yüz binler her gün aynı saatlerde
aynı yerlerde sessizce bulunuyor olurlardı.
Bu
bütün Türkiye’yi sarsar, bütün dengeleri alt üst eder; HDP’yi uykusundan
uyandırır; ayağının altından toprağın kaydığını gören CHP ister istemez, tıpkı
Gezi’de yapmak zorunda kaldığı gibi, direnişin peşine takılmak zorunda kalırdı.
Böyle
bir başlangıç, Kürdistan’da batıdan bile çok daha güçlü “bulunma”lara yol
açardı. Bu umutsuzluk ve çıkışsızlık atmosferi son bulurdu.
Maalesef
bütün sosyalist hareketler bu öneriyi, bu pasif ama kitlesel mücadele biçimini
görmezden geliyorlar. Bunun şu gerilemeyi ve bozgunu durdurabilecek tek biçim
olduğunu görmek istemiyorlar.
*
Aslında
bu öneriyi, 7 Haziran seçimlerinden sonra 1 Kasım seçimlerinden önce, 2015
yılında yaptık ve yapmakla kalmadık bizzat kendimiz, birkaç on kişiyle #İSTİFA
başlığıyla başlattık.
Ancak
o zaman herkes, 1 Kasım seçimlerin sonunda Erdoğan’ın yeni bir yenilgi
alacağını; o zaman bu hareketi başlatmanın daha doğru olacağını söyleyerek
hiçbir ilgi göstermedi.(Şimdi de gelecek seçimler için aynı yanlışlar
yapılıyor.)
Aradan
geçen zamandaki gelişmeyer o zamanki önerimizin ne kadar gerekli ve doğru
olduğunu gösterdi.
O
zaman bile, aydınlar ilgi gösterse ve birkaç küçük sosyalist örgüt tüm
güçleriyle asılsaydı bir kitle hareketi yaratılabilirdi.
Bu
öneriyi bir de, daha #HAYIR kampanyaları başlamadan yaptık. #HAYIR sözcüğü
sembol yapılarak, bu şekilde bir kitle hareketi yaratılabilir diye önerdik.
Aslında çok ilgi gördü, benimsendi ve birkaç küçük sol hareket bile asılsaydı
bir kitle hareketi yaratılabilirdi.
O
zaman böyle bir kitle hareketi referandumdan çok rahat bir #HAYIR çıkarırdı.
Ama
Referandum’a bir kitle hareketi yaratma ve kitlelerin örgütlenmesi olanağı
olarak değil; kendilerinin yeni örgütlenmeler yapıp yeni insanlar kazanacakları
bir seçim kampanyası olarak bakan küçük sol hareketler, hemen kendi
bayraklarıyla sokağa çıkıp #HAYIR kampanyası başlatarak; HDP “herkesin #HAYIR’ı
kendine” diyerek yani olayı bir seçim kampanyası gibi gördügünü ifade ederek ve
bir seçim kampanyasına çevirerek böyle bir mücadele biçiminin ve kitle
hareketinin ortaya çıkışının önünü kestiler.
Nuriye
ve Semih’in durumu, bugün bu öneriyi tekrar hatırlatmayı gerektiriyor.
*
Günlerdir
bu yazıyı yazıp yazmama arasında bocalayarak kendimi yiyorum.
Çünkü
bazı önerileri başka birilerinin yapması, başka birilerinin bir girişimi
başlatması onların kabulünü veya tutulmasını kolaylaştırır.
Bir
önerinin bizim gibi örgütsüz ve aykırı bir Marksistten gelmesi, en kabulü kolay
önerilerin bile belli bir alerji ile karşılanmasına yol açabilir.
Bu
nedenle belki birileri bu sefer akıl eder, bunu başlatmanın ne kadar gerekli ve
mümkün olduğunu görebilirler diye umutsuzca bekledim.
Ne
yazık ki şu ana kadar hiç kimseden ne bir öneri, ne de bir girişim gelmedi.
Ve
zaman geçiyor.
*
Öyle
görülüyor ki, bizim devrimci ve sosyalistlerimiz arasında hiç korkak yok. Hepsi
çok cesurlar, çok fedakarlar.
Lütfen
biraz daha az cesur olunuz. Biraz daha az fedakar olunuz.
Bizler
size ayak uyduramıyoruz. Askerlikte “bir bölüğün hızı en yavaş hareket eden
askerin hızıdır” diye bir kural vardır.
Lütfen
biraz bizim de katılabileceğimiz daha az cesaret ve fedakarlık gerektiren
mücadele biçimlerine geçiniz.
Hepimiz
bir Veli Saçılık gibi her gün polisin plastik mermilerine hedef olamayız.
Hepimiz
bir Aşçı İsmail gibi aç kalamayız.
Biz
normal ölümlüler o kadar cesur ve fedakar değiliz.
Ama
örneğin iş çıkışımızda, yolumuzu ve evimize varışımızı uzatıp, bir yerlerde bir
saat kadar fazla riski olmadan bulunabiliriz. Örneğin kağıda yazdığımız bir
#İSTİFA sözcügünü tıpkı giyimimizin markası gibi üstümüzde taşıyabiliriz
Değerli
Sosyalist ve Devrimci arkadaşlar.
Biz
sizin kadar cesur ve fedakar olamayız.
Ama
siz biraz daha korkak ve biraz daha az fedakar olabilirsiniz.
Unutmayın
ki, cesurlar korkak; korkaklar da
cesurdur.
Cesurlar,
korkak olmaktan korkarlar.
Korkaklar,
korkak olmaktan korkmazlar.
Biraz
korkak olunuz. Birazcık olsun, korkak olmaktan korkmayınız.
12
Haziran 2017 Pazartesi
Demir
Küçükaydın
demiraltona@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder