22 Ağustos 2019 Perşembe

HDP Bizi Dinlemiyorsa Bari Öcalan’ı Dinlesin – Öcalan ve Gandi (Devrim’i Korkaklar Yapar)


7 Haziran seçimlerinden beri bir savunma dönemine girildiği, bunun için döneme uygun örgüt ve mücadele biçimleri bulmak, önermek ve uygulamak gerektiği üzerine kafa patlatıyor, öneriler yapıyoruz.
Örneğin Programatik ve stratejik düzeyde, Kürt Sorunu’nu değil, Türk sorununu çözmeye yönelik, Kürtlere statü değil, Türklüğün statüsünün yok edilmesi şeklinde özetlenebilecek, yani ulusun dil, din, tarihle tanımlanmaya karşı tanımlanmasından söz ediyoruz.
Şu ana kadar bir tek Allah’ın kulu çıkıp “bu program yanlıştır” bile demedi.
Susarak, yok sayarak eleştiriyorlar.
Örneğin örgütsel düzeyde ilk olarak HDP’ye bileşen hukuku yerine birey hukukunu öneriyor, bu sistemin Hindistan’daki gibi bir kastlaşma yarattığını söylüyoruz.

Örneğin HDP’ye, bütün sol örgütlere ve tüm Türkiye ve Dünya’ya çoğunluğu bulmaya yönelik, evet ve Hayır’a dayanan karar alma yöntemi yerine çözümü dolayısıyla en az direnç göreni bulmaya yönelik OYDAŞMA yöntemini öneriyoruz.
Bunlara ilişkin bir tek eleştiri veya karşı bir öneri bile olmadı. Susarak ve yok sayarak eleştiriyorlar.
Örneğin mücadele biçimleri ve taktiklerde en temel haklar alanına geri çekilmeyi, hiçbir pankart açmadan, slogan atmadan, (örneğin İzmir marşı olursa Kürtler ve Müslümanlar gelmez, yeşil sarı kırmızı olursa, İzmir marşı söyleyenler gelmez) oyununu bozan ve onun bu oyununu ona karşı kullanan; sadece bir yerde bulunma hakkına dayanan en geniş kitleyi birleştirebilecek, iktidarın muhalefet içindeki çelişkileri birbirine karşı kullanma olanağını ve polisi seferber ederek dağıtmasını engelleyecek pasif kitlesel bir direniş başlatma biçimi öneriyoruz.
Buna karşı hiç kimseden bir eleştiri bile duymadık. Sadece susma ve görmezden gelme var.
Yani yine susarak ve yok sayarak eleştiriyorlar.
Son kayyum atamalarından beri herkes CHP’yi tutarlı olmaya çağırıyor.
Bunu da politika yapmak sanıyorlar. Yenileceksiniz ve yenilmeye mahkumsunuz bu aptallıklarınızla.
CHP’yi eleştireceğinize, bu programatik, stratejik, örgütsel, taktiksel konularda ne öneriyorsunuz bunu ortaya atın ve tartışın. Sizler böyle davranarak yenilmeyi hak ediyorsunuz.
Sizler daha şu basit gerçeği bile kavramamışsınız. CHP’nin derdi demokrasi değildir, bu Türklükle tanımlanmış merkezi ve bürokratik devleti yaşatmaktır. O bu kendi hedefi açısından değerlendirilebilir. O Kendi hedefi açısından akıllıca hareket etmektedir. CHP eleştirilmez tutarlı olmadığı iççin, CHP ile savaşılır, kendisine ıy veren kitleden tecrit etmenin yollarına kafa yorulur. Önerdiğimiz mücadele biçimleri ve taktikler biçim tam da bunu sağlar.
Haydi bizim gibi tek tabanca ve aykırı bir Marksist görmezden gelinir diyelim. Ama en son Öcalan, Silahlı mücadeleyi başlatmış ve silahlı bir örgütün lideri olan Öcalan, o tecrit edildiği adada bin bir olanaksızlık içinde tam da bizim önerdiğimize yakın sonuçlara ulaşmış bulunuyor. Geniş kitleleri kapsayacak, pasif mücadele yöntemleri önerdi. Bunu da Gandi örneğiyle somutlamaya çalıştı.
Çünhkü o da somut koşulların somut analizini yapıyor. Dün köleleşmeye karşı “ilk kurşun” önemliydi. Bunu yaptı. Doğru bir tespitten yola çıktı.
Bugün, kumu aklı evvel belediye başkanlarının artık silahlı mücadelenin miadı dolmuştur diyen Belediye başkanlarına karşı Gerilla’nın daha iyi ve sıkı örgütlenmesini söylerken yine doğru yapmaktadır. Gerilla ve silahlı güçler olmalıdır. Ama onlar ille de tüm mücadelenin tabi olaceğı bir esas mücadele biçimi değil, siyasi mücadele ve taktiklera tabi olmalıdırlar. Dolayısıyla Gerillanın olması sürekli eylem yapması değildir. Gerilla olur ama ateşkes yapar örneğin siyasi mücadelenin önünü açmak için. Öcalan bunu da doğru görüp değerlendirmiştir her zaman. Öcalan Gerilla ile zafer Kazanılamayacağını ama gerillaya karşı Türk ordusunun da zafer kazanamayacağını bu anlamda durumun pat olduğunu yıllar önce söyledi ve bütün davranışlarına bu yön verdi.
Şimdi aynı Öcalan, Gandi diyor, sivil mücadele biçimleri diyor. Bizim önerilerimiz aslında Öcalan’ın kategorik olarak ve Gandi sembolüyle ifade ettiklerinden başka bir şey değildir. Aklın yolu birdir. Öcalan da bizden tamamen bağımsız olarak aynı noktalara ulaşmış bulunuyor.
Bari Öcalan’ın ne dediğine kafa yorsanız, onun somut bir biçimi olarak önerimizi ele alıp tartışsanız ve uygulamaya koysanız.
Ne gezer, anaları onları büyük işler için doğurdu.
Bu vesileyle tekrar eski bir yazıyı hatırlatalım. Öneriler bugün aynen geçerlidir.
Bunu her yerde başlatabilir muhalefet. Sadece buçumu doğrnu kavramak ve uygulamak gerekiyor. Son seçimler sonucun ne olacağını gösterdi.
22 Ağustos 2019
*

Devrimi Korkaklar Yapar – Korkakların Sokağa Çıkması İçin Ne Yapmalı?


Türkiye sosyalist ve devrimci hareketinde garip bir anlayış var: hep kahramanlık ve fedakârlıklar üzerinden bir yarış, eylemlerin ve mücadele biçimlerinin buna göre belirlenmesi.
Unutulan bir şey var: Bırakalım devrim gibi devasa değişiklikleri bir yana, toplumdaki küçük iyileştirmeler, küçük demokratik hak kazanımları veya küçük ekonomik ve sosyal kazanımlar için bile, en az on binlerce, milyonlarca insanın eylemi veya ağırlığını belli bir tarafa koyması gerekir.
Ama milyonlar korkaktır.
Milyonlar polisin saldırıları veya tutuklama tehditleri altında sokağa çıkmaya cesaret edemez.
Çünkü örgütsüz insan korkak olur.
Ama örgütleme ve örgütlenmenin bizzat kendisi de devletin esas saldırı noktası olduğundan, şöyle bir açmaz ortaya çıkar: İnsanlar örgütsüz oldukları için korkarlar ve korktukları için de örgütlenemezler. Örgütsüzlük ve korkaklık birbirini besler.

Erdoğan ve dayandığı devlet bunu bildiği için, en küçük bir demokratik hak kullanımını bile daha doğmadan öldürmeye, en masum protestoyu bile polis şiddetiyle sindirmeye çalışmaktadır.
Bu açmazdan nasıl çıkılabilir?
Bunun ipuçlarını ezilenlerin binlerce yıllık mücadelelerinde de; modern işçi ve sosyalist hareketin tarihinde de bulabiliriz.
Ezilenler de kendilerince bunun karşısında belli taktikler ve mücadele biçimleri geliştirmişlerdir.
Bunlar genellikle altta olanlara, ezilenlere, zayıf olanlara has mücadele biçimleridir.
Birincisi, ezilenler, altta güreşirler. Çünkü daha baştan yenik olarak başlarlar. Daha baştan alttadırlar.
İkincisi karşı tarafı kendi oyununa getirmeye, onun gücünü ona karşı kullanmaya bunu yapamadıklarında onu yormaya çalışırlar.
Örneğin “Uzakdoğu sporları” aslında, Uzakdoğu’nun tanrısız dinleri içindeki halk muhalefet ve direnişinin örgütlenme biçimleridir, yani tarikatlardır. (Tarikatlar kapitalizm öncesi sınıflı toplumların partileridir.)
Judo vs. silahsız ve güçsüz olanın, silahlı ve güçlü olanlara karşı direnişinin, onun gücünü ona karşı kullanmasının sanatıdır.
Bu yöntemi modern işçi hareketi ve demokratik hareketler de kendi tecrübeleriyle bulmuş ve geliştirmiştir.
19. yüzyılda “Sosyalistlere Karşı Yasa” döneminde Alman işçileri, en küçük bir legalite olanağını bile kullanma taktiği izlemişlerdi. Sonunda burjuvaziyi “yasallık bizi öldürüyor” diye itirafta bulunmaya zorlamışlardı.
*
Örgütsüz ve korkak milyonlar, nasıl örgütlü ve cesur yurttaşlar haline gelebilir?
Erdoğan’ı nasıl durdurabileceğimiz ve ondan nasıl kurtulabileceğimiz de; Nuriye ve Semih’i nasıl kurtarabileceğimiz de bu soruya verilecek cevaba bağlıdır.
Biz bu soruya şu cevabı veriyoruz: Şu an Türkiye’de olağanüstü hal var. Erdoğan ve Ergenekon, kendi varlıklarını ve egemenliklerini korumak ve sürdürebilmek için her şeyi yapabilirler ve yapacaklardır.
Bu ittifakın saldırılarını durdurabilmek için tek çare kitlelerin hareketi ve direnişidir; böyle bir hareket içinde ancak çaresizlik atmosferine son verilip bir örgütlenme sağlanabilir ve dengeler değiştirilebilir.
Böyle bir kitle hareketi ancak sivil direniş ya da pasif mücadele biçimleriyle ortaya çıkabilir.
Türkiye’nin demokratik güçleri bir ilerleme ve büyüme değil, savunma ve geri çekiliş momentindedir.
Yapılması gereken geri çekilip, o geri çekilişten güç almaktır.
Bunun için de somut olarak hep şunu önerdik ve öneriyoruz: Politik haklar fiilen yoktur. Bunların kullanılmaya kalkışılması polisin ve devlet aygıtının saldırılarına yol açmakta, bu da ister istemez geniş kitlelerin sinmesine, uzak durmasına yol açmaktadır.
Bu “fasit daire”yi, “şeytan çemberi”ni kırmanın tek yolu vardır: savunma cephesini siyasi haklar değil, en temel insan hakları çizgisinde kurmak.
Yani öyle mücadele biçimleri bulmalıyız ki, hem de geniş kitleleri harekete geçirebilsin; hem de en geniş kesimleri eylemde birleştirebilsin.
Bunun için çok sade, uygulanabilir ve basit bir soru soruyoruz:
“Temel insan hakları alanında kalıp hiçbir şekilde toplantı ve gösteri yürüyüşleri ve politik haklar alanına girmeyen eylem biçimi nasıl olabilir?”
Biraz düşünen şu cevaplara ulaşacaktır:
Birincisi, slogan atılmayacak, konuşma yapılmayacak, müzik çalınmayacak; şarkı, marş vs. söylenmeyecek.
İkincisi, flama, bayrak, pankart, döviz, bildiri olmayacak.
Bunlar olmadan politik eylem ve direniş olur mu?
Olur.
Pöyle bir biçim Polis’in saldırısını engeller.
Polis saldıramayınca da geniş kesimler içlerinde biriken tepkileri, memnuniyetsizliği, protestoyu ifade olanağı bulur.
Ve geniş yığınları direnişe çekmenin biricik yolu da budur.
Hiçbir bayrak-pankart taşımadan, slogan atmadan belli bir süre (bir veya iki saat) insanların her gün aynı yerde, aynı saatlerde bulunması (yani kiminin oturması, kiminin dolaşması, kiminin durması, kiminin uzanması, kiminin diğeriyle sohbet etmesi. Gösteri yürüyüşü alanına girmemesi).
Ve herkesin yine hiçbir şekilde politik haklar ve gösteri yürüyüşleri alanına girmeyen bir kelime veya sembolü (herkesin kolayca bulabileceği ve kendisinin yapabileceği bir şey veya kelime) taşıması.
Böyle bir biçim hiçbir kanunun alanına girmez.
Bulunanlarca polise direnilmez. En küçük bir çatışmaya olanak verilmez. Polis burada durma derse öbür tarafa gidilir. Bu kadar basit.
Örneğin CHP’li vekiller bile kendiliğinden, bu “bulunma” eylemini keşfettiler. Volta attılar.
Herhangi bir yerde bulunmak temel bir haktır. İstediğini giymek veya elinde bir şey taşımak da temel bir haktır.
Böyle bir eylem biçimi kısa zamanda milyonları kapsayabilir.
Sosyalist örgütler böyle bir eylem biçimini başlatacak asgari bir kitleyi çok rahat harekete geçirebilirler.
Bunun için sadece kendi rozet sloganlarını atmaktan ve pankartlarını asmaktan feragat etmeleri; sıradan yurttaşlar ve insanlar olarak davranabilmeyi göze almaları gerekiyor.
Şu günlerde KP’ler arasındaki gerilime harcanan dikkat ve enerjinin onda biri bu konuya ayrılsa Nuriye ve semih için şimdi on binlerin katıldığı bulunma ve buluşmalar başlamış olurdu.
Şöyle düşünelim. Haydi öncesini boş verelim. Nuriye ve Semih tutuklandığından beri, sadece üç beş sosyalist hareket veya örgüt anlaşıp her gün bir veya iki saat, iş çıkışı, Nuriye ve Semih’in ilk direnişlerini başladıkları yerlerde bu önerdiğimiz yöntemle bulunsalardı, böyle bir başlangıç yapsalardı, belki bugün katılanlar yüz binler olmuştu.
Aynı eylem Kadıköy, Beşiktaş, Bakırköy gibi yerlerde de benzer şekilde başlamış olsa şimdi birçok şehirde her akşam işten çıkan yüz binler her gün aynı saatlerde aynı yerlerde sessizce bulunuyor olurlardı.
Bu bütün Türkiye’yi sarsar, bütün dengeleri alt üst eder; HDP’yi uykusundan uyandırır; ayağının altından toprağın kaydığını gören CHP ister istemez, tıpkı Gezi’de yapmak zorunda kaldığı gibi, direnişin peşine takılmak zorunda kalırdı.
Böyle bir başlangıç, Kürdistan’da batıdan bile çok daha güçlü “bulunma”lara yol açardı. Bu umutsuzluk ve çıkışsızlık atmosferi son bulurdu.
Maalesef bütün sosyalist hareketler bu öneriyi, bu pasif ama kitlesel mücadele biçimini görmezden geliyorlar. Bunun şu gerilemeyi ve bozgunu durdurabilecek tek biçim olduğunu görmek istemiyorlar.
*
Aslında bu öneriyi, 7 Haziran seçimlerinden sonra 1 Kasım seçimlerinden önce, 2015 yılında yaptık ve yapmakla kalmadık bizzat kendimiz, birkaç on kişiyle #İSTİFA başlığıyla başlattık.
Ancak o zaman herkes, 1 Kasım seçimlerin sonunda Erdoğan’ın yeni bir yenilgi alacağını; o zaman bu hareketi başlatmanın daha doğru olacağını söyleyerek hiçbir ilgi göstermedi.(Şimdi de gelecek seçimler için aynı yanlışlar yapılıyor.)
Aradan geçen zamandaki gelişmeyer o zamanki önerimizin ne kadar gerekli ve doğru olduğunu gösterdi.
O zaman bile, aydınlar ilgi gösterse ve birkaç küçük sosyalist örgüt tüm güçleriyle asılsaydı bir kitle hareketi yaratılabilirdi.
Bu öneriyi bir de, daha #HAYIR kampanyaları başlamadan yaptık. #HAYIR sözcüğü sembol yapılarak, bu şekilde bir kitle hareketi yaratılabilir diye önerdik. Aslında çok ilgi gördü, benimsendi ve birkaç küçük sol hareket bile asılsaydı bir kitle hareketi yaratılabilirdi.
O zaman böyle bir kitle hareketi referandumdan çok rahat bir #HAYIR çıkarırdı.
Ama Referandum’a bir kitle hareketi yaratma ve kitlelerin örgütlenmesi olanağı olarak değil; kendilerinin yeni örgütlenmeler yapıp yeni insanlar kazanacakları bir seçim kampanyası olarak bakan küçük sol hareketler, hemen kendi bayraklarıyla sokağa çıkıp #HAYIR kampanyası başlatarak; HDP “herkesin #HAYIR’ı kendine” diyerek yani olayı bir seçim kampanyası gibi gördügünü ifade ederek ve bir seçim kampanyasına çevirerek böyle bir mücadele biçiminin ve kitle hareketinin ortaya çıkışının önünü kestiler.
Nuriye ve Semih’in durumu, bugün bu öneriyi tekrar hatırlatmayı gerektiriyor.
*
Günlerdir bu yazıyı yazıp yazmama arasında bocalayarak kendimi yiyorum.
Çünkü bazı önerileri başka birilerinin yapması, başka birilerinin bir girişimi başlatması onların kabulünü veya tutulmasını kolaylaştırır.
Bir önerinin bizim gibi örgütsüz ve aykırı bir Marksistten gelmesi, en kabulü kolay önerilerin bile belli bir alerji ile karşılanmasına yol açabilir.
Bu nedenle belki birileri bu sefer akıl eder, bunu başlatmanın ne kadar gerekli ve mümkün olduğunu görebilirler diye umutsuzca bekledim.
Ne yazık ki şu ana kadar hiç kimseden ne bir öneri, ne de bir girişim gelmedi.
Ve zaman geçiyor.
*
Öyle görülüyor ki, bizim devrimci ve sosyalistlerimiz arasında hiç korkak yok. Hepsi çok cesurlar, çok fedakarlar.
Lütfen biraz daha az cesur olunuz. Biraz daha az fedakar olunuz.
Bizler size ayak uyduramıyoruz. Askerlikte “bir bölüğün hızı en yavaş hareket eden askerin hızıdır” diye bir kural vardır.
Lütfen biraz bizim de katılabileceğimiz daha az cesaret ve fedakarlık gerektiren mücadele biçimlerine geçiniz.
Hepimiz bir Veli Saçılık gibi her gün polisin plastik mermilerine hedef olamayız.
Hepimiz bir Aşçı İsmail gibi aç kalamayız.
Biz normal ölümlüler o kadar cesur ve fedakar değiliz.
Ama örneğin iş çıkışımızda, yolumuzu ve evimize varışımızı uzatıp, bir yerlerde bir saat kadar fazla riski olmadan bulunabiliriz. Örneğin kağıda yazdığımız bir #İSTİFA sözcügünü tıpkı giyimimizin markası gibi üstümüzde taşıyabiliriz
Değerli Sosyalist ve Devrimci arkadaşlar.
Biz sizin kadar cesur ve fedakar olamayız.
Ama siz biraz daha korkak ve biraz daha az fedakar olabilirsiniz.
Unutmayın ki,  cesurlar korkak; korkaklar da cesurdur.
Cesurlar, korkak olmaktan korkarlar.
Korkaklar, korkak olmaktan korkmazlar.
Biraz korkak olunuz. Birazcık olsun, korkak olmaktan korkmayınız.
12 Haziran 2017 Pazartesi
Demir Küçükaydın
demiraltona@gmail.com


Hiç yorum yok: