Başlığa “Demokratlar
ve Seçimler” dedik ama sosyalistler aslında en tutarlı demokratlar
olduğundan veya olması gerektiğinden ve sosyalist olmadan da tutarlı demokrat
olunamayacağından “Sosyalistler ve
Seçimler” diye bir başlık atmak da yanlış olmazdı.
Bir Marksist olunmadan tutarlı bir sosyalist de
olunamayacağından başlık “Marksistler ve Seçimler”
diye de atılabilirdi.
Bu böyle daha da uzatılabilir. Bu bağlamda önemli de değil.
Bu satırların yazarı, bugün dünyada bulunan bütün
sosyalistler ve Marksistler karşısında farklı bir programı savunuyor.
Bu farklı program da farklı bir teorik temele; Marks’ın
attığı temel üzerinde geliştirilmiş, dünkü yazıda kısaca evrimi özetlenmiş, bir
tarih ve toplum teorisine dayanıyor.
*
Ancak teorilerle insanlar bir araya getirilemez, örgütler
kurulamaz.
Kavramlar veya ilkeler üzerinden bir araya gelme çabaları
hiçbir zaman küçük sektlerden (yuvarlardan, tarikatlardan, mürit
topluluklarından) ötesini kurmaya imkan vermez.
Çünkü teori ve ilkeler
kavramlara dayanır ve kavramların
içerikleri ise, herkes için somutta çok farklı olur.
Modern toplumda birlikler ancak somut yapılacak işler planlarına, yani programlara dayanabilirler. Programlar teorik açıklamalar ya da
ilkeler bildirimleri değil, somut yapılacak işler planlarıdır veya
öyle olmalıdırlar.
Elbet bu programların arkasında muazzam bir teorik birikim olur ama bu teorik birikimin somut işlere dökülmüş çok özel bir biçimidir programlar.
Elbet bu programların arkasında muazzam bir teorik birikim olur ama bu teorik birikimin somut işlere dökülmüş çok özel bir biçimidir programlar.
En azından Marksistlerin program ve program metni hakkındaki
anlayışları böyledir.
*
Program metni ile teori arasındaki farkı şöyle örneklerle açıklayalım.
Türk solcularının bir araya gelmekte kullandıkları ve muhtemelen Saadet Partisi’nin de Türk Solcularından aldığı “ilkeler ittifakı” gibi şu aralar çok moda olan bir kavram var.
Türk solcularının bir araya gelmekte kullandıkları ve muhtemelen Saadet Partisi’nin de Türk Solcularından aldığı “ilkeler ittifakı” gibi şu aralar çok moda olan bir kavram var.
Türk sosyalistleri ve solcuları da “ilkelerde biliğe” çok meraklıdırlar.
İlkelerde birlik bir
yana ittifak hiç yapılamayacağı gibi Marksizm’in alfabesi bir ilkeden bile
habersizdirler.
Bu saçmalığı kısaca somut olarak gösterelim.
Türk sosyalistleri yıllardır, “Anti emperyeryalist olmak”, “şoven
olmamak”, “milliyetçiliğe karşı olmak” vs. gibi bir sürü “ilkelerde” anlaşırlar ve ittifaklar kurarlar.
Ama daha ilk adımda örneğin anti emperyalizmden herkesin
başka bir şey anladığı ortaya çıkar. Hatta yetmişli yıllarda örneğin Sovyetler
de kimine göre emperyalist hatta şu doğu Perincek’e göre “yükselen emperyalist”
idi ve bir araya gelindiğinde hemen sorun çıkardı.
Halbuki ilkelerde birlik olamayacağı; ancak somut yapılacak
işler planlarında birlikler ve ittifaklar kurulabileceği gibi çok basit ve bir
zamanlar Kıvılcımlı tarafından ifade de edilmiş ders bilinseydi bu sorunlar çok
kolay çözülebilirdi.
Herkes anti emperyalizmden, kimin emperyalist olduğundan
farklı bir şey anlayabilir. İlkeler ve kavramlar böyledir.
Ama somut yapılacak işler söz konusu olduğunda herkes aynı
şeyi anlar.
Örneğin NATO’dan derhal çıkmak ve ülkedeki yabancı üsleri
derhal kapatmak, bir ilke değil; somut yapılacak işler planıdır.
Bundan herkes nasıl bir emperyalizm kavramına sahip olursa
olsun aynı şeyi anlar. Somuttur. Farklı yorumlara açık kapı bırakmaz.
Şoven olmamayı ele alalım. Bundan da herkes farklı şeyler
anlar. Ama örneğin, herkesin kendini hangi ulustan tanımladığı temelinde bir
halk oylaması yapmak ve her ulusun çoğunluğu aldığı yerlerde bunların kendi
parlamentolarını kurarak birlikte mi ayrı mı yaşayacaklarına kendilerinin karar
vermesi gibi bir program hiçbir yanlış anlamaya yer vermeyen ve somut bir
programdır. Bu programı kabul eden isterse kendine Türk milliyetçisi desin. Milliyetçiliğe
karşı olmak gibi bir ilkeye karşı olsun. Hiç fark etmez bu somut programda bir
araya gelinebilir.
(Aslında başka bir ulusun ayrılmasını istemek
milliyetçilikle çelişmez ve tam da milliyetçiliğin gereğidir. Ama bu da ayrı
bir konu. Zaten milliyetçiliğe karşı olmak ancak milliyetçilerin bir ilkesi
olabilir.)
O halde “İlkelerde
Birlik” veya “İlkeler İttifakı”
gibi kavramlar aslında hiçbir geçerliliği ve pratik uygulaması da olmayan,
sadece ilkeli olmak olumlu bir anlama sahip olduğundan, bunun psikolojik
rantını ele geçirmeye yönelik basit bir savaş hilesidir.
Ayrıca ilkelerde birlik olamayacağı veya birliklerin ancak
somut hedeflerde olacağı da bir ilkedir. En azından bu ilkede birlik kurulmuş
olur somut yapılacak işler planları üzerinde bir birlik kurulduğunda.
Demek ki sorun ilkeli olmak veya olmamak değil, neyin ilke
olarak tanımlandığı ile ilgilidir.
*
Programlar somut yapılacak işler planıdır ama ardında bir
teori vardır dedik.
Yine kendimizden örnek verelim.
Örneğin, biz Marks’ın öğretisini geliştirerek bir din
teorisi kurduğumuzu, dinlerin aslında toplumun tüm üstyapısı denen şeyin somut
olgusal karşılığı olduğunu, dinlerin tüm toplumsal ilişkileri düzenleyip toplulukların
sınırları çizdiğini, bu anlamda ulusların ve ulusçuluğun da topluluğun
sınırlarını çizdiğini ve ilişkilerini düzenlediğini ve dolayısıyla sosyolojik
anlamıyla bir din olduğunu yazıyoruz.
Bu bağlamda, ulusal olanla politik olanın çakışması ilkesine
dayanan ulusçuluk ve ulus dinine karşı politik olanın ulusal olanla çakışması
ilkesini reddeden başka bir din önermiş oluyoruz. Keza gerici ulusçuluk
karşısında ulusun bir dille, dinle tanımlanmasını reddeden ulusu böyle
tanımlamaya karşı tanımlayan bir demokratik ulus öneriyoruz.
Bunlar aslında insanları ulus ve ulusçuluk dininden insan
veya demokrat olmaya davettir.
Ama bunları anlamaya ve bilmeye gerek de olmayabilir. Geniş
yığınlar açısından bu önemli değildir. Geniş yığınlar teorik açıklamalarla
değil, somut hedeflere göre hareket ederler ve o hareket içinde değişirler. Bunun
için de yine somut yapılacak işler planı olan programlar gerekir.
Bu karmaşık gibi görünen ve anlaşılamayan teorik arka plan
somut yapılacak işler planı olarak programda nasıl ifadesini buluyor?
Biz örneğin, bunu şöyle ifade ediyoruz. Resmi dil
kaldırılacak, herkesin istediği dili ana dil olarak seçme ve o ana dilde
eğitim, yayın vs. hakkı olacak. Okullarda herkes ana dilinde ama tüm dillerden,
dinlerden, kültürlerden eşit sayıda temsilcilerin katılımıyla yazılmış aynı
tarih, edebiyat vs. kitapları okuyacak diyoruz.
Bu kadar somut ve basit.
Bu somut yapılacak işi kimsenin farklı bir şekilde anlaması
mümkün değildir.
*
Bu program aslında çok basit, sanki hemen herkesin birkaç
dakikada çiziktirebileceği bir metin gibi görünüyor, ama kazın ayağı öyle
değildir.
Bu basitliğin ardında 200 yıllık bir teorik evrim vardır.
Çinlilerin dediği gibi sadelik gelişimin ancak çok üst bir
aşamasında ulaşılan bir özelliktir.
Bunu da somut olarak görelim.
Örneğin Türkiye’de en demokratik programa sahip olduğunu
iddia eden HDP’nin programını okuyun çok karmaşık ve demokratik olmaktan uzak
bir programa sahip olduğunu görürsünüz.
Çünkü o, politik olanın dile, dine, tarihe, göre
tanımlanması ilkesini sorgulamıyor.
O örneğin Kürtlere “statü”, “tanınma” istiyor.
Bizim yukarıya somut olarak yazılmış programımız ise Türklerin
statüsünü yok etmeyi, devletin Türklükle tanımlanmasını ortadan kaldırmayı
hedefliyor.
Görüldüğü gibi, ulusun veya dinin ne olduğuna ilişkin teorik
çerçeve ve kavramlar bizim somut programımızı belirler. O basit gibi görünen
formüllerin ardında muazzam bir teorik emek vardır.
Bu aynı zamanda sadelik farkıdır da.
Yukarıya aldığımız bu kadar basit bir program karşısında bir
de HDP’nin programını alın bakın. Nasıl yanlışları yanlışlarla düzeltmeye
çalıştığını görürsünüz.
Ama sadece bu kadar değil, bu basit program çok radikaldir
bir devrim programıdır. HDP’nin programı ise var olanı sorgulamaz bile, onun
somut ayrıntısında bir düzenleme yapma programıdır.
Bizim programımız, var olan ulusun ilkesini reddediyor, yani
bu anlamda sosyolojik anlamıyla farklı bir dindir, din değişmeleri de devrim,
devrimler din değişmeleri olduğundan, bir devrim programıdır.
HDP’nin programı ise, ulusların dile; dine, etniye, soya
göre tanımlanmış politik birimler olmasını ve politik birimin bunlara göre
tanımlanmasını reddetmiyor, onu aynen kabul edip. Kürtlerin de tanınmasını
istiyor.
Tabii bu bir din değil, aynı ilkeyi savunmaya dayanan bir
bölünmedir, yani bir partidir.
Bu anlamda bir devrime ve devrimci değişikliklere yol açmaz
ve açamaz.
Çünkü partiler (Mezhepler, tarikatlar) devrim yapamaz.
Partiler var olan bölünmeleri veri kabul edip onun içindeki düzenlemelerle
uğraşırlar. Mezhepler, tarikatler, partiler var olan bölünmelerle bölünmezler.
Örneğin Protestanlık islam veya Hinduizm içinde yoktur ve olamaz ancak Hristiyanlık
içinde var olabilir. Ama var olan dinlerle bölünen aydınlanma, dinleri
kişilerin özel sorunu yaparak bütün eski bölünmelerle bölünerek hem Hristiyan’dan,
hem Müslümandan, ham Budist’ten, hem Hindu’dan bir aydınlanmacı veya ulusçu
çıkarabilir. Tıpkı İslam’ın her ayrı put ve aşiretten Müslümler çıkarması gibi.
Bizim programımız Türkleri ve Kürtleri bölmeye, onların
içinde demokratlar (Yani ulusu Kürtlük veya Türklükle tanımlamaya karşı olanlar
ile böyle tanımlayanlar ve tanımlamak isteyenler asanında bir bölünme ve
mücadeleye çağrıdır, insanları Türk veya Kürt olmaktan demokrat olmaya,
dönüşmeye çağrıdır.
Görüldüğü gibi çok soyut gibi görünen teorik farklar ve tartışmalar, örneğin dinin veya ulusun ne olduğu, örneğin ulusların mı ulusçulardan ulusçuların mı uluslardan önce geldiği üzerine tartışmaların somut programda böylesine birbirine zıt sonuçları vardır.
Görüldüğü gibi çok soyut gibi görünen teorik farklar ve tartışmalar, örneğin dinin veya ulusun ne olduğu, örneğin ulusların mı ulusçulardan ulusçuların mı uluslardan önce geldiği üzerine tartışmaların somut programda böylesine birbirine zıt sonuçları vardır.
*
Şimdi bir tutarlı demokrat olarak, bizim programımız böyle.
Ve bu yazıda da yaptığımız gibi bu programı her vesileyle
açıklama, savunmak gibi bir işimiz var.
Ama böyle bir örgüt yok. Bir hareket yok. Bu henüz bir torik
veya entelektüel akım bile değil.
Yani biz HDP’yle aynı programı savunmuyoruz.
Hata HDP’nin programı gerçekleşirse, bunun fiilen, neredeyse
her dilin, her dinin politik bir birim oluğu bir Lübnanlaşma ile
sonuçlanacağını ve bu program uğruna mücadelenin topluma bir çıkış
sunamayacağını, ayrıca stratejik olarak karşı tarafı (Türkleri ve Sünnileri)
içinden bölüp çoğunluğu sağlayamayacağını söylüyoruz.
Tabii HDP’nin programı farklı olduğundan stratejisi de
farklı oluyor.
HDP böyle bir programla Türkleri, Alevileri, laikleri
içinden bölemez, var olan bölünmelerle bölünemez.
Dolayısıyla dayanmak istediği güçler de farklı olacaktır.
Keza taktikler stratejiye bağlı olduğundan her durumdaki
taktikleri de farklı olacaktır.
*
Peki Programımız ayrı olmasına rağmen niye HDP’yi
eleştiriyoruz ve her adımda programını, stratejisini, taktiğini eleştiriyoruz?
Çünkü genel kavramı ve söyleminde bizimle aynı programı
savunduğunu söylüyor da ondan.
Yani Demokratik Ulus diyor, Demokratik Cumhuriyet diyor,
dillerin ve dinlerin eşitliği diyor.
Bunları dediği sürece somut programının, stratejisinin,
taktiklerinin, örgüt ve mücadele biçimlerinin ilkesel olarak ifade ettiği amaca
hizmet etmediğini, onunla çeliştiğini gösterme hakkımız doğuyor.
CHP’yi niye hiç eleştirmiyoruz?
Çünkü onun demokratik ulus, demokratik cumhuriyet diye bir derdi yok. O Açıkça Türk devletini ve Türk Ulusunu savunuyor. Bunu deklare etmiş ve ediyor.
Çünkü onun demokratik ulus, demokratik cumhuriyet diye bir derdi yok. O Açıkça Türk devletini ve Türk Ulusunu savunuyor. Bunu deklare etmiş ve ediyor.
Onu ancak kendi amaçları açısından, bazen çok aptalca
hareket ederse ve bu aptallık hem bizim taktik amaçlarımıza ve hem de
kendisinin amaçlarına karşı bir işlev görürse eleştiririz.
Çünkü CHP’nin kendi amaçları açısından yaptığı aptalca işler
çoğu kez bize de yarayabilir. Ama bazan taktik amaçlarda çakışma olur ve kazan
kazan (win win) durumları da ortaya çıkabilir.
Örneğin bu seçim döneminde CHP hem kendi amaçları açısından
hem de bizim açımızdan akıllıca hareket etti.
HDP’yı sıfır baraj ittifakı dışında bırakması bile akıllıca
olmuştur.
Çünkü HDP getirdiği kadar götürürdü de ve bu ilk turda
mecliste çoğunluğun kaybına yol açabilirdi.
Ama şimdi CHP’nin taktik hedefi, yani mecliste ilk turda
muhalefetin çoğunluğu ele geçirmesi çok daha mümkündür.
Bu taktik hedef HDP’nin de işine gelir.
Keza HDP’nin dışta bırakılması ve bu nedenle baraj altı
kalma tehlikesine karşı tıpkı 7 Haziran seçimlerinde olduğu gibi belli bir destek
oyu da HDP’ye akacaktır ve bunun yolları da açıktır.
Zaten CHP biraz da bu hesapla HDP’yi bu kadar rahat dışarda
bırakmıştır.
Şimdi böyle bir durumda, CHP’yi sıfır baraj ittifakı dışında
bıraktığı için eleştirenler ya CHP’nin gerçek niteliği ve programı hakkında
sahte ve yanlış hayallere sahiptirler ya da politikada akıllıca taktiklerin
neler olduğu, bu aşamada en önemli sorunun seçimi ikinci tura bırakmanın ve ilk
turda mecliste muhalefetin çoğunluğu almasının öneminden, yani politika
sanatının P’sinden bile haberi olmadıkları anlamına gelir.
*
Şimdi hallacın sevdiği yünü yerden yere çarpması gibi HDP’den
iki ses örneğinde bunu eleştirelim.
Bu tabii ki “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla”.
Bu tabii ki “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla”.
Yığınla HDP’li veya Türk sosyalisti veya demokrat özlemli
insan da böyle davranıyor.
*
Örneğin Ziya Pir’in şu twitine bakalım:
“İkinci turda
HDP'lilerin oyunu istemeye yüzümüz olsun diye "Demirtaş'ı serbest
bırakın" twitleri atan CHP vekillerine: Bugüne kadar neredeydiniz? Dürüst
olun, dürüst!”
Pir’in bu twiti, çok radikal gibi görünüyor ama aslında CHP
hakkında, politika ve taktikler hakkında tam bir kavrayışsızlığı yansıtıyor.
Bir kere amaçları başka olanlar, kendi amaçları açısından
ele alınmalıdırlar.
İkincisi, politik eleştiri ahlaki kriterlerle yapılmaz. Eğer
ahlaki kriterler üzerinden yapılacaksa, onlar kendi amaçlarına uygun davranıp
davranmadıkları bakımından ele alınabilirler.
CHP bu devleti ve Türklüğü savunan bir parti değil mi?
Eğer öyle ise, CHP’nin Erdoğan’ı Türk Devletinin yıkılmasına yol açacak bir tehlike olarak görmesi ve bunu engellemek için ilk turda olsun mecliste çoğunluğu muhalefetin sağlamasını istemesi ve aynı zamanda ikinci turda eğer mümkün olursa Kürtlerin de oyunu almak için onlara çiçek atması kendi amaçları açısından doğru ve akıllıca (ve hatta “dürüstçe”) bir davranış değil midir?
Eğer öyle ise, CHP’nin Erdoğan’ı Türk Devletinin yıkılmasına yol açacak bir tehlike olarak görmesi ve bunu engellemek için ilk turda olsun mecliste çoğunluğu muhalefetin sağlamasını istemesi ve aynı zamanda ikinci turda eğer mümkün olursa Kürtlerin de oyunu almak için onlara çiçek atması kendi amaçları açısından doğru ve akıllıca (ve hatta “dürüstçe”) bir davranış değil midir?
Öyledir.
Bu amaçlara ulaşmak bizim işimize de gelir mi?
Bu amaçlara ulaşmak bizim işimize de gelir mi?
Gelir.
Çünkü birinci turda bizim barajı aşamamamız bütün
muhalefetin çoğunluğu alma stratejisini çökertir. İster istemez bizi
destekleyeceklerdir. Hem oylarıyla, hem oyların sayımında.
Bu bizim tecridimizi azaltacaktır.
İkinci Turda da Erdoğan’ın yıkılması için Kürtlerin her şeye
rağmen Erdoğan’ın karşısındaki adaya oy verilmesini bizim istememiz gerekmez mi?
Yani CHP böyle Kürtlere ikinci tur için gül atmasa bile onu
desteklemeyi bizlerin politikacılar olarak istememiz ve bu yönde çaba göstermemiz
gerekmez mi?
Gerekir.
Eh o halde Ziya Pir böyle bir twit atarak, ya CHP hakkında
ya da strateji ve taktikler hakkında veya bu günün en acil strateji ve taktik hamleleri
hakkında en temel kavrayıştan bile yoksun olduğunu göstermektedir.
Çünkü bu tür bir yaklaşım, olursa ikinci turda Kürtleri en
azından sandığa gitmekten uzaklaştırabilir. Birinci turda da dayanışma oyu
verecekleri uzaklaştırır.
Eğer Demokratik Ulus, Demokratik Cumhuriyet gibi bir amacı
varsa ve bunun için de Erdoğan’ın yıkılmasının bugün için yakalanması gereken
ana halka olduğunu düşünüyorsa, Ziya Pir’in bu twiti kendi amaçlarıyla çelişmektedir.
Kendi amaçlarına hizmet etmemektedir.
Yok eğer Ziya Pir, Erdoğan’ın kazanmasını isteyen bir HDP
milletvekili ise, örneğin belki Erdoğan’ın desteklenmesini isteyebilecek bir
Barzani çizgisine yakın bir vekil ise, tabii ki bu twit onun kendi amaçları
açasından son derece akıllıca yapılmış bir hamledir.
Ama o zaman da HDP’de bulunması takiye gibi bir durum
demektir. Deklare edilmiş amaçlarla gerçek amaçlar asanında bir çelişki var
demektir.
*
Benzeri bir yanlışı, kırdığı bardaklar bini geçen Sırrı
Süreyya da yaptı.
Ne dedi?
“CHP-İyi Parti-Saadet
Partisi ve Demokrat Parti arasında kurulan 4'lü ittifakı değerlendiren HDP
Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, CHP'nin İyi Parti'ye umut
bağlayarak hata yaptığını savundu. Önder, İyi Parti Genel Başkanı Meral
Akşener'in cumurbaşkanı seçiminde ikinci tura kalması durumunda "başkan
yardımcılığı" için AKP ile anlaşacağını iddia etti.
İkinci tura adayları
Selahattin Demirtaş'ın kalacağını ileri süren Önder, 4'lü ittifakla
ilgili olarak ARTI TV'ye değerlendirmelerde bulundu. 4'lü ittifakın hakiki bir
seçenek sunamayacağını ifade eden Önder, "Meral Akşener ve çevresi kendilerinin
ikinci tura kalacağını iddia ediyorlar. Eğer ikinci tura kalmazlarsa CHP gibi
bunlara umut bağlayanlar hüsrana uğrayacak. Eğer ikinci tura kalırlarsa gidip
AKP ile anlaşacaklar. Başkan yardımcılığı konusunda" iddiasında bulundu.”
Şimdi burada tutarsızlıkları nasıl anlatmalı?
Birincisi.
Birincisi.
CHP’yi kendi amaçları açısından hatalı davrandığını
söylüyorsa bir kere yanlış.
Ya CHP’nin amaçlarını ve taktik amaçlarını doğru kavramıyor
ya da kendisi bu seçimin özgül niteliklerini kavramıyor.
CHP’nin esas amacı demokrasi falan olmadığına göre, CHP’yi
sanki demokratmış da yanlış yapıyormuş gibi bir eleştiri yapmak aslında ona çok
bel bağlamanın bilinçsiz bir ifadesidir.
Zaten, gazetelerin yazığına göre, CHP’yi vekillerle takıp
elbisesine seçimlerin ne zaman olacağına dair iddialara girecek kadar bile
yakın ilişkiler içinde olmak da böyle bir yanlış algıyla ilgili olsa gerektir.
Ama CHP’nin programatik ve stratejik değil, taktik
amaçlarını ele alalım.
CHP’nin taktik amacı nedir?
İlk turda mecliste Erdoğan’ın ittifakını azınlığa düşürmek ve yüksek katılım da sağlayarak ilk turda Erdoğan’ı seçtirmemek. İkinci tur için de herkesten oy alabilecek bir aday ve strateji belirlemek.
Bu tüm muhalefet açısından biricik akıllı stratejidir.
İlk turda mecliste Erdoğan’ın ittifakını azınlığa düşürmek ve yüksek katılım da sağlayarak ilk turda Erdoğan’ı seçtirmemek. İkinci tur için de herkesten oy alabilecek bir aday ve strateji belirlemek.
Bu tüm muhalefet açısından biricik akıllı stratejidir.
Bu HDP için de akıllıca ve işine gelen bir stratejidir.
HDP’nin de bütün taktiklerinin böyle bir stratejiye bağlı
olması gerekir.
CHP başlangıçta Gül’ün adaylığını ve bu adaylık etrafında
bütün partilerin bir araya gelmesini hedefleyerek bu stratejik amaçla çelişen
bir taktik uyguluyordu. Birinci ve ikinci tur farkının bilincinde değildi; farklı
ve çok adayın avantajlarını görebilmiş değildi.
Yazılarımızı okuyanlar bilirler birinci turda olabildiğince
çok ve farklı aday ile olabildiğince yüksek katılımı savunuyorduk.
Bereket Erdoğan-Ergenekon ittifakı bu yanlışın yapılmasını
engelledi. Aptallıkları sadece muhalifler yapmaz, bazen iktidarlar da yapar.
Ve muhalefet iktidarın ve olayların zorlamasıyla, (tabii
bizim önerdiğimiz çeşitlilikte ve mükemmellikte değil) bizim önerdiğimize
geldi.
Gelince de birdenbire fark etti ki, bu aslında biricik
akıllı taktiktir.
Şimdi her parti kendi adayı için azami bir mobilizasyon ve
katılım göstereceğinden ilk turu Erdoğan’ın alması da, mecliste ilk turda
çoğunluğu sağlaması da güçleşmiştir. Bu ise Muhelefet saflarında morali
yükseltmiş ve 7 haziran ve referandum öncesi gibi bir hava oluşmasını
sağlamıştır.
(Şimdi bir de HDP ve Muhalefetin elindeki imkanlarla, önerdiğimiz
türden, birçok ve farklı adayın önünü de açtığını varsaysaydık nasıl güzel bir
ortam olurdu tahmin edin.)
Keza HDP’ye oy verecek seçmen ile yüzde yetmişi neredeyse ırkçı
olan Türk seçmenin bir kısmının oy vermeyeceği veya Erdoğan’a vereceği de açık
olduğundan, HDP’nin dışarda bırakılması iyi olmuştur.
Hatta bu HDP’nin dayanışma oylarıyla kendi potansiyelinin
üzerinde bir oy almasına ve politik ağırlığının artmasına da yol açacaktır.
*
Şimdi birkaç gün önce Ahmet Türk bile HDP’nin böyle bir
pozisyonunun hayırlı olduğunu ima etmişken Sırrı Süreyya’nın tahminler
üzerinden kehanetlerde bulup, CHP’yi suçlaması HDP’nin kendi amaçları açısından
bile yanlış bir beyandır.
Hele bir de Akşener üzerinden tahminler yapması akıl alır
gibi değildir.
Birincisi politika tahminler üzerinden yapılmaz.
Birincisi politika tahminler üzerinden yapılmaz.
Doğmamış çocuğa don biçilmez.
İkincisi, politikada insanlar kendilerini nasıl
tanımlamışlarsa, ne diyorlarsa, o veri kabul edilip öyle eleştiriler yapılır.
Bu açıdan bakılınca Sırrı Süreyya’nın şöyle demesi
gerekirdi.
“CHP kendi amaçları açısından akıllıca hareket etmiştir.
Bunlar aynen bizim de amacımızdır. İlk turda mecliste muhalefetin çoğunluğu
alması, başkanlıkta seçimlerin ikinci tura bırakılmasının sağlanması önemlidir.
CHP bunu hedeflemiştir ve bu hedef bizim de hedeflerimizdir.
Ancak bunun bir riski de vardır. HDP’nin baraj altında
kalması.
Bu takdirde sıfır baraj ittifakı anlamsız kalır.
Elbette CHP HDP’nin barajı kolaylıkla aşabileceğini
düşünerek ve bir bütün olarak muhalefetin oy kayıplarını minimuma indirmek için
bizim dışarıda bırakılmamızı istemiş veya dayatmalarla zorlanmadan kabul
etmiştir. Bunu da anlıyoruz.
Ama HDP’nin esas oy alacağı yerlerde karşılaştığı ve
karşılaşacağı baskılar, hileler vs. göz önüne alınırsa, bu riski minimuma indirmek
için sadece CHP’lileri değil, Erdoğan diktasını yıkmak isteyen herkesi ilk
turda Erdoğan dışında istediği adaya, meclis seçimlerinde HDP’ye oy vermeye
davet ediyoruz demeliydi.
Ayrıca bunu kolaylaştırmak için de.
Bizler de ikinci turda Erdoğan karşısında kim kalırsa ona oy vereceğiz ve vermeliyiz demeliydi.
Bizler de ikinci turda Erdoğan karşısında kim kalırsa ona oy vereceğiz ve vermeliyiz demeliydi.
Bunları demesi gerekirken yukarıdaki gibi sözler, fiilen HDP’yi
ve muhalefeti sabote etmek veya telaş içinde kendi yavrularını çiğneyen şaşkın
ördeklikten veya kendi ayağına kurşun sıkmaktan başka bir anlama gelmez.
Ayrıca HDP’liler duruma göre ilk turda, eğer kendilerinin en
geniş kesimlerin oyunu alacak bir adayın ikinci tura kalmaması olasılığı
durumunda, diyelim ki Akşener’in ikinciliği alması gibi bir ihtimal olduğunda,
İnce’yi destekleyip ikinci tura kalmasını sağlamayı bile düşünmelidirler.
Şimdilik böyle bir risk kalmamış bulunuyor.
Şükür ki, Kürtlere çiçek atan bir İnce’nin ikinci tura kalma olasılığı büyük ve bu koşullarda oylar rahatlıkla Demirtaş’a verilebilir.
Şükür ki, Kürtlere çiçek atan bir İnce’nin ikinci tura kalma olasılığı büyük ve bu koşullarda oylar rahatlıkla Demirtaş’a verilebilir.
7 Mayıs 2018 Pazartesi
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Bu yazı daha önce şurada yayınlandı:https://steemit.com/tr/@demiraltona/demokratlar-ve-secimler-teori-program-strateji-taktikler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder