13 Kasım 2017 Pazartesi

Bir Devrimin Eşiğinde (2) – “Tipping Point”e 300 Hafta Kala

Bu yazı serisinin ilk başlığı “Bir Devrimin Arifesinde” idi. Ama biraz düşününce “arife” (önce) sözcüğünün durumun özgüllüğünü tam vurgulayamayacağı gördüm. Çünkü “arifeöncesi’dir. Yakın ama hala öncesi. Halbuki bu devrimin öncesi aşıldı. Ama öte yandan tam içinde de değiliz. Bu durumda en uygun kavram olarak “eşiği”nden başkası aklıma gelmedi. Yani ne öncesinde ne içindeyiz, tam eşiğinde, içine giriş veya geçiş sürecinde.
Bu nüans yaklaşan devrimi anlayabilmek açısından önemli. Çünkü üretici güçler (teknik) düzeyindeki devrimlerin gerçekleşmesi ve günlük hayatı, toplumsal ilişkileri değiştirmesi genellikle on yıllar alır. Toplumun sancılı veya sancısız bir biçimde bu yeni üretici güçler düzeyine ilişkin üstyapısının yerleşmesi ve bunun için güçlerin mücadelesi daha da uzun sürer.
Örneğin neolitik Devrim’in yayılması binlerce yıl almıştır. Hint-Avrupa dil ailesinin Hindistan’dan Atlas Okyanusu kıyılarına ve Kuzey Denizi kıyılarına yayılışı aslında aşağı yukarı neolitik devrimin yayılışında başka bir şey değildir. Bu yayılış binlerce yıl sürmüştür.

Tarım devrimi de öyledir. Fırat ve Dijle’nin ve de Nil’in nehir boylarından çıkması, İran ve Anadolu yaylalarına, Suriye ve Lübnan’a yayılması için demirin keşfi gerekmiş bu da en azından 2000 yıl almıştır.
Sanayi devriminde ve sonrasında bu süreç büyük ölçüde kısalsa da yine yüz yıla yakın sürelerde veya onlar hanesinde yıllarla gerçekleşmiştir.
Bu devrim ise birler hanesindeki yıllar içinde gerçekleşecek ve yayılacaktır.
Ama önceki devrimlerden projeksiyon yapılarak, teknolojideki, yani üretici güçlerdeki değişikliklere dayanan devrimlerin günün politik mücadelesinin sorunları ile doğrudan bir ilişkisi olmadığı düşünülmekte, biraz fantezi, beyin jimnastiği, spekülasyon gibi görülmektedir, bir devrimin eşiğinde olmaktan söz etmek.
Halbuki durum böyle değil.
*
Somut bir örnek verelim. Yerli araba diye bir şey çıktı. Erdoğan’ın projesi imiş. Başlangıçta bu her şeyden önce kendi yerli motorunu yapmaktı özünde. Bunu yapamayacaklarını gördüler. Bunun nasıl bir uzun araştırma ve masraf kapısı olduğunu, nasıl bir birikim gerektirdiğini gördüler ve yapamayacaklarını anladılar.
Açıkça aptalca bir işe giriştiklerini bir sürü parayı boşa harcadıklarını söyleyecek yerde, önce bir İsveç otomobil firmasının artık üretiminden vazgeçilmiş arabasını, Kayserilinin anasını boyayıp babasına yeni gelin diye satmaya kalkması gibi, yerli araba diye kakalamaya çalıştılar.
İşin foyası meydana çıkınca da her halde birileri, ya artık patlarlı motorlu arabalar tarihe karışıyor, bu skandaldan façayı bozdurmadan kurtulmamızın yolu elektrikli araba onu da Elon Musk yapıyor diye sufle verdi ki, onu çağırdılar.
Halbuki herkes biliyor ki, artık elektrikli araba yapmak aslında araba yapmak değil, pil yapmaktır. Hareket mekanizması eni sonu bir elektrik enerjisini mekanik enerjye çeviren bir motordur. Son derece basittir. Patlarlı motorun karmaşıklığının yeri yoktur.
Böylece Musk’un Tesla’sını, muhtemelen Çin’den ithal edecekleri pili altına takarak, en modern teknikli yüzde yüz yerli araba ürettik diye millete kakalamaya çalışacaklardır.
Aslında Musk’un gelişi yerli araba yapma işinde havlu atmanın ilanıdır. Zaten yapamazlardı ama yapsalardı da tam saçmalık olurdu. Traktörlerin ortalığı kapladığı bir zamanda nalbantlığı öğrenmek ve nal yapmak gibi bir şey olurdu.
Çünkü “ilk Türk arabası” çıktığında Mercedes, Audi, Fiat, Renault, VolksWagen, Toyota falan artık bir şey ifade etmeyeceklerdir.
Çünkü arabalar değil, o arabaları yöneten yapay zekalar satılacak veya kiralanacaktır. Arabalar da bu bildiğimiz arabalar gibi olmayacaktır. Muhtemelen karton veya fiberglas gibi hafif bir malzemeden dikdörtgen bir oda gibi bir şey olacaklardır. Çünkü çarpışmayacaklardır.  Google’un mu Amazon’un mu, Facebook’un mu yapay zekası sürüyor bu arabayı diye sorulacaktır.
Ve büyük bir olasılıkla kimse özel araba da almayacaktır. Çünkü özel araba sahibi olmak da saçmalık olacaktır. İstediğin yere her zaman seni götürecek, akıllı telefonunda bir “app” aracılığıyla hemen çağıracağın ve kapının önüne kendisi gelecek, seni küçük bir ücretle hiç tehlikesizce istediğin yere götürecek akıllı ve direksiyonsuz arabaların olduğu bir şehirde araba sahibi olmak, kendine işkence etmek gibi, mazoşistlik gibi bir şey olacaktır.
İşte Sol örgütlerin ve siyasetin durumu da bu Erdoğan “procesi” gibi.
Örneğin bugün var olan bütün örgütler, bütün örgütsel ilişkiler, beş yıl sonra anlamsız hale geleceklerdir. Evet bugün zaten anlamsızlardır ve en devrimci ve demokrat olanları bile gerçekten demokratik bir hareketin oluşmasını bile engelleyen gerici bir işlev görmektedirler ama beş yıl sonra tamamen anlamsızlaşacaklardır. Tıpkı Erdoğan’ın arabası gibi, saçmalığın şahikası olarak var olabileceklerdir.
*
Eşiğinde bulunduğumuz devrimin ne kadar hızlı olarak tüm hayatımızı ve toplumsal ilişkileri değiştireceğini gösterebilmek için, Öcalan gibi neolitik devrime 😊falan gitmeyelim. Daha yakın tarihte kalalım ve işçi hareketi tarihinden örnek verelim.
Buharlı makineler öncesi, Manifaktür dönemi kapitalizminde (Yuvarlak hesap 1700’ler diyelim), işçiler büyük ölçüde zanaatkardı ve lonca kalıntısı bir anlayışla, mesleklerine göre sendikalaşıyorlardı. Örneğin debbağlar sendikası, boyacılar sendikası gibi. Yani aynı işyerinde çalışan işçiler farklı mesleklere göre bölünmüş sendikalarda örgütleniyorlardı. Buhar gücü ve büyük fabrikaların ortaya çıkmasından epey sonra işyeri ya da işkolu düzeyinde tüm işçileri birleştiren, bu sanayi tipine uygun sendikalar ortaya çıkmıştır.
Ne var ki işçi hareketinin böyle örgütlenmesi epey bir geriden gelmiştir.
Bugün 1 Mayıs kutlamalarının kaynağında bulunan Amerika’daki Saman Pazarı olayları, aynı zamanda, bir tür lonca ve zanaatkar tipi sendikalaşma olan “Emek Şövalyeleri” hareketinden Modern sanayi tipi sendikalara geçiş anlamına da gelmiştir.
Buharlı makineler 1700’lerin başında yayılmaya başlar, Sanayi tipi sendikalar 1800’lerin sonunda üstün gelir, neredeyse yüz yıl geriden gelen bir dönüşüm. Hatta 1800’lerin ortası ve ikinci yarısının ürünü olan Marksizm bile bu dönüşümün ilk metodolojik ve programatik sonucu olarak görülebilir ve ortaya çıkışı elli yıl geriden gelir.
İlk buhar makinesi, ocaklardaki suyu pompalamak için uygulanmıştı 1698 yılında.
James Watt’ın makinesi 1780’lerde (neredeyse yüz yıl sonra) iyice rantabl olur ve kullanılmaya başlar. Bunun sanayide yayılması ve demiryollarının yayılması bütün bir 19. Yüzyılı kapsayacaktır yuvarlak hesapla. Yani sadece Avrupa ve sömürgelere yayılması neredeyse 100 yıl süren bir devrim bu Birinci Sanayi Devrimi.
Modern işçi hareketinin ortaya çıkışı, Marksizmin bu harekete giderek egemen olması, modern işçi partilerinin ortaya çıkışı da hep apitalizmin tarihinde buhar gücüne dayanan üretici güçlerdeki bu devrimin ürünü olarak da görülebilir.
Benzeri gecikmeler patlarlı motorlarda ve elektrifikasyonda da görülür. Bunlar da 19. Yüzyılın sonlarında, yasaları esas olarak Faraday ve Maxwell tarafından formüle edilmiş fiziksel süreçlere dayansalar da, esas olarak yayılmaları yirminci yüzyılda gerçekleşmiştir.
Ford fabrikalarında seri üretim, fabrikalarda çalışan işçilere bir araba alma olanağı sağlayan Keynezyan ekonomi, Otobanlar, şehirlerin ışıklandırılması vs. teknik olarak yapılabilirlik ile yayılma arasında, en ileri Avrupa ülkeleri bile göz önüne alındığında, 50 yıl vardır.
Ford’un T modeli 1910’larda çıkar, Kitlesel araba kullanımı, Avrupa’ya 1930’larda Hitler’in Volkswagen (Halk Arabası) ile gelir gibi olur, ama esas yaygınlaşmasını ancak ikinci dünya savaşı sonrasında bulur: Fransa’da Citroen, Renault; İtalya’da Fiat gibi arabalarla.
Elektrik ve patlarlı motora uygun siyasi ve sosyal sistem Amerika’da Rooswelt ile iki savaş arasında yerleşir; Avrupa’da ise ancak savaş sonrasında Komünist ve Sosyal Demokrat partiler aracılığıyla ve aslında 1968 ayaklanmaları, (kendisi kendini böyle nitelemese de nesnel olarak) bu fordist topluma uygun bir kültürel ve siyasi üstyapının yerleşmesi için mücadele olarak da görülebilir.
Bugün hala esas olarak böyle (Fordist) bir dünyada yaşıyoruz. Ve eşiğinde bulunduğumuz bu devrim bu Fordist döneme de son verecek.
Türkiye esas olarak, bu aşamaya AKP iktidarı döneminde otoban yerine duble yollarla, Japon, Alman, Fransız araba markalarının açtığı fabrikalarla, haklar anlamında “Sosyal Devlet”le değil paternalist “Sosyal yardım”larla, ianelerle; Sosyal Evlerle değil ama getto gibi yapılmış TOKİ evleriyle neredeyse yüz yıl sonra geçti. Erdoğan’ın alt sınıflar arasındaki desteğinin temeli onun iktidarının ilk on yılının, tam Şark usulü “altı kavaf üstü şişhane” de olsa, bu dönüşüme denk gelmiş olmasıyla da bağlantılıdır.
Sovyetler’in çöküşü bile bu değişime ayak uyduramamakla açıklanabilir. Lenin 1920’lerde Amerikan örneğine bakarak “Elektrifikasyon+ Sovyetler (yani Paris Komünü tipi devlet, devlet olmayan devlet) = Komünizm” diye formülasyon yapıyordu.
Elektrifikasyon iyi kötü belki başarıldı ama ne Sovyetler varlığını sürdürebildi, (çünkü bir karşı devrimle bürokrasinin egemenliğinin basit araçlarına dönüştüler) ne de ABD’nin Ford ve Rooswelt ile, Avrupa’nın ikinci Dünya Savaşı sonrasında VolksWagen, Renault, Citroen, Fiat gibi markalar ve Sosyal Demokrat ve Komünist partilerle yaptığı gibi “Fordist” bir topluma dönüşemedi.
Sovyetler, ancak çöküşünün arifesinde İtalya’dan aldığı Fiat’ı Rusya şartlarına uygun hale getirerek Lada ile kitle mobilizasyonuna geçmeye çalışıyordu ve araba alabilmek için yıllarca süren kuyruklar bulunuyordu. Doğu Almanya’nın “Trabi”si ilkel tekniği ile, Duvar yıkıldığında adeta Doğu Avrupa ekonomisinin bir sembolü durumundaydı.
Neredeyse elli ve yüz yıla gelen gecikmeleri Kuantum fiziği alanında da görebiliriz.
Kuantum fiziğinin teorik temelleri 20. Yüzyılın başında, Max Planck ve Einstein ile atıldı (örneğin Einstein kuantum fiziğinin temellerinden olan fotoelektirik etkiye ilişkin çalışmasını, yani enerjinin quantlar (paketçikler) halinde yayıldığı (Planck) gibi Quantlar halinde alındığını kanıtlayan çalışmasını “Mucize Yıl” denilen 1905’te yayınlamıştı. Kendisine Nobel de Görecelik Teorileri nedeniyle değil, bu çalışması nedeniyle verilmişti.)
(Aynı yıl Rusya’da 1905 devrimi oluyor ve Troçki de “Sürekli Devrim”i formüle ediyordu, Lenin’in dediği gibi Rus düşüncesi ve tabii devrimci hareketi Rusya’nın geriliği ile zıtlık içinde çağın en ileri fikir akımları ve metodolojileriyle at başı gidebiliyordu.)
Ama kuantum fiziğinin sonuçlarına dayanan ürünlerin sanayie ve günlük hayata girmesi (Lazer, CD’ler, bilgisayarlar, internet, tomografi cihazları, Akıllı telefonlar vs.) son 30-40 yılın işidir. (Doğu Avrupa bu geçişi de yapamadığı için çöktü de denebilir. Siyasi sistemi bu geçişi yapacak esneklikten yoksundu.)
Toparlarsak, şimdiye kadar bir teknik devrimin teoride ve araştırma laboratuvarlarında hazırlanması piyasaya çıkışa uygun hale gelmesi ile bunun yayılması arasında on yılları kapsayan bir zaman dilimi bulunmaktadır. Hele bunun yaşama, kültüre ve siyasi sisteme yansıması ise daha da uzun bir zaman dilimini kapsamaktadır.
(Türkiye gibi Avrupa’nın dibinde ama Şarklı ülkelere yayılması ise neredeyse yüzyılı bulmaktadır. Yaşam, kültür ve siyasi sistem olarak geçiş ise muhtemelen olmayabilir de. Şu an böyle bir değişimi gerçekleştirebilecek ne bir entelektüel veya kültürel akım, ne bir siyasi ve sosyal hareket görülmüyor.)
*
Ama eşiğinde bulunduğumuz devrimde durum böyle değil.
Birincisi bu devrime yol açacak teknik değişiklikler zaten laboratuvarlarda olgunlaşmış, deneme aşamasını geçmiş ve fiilen uygulamaya geçip ilk ürünleri piyasaya çıkmaya başlamış bulunuyor.
(İnternete girip, Youtube’ta Robotik, Artificial Intelligence (yapay zeka), Deep Learning (Derin Öğrenme), Neural Networks (Nöronal Ağlar), Elektro Otomobil, Akıllı Otomobil, Blockchain (Blok Zingiri) , Bitcoin (Dijital para), 3D Print (Üç boyutlu yazıcı), Şeylerin İnterneti, Bulut, Paylaşım Ekonomisi, Smart Contract (Akıllı Sözleşme), DAO – Decentralized Autonomous Organisation (Merkezsiz Otonom Organizasyon), Algoritma, Moore yasası, Exponansiyel büyüme (Geometrik diziyle artış) vs. gibi çoğu çok yeni kavramlarla araştırma yapılıp sadece videolar izlenerek bile laboratuvar ya da ilk piyasa uygulamalarındaki ilerlemenin nerelere vardığı daha iyi göz önüne getirilebilir.)
Öte yandan her biri ayrı bir alanda olan bu araştırma ve ürünler birbirinin gelişimi ve yayılışını da hızlandırıcı bir etki içinde bulunuyor.
Bir örnek verelim. Blockchain teknolojisi aslında Bitcoin’in keşfinin bir yan ürünü ya da dayanmak zorunda olduğu temeldi. Ama bu aynı zamanda, “şeylerin İnterneti”ni mümkün kılmaktadır ve yayılışını hızlandırıcı bir etki yapacaktır. Ama şeylerin interneti de blockchain teknolojisine dayanan dijital paraların yayılmasını. Dijital paraların yayılması, devletin kontrolü dışında bir değişim ekonomisinin yayılmasını. Keza bunlar aynı zamanda elektrikli ve akıllı, şoförsüz otomobilin hızla günlük hayata girişini hızlandıracaktır. Ama bu da yine Blockchain teknolojisinin, dijital paraların, şeylerin internetinin yayılmasını ve gelişimini hızlandıracaktır. Ama bütün bu her biri bir küçük devrim anlamına gelecek değişiklikler, neredeyse senkronize olarak bir arada ortaya çıkmaktadır. Ve toplu olarak bunların etkisi her birinin etkilerinin toplamını çok daha aşacak, yaşamı çok kısa zamanda tümüyle değiştirecektir.
*
Bu durumu anlayabilmek için belki Biyoloji ve Paleontoloji bizlere ilginç bir örnek sunabilir.
Yeryüzünde hayat, dünyanın oluşumundan 500 milyon yıl kadar sonra yani tam 4 milyar yıl kadar önce başladı son araştırmaların gösterdiği gibi. Ancak 500 milyon yıl önce Kambriyen Patlama denen bir sürü bugünkünden tamamen farklı yapılara dayanan canlı türleri ortaya çıktı. Bugünkün bütün omurgalılar bunların sadece birisinin ahfadı.  Diğerleri ve çoğu yok oldu.
Bu “patlama”nın nedeni, arada geçen milyarlarca yılda, o tek hücrelilerin veya alglerin falan, dünyanın atmosferini değiştirmesi, bunun sonucu oksijenin atmosferde artışı ve güneş ışığının girişi ve oksijene dayalı canlıların mümkün hale gelmesidir. Bu “altyapı” böyle bir “patlama”yı mümkün kılmıştır.
İlk bilgisayarın ortaya çıkışını, transistörleri ilk canlıların ortaya çıkışına benzetebiliriz. İnternetin ortaya çıkışını, ilk fotosentez yapan bakteri ve alglerin ortaya çıkışına benzetebiliriz. İnternetin dayandığı prensipler 1960’larda bir dünya savaşında haberleşmeyi sürdürebilmek için keşfedildi. 1990’ların sonuna kadar, neredeyse sadece ordu, üniversiteler ve bazı büyük şirketler falan kullanıyordu. (Arada 30 yıl var ilk pratik kullanımla sivilleşme arasında)
1990’ların başından itibaren PC’lerin yayılması, CERN’de Tim Berners Lee’nin World Wide Web’in temellerini atması ve bunun 1993’de Mosaic ile ilk pratik kullanımının bulunması. 2003’te WEB 2.0 ın ortaya çıkışı ve sosyal Medya’nın mümkün oluşu. (Yani İnternetin yaygınlaşması ile Akıllı Telefonun ortaya çıkışı arasında 15 yıl var.)
Akıllı telefonların on yıl önce (2007) ortaya çıkması ve herkesin bir bilgisayarı cebinde taşıması sosyal medyanın, dijital verilerin patlarca büyümesine yol açtı.
İşte bütün bunlar aslında eşiğinde bulunduğumuz devrimi ve patlamayı mümkün kılmaktadır. En temelde, Moore yasasına uygun olarak, bilgisayarların gücünün yuvarlak hesap iki yılda bir ikiye katlanması ve geometrik diziyle artışı bulunmaktadır. Bu onun küçülmesini, kapasitesinin artmasını ve hızlanmasını mümkün kılmıştır. Bunun üzerinde cep telefonları ortaya çıkmış. Bu sayede de onların ürünü olan muazzam bir veri yığını ve her bireyin internete sürekli erişimi olanağı.
Bu arada tabii sensörlerde, pillerdeki gelişmeler de bunlara eklenebilir.
Bütün bu “flora ve fauna” şimdi eşiğinde bulunduğumuz devrimi olanaklı hale getirmiştir. Şimdi eşiğinde bulunduğumuz “Kambriyum patlama” gibi bir büyük değişim.
Yenilik ve tipping poin’e geliş arasındaki zamanın kısalmasını, hızlanmayı şu örnek daha iyi gösterir.
15 yıl önce, 2003’te WEB 2.0 çıkmıştı sosyal medyayı mümkün kılan. Sonra 4 yıl sonra, Steve Jobs, 2007’de yani tam on yıl önce ilk akıllı telefonu tanıttı.
Ve bugün yeryüzünde insan sayısından daha fazla üretilmiş akıllı telefon var.
2007’de Steve Jobs’un tanıtımından üç dört yıl sonra akıllı telefon aracılığıyla örgütlenen ilk devrimci kalkışmalar, yani Arap Baharı, Tahrir Meydanı oldu.
Altı yıl sonra 2013’te Gezi akıllı telefon, Twitter, Facebook aracılığıyla örgütlenebiliyordu.
Yani bir yeniliğin ortaya çıkışı ile eski bildiğimiz ilişkileri, örgütleri, mücadele biçimlerini ve dünyayı toptan değiştirmesi arasındaki süre 5-6 yıla inmiş bulunuyor.
*
Gerçekten de son incelemeler, 200 ile 300 hafta arasındaki bir aralıkta “tipping point”e (“Devrilme noktası” veya “kırılma noktası” denebilir her halde) varıldığını gösteriyor.
Tipping point”e yeni ürünün eskisinden daha iyi bir kullanım değeri olması ve aynı zamanda değişim değerinin yani fiyatının daha ucuz olduğu anda ulaşılıyor
Analog Fotoğraf makinelerinin yerini Dijital makinelerin alması için 200 hafta (dört yıl) yetti.
LED televizyonların tüp televizyonların yerini alması için 150 hafta (üç yıl) yetti.
Evet, toplumsal hayatta bir öngörüde bulunmak her zaman tehlikelidir. Çünkü toplum çok karmaşık bir organizmadır, değişkenler çoktur.
Ama normal koşullarda var olan eğilimler bize şöyle bir tahminde bulunmayı olanaklı kılıyor:
250 hafta sonra, (yani beş yıl sonra) bizlerin yaptığı neredeyse her türlü işi yapabilen (bir otelde temizlikçilikten aşçılığa, hasta bakıcılığa, yaşlılar yurdu bakıcılığı, tezgahtarlık, evlerde hizmetçilik, çöpçülük, bahçecilik, birçok memurluk gibi bütün işleri yapabilen, aynı zamanda dayandıkları algoritmalar, zekalar, sürekli öğrenip gelişebilen, bütün dünya dillerini konuşabilen robotlar “tipping point”e ulaşacaktır.
Bu ne demektir. Daha iyi canlandırılabilmesi için bir örnek verelim.
Evinizde yaşlı annenize veya babanıza Türkistan, Moldavya veya Gürcistan’dan gelen kaçak ve köle emeğine çalıştırdığınız işçiden (bakıcıdan) daha ucuza ve daha iyi iş yapacak olan Sony’nin veya Honda’nın, veya Çin’de adını bilmediğimiz bir firmanın çıkardığı bir robot daha iyi bakacak ve bu aynı zamanda diyelim ki, Gürcistanlı bir bakıcının bir yıllık ücretinden daha ucuza mal olacak.
Lokanta veya kahvenizde biri aşçı, ikisi garsın iki robot alıp çalıştıracaksınız. Onlar grev de yapmayacaklar ve 24 saat çalışabilirler.
Sadece bunun bile nasıl bir alt üstlük olacağını kafanızda canlandırmaya çalışın.
Bunun gibi bir çığ geliyor.
Bir başka örnek.
İnsansız ve elektrikli arabalar da 250 veya 300 hafta sonra “tipping point”e ulaşacaktır.
Yani yüzde doksanı, günün yüzde doksanında yol kenarında park etmiş bekleyen bir çelik yığınından başka bir şey olmayan, çevreyi kirleten, 70 kiloluk bir protein yığınını taşımak için, birkaç ton çelik, bakır vs’yi  taşıyan, sigortası, tamiri, bakımı, park yeri bulma derdi ile bir arabaya her yıl binlerce lire harcamaktansa, her an çağırıp beni şuraya götür diyeceğiniz, sadece bugünkü arabanızın vergi ve taksiti ile bütün bir yıl bir yerden bir yere gitme ihtiyacınızı karşılayabileceğiniz, park, bakım vs. derdi olmadan akıllı telefonunuzdaki bir app ile çağıracağınız hemen kapınızın önüne gelen, kaza yapma olasılığı sıfıra yakın olan bir akıllı arabayı kiralamak her bakımdan size daha konforlu ve ucuz gelecektir. Özel araba ve taksi şoförlüğü yok olacak. Muhtemelen şehirlerde yasaklanacak.
Daha ucuza ve kullanım değeri daha büyük. Yol boyunca trafikle uğraşmayacaksınız, (zaten trafik problemi olmayacaktır arabaların yüzde doksanı olmayınca) kitabınızı okuyabilir, televizyon bakabilir, maillerinize cevap verebilir veya uyuyabilirsiniz. Ehliyet anlamsız olacak. Çocuklar da arabaya binip bir yere gidebilecek. Kadınlar akşamları eve hapsolmaktan kurtulacak, taksi şoförünün sarkıntılık yapma korkusu olmadan istediği yere istediği zaman gidebilecek. Bunların toplumsal ilişkileri nasıl alt üst edeceğini tahmin etmeye çalışın.
Bunlar tabii önce Avrupa’da olacak, ABD, Japonya’da olacak. Türkiye’de belki evlerde yaşlılara bakım işi daha önce bu noktaya ulaşabilir.
250 veya 300 hafta sonra sadece bu iki değişikliğin bir arada olmasının bile hayatınızı ve toplumu nasıl değiştireceğini hayal etmeyi deneyin.
Ev işi ve kadınlığı otomatikman bitecek örneğin. Sadece bu bile ne demek?
Bir tasavvur etmeye çalışın.
Bildiğimiz dünyanın sonudur bu.
Şehirlerde bugünkü arabaların onda biri sayısındaki, muhtemelen çok hafif akıllı araba, tüm hareket olanağını karşılayacak. Trafik kazaları neredeyse sıfıra inecek. Örneğin sokaklarda çocuklar tekrar top oynayabilecek. Minibüs ve taksi şoförlüğü diye bir şey kalmayacak.
Sadece bu bile bu devletin nasıl ayaklarının altındaki toprağın kayacağını gösterir.
*
Bütün sanayi ve hizmet sektörlerinde her işi robotlar yapınca insanlar ne yapacak, nerede çalışacak, gelirini nereden ede edecek?
Artık sorun buur.
Avrupa bu soruna, padişah olsa soğanın cücüğünü yemekten ötesini hayal edemeyen çoban gibi, herkese koşulsuz temel gelir ile cevap vermeye çalışıyor.
Hayır, bu Komünist toplumun üst aşamasının maddi temeli demektir.
Hayır, bu emeğin yok olması, gerçek zenginliğin “boş zamanlarda” üretilmesi demektir.
Hayır, bu değişim değerleri ekonomisinin fiilen olanaksız hale gelmesi demektir.
Robotlar artı değer üretmez çünkü.
Basit bir örnekle somutlayalım.
Diyelim ki otel veya lokantanız var. Ve ilk kez işçileri çıkarıp robotu aldığınızda belki diğer işletmeler karşısındaki üretkenlik üstünlüğünüz nedeniyle bir süre ekstra bir kar elde edebilirsiniz.
Ama herkes aynısını alınca kar oranı sıfıra iner.
Ya da siz aslında, ekonomi politik bakımından, onlarca işçi çalıştırmaktan çıkar, her şeyi kendileri yapan robotların sahibi olarak, robotlarınızı çalıştıran bir emekçiye dönüşmüş olursunuz. Onların sahibisinizdir ama onlar sizin üretim araçlarınızdır, artı değer üreten işçileriniz değildir. Ortadaki tek emek sizin emeğinizdir.
Robotlara sahiplik sizin, kar etmeniz, artı değer ürettirmeniz değil, sizin emek üretkenliğiniz anlamına gelecektir ve siz ekonomi politik olarak artık on işçi çalıştıran bir kapitalist değil, on robotu olan bir emekçi olursunuz.
*
Tamam da bu robotların ürettiği yemeği ve hizmeti kim alacak?
Herkes işsiz ve gelirsiz olunca.
Dolayısıyla herkese hiç koşulsuz temel ihtiyaçlarını karşılayacağı temel bir gelirin toplumsal hasıladan sağlanmasını savunmak zorunda kalacaksınız.
Ama bu sağlanınca hiç kimse çalışmaz.
Gerçek zenginliklerin ücretli saatlerde değil, “boş zaman”larda yaratıldığı bir toplumun koşulları oluşur.
Buna geçiş ister istemez var olan devletlerin, ulusların ve ulusal sınırların, eski mülkiyet ilişkilerinin tamamen tasfiyesini gerektirir.
Tabii bir süre sonra işçiler çalıştıran bir kapitalistten robotların sahibi bir emekçiye döndüğünüzde, bu dünyanın enayisi ben miyim?
Benim işimi de zaten bu robotlar yapar ve toplumsal olarak bu iş örgütlenebilir diyerekten, örneğin Otelinizi kamuya devredip hep öğrenme hayalini kurduğunuz saz veya gitar çalmayı öğrenmeye başlayabilir. Köyünüze yerleşebilir veya dünyayı gezmeye çıkabilirsiniz.
Evet “tipping point’e 300 hafta var.
Bu bonkörce verilmiş bir süredir.
13 Kasım 2017 Pazartesi
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Bu yazı ilk olarak şurada yayınlandı:

2 yorum:

fkucukosman dedi ki...

'da hep apitalizmin tarihinde buhar gücüne dayanan' yazım hatası

mustafa covac dedi ki...

Değerli Demir,
Son iki yazının bana hatırlattığı; Charlie Chaplin'in modern fabrikaları ve çalışanaların bile şaşkınlık ve gıpta ile baktığı makinaları, Luis de Funes'in oynadığı filimlerdeki kendinden geçişler, bilim_kurgu sinamada Robotlar_Bakıcıları_Patron ve yeraltında yaşayan Paryalar dünyası.1.Savaşla hızlanan teknolojik gelişmenin bugünkü ivmesi elbette kayda değer.Seksenli yıllarda yaygılaşan Hızı saatte 400km.ye ulaşan hedefinde durması +/_ 5 Mikron hata payında olan olan robotları çalışırken gördüğümde düşmemek için başımı çevirmiştim.Kabaca bilyalı Vidalar ve Sekansiyel motor uygulamaları takım tezgahlarında kullanılıyordu.
Duvar yıkılışı ve Robotizasyonun düzeyi İşci Sınıfı kalktı Robot var ve bildiğimiz devamı.
Seksenli yıllar robot yaratma ise bugün yaptığımız Robotlar, Robot üretiyor olsa da sonuç olarak İşgücünün ancak bir bölümünü kapsıyabilir artan oranlar robotun tarafında görünmesi bir Fenomen olarak görülmelidir.