6 Nisan 2017 Perşembe

Türkiye’nin Kimyasalı ve Allah’ın Lütfü

İdlip’e yapıldığı söylenen kimyasal silah saldırısı konusundaki tutumlara bakınca Allah’ın Trump’a ve Erdoğan’a yine bir lütufta bulunduğu anlaşılıyor.
Az önce BBC Türkçede çıkan habere bakalım.
Suriye’den Türkiye’ye getirilen yaralılardan ölenlerin neden öldüğü üzerine inceleme yapılıyor ve Otopsilerle ilgili hukuki süreci yürüten Adana Cumhuriyet Başsavcılığı otopsi sonucu ile ilgili şu açıklamayı yapıyor:
"Görevlilerin herhangi bir kimyasal madde tehlikesine karşı koruyucu özel kıyafet giyerek katıldıkları otopsideki ilk bulgulara göre; şahısların kimyasal boğucu gaza maruz kalmaları sonucu hayatlarını kaybettikleri ve akciğerlerinde yoğun ödem bulunduğu tespit edilmiştir.
Otopsi sonunda alınan doku, plazma, kan, idrar, akciğer ve cilt örnekleri, kimyasal silah kalıntılarına yönelik gerekli analizlerinin yapılması için Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi ve Adli Tıp Kurumu Başkanlığı'na gönderilmiştir. Ayrıca Dünya Sağlık Örgütü ve Birleşmiş Milletler Kimyasal Silahları Yasaklama Organizasyonu temsilcilerine, talepleri üzerine incelemeleri için söz konusu örneklerden verilmiştir."
Yani sadece bir kimyasal maddeden ölümler olduğu belirlenmiş ama bunun ne olduğu bile henüz tam değil. Bunu kimin kullandığı da belli değil.
Biz biliyoruz ki, bilimsel analiz yöntemleri bugün çok ileridir, herhangi bir maddenin içindeki izotoplardan, bileşiminden, saflığından vs. falan kolaylıkla menşei bile bulunabilmektedir.
Ama Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, "Esed'in kimyasal silah kullandığı, bu bilimsel incelemeyle de tespit edilmiş durumda." Diyor. Suçluyu baştan belirlemiş.
Aynı peşin hüküm ABD için de geçerli.
ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson da saldırının arkasında Esad hükümetinin olduğundan şüpheleri olmadığını söyledi. Rex Tillerson, 86 kişinin hayatını kaybettiği saldırıyla ilgili Rusya'ya da bir çağrıda bulunarak, "Rusların, Esad rejimine verdiği destekle ilgili dikkatli düşünme vakti gelmiştir"
Aynı peşin hüküm geçerli.
Çok açık ki, tıpkı Körfez veya Irak savaşındaki gibi veya 7 Haziran seçimleri sonrasında iki polisin öldürülmesi gibi bir olay karşısındayız.
“İnsan çıkarlarına aykırı olsaydı matematik aksiyomlar bile tartışma konusu olurdu” diye bir söz vardır.
En basit ihtiyat ve hukuk kuralı bile bir kenara atılıp suçlama yapılıyor ve buradan savaşa kadar gidebilecek tehditler yapılıyorsa, orada gerçek değil çıkarlar konuşuyordur.
Ancak yalancının mumu yatsıya kadar yanar.
Bu kimyasal işinin gerçekten üzerine gidilirse Türkiye’nin ayağına dolaşacağı tahmin edilebilir
 Çünkü Suriye hükümetinin bugünkü güçlü durumunda, birkaç muhalif mevzisini ele geçirmek için kimyasal silah kullamaktan hiçbir çıkarı yoktur ve olamaz.
Ama Türkiye’nin, daha da doğrusu Erdoğan’ın böyle bir iddiadan büyük çıkarı vardır. Aynı şekilde bütün batılı Emperyalistlerin ve İsrail’in de.
İşin üzerine gerçekten gidilirse, kimyasalın muhaliflere ait olduğu ortaya çıkacak ve bu sefer Türkiye’nin ayağına dolanacaktır. Çünkü kimyasalın oraya gitmesinin tek yolu vardır. Türkiye ve Hatay vilayeti.
Tabii Türkiye ve Emperyalistler ellerlindeki muazzam olanaklarla bu gerçeği gizleyebilirler ama onların içindeki çelişkiler nedeniyle gerçek ortaya çıkabilir de.
Rusya ve Suriye çoktandır Türkiye üzerinden muhaliflere kimyasal silah ve bunları üretecek bileşenlerinin iletildiğini söylüyorlardı.
*
Tekrar baştan başlayalım.
Bir demokrat, bir sosyalist her zaman önce şu varsayımlardan yola çıkmalıdır.
Türk devleti ve Emperyalistler her zaman baştan suçlu kabul edilmelidirler.
Klasik hukuk kuralına göre, bir kimse hakkında bağımsız mahkemelerce verilmiş bir karar olmadığı sürece masum kabul edilmelidir. Elbet kişi hakları söz konusu olduğunda bu ilke geçerlidir.
Ama genel olarak devletler ve özel olarak da Türk devleti ve batılı emperyalist devletler söz konusu olduğunda, bu kuralın tam tersi geçerli olmalıdır.
Devletler, Türk devleti ve diğer batılı devletler baştan suçlu kabul edilmeli, suçsuzluğunu kanıtlamakla yükümlü olmalıdır.
Elbet onlar böyle bir yükümlülüğü kabul etmez ve onlara bunu zorla kabul ettirecek bir yaptırım gücü de yoktur.
Ama bir demokrat, bir sosyalist, olaylara böyle yaklaşarak, büyük hatalar yapmaktan, gereksiz ve yanlış refleksler göstermekten, emperyalistlerin propagandasına alet olmaktan ve gazına gelmekten büyük ölçüde korunabiliriz
Sonra neye bakmak gerekir?
Hemen ortaya çıkan reaksiyonlara.
Her gün her yerde nice derin hassasiyet gösterilmesi gereken olaylar olur. Ama emperyalistler ve devletler bunlar içinde kendi çıkarlarına olanları öne çıkarırlar.
Onların bütün hüneri en önemliyi önemsiz en önemsizi önemli göstermekte toplanır.
Bir olayı öne çıkarıyorlarsa muhakkak orada çıkarları vardır.
Sonra neye bakmak gerekir
Güçlerin konum ve çıkarlarına ve de onların karakterlerine.
Bunlara bakınca zaten aşağı yukarı olayın özü kavranır. Özel bir bilgi ve istihbarata bile gerek yoktur.
Birkaç gün önce yazdığımız bir yazıda en gizli gibi görünen planların bile aslında açık olduğunu söylemiştik.
Şimdi şu Suriye hükümetinin İdlib’te kimyasal kullandığına ilişkin iddialara ve davranışlara bakalım.
Bir kere ne Türk devleti ne de ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi güçler şöyle soğukkanlılıkla durun bakalım, önce tarafsız bir heyet yollayalım, neyin ne olduğunu incelesin diye bir reaksiyon göstermediler. Nusra ve benzeri yapıların iddialarını gerçekmiş gibi kabul ettiler ve hemen saldırıya geçtiler.
Hâlbuki Suriye hükümetinin ve Rusya’nın iddiası da var. Onlar Birleşmiş Milletler'in 2013 yılında imzaladığı 2118 no'lu kararı gereği elindeki kimyasal silahları uluslararası kuruluşa imha edilmek üzere teslim edildiğini, İdlib'de iddia edildiği gibi kimyasal saldırıda bulunulmadığını söylüyorlar.
Keza Suriye’ye suçlamalar devam ederken “Basın mensuplarının sorularını yanıtlayan BM Silahsızlanma Yüksek Temsilcisi Kim Von Su, İdlib'de yaşananlarla ilgili bilgilerin gelmeye devam ettiğini an itibarıyla olayın iç yüzünün henüz tam olarak anlaşılmadığını ifade” etmiş bulunuyor.
Yani az çok tarafsız bir kuruluş henüz kimseyi suçlamıyor.
Ama bütün bunlara rağmen BM Güvenlik konseyi toplanıyor. Trump gereğinde biz hareket geçeriz diyor.
Türkiye’de Erdoğan’ın örgütlediği şeriatçı gençlik örgütleri hemen Rus elçiliği önünde gösteri yapıyor. Bakanları Suriye’yi suçluyor
*
Şimdi bu durumda özel bir istihbarata gerek olmadan, şu sonucu çıkarabiliriz.
Suriye’nin bugün bulunduğu elverişli pozisyonda her hangi bir şekilde kimyasal silah kullanmaktan hiçbir çıkarı yoktur.
Muhtemelen doğru olan Suriye’nin iddiasıdır.
Yani bombalanan bir cephanelikteki kimyasalların açığa çıkması ve zehirlemesidir.
Yani kimyasalın Nusracı veya diğer şeriatçı muhaliflere ait olmasıdır.
Çok fazla beklemeye gerek olmayacaktır muhtemelen, eğer bağımsız bir kurul oralara gidip bir inceleme yapabilirse bu gerçeği görmek için.
Peki, kimyasalın muhaliflere ait olduğu ortaya çıktığında ne olur?
Türkiye’nin istihbaratı işin içinde olmadan orada kuş uçmaz. Hele böyle kritik bir madde söz konusu olduğunda.
Bu kimyasalın oradaki varlığının ve belki de bir bombardıman sonucu veya bombardımanla senkronize biçimde bilerek suç yaratmak için salınmasının tek suçlusu olabilir: Türkiye.
Çükü böyle bir gelişimden sadece Türkiye’nin çıkarı vardır.

Daha önce yazdığımız bir yazıda Türk devletinin strateji değiştireceğini Suriye devletinin güçlenmesinden yana bir çizgiye geçeceğini ve böylece Kürtlerin bir otonomi elde etmesinin önüne geçmeye çalışacağını yazmıştık.
Yani ilk bakışta Türkiye, bu yeni stratejisine uygun davranmamış gibi oluyor.
Ama öyle değil.
Birincisi bu strateji değişikliği öyle hemen bir günde olmaz. Biraz Referandum sonucu bekleniyor. Çünkü hangi stratejinin izleneceği bizzat devlet içindeki güçlerin mücadelesi ve bunun sonuçlarıyla ilgilidir.
Türkiye’de Erdoğan ve Ergenekon ittifakı var. Ama bunların arasında belli bir çelişki ve farklı stratejiler izleme için bir mücadele de var.
Erdoğan, Suriye Hükümet ve devletini güçlendirerek Kürtleri engellemeye yönelik bir stratejide pek yerinin olamayacağının farkında.
Bu edenle referandumdan evet çıkarsa bu onun elini güçlendirmesini sağlayacak ve ömrünü uzatacaktır.
Aslında Suriye’de nasıl bir strateji izleneceği aynı zamanda büyük ölçüde referandum sonuçlarına da bağlı olacaktır.
Yani devletin içinde de belli bir mücadele var.
Örneğin Rusya’nın desteklediği Sputnik’te şu satırlar okunuyor:
“Türkiye ile Suriye arasında görüşmelere aracılık etmiş olan Eski Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı İsmail Hakkı Pekin, Sputnik'e yaptığı açıklamada, Moskova veya Şam'ın kimyasal saldırı gerçekleştirmiş olduğuna ihtimal bile vermediğini ifade etti.
Böylesi bir iddianın Rusya'nın ve ABD'nin Suriye'deki gücünü azaltmayı hedefleyen tarafların çıkarına hizmet edeceğini söyleyen Pekin, "Bu adım Esad, Rusya ve belki İran'i savaş suçlusu olarak lekelemeye yöneliktir. Ancak böyle bir adım ABD ve diğer koalisyon güçlerinin aksine Türkiye'nin işine yaramaz" dedi ve ekledi:
"Türkiye hiç şüphe yok ki kimyasal silah kullanımına karşı hassas olmalı. Ancak bu safhada koalisyon güçlerinin yanında yer almak yerine Suriye'nin bütünlüğünü koruma yönünde çaba göstermeli" dedi.
Pekin, Türkiye'nin Rusya'nın Suriye'deki gücünü kırmaya çalışan koalisyon güçleriyle paralel hareket etmesinin olası bir Kürt özerk devletinin kurulmasına ve Türkiye'nin parçalanmasına neden olabileceğine değindi.”
Bu da karşı stratejinin görüşü ve yaklaşımı.
*
Toparlarsak, öyle görünüyor ki, bu kimyasal kullanımı işi, eğer üzerine iyice gidilerse hem Türk devletinin, hem de Erdoğan’ın ayağına dolaşacak ikinci bir 15 Temmuz gibi görünüyor.
Yeter ki gerçeği ortaya çıkarmak gibi bir niyet olsun ve referanduma kadar bir zaman olsun
6 Nisan 2017 Perşembe
4 Nisan 2017 Salı
Demir Küçükaydın
@demiraltona
Yazılarımız şu adresteki blogta bulunuyor:
Videolarımız şu adreste:
Yazılarımızı ayrıca ses dosyası olarak şurada paylaşıyoruz. Direk podcasttan veya indirerek dinlemek mümkün.
Kitaplarımız buradan indirilebilir.


Hiç yorum yok: