İdlip’e yapıldığı söylenen kimyasal silah saldırısı
konusundaki tutumlara bakınca Allah’ın Trump’a ve Erdoğan’a yine bir lütufta
bulunduğu anlaşılıyor.
Az önce BBC Türkçede çıkan habere bakalım.
Suriye’den Türkiye’ye getirilen yaralılardan ölenlerin neden
öldüğü üzerine inceleme yapılıyor ve Otopsilerle ilgili hukuki süreci yürüten
Adana Cumhuriyet Başsavcılığı otopsi sonucu ile ilgili şu açıklamayı yapıyor:
"Görevlilerin
herhangi bir kimyasal madde tehlikesine karşı koruyucu özel kıyafet giyerek
katıldıkları otopsideki ilk bulgulara göre; şahısların kimyasal boğucu gaza
maruz kalmaları sonucu hayatlarını kaybettikleri ve akciğerlerinde yoğun ödem
bulunduğu tespit edilmiştir.
Otopsi sonunda alınan doku, plazma, kan, idrar,
akciğer ve cilt örnekleri, kimyasal silah kalıntılarına yönelik gerekli
analizlerinin yapılması için Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi ve Adli Tıp
Kurumu Başkanlığı'na gönderilmiştir. Ayrıca Dünya Sağlık Örgütü ve Birleşmiş
Milletler Kimyasal Silahları Yasaklama Organizasyonu temsilcilerine, talepleri
üzerine incelemeleri için söz konusu örneklerden verilmiştir."
Yani sadece bir kimyasal maddeden ölümler olduğu belirlenmiş
ama bunun ne olduğu bile henüz tam değil. Bunu kimin kullandığı da belli değil.
Biz biliyoruz ki, bilimsel analiz yöntemleri bugün çok
ileridir, herhangi bir maddenin içindeki izotoplardan, bileşiminden,
saflığından vs. falan kolaylıkla menşei bile bulunabilmektedir.
Ama Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, "Esed'in kimyasal silah kullandığı, bu bilimsel incelemeyle de tespit
edilmiş durumda." Diyor. Suçluyu baştan belirlemiş.
Aynı peşin hüküm ABD için de geçerli.
“ABD Dışişleri Bakanı
Rex Tillerson da saldırının arkasında Esad hükümetinin olduğundan şüpheleri
olmadığını söyledi. Rex Tillerson, 86 kişinin hayatını kaybettiği saldırıyla
ilgili Rusya'ya da bir çağrıda bulunarak, "Rusların, Esad rejimine verdiği
destekle ilgili dikkatli düşünme vakti gelmiştir"
Aynı peşin hüküm geçerli.
Çok açık ki, tıpkı Körfez veya Irak savaşındaki gibi veya 7
Haziran seçimleri sonrasında iki polisin öldürülmesi gibi bir olay
karşısındayız.
“İnsan çıkarlarına aykırı olsaydı matematik aksiyomlar bile
tartışma konusu olurdu” diye bir söz vardır.
En basit ihtiyat ve hukuk kuralı bile bir kenara atılıp
suçlama yapılıyor ve buradan savaşa kadar gidebilecek tehditler yapılıyorsa,
orada gerçek değil çıkarlar konuşuyordur.
Ancak yalancının mumu yatsıya kadar yanar.
Bu kimyasal işinin gerçekten üzerine gidilirse Türkiye’nin
ayağına dolaşacağı tahmin edilebilir
Çünkü Suriye
hükümetinin bugünkü güçlü durumunda, birkaç muhalif mevzisini ele geçirmek için
kimyasal silah kullamaktan hiçbir çıkarı yoktur ve olamaz.
Ama Türkiye’nin, daha da doğrusu Erdoğan’ın böyle bir
iddiadan büyük çıkarı vardır. Aynı şekilde bütün batılı Emperyalistlerin ve İsrail’in
de.
İşin üzerine gerçekten gidilirse, kimyasalın muhaliflere ait
olduğu ortaya çıkacak ve bu sefer Türkiye’nin ayağına dolanacaktır. Çünkü kimyasalın
oraya gitmesinin tek yolu vardır. Türkiye ve Hatay vilayeti.
Tabii Türkiye ve Emperyalistler ellerlindeki muazzam olanaklarla
bu gerçeği gizleyebilirler ama onların içindeki çelişkiler nedeniyle gerçek ortaya
çıkabilir de.
Rusya ve Suriye çoktandır Türkiye üzerinden muhaliflere
kimyasal silah ve bunları üretecek bileşenlerinin iletildiğini söylüyorlardı.
*
Tekrar baştan başlayalım.
Bir demokrat, bir sosyalist her zaman önce şu varsayımlardan
yola çıkmalıdır.
Türk devleti ve Emperyalistler her zaman baştan suçlu kabul
edilmelidirler.
Klasik hukuk kuralına göre, bir kimse hakkında bağımsız
mahkemelerce verilmiş bir karar olmadığı sürece masum kabul edilmelidir. Elbet
kişi hakları söz konusu olduğunda bu ilke geçerlidir.
Ama genel olarak devletler ve özel olarak da Türk devleti ve
batılı emperyalist devletler söz konusu olduğunda, bu kuralın tam tersi geçerli
olmalıdır.
Devletler, Türk devleti ve diğer batılı devletler baştan
suçlu kabul edilmeli, suçsuzluğunu kanıtlamakla yükümlü olmalıdır.
Elbet onlar böyle bir yükümlülüğü kabul etmez ve onlara bunu
zorla kabul ettirecek bir yaptırım gücü de yoktur.
Ama bir demokrat, bir sosyalist, olaylara böyle yaklaşarak,
büyük hatalar yapmaktan, gereksiz ve yanlış refleksler göstermekten, emperyalistlerin
propagandasına alet olmaktan ve gazına gelmekten büyük ölçüde korunabiliriz
Sonra neye bakmak gerekir?
Hemen ortaya çıkan reaksiyonlara.
Her gün her yerde nice derin hassasiyet gösterilmesi gereken
olaylar olur. Ama emperyalistler ve devletler bunlar içinde kendi çıkarlarına
olanları öne çıkarırlar.
Onların bütün hüneri en önemliyi önemsiz en önemsizi önemli
göstermekte toplanır.
Bir olayı öne çıkarıyorlarsa muhakkak orada çıkarları
vardır.
Sonra neye bakmak gerekir
Güçlerin konum ve çıkarlarına ve de onların karakterlerine.
Bunlara bakınca zaten aşağı yukarı olayın özü kavranır. Özel
bir bilgi ve istihbarata bile gerek yoktur.
Birkaç gün önce yazdığımız bir yazıda en gizli gibi görünen
planların bile aslında açık olduğunu söylemiştik.
Şimdi şu Suriye hükümetinin İdlib’te kimyasal kullandığına
ilişkin iddialara ve davranışlara bakalım.
Bir kere ne Türk devleti ne de ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya
gibi güçler şöyle soğukkanlılıkla durun bakalım, önce tarafsız bir heyet
yollayalım, neyin ne olduğunu incelesin diye bir reaksiyon göstermediler. Nusra
ve benzeri yapıların iddialarını gerçekmiş gibi kabul ettiler ve hemen
saldırıya geçtiler.
Hâlbuki Suriye hükümetinin ve Rusya’nın iddiası da var. Onlar
Birleşmiş Milletler'in 2013 yılında imzaladığı 2118 no'lu kararı gereği
elindeki kimyasal silahları uluslararası kuruluşa imha edilmek üzere teslim edildiğini,
İdlib'de iddia edildiği gibi kimyasal saldırıda bulunulmadığını söylüyorlar.
Keza Suriye’ye suçlamalar devam ederken “Basın mensuplarının sorularını yanıtlayan BM
Silahsızlanma Yüksek Temsilcisi Kim Von Su, İdlib'de yaşananlarla ilgili
bilgilerin gelmeye devam ettiğini an itibarıyla olayın iç yüzünün henüz tam olarak
anlaşılmadığını ifade” etmiş bulunuyor.
Yani az çok tarafsız bir kuruluş henüz kimseyi suçlamıyor.
Ama bütün bunlara rağmen BM Güvenlik konseyi toplanıyor.
Trump gereğinde biz hareket geçeriz diyor.
Türkiye’de Erdoğan’ın örgütlediği şeriatçı gençlik örgütleri
hemen Rus elçiliği önünde gösteri yapıyor. Bakanları Suriye’yi suçluyor
*
Şimdi bu durumda özel bir istihbarata gerek olmadan, şu
sonucu çıkarabiliriz.
Suriye’nin bugün bulunduğu elverişli pozisyonda her hangi
bir şekilde kimyasal silah kullanmaktan hiçbir çıkarı yoktur.
Muhtemelen doğru olan Suriye’nin iddiasıdır.
Yani bombalanan bir cephanelikteki kimyasalların açığa
çıkması ve zehirlemesidir.
Yani kimyasalın Nusracı veya diğer şeriatçı muhaliflere ait
olmasıdır.
Çok fazla beklemeye gerek olmayacaktır muhtemelen, eğer
bağımsız bir kurul oralara gidip bir inceleme yapabilirse bu gerçeği görmek
için.
Peki, kimyasalın muhaliflere ait olduğu ortaya çıktığında ne
olur?
Türkiye’nin istihbaratı işin içinde olmadan orada kuş uçmaz.
Hele böyle kritik bir madde söz konusu olduğunda.
Bu kimyasalın oradaki varlığının ve belki de bir bombardıman
sonucu veya bombardımanla senkronize biçimde bilerek suç yaratmak için
salınmasının tek suçlusu olabilir: Türkiye.
Çükü böyle bir gelişimden sadece Türkiye’nin çıkarı vardır.
Daha önce yazdığımız bir yazıda Türk devletinin strateji
değiştireceğini Suriye devletinin güçlenmesinden yana bir çizgiye geçeceğini ve
böylece Kürtlerin bir otonomi elde etmesinin önüne geçmeye çalışacağını
yazmıştık.
Yani ilk bakışta Türkiye, bu yeni stratejisine uygun
davranmamış gibi oluyor.
Ama öyle değil.
Birincisi bu strateji değişikliği öyle hemen bir günde
olmaz. Biraz Referandum sonucu bekleniyor. Çünkü hangi stratejinin izleneceği bizzat
devlet içindeki güçlerin mücadelesi ve bunun sonuçlarıyla ilgilidir.
Türkiye’de Erdoğan ve Ergenekon ittifakı var. Ama bunların
arasında belli bir çelişki ve farklı stratejiler izleme için bir mücadele de
var.
Erdoğan, Suriye Hükümet ve devletini güçlendirerek Kürtleri
engellemeye yönelik bir stratejide pek yerinin olamayacağının farkında.
Bu edenle referandumdan evet çıkarsa bu onun elini
güçlendirmesini sağlayacak ve ömrünü uzatacaktır.
Aslında Suriye’de nasıl bir strateji izleneceği aynı zamanda
büyük ölçüde referandum sonuçlarına da bağlı olacaktır.
Yani devletin içinde de belli bir mücadele var.
Örneğin Rusya’nın desteklediği Sputnik’te şu satırlar
okunuyor:
“Türkiye ile Suriye
arasında görüşmelere aracılık etmiş olan Eski Genelkurmay İstihbarat Daire
Başkanı İsmail Hakkı Pekin, Sputnik'e yaptığı açıklamada, Moskova veya Şam'ın
kimyasal saldırı gerçekleştirmiş olduğuna ihtimal bile vermediğini ifade etti.
Böylesi bir iddianın
Rusya'nın ve ABD'nin Suriye'deki gücünü azaltmayı hedefleyen tarafların
çıkarına hizmet edeceğini söyleyen Pekin, "Bu adım Esad, Rusya ve belki
İran'i savaş suçlusu olarak lekelemeye yöneliktir. Ancak böyle bir adım ABD ve
diğer koalisyon güçlerinin aksine Türkiye'nin işine yaramaz" dedi ve
ekledi:
"Türkiye hiç
şüphe yok ki kimyasal silah kullanımına karşı hassas olmalı. Ancak bu safhada
koalisyon güçlerinin yanında yer almak yerine Suriye'nin bütünlüğünü koruma
yönünde çaba göstermeli" dedi.
Pekin, Türkiye'nin
Rusya'nın Suriye'deki gücünü kırmaya çalışan koalisyon güçleriyle paralel
hareket etmesinin olası bir Kürt özerk devletinin kurulmasına ve Türkiye'nin
parçalanmasına neden olabileceğine değindi.”
Bu da karşı stratejinin görüşü ve yaklaşımı.
*
Toparlarsak, öyle görünüyor ki, bu kimyasal kullanımı işi,
eğer üzerine iyice gidilerse hem Türk devletinin, hem de Erdoğan’ın ayağına
dolaşacak ikinci bir 15 Temmuz gibi görünüyor.
Yeter ki gerçeği ortaya çıkarmak gibi bir niyet olsun ve referanduma
kadar bir zaman olsun
6 Nisan 2017 Perşembe
4 Nisan 2017 Salı
Demir Küçükaydın
@demiraltona
Yazılarımız şu adresteki blogta bulunuyor:
Videolarımız şu adreste:
Yazılarımızı ayrıca ses dosyası olarak şurada paylaşıyoruz.
Direk podcasttan veya indirerek dinlemek mümkün.
Kitaplarımız buradan indirilebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder