Mardin
– Nusaybin – Kuruköy - Xerabê Bava
Kuruköy, Kuruköy, Kuruköy, Kuruköy, Kuruköy (Xerabê Bava)
*
Böyle bir buluşma oldu mu, var mı, yok mu bilmem.
Zaten politika gizli sırları açığa çıkararak yapılmaz.
Gören göz için her şey apaçıktır.
Yukarıda isimleri sıralanan zevatın, bu memleketin Kürt yurttaşlarının yaşama hakkına, en temel haklarına yapılan saldırılar karşısında bir ölüm suskunluğuyla ittifak ettiklerini görmek için buluşup buluşmadıklarının önemi yoktur.
Yukarıda isimleri sıralanan zevatın, bu memleketin Kürt yurttaşlarının yaşama hakkına, en temel haklarına yapılan saldırılar karşısında bir ölüm suskunluğuyla ittifak ettiklerini görmek için buluşup buluşmadıklarının önemi yoktur.
Aynı suskunlukta buluşuyorlar zaten.
*
Bir cinayet işleniyor sesiniz kısılmış, kimseye bir şey
duyuramıyorsunuz.
“Yüreklerin kulakları sağır,
Bağır bağır bağırıyorum”
demiş şair.
Ne mutlu ona ki, bağırabiliyormuş. Bağıramıyoruz bile. Sesimiz
kısılmış, ağımız bağlanmış.
Bu durumda, dikkati çekmek için duruma göre değişen ve yapableceğiniz
tek şey kalır.
Ne yapıp edip, dikkati çekmek.
Tabakları yere atıp kırabilirsiniz. Bir arabanın el frenini
boşaltarak, onun bir yere çarpmasını sağlayabilirsiniz, Bir mağazanın camlarını
kırabilirsiniz. Yangın çıkarabilirsiniz.
Çığlık atamıyoruz. Sesimiz kesilmiş. Ağzımız bantlanmış.
Bu durumda başka türlü yollarla bir ses çıkarmak
gerekiyordu.
Yukarıdaki başlığın işlevi de budur.
Bir cinayete dikkati çekebilmek için bir mağazanın vitrin
camlarını kırmak veya bir yangın çıkarmak gibidir.
Türkiye’deki özel savaş rejimi insanları iyice serseme
çevirdiği ve “enayiler teorisyenliği” diyebileceğimiz komplo teorileri, gizli
sırları açıklayan yazı ve kitaplar, “üst akıl”lar çok pirim yaptığı, dikkati
çektiği için, bizzat bu durumu, bu duruma karşı bir araç olarak kullanmak için
yukarıdaki başlığı koyduk.
Bir tek amacımız var. Kuruköy’de işlenen cinayete dikkati
çekmek.
Kuruköy’de cinayetler işleniyor bizzat devlet güçleri
tarafından.
Hiç olmazsa tabakları kıralım, yangın çıkaralım, camları
kıralım.
*
Aşağıya Nurcan Baysal’ın bugün T24’te yayınlanan “Devlet Xerabê’den ne istiyor?”Ç başlıklı
yazısında ne olup bittiği üzerine bilgiler var.
“Nusaybin’in Xerabê Bava'da (Kuruköy)
köyünden 9 gündür haber alınamıyor. Sokağa çıkma yasağı ilan edilen köyden
medyaya düşen iddialar ise korkunç. Yine sosyal medyada “askerlerin Xerabê
köyünde çektiği fotoğraflar” diye dolaşan fotoğraflar oldukça vahim. Fotoğraflarda
işkence edilmiş cenazeler ve başlarında kurt işareti yapan askerler
kıyafetli kişiler görünüyor.
Bunlar Xerabê köyünün ilk çektikleri değil.
Yazar Zülküf Kışanak “Yitik Köyler” isimli kitabında[1] 1990’larda
birkaç kez yakılan Xerabê köyünün hikâyesini şöyle anlatır:
Bölgedeki savaşın gittikçe şiddetlendiği 1994
yılının sıcak bir yaz gününde, sabaha doğru büyük bir askeri birlik köyün etrafını
kuşattı. Adeta etten duvar örüldü köyün etrafında. Günlük işlerine başlamadan
önce, sabah namazını kılmak için köy camiini dolduran köylülerin şaşkın
bakışları arasında panzerler manevra yapıyor, son surat gidip geliyorlardı
sokak aralarında. “Kimse evinden dışarı çıkmasın; herkes olduğu yerde kalsın”
diye bağırıyordu askerler. Kapı önüne çıkanlar, dipçik darbeleriyle tekrar
içeri sokuluyordu. Tüm köyde hakimiyet sağlandıktan sonra, bütün evler tek tek
basılıp arandı. Evleri aranan köylüler meydanda toplandı. Etrafları elleri
tetikte, ateşe hazır vaziyette bekleyen askerlerle çevrildi.
Evlerdeki arama bittikten sonra sıra camiye
geldi. Bir grup asker, camiye girerek, içerideki köylüleri cami avlusuna
çıkarttı. Köylüler, verilen emir üzerine ellerine aldıkları kimlikleri ile
içerideki aramanın bitmesini bekliyorlardı. İmamı da yanlarına alan askerler
her yanı didik didik aradıktan sonra, bir uzman çavuş bahçede bekleyen
köylülerin kimliklerini topladı. Bir kimliklere bir de tek sıra halinde
dizilmiş köylülerin yüzlerine bakıyordu. Bazı kimliklere evire çevire baktıktan
sonra, kimlik sahibine birkaç soru soruyordu. “Ana adı, Baba adı, doğum tarihi,
askerliğini yaptın mı?” gibi soruların cevabını aldıktan sonra bir diğerine
geçiyordu. Bütün kimliklere tek tek baktıktan sonra, “Bayram Bal ve Hamit Bal
şu tarafa ayrılsın” dedi. Diğer kimlikleri de sahiplerine dağıtması için
yanındaki askere uzattı. “Neden” diye sormak çok kolay değildi. Yine de Hamit
Bal, “Bir sorun mu var, neden bizi ayırdınız komutanım?” diye sordu kısık
sesle. Çavuşun yanıtı kısa ve netti: “Onu siz daha iyi bilirsiniz.”
Baskını yöneten Yüzbaşı Erol Peynirci ise
meydanda toplanan köylülere hitaben bir konuşma yapıyordu. Tehdit dolu konuşma,
“Köyden çıkmazsanız, büyük belalarla karşılaşacaksınız, öleceksiniz” sözleriyle
sona erdiğinde; köylülerin yüzünde korkudan daha çok, “bu baskını da atlattık”
diyen bir ifade vardı.
Yüzbaşının konuşması biter bitmez askerler
araçlara binmeye başladı. Askerler köyden ayrılırken Bayram Bal ve Hamit Bal
isimli köylüleri de hiçbir gerekçe göstermeden yanlarında götürdüler.
Xerêbêliler için gözaltına alınmak, işkence
görmek artık günlük yaşamın bir parçası olmuştu. Köylüler kaç defa baskına
uğradıklarını, kaç defa dayak ve işkenceden geçtiklerini bile bilmiyorlardı.
Ancak toplu gözaltılar ve ağır işkenceler hatırlanıyordu. 1984 yılından beri
Xerêbê’de muhtarlık yapan Nazmi Karadeniz, 6 defa gözaltına alınmış, her
defasında 28’er gün gözaltında kalmış, iki defa da tutuklanarak cezaevine
konulmuştu. 1990 yılında ise 18 köylü gözaltına alınmış, yoğun işkencelerden
geçirildikten sonra, bir kısmı serbest bırakılırken; bir kısmı da
tutuklanmıştı. 1992 yılında yapılan bir baskında da köylüler topluca gözaltına
alınmış, bir ay sonra serbest bırakılmıştı.
Kısacası baskın, gözaltı ve işkenceye alışkın
olan Xerêbêliler, son baskını da rutin baskınlardan biri saydıkları için fazla
tedirgin olmadılar. Askerler gittikten sonra herkes işinin başına döndü. Kimi
tarlasına gitti; kimi de saatlerce ahırda aç susuz bekleyen hayvanlarının
imdadına yetişti. Gözaltına alınan köylülerin yakınları ise “Bir süre sonra
serbest bırakırlar. En fazla biraz dayak yerler, biraz hakarete uğrarlar ve
sonra tekme tokat dışarı atarlar” sözleri ile teselli edilmeye çalışıldı.
Hamit ile Bayram Adliye’de kayboldu…
Daha sonra Xerabê’nin yaşadıklarını da
kitaptan öğreniyoruz. 20 Aralık 1994’ü Bayram Bal (35) ve Hamit Bal’ın (45)
yoğun işkence sonucu parçalanmış cesetleri Nusaybin-Akarsu yoluna atılmış
olarak bulunur. Xerabêliler, cenazelerini toprağa verdikten sonra yurtlarını
terk ederler. Xerabê yakılıp yıkılır. Bununla bitmez. 21 Mayıs 1995’te köy bir
kez daha yakılır. Köylüler göç yolunu tutarlar. İlk kez 2001 yılında birkaç
saatliğine köylüler giriş izni verilir. Sonra uzun uğraşlar sonucu yavaş yavaş köye
dönüp köylerini yeniden kurmaya başlarlar…
23 yıl sonra, bugün, Xerabê de yine yangın
var. Xerabê’de neler yaşandığını tam olarak öğrenemiyoruz bile. Günlerdir
Xerabê’ye girmeye çalışan milletvekillerinden HDP Diyarbakır Milletvekili
Feleknas Uca ile telefonda görüşüyorum. Sayın Uca şöyle söylüyor:
“Köyde tam olarak ne olduğunu bilmiyoruz. En
son bugün köyden biriyle telefonda görüşebildim. Askerlerin bir çocuğa
işkence ettiğini söylediler. Ama fazla bilgi alamıyoruz. Çünkü görüştüğüm kişi
pencerelere yaklaşamadıklarını, yaklaştıkları an tarandıklarını söyledi. O
nedenle köylüler dahi köyün içinde tam olarak ne olduğunu bilmiyorlar. Bizi
tarıyorlar, bize yardım diye arayan insanlar var. Bazı köylülerin
yurtdışından akrabaları bize ulaşıyor. ‘Teyzem şeker hastası, amcam gözaltına
alınmış, dedemden haber alamıyoruz’ diye arayanlar var.
Bu nasıl bir sokağa çıkma yasağıdır. Hadi
sokağa çıkma yasağı ilan ettin, ya bu hakaret, işkence, öldürme bunlar nedir?
Bu nasıl bir nefrettir? Bu kadar kin, zulüm bu nasıl bir şeydir?
Günlerdir Vali’ye ulaşmaya çalışıyoruz. Vali
bize dönmüyor. Devletten hiç kimse bize cevap vermiyor. İşkence, ölüm
iddiaları var. Evlerin yakıldığı haberleri geliyor. Oysa devlet insanların can
güvenliğinden sorumludur.
Devlet Xerabê’de ne saklıyor? Bizlere
açıklasın. Eğer işkence, zulüm yoksa neden devlet Xerabê’ye kimsenin girmesine
izin vermiyor?”
61 aile, yaklaşık 500 kişinin yaşadığı
Xerabê’de çoluk çocuk köylülerin dövüldüğü söyleniyor…
Xerabê’de insanlara işkence yapıldığı
söyleniyor…
Xerabê’de 3 kişinin öldürüldüğü, 2 kişinin
kayıp olduğu söyleniyor…
Xerabê’de cenazelere işkence edildiği
söyleniyor…
Xerabê’de insaların aç, susuz kaldığı
söyleniyor…
Xerabê’de evlerin yakıldığı söyleniyor…
Ve tüm bu iddialara karşın devletin yetkili
organları kamuoyuna tek bir bilgi dahi vermiyorlar.
23 yılda alınan bir arpa boyu yol yok. Devlet
hala aynı devlet!
Bugün Xerabê’ye sahip çıkmazsak, anlaşılan 23
yıl sonra da aynı zulmün tanığı olacağız!
*
Evet bu merkezi, bürokratik, militer, pahalı devleti
teszfiye etmeden; u yapıyı söküp atmadan;
onun yerine, insanların üzerinde yükselmeyecek, ıonlara hizmet edecek,
onların haklaını koruyacak, onların ortak yaşama ihtiyaçlarını karşılayacak,
pahalı olmayan, ucuz, basit, tüm yöneticilerin her düzeyde en açık fikir ve
örgütlenme özgürlükleri ortamında seçildiği bir cihaz kurmadan en küçük bir
demokratikleşme olamaz.
#HAYIR, #HAYIR, #HAYIR
20 Şubat 2017 Pazartesi
Demir Küçükaydın
@demiraltona
Yazılarımız şu adresteki blogta bulunuyor:
Videolarımız şu adreste:
Yazılarımızı ayrıca ses dosyası olarak şurada paylaşıyoruz.
Direk podcasttan veya indirerek dinlemek mümkün.
Kitaplarımız buradan indirilebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder