Bugün Ortadoğu’da olanlar, yirminci yüzyılın ortalarında
Avrupa’da olanların minyatür bir tekrarı gibidir. Bugünü anlamak isteyenler,
gerekli değişiklikleri göz önüne alarak İkinci Dünya Savaşı dönemine
bakabiliriler.
Emperyalist ülkeler, Sovyetler’e saldırtmak için Nazi
çetelerini besleyip büyütmüşler, Münih’te Hitler’in önüne Çekoslovakya kemiğini
atarak onu iyice cesaretlendirip, azdırmışlardı. Ancak besleyip büyüttükleri
köpek kontrolden çıkınca, sözde de olsa Sovyetler’in yanında saf tutmak zorunda
kalmışlardı. Ama o zaman bile, Sicilya veya Kuzey Afrika’da Nazilerle savaşır
gibi yaparak güçlerini saklıyor; Hitler’in muazzam güçleri Sovyetlere karşı
kullanmasını olanaklı kılıyorlardı. Normandiya Çıkartması da şimdi propaganda
edilmesinin aksine, Hitler’den ziyade, Sovyet ordularının ilerleyişini kesmek
ve Stalingrad Zaferi’nden sonra tüm Avrupa’da yükselen devrimci kabarışı
bastırmak içindi.
Şimdi de besleyip büyüttükleri İŞİD çeteleri kendileri için
de bir risk olmaya başlayınca, davranışları farklı değildir ve olmayacaktır. Hiç
hayallere kapılmaya gerek yoktur. Barzani iyice itibardan düşmemek için kuru
kuruya sözler edecek; Türk devleti İŞİD’in dolaylı desteklenmesi anlamına
gelecek şekilde “Tampon Bölge” diye bastıracak; Amerikan, Fransız veya diğer ülkelerin
uçakları nedense Kobane semalarında görünüp bir İŞİD mevzisini bile
bombalamayacaktır.
Ama hiç korkmayalım. Kobane düşmedi ve düşmeyecektir. Bunun
için büyük istihbarata, derin bilgilere gerek yok. Kobane’den ve diğer
kantonlardan gelen resimlere bakmak yeter. Orada genç kadınların ellerinde
silahlarla güvenli duruşlarına ve gözlerine bakın; halkın örgütlenip
silahlandırılışına bakın. Binlerce istihbarat görevlisinin veya medyanın
muhabirlerinin verceği raporlardan çok daha doğru ve sağlam bilgiler verirler.
Gözler yalan söylemez; vücut dili yalan söylemez. Kobane, hiçbir destek olmasa
bile düşmez ve düşürülemez.
Tarihin en kanlı ve zorlu savaşları şehir savaşlarıdır. Binlerce
yıl önce yaşamış, o zamanki şehirlerin bugünküler yanında köy gibi kaldığı ve
insanların yüzde doksan beşinin köylerde yaşadığı çağda bile, Çinli savaş
teorisyeni Sun Tsu, şehir savaşlarından kaçınmayı salık verir.
Hitler orduları Moskova, Leningrad ve Stalingrad önlerinde
çakıldı ve o şehirlere giremediler. Savaşın kaderi de Stalingrad’da değişmişti.
Tersinden bir örnek: Nazilerin neredeyse tüm savaş makinesi tahrip
olmasına rağmen, Nazi vahşetinin son günlerinde, Berlin’i ele geçirebilmek 300.000
kızılordu askerinin kaybına mal olmuştu.
Bir başka örnek: Fransız ordularını yenmiş Alman orduları
Paris’e girmeye cesaret edememiş, Burjuvazi ordusu yenilince ve kendisi de
Paris’ten kaçınca, işçilerin egemen olduğu Paris Komünü mümkün olabilmişti.
Halk örgütlü ise ve savaşma kararlılığı varsa o şehri ele
geçirmek neredeyse olanaksızdır. Ayrıca kadınların ve çocukların şehirden
uzaklaşması ise kalan savaşçıların savaş gücünü arttırır. Bu nedenle göç eden
kadın ve çocuk kafileleri çok acılıdır ama moral bozmak için bir neden
değildir.
Kobane’nin nüfusu önceleri 100.000 idi. Kürt Özgünlük
Hareketi’nin ele geçirişinden sonra göçlerle 400.000 olduğuna dair haberler
okumuştuk. Halk örgütlü ve savaşmaya hazırsa, İŞİD Kobane’yi ele geçiremez.
Eğer öyle değilse zaten en modern silahlar bile işe yaramaz. Koca göbekli Irak
ordusu askerlerinin ve koca göbekli peşmergelerin koca şehirleri ve silahları bir
tek mermi atmadan utanç verici bir şekilde terk etmelerinde bunun örneklerini
görüldü.
Kobane’nin savunması ve Özgürlük Hareketi’nin bir başarısı,
tıpkı Hitler’in Stalingrad yenilgisinden sonra bir daha belini doğrultamaması
ve Stalingrad zaferinin Avrupa’nın halklarında direniş ve devrimci bir kabarışı
hızlandırması gibi bir etkide bulunabilir.
Bundan sonra PKK’yı ve Kürt Özgürlük Hareketini kimse küçük
göremeyecek, Churcil ve Rooswelt’lerin Tarhan, Yalta, Postdam’da Sovyetlerin
ayağına gitmeleri gibi; Kandil ya da İmralı politikacıların birer haç yerine
dönüşecektir.
Ama asıl önemlisi, Özgürlük Hareketi’nin bu başarıları ve
imgeleriyle verdiği mesajler (örneğin ellerinde silahlar bulunan, emrindeki
erkeklere komuta eden, kendine güvenli genç kadınlar) Ortadoğu’da ezilenlerin
demokratik amaçlar için yeniden ayaga kalkmaları için bir cesaret kaynağı
olabilir ve hiç akla bile gelmeyen muazzam bir devrimci kabarış başlayabilir.
Tıpkı Stalingrad zaferinden sonra, neredeyse bütün Güney
Avrupa’nın (Fransa, İtalya, Yugoslavya, Yunanistan, hepsinde halk egemenliği
kurulmuştu aslında devrimci bir yükseliş yaşaması gibi, Gezi’de ayaklanan
modern batılı şehirli gençlerin; Alevilerin ve tüm ezilenlerin hızlı bir
politizasyonu, radikalleşmesi ve mobilizasyonu başlayabilir.
Olaylar hızlandığında geride kalmamak için şimdiden “Almanca
Konuşma”den (yani devrimci savunma taktiğinden) “Fransızca Konuşma”ya (devrimci
saldırı taktiğine) geçmeye başlamalı.
Askeri bakımdan Kobane’de veya diğer yerlerde savunmada
olmak başkadır; ideolojik ve politik olarak saldırıda olmak ve içerik ve
programca radikalleşmek başkadır.
*
Bir yıldan fazla zaman önce yazdığımız, Gezi’nin aniden
harlayan ateşinin küllendiği, henüz İŞİD’in adını kimsenin bilmediği günlerde
yazdığımız “Rojava
Devrimi ve Gezi Direnişinin Kaderi” başlıklı yazıda Şunları yazıyorduk:
“Rojava’da ortaya
çıkan Kürt yönetimine karşı El Kaide kökenli hareketlerin bir imha saldırısına
hazırlandıkları; buna karşılık da PKK’nın adeta bir topyekûn seferberlik ilan
ettiği; sonucu bütün Suriye ve Ortadoğu’yu etkileyecek savaşın arifesindeyiz.
İkinci Dünya savaşının
kaderi Stalingrad önlerinde belirlenmiş, sonraki yarım yüzyıl yeryüzünün
kaderini o savaşın sonucu belirlemişti.
Önümüzdeki günlerde
Kürtlerle bu faşist İslamcılar arasındaki savaş büyük bir olasılıkla, Ortadoğu
çapında bir küçük Stalingrad anlamını taşıyacaktır.
Bu savaşan sonunda
muhtemelen Öcalan ve PKK birden Ortadoğu’nun en önemli aktörlerinden biri,
birçokları için de biricik umut olarak ortaya çıkacaktır.
Elbette fikirler
ordulardan, tanklardan veya dağları ve bayırları yayan aşan gerillalardan veya
piyadelerden daha yavaş yayılırlar. Bu nedenle aşağıda söyleyeceklerimizin
hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur pratik olarak; hele böyle bir ölüm kalım
savaşında.”
Bugünlerde Kobane için de yine Stalingrad veya “İkinci Stalingrad”
analojisinin yapıldığı görülüyor. Aklın yolu birdir.
Ama İkinci Dünya Savaşı bize karşı karşıya oduğumuz
güçlükleri de gösteriyor. Bir muharebeyi kazanmak bir savaşı kazanmak değildir.
Savaşı dünya çapında ve asırları kapsayan bir savaş olarak görürsek, koca
İkinci Dünya Savaşı bile bu büyük savaşın bir muharebesiydi. Sovyetler bu
muharebeyi kazandı; Vietnam muharebeyi kazandı. Ama ikisi de savaşı ytirdi ve
artık yoklar.
Evet, Kobane’de muharebesinde İŞİD kazanamayacak, hatta
yenilgiye uğrayacak. Belki Özgürlükhareketi Ortadoğu’da zafer de kazanacak ama
bu savaşın kazanılacağı anlamına gelmiyor. Şimdiden Özgürlük Harkeketi’nin
belediyesini ele geçirdiği şehirlerde nasıl ele geçirildiğini ve aslında fiilen
yenildiğinin birçok örneklerini görüyoruz, duyuyoruz.
Savaş ancak, Kapitalizmin modeli ve ideali olan Amerika’dan ve
onun atası Avrupa’dan, daha modern, daha radikal ve daha özgürlükçü ve
eşitlikçi bir demokrasi programıyla kazanılabilir.
Stalin kısa vadeli başarılar peşinde, Enternasyonali kaldırıp
Büyük Rusları öven bir marşı kabul edip, bir milliyetçiliğe geri dönüşle zaferi
kazanacağını düşünüyordu. Öyle de yaptı ve başarılı gibi göründü. Ama bu tam da
sonraki yenilgisinin temelini oluşturdu.
Şimd Kürt hareketi de hep Kürtlerin birliğinden söz ediyor.
Kısa vadede bu başarı getirebilir ama Kürtlerin birliği için Kürtleri savunmak
için Kürt olmayanlar savaşmaz. En fazlasından dışardan destek verir. Kürtleri, Kürtlüğü
değil, Kürtlüğün veya Türklüğün, hperhangi bir dil veya dinin, hiçbir anlamınımn
veya değerinin olmadığı bir demokrasiyi savunmak için çağırmak gerekiyor. Ancak
böyle bir çağrı Kürt olmayanlarda cuşkunun zirvelerini ve sabrın derinliklerini
harekete geçilrebilir. VE ancak böyle bir çağrıyla Özgürlük Hareketi ortadoğu
çapnda bir devrimci patlamanın funyesi işlevini görebilir.
Şimdi devrimci bir kabarışın arifezinde savunmacı olan Kürtlük
değil, devrimci ve radikal olan demokrasi bayrağını yükseltmenin zamanıdır.
Bu dönüşüm sağlanamazsa, özgürlük hareketinin bayarılarından
ilham alan bir devrimci kabarış başlarsa, Gezi ayaklanmasında bütün Türkiyeli ve
Kürt hareketin ters köşede kalması gibi, Özgünlük hareketi de devrimci
kabarışın peşine takılır veya ona fiili bir engel durumuna düşebilir.
Bu nedenle yukadıra sözünü ttiğimiz yazıyı tekrar
aktarıyoruz:
22 Eylül 2014 Pazartesi
Rojava Devrimi ve Gezi Direnişi’nin Kaderi
Rojova’da ortaya çıkan Kürt yönetimine karşı El Kaide
kökenli hareketlerin bir imha saldırısına hazırlandıkları; buna karşılık da
PKK’nın adeta bir topyekun seferberlik ilan ettiği; sonucu bütün Suriye ve
Ortadoğu’yu etkileyecek savaşın arifesindeyiz.
İkinci Dünya savaşının kaderi Stalingrad önlerinde
belirlenmiş, sonraki yarım yüzyıl yeryüzünün kaderini o savaşın sonucu
belirlemişti.
Önümüzdeki günlerde Kürtlerle bu faşist İslamcılar
arasındaki savaş büyük bir olasılıkla, Ortadoğu çapında bir küçük Stalingrad
anlamını taşıyacaktır.
Bu savaşan sonunda muhtemelen Öcalan ve PKK birden
Ortadoğu’nun en önemli aktörlerinden biri, birçokları için de biricik umut
olarak ortaya çıkacaktır.
Elbette fikirler ordulardan, tanklardan veya dağları ve
bayırları yayan aşan gerillalardan veya piyadelerden daha yavaş yayılırlar. Bu
nedenle aşağıda söyleyeceklerimizin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur pratik
olarak; hele böyle bir ölüm kalım savaşında.
Ne var ki, savaşların nihai sonucunu silah ve tank sayıları,
yığılan asker sayıları değil; politikalar, politik mesajlar belirler. Savaş
askerlere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir. Savaş politikanın başka
araçlarla devamıdır. Suyun başını politika keser.
Bunu bizzat son Suriye örneğinde de görebiliriz. Suriye’de
başlayan demokratik devrim, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın radikal
İslamcıları desteklemesi olmasaydı; demokratik talepler alanında
radikalleşebilme olanağı bulsaydı (ki kendi başına kalsa bu şansı da vardı;
mücadele içinde öğrenir ve radikalleşirdi) şimdi çoktan Suriye’de demokratik
bir devrim gerçekleşmiş olurdu. Suriye’ye gönderilen silahlar ve İslamcı
militanlar, devrimin cellâtları oldular.
Ama Suriye’ye giden savaşçılar, bir zamanlar Cumhuriyet’çi
İspanya’ya gitmiş Enternasyonal Tugaylar gibi, demokratik bir devrimi savunmak
için oraya gitmiş olsaydılar. Devrim çok daha kısa ve sancısız yoldan bu
destekle başarıya da ulaşabilirdi.
Bu nedenle Suriye’de çekilen onca acının ve ölenlerin esas
büyük suçlusu Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkelerdir. Onların
politikaları ve destekledikleri güçler devrimi doğamadan, ayakları üzerinde
durma fırsatı bile bulamadan öldürmüştür.
Suriye hızla Lübnanlaşmaya doğru gitmektedir. Bu Lübnanlaşma
hızla tüm Ortadoğu’yu ve Türkiye’yi kaplama eğilimi göstermektedir.
Lübnanlaşma: her dilin, her dinin, her aşiretin politik bir
birim olduğu; gerici ulusçuluğun mantık sonuçlarına ve dolayısıyla saçmalığa
varmış halidir.
Bir demokraside ise, diller, dinler, soylar, aşiretler
kişilerin özel sorunları olarak kalırlar, politik bir anlamları ve ağırlıkları
olmaz. Bir politik birim olarak tanımlanmazlar. Demokrasi bunların politik
olamayacağı varsayımı üzerinde şekillenir.
Ortadoğu’da bu gidişe dur diyebilecek iki küçük tohum var.
Biri Gezi Direnişi, diğeri Rojava devrimi.
Onlar kendilerine bu misyonu yüklemeseler, ufuklarında henüz
Demokratik Ortadoğu gibi bir vizyon olmasa da, olayların mantığı aktörlerin
ufkuna bağlı değildir.
Rojava Devrimi de Gezi Direnişi de yayılmak, genişlemek ve
genişlemek için de radikalleşmek zorundadır.
Gezi Direnişi Türk bayraklarından ve Atatürk resimlerinden
kurtulmak; ama bunları kişilerin özel tercihleri ve fikirleri olarak, diğer
fikirlerle eşit düzeyde, tıpkı bir takımın sembolü gibi fikir özgürlüğü
bağlamında bir hak olarak savunmak zorundadır.
Yani Gezi Direnişi, böyle başlamasına rağmen, bir Türk,
Alevi veya “seküler yaşamı savunma” hareketi olmaktan çıkıp; Alevi veya Sünni;
Seküler ya da Müslüman; Türk veya Kürtlerin değil, tüm demokratların hareketi
olmak zorundadır. Ancak bunu başardığında gerçekten bir devrim başarabilir.
Bu nedenle biz, bunun sembolik ifadesi olarak, Türk bayrağı
yerine Beyaz bir bayrağı Gezi Hareketine bir bayrak olarak önerdik. Yani
Türkiye Cumhuriyetini, Türklükle ve Müslümanlıkla tanımlanmış bu cumhuriyeti
nasıl Türk bayrağı sembolize ediyorsa; Gezi Hareketi’nde tohumu bulunan
Demokratik Cumhuriyeti de, hiçbir dile, dine göndermesi olmayan beyaz bayrak
sembolize edebilirdi.
Aynı şekilde Rojava’da başlayan devrim de ya daha radikal ve
demokratik bir yönde evrilmek, bir Ortadoğu devrimi için bir üsse dönüşmek zorundadır,
ya da kendini Kürtlükle tanımlamakta ısrar edip, Ortadoğu’da Lübnanlaşmanın
işaret fişeği olmak zorundadır.
Elbet Rojava’da bir devrimci başlangıç yapıldı. Elbet
Rojova’da diğer dinler ve uluslardan olanların temsili de gözetiliyor vs.. Kürt Cephesi’nde bütün dil ve dinlerden
savaşçılar var. Ama bizzat isim ve bayraklar Kürt olduğu sürece, bu
diğerlerinin birlikteliği bir öz savunma ittifakı olmaktan öte bir anlam
taşımaz.
Ancak kendini Kürtlükle veya Araplıkla veya Türklükle veya
Sünnilikle veya Alevilikle veya Müslümanlıkla tanımlamamış, böyle tanımlamaya
karşı tanımlamış bir ülkede, orduda ve bayrak altında herkes tüm gücüyle savaşa
katılabilir ve eşit haklı yurttaşlar olabilir.
Yani Rojava şimdi tıpkı Gezi Direnişi’nin bulunduğu
yerdedir. Gezi Direnişinde de Kürtler vardı. Ama orada Türk bayrakları, oldukça
onlar; Atatürk resimleri oldukça Sünni Müslümanlar kendilerini hiçbir zaman tam
anlamıyla orada hissetmediler ve hissetmeyeceklerdir.
Aynı durum Rojava devrimi için de geçerlidir. Kürt bayrağı
ve Kürtlük belirleyici oldukça, Hıristiyanlar, Süryaniler, Araplar, Türkler,
Nusayriler kendilerini onda bulamayacaklar, paternalist bir korumacılık
altında, kendilerini eşit yurttaşlar değil, her an haklarından mahrum
edilebilecek cemaatler olarak göreceklerdir.
Ama bütün bunlar Devrime akacak enerjileri, insanları,
yetenekleri azaltacaktır.
O halde, tıpkı Gezi gibi, Rojava Devrimi de, bir Kürt
hareketi olmaktan çıkıp bir Demokratik harekete; bir Kürt Ulusal Hareketi
olmaktan çıkıp bir Ortadoğu Demokrasi Hareketine dönüşmek zorundadır. Ancak bu
takdirde yeni güçler kazanabilir; genişleyebilir.
Gezi de Rojava da genişlemek zorundadır; başlangıçta
kendisini harekete geçiren güçleri aşmak; onların sınırlarından taşmak
zorundadır. Bunun için de radikalleşmek; radikal bir demokrasi savunusuna
dönüşmek zorundadır. Bu devrimler tıpkı bisiklete binmiş bir insan gibidirler,
ayakta durmaları ileri gitmelerine bağlıdır; durduklarında düşerler.
Bunu yapabilecekler mi?
Bu henüz çok zayıf bir ihtimal olarak görünüyor. Ama tarih
onları buna doğru itiyor. Hem de çok dolaylı ve karşı görünen yollardan.
Çelişik güçlerin bileşkesi; dolaylı sonuçlar vs. hep buna zorluyor.
*
Rojava devrimini savunmaya demokratlar değil, Kürtler
çağrılıyor.
Ona geleceklerin hepsi Kürt bile olsa, demokratlar
çağırılmalıdır.
Gezi’dekilerin hepsi Türk bile olsa, Türk bayrağı değil,
beyaz bayrak taşınmalıdır.
Rojava’da savaşanların hepsi Kürt bile olsa, Kürt bayrağı ve
renkleri değil, Kürtlüğe veya başka bir dile, dine gönderme içermeyen,
demokrasi vurgusu taşıyan bayrak seçilmeli ve yükseltilmelidir.
Ancak böyle bir bayrak o devrimin yayılmasını ve
güçlenmesini getirebilir.
Kürtlerin üzerlerindeki baskıdan kurtulmasının, iki yolu
vardır.
Birincisi gerici ve tarihin çıkmaz olduğunu gösterdiği
yoldur. Kürtlerin de bir devleti olması. Bunu Öcalan hariç neredeyse bütün
diğer Kürtler ve Türk sosyalistleri savunuyor. Namı diğer “ulusların kendi
kaderini tayin hakkı”. Yani aslında ulusu bir dille, dinle tanımlama hakkı.
Diğeri bizim ve Öcalan’ın savunduğu, Fransız ve Amerikan
devrimlerinde o zamanın ufku içinde kısmen uygulanmış, Demokratik Cumhuriyet.
Demokratik Cumhuriyet ise, ulusu bir dille, dinle tanımlama hakkına karşı var
olabilir. Dil ve din insanların kişisel sorunları olur. Dolayısıyla bunlar
politik alanın dışında olduğundan, dil ve dinde ezen ve ezilen ilişkisi olmaz.
Bu yolla, Kürtler demokratlara dönüşerek, hem kendilerini hem de kendi
ezenlerini kurtarmış olurlar.
Bu proje henüz çok güçsüz. Onu desteklediğini söyleyenler
bile onu kavramıyor ve savunmuyor. Savunduğunu söyleyenler henüz demokrasinin
dilini bile bilmiyorlar. Demokrasi ulusçuluğun diliyle savunulamaz.
İşte bir örnek: Delil Karakoçan, Apo'nun görüşlerini
savunuyor diye bilinir. Gezi vesilesiyle var olan BDP politikasını eleştiren
cesur bir yazı bile yazmıştı. 4 Ağustos tarihli yazısını şöyle bitiriyor:
“30 Yıllık Kürt direngenliği,
Kürt ruhu, Kürt devrimciliği Kuzeyden-Küçük Güney’e, Rojava’ya kaymıştır. Bu
ruhun giderek Kürdistani genişlik/nitelik kazanacağı açıktır.
Rojava, devrimi çoktan
ilan etmiştir.
Geri dönüşü, yıkılışı
imkansız bir devrimdir bu...
Küçük Güney’in yoksul
sokaklarına düşen her can, her bebe, kadın ve çocuk, her çığlık, her ses; her
defasında saflara geri dönen her meçhul, her isimsiz kahraman bu devremi hem
ilan etmiş hem de görmüş, yaşamıştır.
Geriye kalan sadece
dayanışmak ve özgür günler için yaraları sarmaktır...
Kürtler özgür
olacaktır.
Suriye de özgürlüğü
görecektir.
Ancak çeteler özgür
bir Suriye’de yer bulamayacaktır.”
Ama bu satırlarda da bir demokrat kendini bulamayacaktır.
Kimler mi bu satırlarda kendilerini bulamasalar bile bu
satırları doğru bulabilirler?
Türk sosyalistleri.
Çünkü onlar kendilerini sosyalist olarak gören
milliyetçilerdir. Tam da milliyetçi oldukları için hiçbir zaman Türk olarak
yazmazlar ve sosyalist olarak yazarlar.
*
Rojava Devrimi, henüz bir Suriye ve Ortadoğu Devrimi için
bir tohum olmayı değil; birleşik bir Kürdistan için bir parça olmayı
hedeflemektedir. Bu nedenle dili henüz demokratik bir değil, milliyetçi bir
dildir. Hedef böyle olunca çağrı yapılan güçler de değişmektedir elbette.
Ortadoğu devrimi olmak istiyorsanız, Arapların da, Türklerin
de kendini bulabileceği bir dile ihtiyacınız vardır. O zaman başka bir dille
konuşmanız gerekir. Araplığın, Kürtlüğün veya Türklüğün anlamının olmadığı bir
dil olur bu, demokrasinin dili olur.
Evet, Kürtlük yolundan da kısa vadede zafer kazanılabilir.
Bunun tarihteki en tipik örneği, ikinci Dünya Savaşı’dır.
Stalin, Hitler’in faşist ordularına karşı, Enternasyonal’i Sovyetlerin marşı
olmaktan çıkarmış, büyük Ruslara övgü düzen sözlerle başlayan bir marşı
kabullenmiş; Rus milliyetçiliğini desteklemişti.
Şimdi de PKK’nın bütün Kürtleri Rojava’yı savunmaya çağıran
savunması biraz böyledir.
Ama bu başarılar kısa soluklu olduğu gibi, başarıya ulaştığı
zamanlarda da kimseye bir mutluluk da getirmez.
Ayrıca Tarihte bunun tersi örnekler de vardır.
Ekim devrimi, müdahaleler ve karşı devrimci isyanlar sonucu,
bir süre sonra, bir zamanlar Moskova prensliğinin sınırları kadar dar bir alana
sıkışmıştı; ama tam da radikal demokratik talepleri ve mesajları sayesinde
Beyaz orduların safindeki köylüleri kazanmış; Rus çarlığının sınırlarını da
aşıp, tüm dünyanın ezilenlerinin sempatisini kazanmış ve bu sayede ayakta
kalabilmişti.
Elbette Kürtlerin askeri gücü iyi, bunları bir noktaya
yığarak, hele ki PKK çağrısını yaptıktan sonra, Orta doğu ve Dünya’nın en
tecrübeli ve başarılı gerilla hareketi Rojava Devrimi’nin yardımına koşunca,
Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve benzerlerinin desteklediği El Kaide
muhtemelen en ciddi yenilgilerinden birini yaşayacaktır.
Önümüzdeki günlerde Kürtlerle bu faşist İslamcılar
arasındaki savaş bir küçük Stalingrad anlamını taşıyacaktır.
Büyük bir olasılıkla bu savaşı PKK ve YPG kazanacaktır. Bu
muhtemelen Kürt hareketinin Stalingrad’ı olacaktır.
Gerek Öcalan, gerek PKK ve gerekse de YPG Ortadoğu’da
herkesin dikkate almak zorunda olduğu bir güç, hatta umut olarak ortaya
çıkacaktır.
Böyle bir zafer, şimdiye kadar Türk Milliyetçisi ve Kürt
Düşmanı kalmış kesimlerin, birden bire Öcalan’ı ve Kürtleri AKP karşısında bir
kurtarıcı olarak görmelerinin yolunu açabilir.
Bu da Gezi hareketinin Türkçü vurgudan kurtulmasını
etkileyebilir ve politik olarak da demokratik hedeflere ve bayraklara sahip
çıkmasını hızlandırabilir.
Demokratik hedefleri olan bir Gezi Hareketi ise sadece Türkiye’yi
değil, tüm Ortadoğu’yu değiştirecek bir potansiyele ve toplumsal altyapıya
sahiptir.
Çünkü gezinin esasını oluşturup ona ruhunu verenler,
Türkiye’de, demokratik eğilimleri ve kültürel birikimleriyle kremanın
kremasıdırlar.
Kremanın kreması devrimci olursa her şey korkunç kolaylaşır.
Bu Amerika’da devrim olması gibi bir şeydir.
05 Ağustos 2013 Pazartesi
Demir Küçükaydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder