24 Mayıs 2017 Çarşamba

HDP’ye Açık Mektup – Erdoğan Gitmeden Barıştan Söz Etmek Erdoğan’a Hizmet Etmektir

Politik mücadelede, yakalanacak ana halkayı, vuruş yönünü, yani bir anlamda stratejiyi, doğru belirlemenin hayati önemi vardır.
Bugün Türkiye’de yakalanacak ana halka, Erdoğan’ın gasp ettiği Devlet başkanlığından uzaklaştırılmasıdır.
Bunu ana hedef olarak belirlemeyen her politika Erdoğan’ın gaspını ve suçlarını meşrulaştırır; demokrasi güçlerini dağıtır; Erdoğan’ın nasıl bir tehlike olduğunu gizlemiş olur, güçleri yanlış noktalara yığar.
2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden beri, Erdoğan’ın diktatörlük amaçlarına ve bir tür faşist rejime gideceğine dikkati çekerek bıkmaksızın baş tehlikenin Erdoğan olduğunu, onu yenilgiye uğratmanın en acil ve temel sorun olduğunu yazdık[1].

18 Mayıs 2017 Perşembe

HDP’nin Hal-i Pür Melali

Önceki yazımızda “Kürt Özgürlük Hareketi, HDP ve Hayır Meclisleri”ni kastederek şu sözlerle başlamıştık:
Bu üç odağın da programatik, stratejik ve örgütsel olarak sonuçları uzun vadede görülebilecek çok köklü dönüşümler yapmaları, kararlar almaları gerekiyor.
Bu nedenle önümüzdeki günlerde, bu örgüt ve hareketlerin program, strateji ve örgütlenme konularında ne gibi değişiklikler yapmaları gerektiği konusuna yoğunlaşmalı”.
Bu Pazar HDP’nin bir kongresi var. Bu nedenle öncelikle HDP üzerinde yoğunlaşalım.
Ama önce birkaç ön açıklama.
HDP’nin bürokratik yapısının, burada dile getirilecek eleştiri ve önerileri dikkate alacağını düşünmüyoruz.

15 Mayıs 2017 Pazartesi

Hayır Meclisleri, HDP ve Kürt Özgürlük Hareketi

Bir araba ile bir yere giderken bile hep aynı hızla ve sürekli olarak gidemezsiniz. Ara sıra mola vermek, arabaya yakıt koymak, motorun yağına, lastiklerin havasına bakmak gerekir.
Referandumdan sonra, öncesindeki gibi bir enerji ve eylemlilik elbette süremezdi.
Şimdi içinde bulunduğumuz dönem bir hazırlık, birikim dönemidir. Sökükleri dikme, biraz güç toplama ve yeni mücadelelere hazırlanma dönemi. Bu sadece bizlerin yorgunluğunun ortaya çıkardığı bir zorunluluk da değil; aynı zamanda karşı tarafın da toparlanma ihtiyacı içinde olmasından dolayı bizim için bir küçük fırsat.
Demokrasi güçleri bu dönemi iyi değerlendirmeli. Şu an bir birikim, bir hazırlık, bir toparlanma dönemi. Fırsat olduğunda hazırlığını iyi yapamayanlar mücadelenin ısındığı zamanlarda da başarısız olurlar.

5 Mayıs 2017 Cuma

OHAL ve KHK’ların Ekonomi Politiği

Bir Sosyal Devrim ile bir Karşıdevrim’in her zaman çok temel bir farkı vardır.
Bir Karşı Devrim, mülkiyetin sahibini değiştirir, ilişkilere ya da yapıya dokunmaz.
Bir Sosyal Devrim ise ilişkileri değiştirir mülkiyetin sahibi ile uğraşmaz.
Burada sahiplik kavramını sadece belli bir mülkiyetin sahibi olarak da anlamamak gerekir. Kadrolar, “münhal” (boş) işler, verilen ihaleler, yok pahasına devredilen veya işlemeye verilen, kiralanan kıymetli araziler, tesisler vs.yi de bunlara eklemek gerekir.
Türkiye’de bütün karşı devrimler, bütün demokrasi düşmanlığı ve bu keyfi, baskıcı, militer devlete duyulan taparcasına hayranlık, hem dar; hem de bu geniş anlamıyla bu mülkiyetin sahiplerinin el değiştirmesi üzerinden yürür.

3 Mayıs 2017 Çarşamba

“Kartaca Yıkılmalı” – Erdoğan Gitmeli

Raviyanı ahbar ve muhaddisanı ruzigar rivayet ederler ki”, Roma’lı, yaşlı senatör Cato, hangi konuda konuşursa konuşsun, her konuşmasını “körün değneğini bellediği gibi” daima, “bu vesileyle de şunu eklemeliyim ki Kartaca yıkılmalı” diye bitirirmiş. (Ceterum censeo Carthaginem esse delendam)
Kartaca, Fenikelilerin açtığı Akdeniz ticaret yollarının yine Fenike kökenli bir koloniden çıkmış mirasçısı idi.
Genç Roma ancak yaşlı Kartaca’nın Akdeniz ticaretindeki egemenliğine, Kartaca’yı taş üstünde taş bırakmamacasına yok ederek son verdikten sonra, Roma-Bizans-Osmanlı diye sürecek Akdeniz-Ortadoğu uygarlık alanının birliğini ve ticaret yollarının güvenliğini sağlayabilmiştir.
Hıristiyanlık da Akdeniz-Ortadoğu uygarlığının ekonomik temeldeki bu birliğinin üstyapıdaki bir yansımasından başka bir şey değildir özünde.

30 Nisan 2017 Pazar

1 Mayıs Vesilesiyle Enternasyonalizme Karşı

Enternasyonalizm kavramı bu gün otantik anlamını çoktan yitirmiş bulunmaktadır. Enternasyonalizm, bu gün büyük ölçüde işçilerin uluslararası dayanışması; hatta işçiler bir yana halkların ve ulusların bir dayanışması olarak anlaşılmaktadır.
Enternasyonalizm, ne işçilerin ne halkların ne de ulusların uluslararası dayanışması değildir.
Bırakalım ulusları, halkları bir yana, onu işçilerin dayanışması olarak anlamak, yorumlamak ve tanımlamak, onun içini boşaltmak demektir.
Çünkü Enternasyonalizm bağımsız birimler arasındaki karşılıklı çıkarlara dayanan; basit bir toplam gibi bir birlik anlayışı ve dayanışma değildir.
Enternasyonalizm, bir ülke proletaryasının çıkarlarının, dünya proletaryasının çıkarlarına tabi olması, her hangi bir ülke proletaryasının dünya proletaryasının zaferi için azami olanı yapmasıdır.
Yani enternasyonalizm, cebirsel bir birlik anlayışına dayanır. İlk bakışta ve kısa vadede bir veya birkaç parçanın aleyhine olan, bütünün, yani dünya proletaryasının çıkarına olabilir. Tıpkı cebirde eksi ile eksinin çarpımının artı sonuç vermesi gibi. Tıpkı askercil ordular savaşında, birliklerin ordunun genel çıkarlarına tabi olması gibi.

28 Nisan 2017 Cuma

1 Mayıs’ta Taksim Alanı Fethedilebilirdi? Ama Nasıl?

Türk sosyalistlerinin temel sorunu anmalara, rozetlere, ritüellere çok düşkün olmalarıdır.
Pek bilinmez veya artık bilinmek istenmemektedir ama 1960’ların sonundaki yükselişi yaşayan devrimci gençler, yani DÖB’lüler ve Dev-Genç’lilerin hiç öyle ritüelleri yoktu. Çünkü gerçek, canlı, dinamik bir hareketin örgütsel ifadesiydiler.
Kırk yılda bir anma falan yapılır, o da aktüel politik mücadele için bir mesaj vermeye, bunun için vesile yaratmaya yönelik olurdu.
Bizim, ve özellikle de bizim Deniz’in (mare nostrum) dilimizden düşmeyen “vaktimiz yok ölenlerin matemini tutmaya, akın var güneşe akın, güneşi zapt edeceğiz güneşin zaptı yakın” şiarıydı.
Bir örgüt canlı bir hareketle bağını, dinamizmini, yaratıcılığını yitirip bürokratlaşmaya, taşlaşmaya başladığında rozet sloganlar, bayraklar, semboller, ritüeller, anmalar önem kazanmaya başlar.

27 Nisan 2017 Perşembe

Antrakt (Ara) Bitti

Referandumun bitişi ve Türkiye’nin Şengal ve Rojava’ya saldırılarıyla birlikte, güçlerin yer alışı, 7 Haziran sonrasından, referandum arifesindeki günlere kadar olduğu gibi, fabrika ayarlarına dönmüş bulunuyor.
Çekirdeğinde Erdoğan-Ergenekon ve Genelkurmay’ın bulunduğu, parlamentoda AKP, MHP, CHP tarafından temsil edilen, Kürt Özgürlük Hareketi ve müttefiklerini tecrit edip ezmeye yönelik devletçi-ulusalcı-İslamcı bloktakiler tekrar yerlerini aldılar.
Referandum öncesinde Erdoğan’ın başkanlık hevesi nedeniyle bu blokta geçici bir çözülme olmuş; ulusalcı-devletçi-İslamcı bloktaki, ulusalcılar ve devletçi kesimin bir kısmı, hem laik yaşam tarzındaki kesimlerle bağları; hem de Erdoğan’ın elde ettiği güçle ilerde kendilerini de tasfiye edeceği korkusuyla, geçici bir süre başkanlığa karşı saflarda yer aldılar ve egemen cephedeki bu çatlak, referandumun sunduğu sınırlı olanaklarla da birleşince, bizlerin biraz olsun toparlanmamız için, küçük de olsa bir olanak yarattı.

26 Nisan 2017 Çarşamba

“Mühtedi”nin Oğlu Yaşar Kemal’in “İçinden Çıkamadığı İş”

Bugün Gazete Duvar’da Ali Duran Topuz’un “Yaşar Kemal’den bir soykırım kabusu” yazısını okuyunca, 2015 yılında, Yaşar Kemal’in ölümü vesilesiyle yazdığım “Yaşar Kemal İçin – ‘Van Muhaciri’ ‘Mühtedi’nin Oğlu ‘Kemal Sadık” başlıklı yazı geldi aklıma.
O yazıda (Yazı aşağıda yar alıyor) Sarkis Hatspanian’ın bir yazısına dayanarak Yaşar Kemal’in de aslen Ermeni olduğunu yazmıştım.
Ancak o zamanlar Yaşar Kemal’in bunu söylediğine dair bir ifadesine rastlamamıştım. Romanlarında Ermeni kırımını ele alıyor ve doğru biçimde anlatıyordu ama bu konuda kendine ilişkin olarak bir suskunluğu vardı.
Acaba gerçekten mi suskundu yoksa bu kaynak yetersizliğinden dolayı benim yanlış bir izlenimim miydi diye aklımdan geçirmiştim ve konu aklıma geldiğinde bir yenilik varmı diye bakardım.
Bu yazım üzerine bir okuyucum babasının garip mezarının resmini yollamıştı o sıralar.
Üzerinde garip şekiller olan değişik ve garip bir mezardı.

25 Nisan 2017 Salı

Referandum Sonuçları Niçin Başarısızlıktır? (Gerçeğin Özüne İnebilmek İçin Bir Temel Metodoloji Sorunu)

“Kötü bir devrimci, sadece ayakları artık yere basmayan değildir; Sadece, devrimci projenin Gerçekleştirilmesinin toplumsal objektif ve sübjektif ön şartlarıyla olan bağlarını yitiren değildir. Ama kötü bir devrimci, aynı zamanda, var olan gerçekliklere, içinde yaşanılan ana, günlük rutinin ufak tefek şeylerine saplanıp kalan; tarihin beklenmeyen ani ve keskin dönüşlerini önceden kestirebilme duygu ve düşüncesini kaybetmiş olup, geleceğe yönelikliği bir kenara iten ve yanardağ gibi patlayışlar tarafından geçilendir de. Bu anlamda da, geleceğin ufku olmaksızın, gerçekliğin doğru ve tam bir kavranışı olamaz.” (Ernest Mandel, “Tarihsel maddeciliğin Kategorileri Olarak Umut ve Antisipasyon”)
#HAYIR cephesinde, referandum sonuçlarının bir başarı hikâyesi olduğuna dair neredeyse bir görüş birliği bulunuyor. Bu nedenle referandumda ortaya çıkan #HAYIR cephesi veya hareketinin neler yapması, nasıl devam etmesi gerektiği konusuna geçmeden önce, referandum sonuçlarının bir başarı olmadığına ya da neye göre başarı olduğuna ilişkin kendi aykırı değerlendirmemizi ve bu aykırı sonuca yol açan temel bir metodolojik sorunu açıklayalım
Objektivizm ile objektif olmak genellikle çok karıştırılır.

24 Nisan 2017 Pazartesi

1 Mayıs’ı 24 Nisan, 24 Nisan’ı 1 Mayıs Yapmak

2012 yılında bir örgüte girelim de bir ucundan örgütlü mücadele verelim diye Ertuğrul Kürkçü'nün yöneticisi olduğu SYK'a (Sosyalist Yeniden Kuruluş, Şimdiki SYKP'nin atası) girdik.
Çünkü Ertuğrul, "bir program tartışması açtık, bu sefer cidden yapacağız, herkesi davet ediyoruz” demiş ve davet etmişti örgüte. Biz de ciddiye almıştık.
İlk birkaç toplantıya katılınca, "biz birleşme sürecini ve program tartışmasını başlatırken senin geleceğini düşünmemiştik, sen buraya gelme” dediler.
Davet edenler de bütün bu skandalı görmezden, duymazdan geldiler.
Bu davranışları bazı üyelerce protesto edilince de kovmaktan vazgeçtiler ama  program tartışmasına karşı program önerilerimizi bile getirmemizi engellediler ve sonunda dışlamayı başardılar.
O sıralar bu örgütte, örgütün "bir politik profili olmadığından" da söz ediliyordu.
İşte bu "profil yokluğu"na bir çare olarak, 1 Mayıs'ın gündemine Ermeni katliamını, yani 24 Nisan'ı aldırmaya çalışmayı önermiştim.

23 Nisan 2017 Pazar

“Soykırım” Demeye ve “Özür Dileme”ye Karşı Ermeni Katliamı Konusunda Bir Marksistin Özürü

Ermeni Katliamı üzerine sanırım Türkiye’deki sol içinde  ilk yazanlardan ve en radikal tavır koyanlardan biriyimdir.
Ermeni Katliamı üzerine ilk yazıyı, 1980’lerin başında ASALA’nın Türk Diplomatlarını vurmaya başlaması; böylece konunun gündeme gelmesi ve unutulmaktan çıkması vesilesiyle Niğde Cezaevi’nde yazmış, bunu gizlice dışarıya çıkarmıştım.
Almanya’da çıkan Yol (Der Weg) dergisinde yayınlanmıştı[i]. (Bu yazı ve diğer yazılarımızı Ermeni Katliamı ve “Sorunu” Üzerine Yazılar başlığı altında derledik ve bu kitap, adında yer alan linkten indirilebilir.)
Daha sonra bugünkü internet tarayıcılarının temelini oluşturan tekniğin Tim Berners-Lee tarafından henüz CERN’de geliştirildiği; internetin çok dar bir çevre dışında bilinmediği ve kullanılamadığı dönemlerde, usenet tartışma gruplarında gündemleştirmeye çalıştım. (Eğer bir yerlerde arşivleri varsa oralarda bulunabilirler.)

22 Nisan 2017 Cumartesi

“#HAYIR Bitmedi, Daha yeni Başlıyor” ve Berlin Mitingi İzlenimleri

Dün Berlin’de hem de HDK’nın çağrısıyla bir miting ve yürüyüş yapıldı. Aşağı yukarı 2000 veya biraz üstü bir katılım vardı. Yeterince ön hazırlık yapılmadan olmasına rağmen, fena bur katılım sayılmaz.
Ancak bu miting ve yürüyüşte önemli olan, nicelik değil niteliğiydi. Referandum öncesindeki üç ayda #HAYIR girişimleri biçiminde doğan ve sonra da Erdoğan’ın YSK aracılığıyla yaptığı darbe ve oldubittiyi kabul etmeyen hareketin, tohum halindeki kimi genel özellikleri bu mitinge de damgasını vurmuştu.
Bunların kısaca analiz edilmesi kanımızca önemlidir. Ama önce tipik durumlara ilişkin birkaç gözlem.
Birincisi miting ve yürüyüş çağrısını Kürt Özgürlük Hareketinin örgütlerinden biri yapmış olmasına rağmen şimdiye kadar görülmemiş yeni bir kesimin katıldığı görülüyordu. Şehirli, laik, Kemalist veya Ulusalcı tabir edilecek kesimlerden, ve özellikle de bu kesimden kadınların katılımı dikkati çekiyordu.

21 Nisan 2017 Cuma

YSK Kararı Erdoğan’ın Yeni Bir Darbesidir, Direnmek Temel Yurttaşlık Görevidir, yani Farzdır

Bir olgu ya da nesneyi nasıl tanımladığınız, nasıl kategorize ettiğiniz, özellikle politik mücadelede hayati önemdedir. Politikanızı stratejinizi ve taktiklerinizi ona göre belirlersiniz.
Çünkü A diyen B de der.
Olguları adıyla adlandırmaktan korkup A demiyorsa veya A demekle birlikte politik veya mantıki bir tutarsızlık içinde B demekten imtina ederse, kimse tarafından ciddiye alınmaz ve alınmayı hak etmez.
Bu tutarsızlıkları YSK kararı bağlamında görelim.
*
YSK kararı nedir?
YSK kararını yanlış verilmiş bir hukuki karar olarak tanımlamak ve kendini hukuken düzeltilmesi için hukuk yollarını kullanmakla sınırlamak, bu karar sonucu ortaya çıkan fiili durumu meşrulaştırmak dolayısıyla o durumun oluşmasına katılmak ve suç ortağı olmak anlamına gelir.
Bu da YSK kararı bağlamında Anayasanın çiğnenmesine ayaklarıyla oy vermek demektir.
CHP ve HDP’nin şu an yaptığı fiilen budur.

20 Nisan 2017 Perşembe

CHP’nin Cevabı: “Ben Mecliste Kalıyorum, #HAYIR Diyenler Sokaktan Çekilsin”

CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun yaptığı sadece tutarsızlık değildir.
Zaten kimsenin bir parça bile tutarlılık beklediği yoktu.
Ama yaptığı, bizzat sokağa, direnmeye çağırdığı insanları sırtından hançerlemektir; vatandaşlık hakkını kullanmak üzere direnmeye çağırdıklarına ihanettir.
Neden ve nasıl?
CHP önce şunu diyor:
“"Yasa, 'Mühürsüz oy pusulası geçersizdir' diyor. Takdir hakkını hâkime bile bırakmıyor. Hukuk buna ‘Emredici hüküm’ diyor. Anayasa Mahkemesi’nin de aynı doğrultuda kararı var.”
Yani hak ve hukuku koruması gereken organlar bizzat hak ve hukuku çiğnemiştir.
Halkın dediği gibi “işi yapan kadı, kadıyı kime şikâyet edeceksin”. “Balık baştan kokmuş”.
Et kokarsa tuz basılır. Ya tuz kokarsa”.

19 Nisan 2017 Çarşamba

#HAYIR’dan Hukuk’a, Hukuk’tan Haklar’a ve Demokrasi’ye

#HAYIR Hareketi ve şimdi de Yüksek Seçim Kurulu’nun açık hukuksuzluğuna #İTİRAZ Hareketi ya da #İPTAL Hareketi Türkiye’deki siyasi mücadele arenasına yeni bir öznenin girişi anlamına gelebilir.
Bu hareketin özelliği, şimdiye kadar bölünmüş ve birbirine karşı kullanılmış kesimlerin ortak bir hukuk ve demokrasi özleminde bir araya gelmesidir denebilir.
Ancak hiçbir hareket belirsiz özlemler üzerinden oluşamaz ve örgütlenemez.
Somut programlara, parolalara, hedeflere ihtiyacı vardır.

18 Nisan 2017 Salı

#HAYIR Hareketi Sokaklardan Çekilmemeli– CHP ve HDP Meclisten Çekilmelidir

#HAYIR kampanyasının ortaya çıkardığı henüz bir rüşeym (tohum) halindeki #HAYIR Hareketi, bu sonuçları tanımadığını ilan etmelidir.
Erdoğan yaptığı her türlü kanun tanımazlığın ve hukuksuzluğun, emrivakilerin n üzerine yatmayı adet edinmiş bulunuyor.
Bu referandumda yapılan hukuksuzluğun üzerine yatacağını da “Atı alan Üsküdar'ı geçti” diyerek resmen ilan etmiş bulunuyor.
Bizler de Üsküdar’ı vermedik, Atı da vermeyeceğiz diyebilmeliyiz.
Bu sefer ne olursa olsun bu emrivakiinin üzerine yatılmasına imkân verilmemelidir. Bu son mevzidir. Buradan geri adım atılmamalıdır.
Bütün ciddi zaferler ancak böyle bir kararlılıkla kazanılmıştır. Hitler Stalingrad’ta, birliklerin geri adım atmama kararlılığıyla bozguna uğratılmıştır. En son IŞİD Kobani’de yine aynı kararlılıkla yenilebildi.

Erdoğan’ı Türkler Kurtardı - Evet’in Mimarı Türkler

Ezop, bir köle olarak, söyleyeceklerini doğrudan söyleyemeyeceği, ancak söylemeden söyleyebileceği için, “Ezop Masalları” diye bilinen hayvan hikâyeleriyle meramını anlatıyordu.
Bu davranışta ezilenlerin, alttakilerin bir teslimiyeti değil; bir direnişi vardır.
Nitekim modern toplumsal mücadeleler tarihinde bile baskı ve zorbalık rejimlerinde “Ezop Dili” baskı ve zorbalığa direnenlerin güçlü bir silahı olagelmiştir.
Ancak bir de köleliği içselleştirenlerin dili vardır. ABD’deki siyah hareketi, bunlara “Tom Amca’nın Kulübesi”nden hareketleTom Amcalar” der.
Siyahların hareketi “Tom Amca”lığa karşı mücadele içinde ortaya çıkabilmiştir.

17 Nisan 2017 Pazartesi

#HAYIR, Mücadeleye Devam

Bu referandum üzerine birçok analizler yapılabilir ve çok şeyler söylenebilir.
Örneğin referandumda tarafların mücadelesinin eşit koşullarda olmadığından söz edilebilir.
Bu eşitsizliğe rağmen alınan sonucun bir başarı olduğu söylenebilir.
Ülkenin Kürtler, Laik ve Türk Batı, Sünni ve Türk İç Anadolu ve Karadeniz diye üç ülke veya üç ulusa bölündüğünden söz edilebilir.
“Birinci Cumhuriyet”in son bulduğundan söz edilebilir.
Bir tek kişinin keyfi egemenliğinin yasal bir zemin de elde ettiğinden; buna dayanan Erdoğan’ın Türk-İslam faşizmini iyice oturtmak ve tüm muhalefeti sindirmek için derhal saldırıya geçeceğinden söz edilebilir.
Ortadan ikiye bölünmüş bir toplumu yönetmenin zorluğundan söz edilebilir.

16 Nisan 2017 Pazar

Anayasaların “Toplumsal Sözleşme”ye Dayandığı Efsanesi ve Referandumun Sosyolojik Anlamı

Şu an hukuken bir referandum ile bir anayasa değiştirilmek isteniyor.
Referandum bir hukuki prosedürün adıdır.
Peki, bu hukuki prosedür sosyolojik ve politik olarak nedir?
Sosyolojik olarak Erdoğan’ın Türk-İslamcı faşist darbesini, çoğunluğun oyuna dayanarak, meşru gösterme ve böylece gerçek veya muhtemel direnci kırma hamlesidir.
Yani fiili bir darbe biçiminde yapılmış bir karşı devrimi oturtma ve referandumun sağlayacağı meşruiyet şalıyla, direnenlerin ve direneceklerin iradesini ve direncini kırma hamlesidir.
Bizler açısından da hiç de lehimize olmayan, düşmanın istediği koşullarda; başka çaremiz olmadığı için, kabul etmek zorunda kaldığımız; savaşmadan yenilgiyi kabul etmektense, en azından savaşarak ölmek ve sonraki mücadelelere bir miras bırakmak için girdiğimiz bir savaştır.
Yani kimilerinin tanımladığı gibi, parlamenter sistem ile başkanlık sistemi arasında bir seçim yoktur. Var olan bir sistem içinde bir düzenleme değildir.

15 Nisan 2017 Cumartesi

Savunmada Saldırı, Saldırıda Savunma

Bu referandumda evet ve #HAYIR cepheleri iki farklı strateji izlediler.
Erdoğan ve evet cephesi aslında bir savunma stratejisi izledi.
Erdoğan ve evetçilerin stratejisi #HAYIR cephesinden insan kazanmaya; karşı tarafı ikna etmeye; tereddütte bırakmaya; #HAYIR cephesinin içine “akıncı hücumları” yapmaya yönelik değildi; aksine, kendi etrafına, yani evetçiler etrafına, aşılmaz duvarlar ve surlar örmeye yönelikti.
Bu aşılmaz surları örmenin iki aracı vardı.
Birisi Erdoğan’ın medya üzerinde kurduğu tekeldi. Bununla #HAYIR cephesinden gelecek her türlü itiraz ve ikna çabasının, enformasyonun evetçilerin surlarının içine girmesini engelleyebiliyordu.
Yine de daha sağlam gidebilmek ve tam bir taşlaşma yaratabilmek için aynı zamanda bir cepheleştirme, hasımlaştırma dolayısıyla saldırı taktiği izledi.

14 Nisan 2017 Cuma

Soluklanmak Yok, Mücadeleye Devam

Son günlerde bütün ciddi anket şirketlerinin “bıçak sırtı” demelerine ve eveti önde göstermelerine rağmen ben şahsen %60 civarı bir oranla  #HAYIR çıkacağını düşünüyorum.
Neden böyle düşünüyorum?
Her şeyden önce sezgilerim böyle diyor.
Elbet yanılıyor olabilirim. İnsanın yanılmayı da göze alması gerekir.
Bugün dünyanın her yerine yerleşmiş tüm istasyonların verilerine; süper kompüterlerin bu verileri, yılların tecrübelerinden çıkarılmış modellerle işlemelerine rağmen hava tahminlerinde bile her gün nasıl yanılgılar ortaya çıktığını görüyoruz.
Bu nedenle, baştan böyle bir yanılgı varsayımını kabul ederek, tahminlerde bulunmaktan çekinmemek gerekir.

13 Nisan 2017 Perşembe

Referandum’da Hileye Karşı Örgütlenmek: T3 (Tutanak Teyit Sistemi)

Türkiye gibi Şark despotluklarında halk örgütsüzdür. Bir tek örgütlü güç vardır: Devlet.
Şark devleti Burjuva toplumunun devleti ile karıştırılmamalıdır. Roma imparatorluğunun feth edemediği kuzey Avrupa ülkelerinde hiçbir zaman Şark’taki gibi merkezi bürokratik devletler olmamıştır. Avrupa Feodalizmi denen şey aslında bu merkezi firavun devletlerinin ortaya çıkamadığı, komünal ilişkilerin hala yaşadığı. İşte batı demokrasisi bu komünal ilişkilerden güç almış, İngiltere'deki kimi kabile şefleri içlerinden Tayyip Erdoğan, Muaviye veya Naram Sin (Nemrut) gibi Firavunlaşmak isteyenlere “Yavaş ol bakalım. Bizim iznimiz olmadan ne vergi koyabilirsin ne de harcama yapabilirsin” demişlerdir.
Onların harcama ve vergi alma yollarını kontrol altına alarak Firavunlaşmalarının Nemrutlaşmalarının, yani bir Şark Despotu olmalarının, yani devletin bir şark despotluğuna dönüşmesinin yolunu kesmişlerdir.

12 Nisan 2017 Çarşamba

“#HAYIR Hareketi” Üzerine

Bu referandumun sonucu ne olursa olsun, en önemli kazancı ortaya var olan örgütlerin ve yapıların dışında, tohum halinde de olsa, bir “#HAYIR Hareketi” çıkarmış olmasıdır.
Uzun vadede bu “#HAYIR Hareketi”nden tutarlı bir demokrasi hareketi gibi bir şeyler çıkabilir belki. Bu küçük ateş beslenmeyi ve büyütülmeyi bekliyor.
Elbet bu hareket de gökten zembille inmedi, ardında özellikle Gezi hareketinin birikimleri ve mirası var. Yine bununla ilişkili, 7 Haziran seçimleri öncesinde ortaya çıkan çeşitli girişim ve kişilerin çabalarının tortusu var.
Önümüzdeki dönemde Türkiye hatta Ortadoğu’da olayların nasıl gelişeceğini bu doğuş halindeki hareketin gösterdiği gelişim belirleyebilir.
Eğer bu hareket ortak bir dil ve tartışma oluşturabilir, örgütlenebilir, ortak bir program ve strateji tartışması başlatabilirse tüm hesapları ve dengeleri altüst edebilir.

10 Nisan 2017 Pazartesi

Erdoğan Referandumu Kaybetmişti – 7 Haziran Seçim Değil bir Referandumdu

Facebook zaman zaman aynı gün ama önceki yıllardan birinde ne yaptığını hatırlatıyor. Bugün de 2015 yılının 10 Nisan günü yazdığımız yazıyı hatırlattı.
Ne kadar çabuk unutmuşuz bunu. Hepimiz hala “7 Haziran seçimleri”nden söz ediyoruz.
Halbuki 7 Haziran Erdoğan’ın diktatörlük projesine karşı bir referandumdu.
Ve o bu referandumu kaybetmişti; biz kazanmıştık.
O halde bu referandumun sonucunu da 7 Haziran ile kıyaslama içinde tahmin etmek hiç de mantık dışı olmaz.
Bu referandumda Erdoğan’ın diktatörlük projesine daha büyük bir oranda #HAYIR çıkması sürpriz olmamalıdır.

Referandumdan Sonra – Termostat Mekanizması

Referandumda evet de çıksa, #HAYIR da çıksa, demokrasi mücadelesi çok zorlu bir döneme girecektir.
Ama her halükarda üç ay öncesinden daha kötü bir durumda olmayacağımızı varsayabiliriz.
Üç ay öncesini hatırlayalım.
Tüm demokratlar tam bir umutsuzluk ve yılgınlık içindeydi; tam bir çaresizlik egemendi.
Hepimiz hayatımızın hiçbir döneminde kendimizi bu kadar çaresiz hissetmediğimizi söylüyorduk.
Erdoğan’ı durdurmanın hiçbir olanağı görünmüyordu. CHP ve MHP Erdoğan’ın yanındaydı.
Bizler Kürt hareketiyle birlikte tecrit olmuş ve köşeye sıkışmış durumdaydık.
Sonra bu umutsuzluk içinde önce internette referandumun Erdoğan’ı durdurmak için aynı zamanda bir fırsat ve son bir olanak olduğu dile getirilmeye başlandı.

8 Nisan 2017 Cumartesi

İdlip’i Anlamak İçin Ghuta’ya Bakmak – 2013’te Ghuta’da Ne Oldu?

İki gündür yazdığımız yazılarda doğrudan Türk Devletini ve Erdoğan’ı İdlip’teki saldırının arkasında olmakla suçluyoruz.
Bu suçlamayı yaparken uzun süredir savunduğumuz ve dile getirdiğimiz başka bir politika yapma tarzını savunuyoruz aslında: önce “kendi” devletini ve “kendi” milletini suçlayacaksın; devletler söz konusu olduğunda suçsuzluğunu kanıtlamak onların görevidir.
Ama bu yazıda işin bu programatik, stratejik, mücadele biçimleriyle, politik mücadele verme tarzıyla ilgili yanını bir tarafa bırakalım.
Somut olarak böyle bir yaklaşımın ne kadar gerekli olduğunu olgular düzeyinde görelim.
İdlip Saldırısı üzerine yazan herkes ağız birliği etmişçesine, Esat’ın 2013 yılında Ghuta’da kimyasal saldırısı yaptığını ve bugün de İdlip’te aynısını yaptığını söyleyerek söze giriyor.
Ve bu söze böyle girmeler öyle masum değil.

7 Nisan 2017 Cuma

Kimyasallar Erdoğan’dan Füzeler Trump’tan

Ortada kimyasaldan ölen insanlar var.
Önce bunun suçlusu kimdir diye bir araştırma yapmak gerekmez mi?
Gerekir.
Bu suçluyu tespit edecek teknik olanaklar var mıdır?
Vardır.
Televizyonlarda her gün polisiye diziler bile en basit izlerden hareketle nasıl sonuçlara ulaşılabildiğini, tekniğin ve olanakların ne kadar geliştiğini gösteriyorlar.
Suçluyu ortaya çıkarmak için ne yapılır?
İki taraf da diğerini suçladığına göre, tarafsız bir heyetin derhal olay mahalline gidip inceleme yapması sağlanır.
Peki, bu politik olarak mümkün müdür?
Evet mümkündür.
Idlip’teki isyancılara Türkiye destek vermektedir ve onlara pek ala Birleşmiş Milletler’in belirlediği tarafsız bir heyetin orada inceleme yapması için olanakların yaratılmasını dikte ettirebilir.

6 Nisan 2017 Perşembe

Türkiye’nin Kimyasalı ve Allah’ın Lütfü

İdlip’e yapıldığı söylenen kimyasal silah saldırısı konusundaki tutumlara bakınca Allah’ın Trump’a ve Erdoğan’a yine bir lütufta bulunduğu anlaşılıyor.
Az önce BBC Türkçede çıkan habere bakalım.
Suriye’den Türkiye’ye getirilen yaralılardan ölenlerin neden öldüğü üzerine inceleme yapılıyor ve Otopsilerle ilgili hukuki süreci yürüten Adana Cumhuriyet Başsavcılığı otopsi sonucu ile ilgili şu açıklamayı yapıyor:
"Görevlilerin herhangi bir kimyasal madde tehlikesine karşı koruyucu özel kıyafet giyerek katıldıkları otopsideki ilk bulgulara göre; şahısların kimyasal boğucu gaza maruz kalmaları sonucu hayatlarını kaybettikleri ve akciğerlerinde yoğun ödem bulunduğu tespit edilmiştir.

5 Nisan 2017 Çarşamba

“Kötü Bir Komşu” Olma ve “Kötü” Olma Hakkı

Duyduğumda kusma duygusu uyandıran sözcüklerin başında “tolerans” ve “hoşgörü” gelir.

Bunları “ötekileştirmek” veya “ötekileştirmemek” izler.

Bunları da “çok kültürlülük”, “çok renklilik” izler.

Keza bunları da “yaşasın halkların kardeşliği” izler.

Daha niceleri var ama bu kadarı yeter.

Bunların hepsi, nedense kendilerini solcu ve demokrat görenlerce enflasyoner bir şekilde kullanılan milliyetçi ve ırkçı kavramlardır.

Ama bunları bolca kullananlar bunu bilmezler ve tam da esas sorun olan budur.

En tehlikeli ırkçılık ırkçı olduğunu bilmeden yapılan ırkçılıktır; en tehlikeli milliyetçilik milliyetçi olduğunu bilmeden yapılan milliyetçiliktir.

4 Nisan 2017 Salı

AB’nin “Çok Gizli” Darbe Raporu Vesilesiyle Gizlilik Üzerine

Toplumda, "Legal" (resmî - kanunî) ve "alenî" (açık, seçik) olduğu Anayasalara yazılmış Devletin, hemen bütün gerçek vurucu güçleri "GİZLİ" çalışır ve işlerler. "Esrâar'ı Devlet" denildi mi, bütün akan sular "Yeraltına" geçer. Hepsinin "adları" açıktır : Gizli Polis, Gizli Emniyet, gizli casus, gizli Dernek, Gizli kulüp, kapılarında "içeriye yasaktır!" yazılı daireler, yapılar, alanlar, açıklanamaz "Buluşmalar", Toplantılar, Oturumlar, "Örtülü ödenekler", maskeli formüller, iki yüzlü "Haberler" bütün ilişkilere egemendir. Bütün o gizli kapaklı dünyanın topuna birden, üzerine "Devlet Sırları" adıyla anılan "Meşruiyet" perdesi indirilir.” (Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Halk Savaşının Planları, 1970)

1 Nisan 2017 Cumartesi

İki Yıl Önce Bugün İçin de Yazılmış bir Yazı

Zaman zaman aynı tarihte çok önceki yıllarda yazılmış yazılara bakarım. Bu, unutulmuş olayları hatırlamayı; olaylara daha geniş bir açıdan bakmayı; öngörüler ve değerlendirmelerin isabetli olap olmadığı bakımından özdenetimi de sağlıyor.
Bugün de daha önceki yıllarda bu gün ne konularda yazmışım diye baktım.
İki yıl önce, tam da bu günlerde, 7 Haziran saçimleri arifesinde “HDP’ye Oy Ver, Barajı Yık, Diktatörü Durdur, Barışı Sürdür Girişimi” kurulmuş.
O zaman bu girişimde neden yar aldığıma dair bir yazı yazmışım.
Yazıyı okuyunca “HDP’ye Oy Ver” yerine “Referandum’da #HAYIR Ver” sözcükleri geçirildiği takdirde, söylenenlerin aynen bu gün de geçerli olduğunu gördüm.

30 Mart 2017 Perşembe

İdlib ve Zarrab - Ergenekon da Erdoğan da Sıkıştı

Fazla bir yoruma gerek yok. Sadece aşağıda sözü edilen yazılara bakmak bile yeter.
Bir süre önce, Türk devletinin, Erdoğan’ın yeni Osmanlıcı Suriye hükümetini yıkma stratejisinden, Suriye hükümetini destekleme stratejisine geçeceğini yazmıştık.
Bu strateji değişikliğinin nedeni yine aynı amaçtı: Kürt anasını görmesin.
Bu değişikliğin mantıki sonucunun Idlib’i rejim güçlerine vermek zorunda olduğunu, bunun da selefi ve cihatçıların ya tümden imhası ya da Türkiye’ye alınmasıyla son bulacağını, her iki halde de selefi Cihatçıların Türkiye için ciddi problem olacağını yazmıştık.
Bugün T-24’te yayınlanan Metin Gürcan’ın “İdlib ve Türkiye'deki aşırıcı Selefi ağların evrimi” başlıklı yazı, aslında farkına bile varmadan bu strateji değişikliğinin sonuçlarından nasıl sakınılacağını ve bu durumda karşılaşılacak zorlukları tartışıyor.

29 Mart 2017 Çarşamba

Erdoğan İtiraf Etti: İbre #HAYIR’dan Yana

Erdoğan dün Samsun’da “toplu açılış türeni görünümlü mitingte” (Diken) şu sözleri ediyor:
“Gençler, 16 Nisan’da ibreyi ‘evet’ten yana döndürmeye var mıyız?”
Daha sonra sözünün nereye gittiğini fark edince  “Sandıkları ‘Evet’le patlatmaya hazır mıyız?” diyerek düzeltmiş.
Bizim için burada önemli olan, bilinçsiz biçimde, kontrolsüz biçimde söylenen sözdür.
Unutmalar, güdük fiiller, dil sürçmeleri, rastlantısal ya da nedensiz değil; nedenleri olan olgulardır.
Erdoğan’ın bu ifadesi, kafasında, ibrenin #HAYIR’dan yana olduğu bilgisinin veya kabulünün bulunduğunu; dikkat etmeden konuştuğunda, kafasındaki bu kabulü farkına varmadan ele verdiğini göstermektedir.

26 Mart 2017 Pazar

Komplo “Teorileri”, Teori ve Demokrasi Mücadelesi Üzerine

Kimsenin teoriye, Marksizm’e, doğru bir politik çizgi için teorinin önemine ilgi duymadığı bir dönemde yaşıyoruz. Kendini Marksist olarak tanımlayanlar bile artık teoriye en küçük bir ilgi duymuyorlar.
Teori diye komplo “teorileri”nden başka bir şeyin konuşulduğu yok. Devrimci dalganın çekildiği, kitle hareketinin gerilediği dönemler böyledir. İnsanlarda genellikle bir aptallaşma eğilimi baş gösterir. Engels’in “enayiler Sosyalizmi” dediği ırkçılık ve antisemitizm; “enayiler teorisyenliği” denebilecek komplo “teorileri” ortalığı kaplar.
Bunun görmek için Türkiye’de bir kitapçıya girip raflarda sergilenen kitaplara bakmak yeter. Neredeyse kitapların yüzde doksanı komplo teorileridir. Gazetelerdeki yazılar veya internette yazılara yapılan yorumlara ise hiç değinmeye bile gerek yok. Korkunç bir aptallaşma, genelleme yeteneğinin yitirilişi egemen dünyaya, ama en korkunç ölçüde de Türkiye’ye. Bir parça Kürdistan ve Kürtler, orada yükselen mücadeleye bağlı olarak, bu çürüme eğiliminden biraz kendini kurtarmış bulunuyor.

24 Mart 2017 Cuma

Referandum ve Erdoğan Sonrası İçin Düşünmeye ve Hazırlığa Çağrı

Referandum sonrası için düşünmeye ve hazırlığa çağrıda bulunmak, suyu görmeden paçaları sıvama gibi görünebilir.
Çünkü kapitalizme geçişten beri; yani Greenwich Rasathanesi’nin üzerindeki fiktif meridyenin kabulünden ve bir “dünya saatine” geçişten beri; yani örneğin bu Şark despotluğunu, bu Nemrutlar, Firavunlardan kalma antik devleti ve onun egemenliğini sürdürebilmek için modernleştirme çabalarından dolayı, aydınlanmacı Monarklardan biri olarak tanımlanan Abdülhamit tarafından, şehirlerin meydanlarına saatler dikilmeye başladığından beri, hızlanan bir zaman içinde yaşıyoruz.
Bu nedenle dünyada her an, her şey ve bütün dengeler değişebilir.

23 Mart 2017 Perşembe

Türkiye’ye Demokrasi Niye Hiç Gelmeyecek? Medya Örneği

Türkiye’ye demokrasi gelmeyecek.
Çünkü hiç kimse yapıyı eleştirmiyor, ya hep politikalar eleştiriliyor; ya da ahlaki eleştiriler yapılıyor.
Örneğin gazetecileri alalım.
Bütün elde kalan ve neredeyse sadece internette sesini duyurabilen muhalif ve demokrat olma iddiasındaki gazeteciler hep, namuslu ve dürüst gazeteci olmaktan söz ediyor.
İktidarın gazeteleri satın alması, korkutması, el koyması karşısında, ya iktidarın gazeteleri kontrol altına almaması gerektiği; yani iktidara gelince ahlaklı olunması gerektiği; ya da gazete patronlarının ve sahiplerinin iktidarın baskılarına dayanması gerektiği, tabii yine ahlaklı olunması gerektiği türünden bir yaklaşım bütün basına egemen.
Kimsenin aklına bunu sorgulamak bile gelmiyor.
Bu yaklaşım sorgulanmadıkça da demokrasi gelmez.
Bir demokrat önce bu yaklaşımın yanlışlığı üzerine yoğunlaşır.

22 Mart 2017 Çarşamba

Gergerlioğlu ve Lenin (Demokrasi Mücadelesinin Sorunları)

Ezilenlerin mücadelesinin, ezilenlerin kendi yapısından gelen ciddi sorunları vardır.
Ezilenler, sömürülenler, baskı altındakiler, mazlumlar ancak kendilerini doğrudan ilgilendiren sorunlardan dolayı harekete geçer, örgütlenir ve direnirler. “Dil ağrıyan dişi kurcalar.”
Ama bir baskı ve sömürü biçimine karşı mücadele etmek, başka baskı ve sömürü biçimlerine karşı mücadeleyi veya duyarlılığı otomatik olarak yaratmaz. “Tok açın halinden anlamaz
Hatta bir baskı biçimine karşı mücadele edenler diğer baskı ve sömürü biçimlerine uğrayanlara karşı sadece duyarsız olmazlar; bizzat kendileri sorunun bir parçası olabilirler.
Örneğin bir işçinin uğradığı sınıfsal bir baskı ve sömürü onu otomatikman ulusal baskıya, kadınların uğradığı baskıya, Alevilerin uğradığı baskıya vs. karşı duyarlı yapmaz.

21 Mart 2017 Salı

Erdoğan Kaybetti

Erdoğan kaybetti. Referandum sonucu büyük bir olasılıkla #HAYIR çıkacak.
Ama #HAYIR çıkmasa da Erdoğan kaybedecek.
Çünkü kendi cephesini böldü.
Her biri tek tek küçük ama bir araya gelince büyük bir güç yığdı karşısına.
Son günlerde görülen son derece önemli iki gelişme Erdoğan’ın sonunun habercisidir.
Biri Mazlum-Der’deki gelişmelerdir. Mazlum-Der’e bile kayyum atandı, kongre hileleriyle Mazlum-Der ele geçirildi ve çoğu şubesi kapatıldı.
Diğeri “İslami Kesimin Önde Gelen Yazar ve Siyasetçileri”nin, Hak ve Adalet Platformu Adı Altında Bir Araya Gelmesidir.
Güçlünün haklılığı değil, haklının güçlülüğünden yana olmalıyız!” diyen bu yazar ve siyasetçiler bir bildiri yayınladı[1] ve #HAYIR için çalışmalara başladılar.
Bu gelişme aslında Ali Bulaç, Fehmi Koru, Levent Gültekin gibi isimlerde görülen genel eğilimin, bu sefer kolektif bir tavır alışa ve eyleme yönelmesi ve bir nitelik değişimi göstermesidir.
İşte Erdoğan’ın yenilgisini hazırlayacak gelişmelerin içerdeki tepe noktası budur.

19 Mart 2017 Pazar

Korkut Boratav, Perry Anderson, Habermas, Zizek Diğerleri ve Devrim Kavramı Üzerine

Dün Korkut Boratav’ın İleri Haber’de, “Neo-faşizm ve düzen dışı sol” başlıklı bir yazısı yayınlandı.
Boratav yazısında, Le Monde diplomatique’in Mart 2017 tarihli son sayısında yayınlanan, Perry Anderson’un denemesini vesile ederek, bir bakıma dünyadaki sosyalist entelijansiyanın bugünkü bunalım ve neo-faşizm karşısındaki çıkış ve alternatif arayışlarını kısaca özetliyor ve kendi konumunu açıklıyor.
Korkut Boratav, politik olarak, her ne kadar 60’ların dünyasından izler taşıyan ulusalcı bir çizginin dışına çıkamıyorsa da bir iktisatçı ve bilim adamı olarak her zaman izlemeye, yazılarını kaçırmamaya çalıştığım, bilimsel namusuna saygı duyduğum bir iktisatçıdır.
Perry Anderson ise, devrimci ve eleştirel Marksizm’in, Troçki ve Kıvılcımlı’nın yanı sıra devam ettirmiş (Alevilikten bir kavramla ifade edersek) bir “süreği”, yani “Batı Marksizmi”ni ve “Eleştirel Teori”yi (Frankfurt Okulu) bana tanıttığı için teorik evrimimde çok önemli bir rol oynamıştır.

18 Mart 2017 Cumartesi

Alman İstihbarat Teşkilatı Başkanı’nın 15 Temmuz Yorumları

Bundesnachrichtendienst (BND) Almanya’nın dış ülkelere yönelik (Auslandsaufklärung) tek haberalma servisidir.
Bunun başkanı olan Bruno Kahl 15 Temmuz’a ilişkin olarak birtakım değerlendirmelerde bulundu ve Alman basınında yayınlanan bu değerlendirmelerin Türkçede de çevirisi yayınlandı, örneğin TR724’te.
Biz 15 Temmuz’un hemen ardından, somut bir bilgi veya istihbarata dayanmadan; ama toplumsal güçlerin konum ve çıkarlarından hareketle, yani tümden gelimle birtakım değerlendirmelerde bulunmuştuk.
Alman İstihbarat Teşkilatı Başkanı Kalh’ın değerlendirmeleri ise, somut verilerden hareketle, yani tümevarımla 15 temmuz hakkında benzer sonuçlara ulaşıyor.
Elbet bu beyanatın şimdi verilmesinin politik bir anlamı olabilir.
Muhtemelen Erdoğan’ın gerginlik politikasına karşı bir uyarı gibi bir işlevi olabilir. Yani örneğin “Bizi fazla konuşturma” gibi bir anlamı olabilir.

17 Mart 2017 Cuma

Erdoğan’ın Kumarı, Ya Herro Ya Merro

Erdoğan şu sıralar hayatının kumarını oynuyor. Tüm söz ve davranışlarıyla bütün köprüleri atıyor, Kürtçeden Türkçeye geçmiş deyimle “ya herro ya merro” diyor.
Neden hayatının kumarı?
Erdoğan en küçük bir geri adım attığında, elindeki gücü biraz olsun kaybettiğinde hızla düşüşü başlar ve öylesine büyük suçlar işlemiş bulunuyor ki uluslararası bir mahkemede veya Yüce Divan’da sanık sandalyesine oturması kaçınılmazdır.
Bu nedenle ne yapıp edip bulunduğu yerde bulunmak, daha büyük bir güç ele geçirmek ve hep ileri gitmek zorundadır.
Erdoğan bulunduğu yerde kalabilmek için HER ŞEYİ yapmaya hazırdır.
Bu tespitten yola çıkmadıkça Türkiye’de doğru dürüst bir politika yapma olanağı yoktur.
Erdoğan’ın şimdiye kadar başarılı olmasının nedeni, karşısındakilerin kararsızlığından başka bir şey değildir.

16 Mart 2017 Perşembe

Çağımızın En Büyük Hilesi: Tanımlar Üzerinden Egemenlik

Çağımızı ve onun en temel sorunlarını anlamak ve çözebilmek hem son derece kolaydır; hem de son derece zordur. Esher’in resimleri belyki de bu zorluğun imgesel ifadeleridir.
Bunun nedeni egemenliğin bizzat tanımların kendisi aracılığıyla kurulmuş olmasıdır.
Yani o egemenliğe karşı çıkarken bile o tanımları sorgulamadan, kabul ederek karşı çıktığınız için, o egemenliği yaymaya ve güçlendirmeye devam edersiniz.
Sizin öznel niyetleriniz ile tarihsel ve toplumsal olarak nesnel yaptıklarınız birbiriyle çelişir.
Aslında bu son iki yüz yılda Marksizm’in ve Marksistlerin kaderi bu olgu üzerinden açıklanabilir.
Çağımızın iki temel sorunu Din ve Ulus’tur (veya Ulusçuluk).
Bu iki temel sorun da aynı yapıdaki, yani tanımın kendisi aracılığıyla egemenlik diyebileceğimiz, iki “hile”ye dayanmaktadır.

14 Mart 2017 Salı

Erdoğan Rejiminin Karakteri ve Faşizm Üzerine

Erdoğan’ın şimdiki ve kurmak istediği rejimin karakteri sorunu, son zamanlarda, en azından kendine Marksist diyenler arasında bir tartışmaya yol açtı.
Erdoğan’a ve oturtmak istediği rejime karşı mücadelenin acil önemi nedeniyle bu konuda yazmaya hem gerek görmedik hem de zaman ve enerjimiz olmadı.
Gerek görmedik, çünkü artık yeni kuşaklar Marksizmi ve Marksist kategorileri bilmemekle kalmıyorlar, ayrıca ona ilgi de duymuyorlardı. Bu durumda o kategorilerin bilimsel ve dakik tanımlamasının ve bu tanımlamalara dayanacak rejim tanımlamalarının bir anlamı kalmıyor. Yeni kuşaklar için bu tartışmalar, bizim için kapitalizm öncesi çağların teolojik tartışmalarından daha fazla bir şey ifade etmiyorlar.
Bu nedenle, böyle marksizmin kategorileri ve buna bağlı olarak Erdoğan rejiminin karakteri konusundaki tartışmaya, konuyu somut olarak izlenecek tatikler veya stratejiler bağlamında girmeyi daha hayata yakın  ve somut bulduğumuzdan, girmedik.
Yoksa bu topa girmeyiş, bu konularda bir görüşümüz olmadığı anlmamına gelmiyordu.
Aslında bu bağlamda bir tartışma hemen 12 Mart sonrasında 12 Mart rejiminin karakterine ilişkin olarak yapılmıştı.

13 Mart 2017 Pazartesi

Erdoğan’a Açık ve Adil Bir Teklif

Erdoğan Bey,
Aslında bu mektuba, “Sayın Erdoğan” diye başlamayı isterdim.
Ama bugün siz Türk devletinin başısınız.
İtikadımca insanların elinde güç ve yetki olduğunda onlara karşı olabildiğince o yetki ve gücün zorladığı hitaplardan azade olarak hitap etmek; onlara bir an gibi gelip geçici hayatta aslında bir hiç olduklarını hatırlatmak için, o kişiye konumundan soyutlayan ifadelerle hitap etmek gerektiğini düşünürüm.
Hiçbir gücünüz ve yetkiniz olmasaydı, size “Sayın Erdoğan” diye hitap edebilirdim. Ama şimdi çok büyük yetkileriniz ve gücünüz olduğu için, size sadece “Erdoğan Bey” diyebilirim.
Ayrıca böyle hitabımın sizin dayandığınız iddiasında olduğunuz İslam’a da uygun olduğunu düşünüyorum.

11 Mart 2017 Cumartesi

Ses (Audio) Dosyası Olarak Yazılar ve Videolar - Online veya indirilerek de dinlenebilir

Yazılarımızı sesli olarak okunmuş şekilde dinleyebilmek için de koyuyoruz. Özellikle çalışanlar, zamanı olmayanlar, okumayı sevmeyenler ve görme özürlü olanlar için kullanışlı bir yöntem. İndirilip öyle de dinlenebilir. Özellikle görme özürlü tanıdıklarınızı haberdar etmenizi dileriz.

Tanrı’nın Nasıl Bir Varlık Olduğu Üzerine İnananların ve Pozitivistlerin Ortak Kabulleri

Böyle bir konu ilk bakışta günümüzün sorunlarıyla ilgisiz gibi görünebilir.
Ancak bu konu, zıt gibi görünenlerin aslında hiç de zıt olmadıklarını görmemizi ve o zıtların sürdürdüğü dövüşün, bir kayıkçı dövüşü olduğunu anlamayı ve kayıkçı dövüşünün kendisine karşı bir mücadeleye başlamamızı sağlayabilir.
Bu ortak kabulleri ve kayıkçı dövüşünü, onların Allah ya da Tanrı konusundaki ortak kabullerinde görmek mümkündür.
Örneğin Yaradılışçılar ve Darvinciler veya evrimciler kavgasını ele alalım.
İkisi de çok farklı ve birbirine karşı tezleri savunuyor görünürler. Bir taraf Allah’ın varlığını, diğerleri Allah’ın yokluğunu kanıtlamaya çalışır.
Ancak bunların getirdikleri argümanlara baktığımızda, aynı ortak kabullerle konuyu tartıştıklarını görürüz.

10 Mart 2017 Cuma

Erdoğan Putin’e Ne Verecek? Suriye’de Yeni Strateji

Erdoğan Putin ile görüşmeye giderken oradaki görüşmelerin ve Erdoğan’ın yeni stratejisinin ne olabileceği üzerine bir öngörüde bulunulabilir.
Bugünkü yazısını Murat yetkin şu sözlerle bitiriyordu:
“Önümüzdeki birkaç gün, Türkiye’nin Suriye siyasetinin durumu ve geleceği bakımından ve ayrıca PKK ile mücadelenin alacağı şekil bakımından belirleyici olabilir.”
Biz eldeki verilerin nasıl bir doğrultu gösterdiğine bakalım.
Kısaca şöyle toparlayabiliriz:
Rojava’da 2013’teki gelişmeler Erdoğan’ı ve Türk devletini Kürtlerle Barış stratejisine zorlamıştı; Bu stratejinin Kürt hareketinin güçlenmesini engellemediğini görünce, 2015’te Rojava’yı kuşat ve ez stratejisine geçtiler.
Şimdi bu ikisi de iflas edince, Suriye rejimi ile barış, Rojava’yı durdur stratejisine doğru geri adım atacaklar.

8 Mart 2017 Çarşamba

Kadınlar ve Kürt Özgürlük Hareketi Üzerine

Bugün 8 Mart. Aşağıda 2000 yılında, yani 17 yıl önce yazılmış iki yazı yer alıyor. Bu yazılar o zamanlar Avrupa’da çıkan, yazarı olduğumuz Özgür Politika’da yayınlanmışlardı.
Bu yazılar yazıldığı zaman, yani 2000 yılında, Kürt hareketine kimse değer vermiyordu. Bütün Türk sosyalist hareketleri şu veya bu ölçüde ulusalcıydı ya da ulusalcılığın baskısıyla Kürt hareketinden uzak duruyordu.
Kürtler içinde de Öcalan ve onun temsil ettiği çizgi yediği ağır darbenin etkisi altındaydı. Kürt hareketinin bittiği düşünülüyordu.
Öcalan’ın her görüşmede kadınlara selam yollaması basit bir denge hesabı, bir retorik ve örgüt içi dengelerle ilgili diplomatik manevralar olarak görülüyor; kimse tarafından ciddiye alınmıyordu.