İki gündür yazdığımız yazılarda doğrudan Türk Devletini ve Erdoğan’ı
İdlip’teki saldırının arkasında olmakla suçluyoruz.
Bu suçlamayı yaparken uzun süredir savunduğumuz ve dile
getirdiğimiz başka bir politika yapma tarzını savunuyoruz aslında: önce “kendi”
devletini ve “kendi” milletini suçlayacaksın; devletler söz konusu olduğunda
suçsuzluğunu kanıtlamak onların görevidir.
Ama bu yazıda işin bu programatik, stratejik, mücadele biçimleriyle,
politik mücadele verme tarzıyla ilgili yanını bir tarafa bırakalım.
Somut olarak böyle bir yaklaşımın ne kadar gerekli olduğunu
olgular düzeyinde görelim.
İdlip Saldırısı üzerine yazan herkes ağız birliği
etmişçesine, Esat’ın 2013 yılında Ghuta’da kimyasal saldırısı yaptığını ve
bugün de İdlip’te aynısını yaptığını söyleyerek söze giriyor.
Ve bu söze böyle girmeler öyle masum değil.
Çünkü neredeyse hepsi aynı zamanda bugünkü suçlamaya kanıt
oluşturuyor. Yani rejim o zaman yapmıştı, şimdi de yapıyor.
Birkaç örnek verelim:
Taha Akyol, örneğin bugünkü Hürriyet’te “Suriye Siyaseti” başlıklı yazısında şunları yazıyor:
Taha Akyol, örneğin bugünkü Hürriyet’te “Suriye Siyaseti” başlıklı yazısında şunları yazıyor:
“Obama, 20 Ağustos
2012’de yaptığı açıklamada, Esad rejiminin kimyasal silah kullanmasını “kırmızı
çizgi” olarak ilan etmişti. Fakat bir yıl sonra, 21 Ağustos 2013’te Esad rejimi
Şam’ın Ghuta mahallesinde muhaliflere karşı kimyasal silah kullandı”
Yani adeta bir matematik aksiyomdan söz edercesine 2013’te rejim’in
Ghuta’da kimyasal kullandığını söylüyor.
Aynı gezete’den Murat Yetkin bir gün önce “Suriye’de sabrı taşıran ne oldu?”
başlıklı yazısında şunları yazıyor:
“21 Ağustos 2013’te
Şam’ın varoşu Ghuta mahallesine yapılan kimyasal saldırıda adı geçmiş, o
saldırıda yüzlerce kişi öldürülmüştü (bilgi eksikliğinden kesin sayı hala
bilinmiyor ama iddialar 280 ile 1730 arasında değişiyor).
Obama, 20 Ağustos
2012’de bir açıklama yaparak, Esad rejiminin muhaliflere kimyasal silah
kullanmasını “kırmızıçizgi” olarak duyurmuş, aksi halde askeri müdahale ima
etmişti; Türkiye bu açıklamayı memnuniyetle karşılamıştı.
Ancak aynı Obama, az
önce söz ettiğimiz Ghuta olayları ardından, uluslararası planda artan
hatırlatmalar karşısında 4 Eylül 2013’de “kırmızıçizgi” demediğini söyleyip
işin içinden çıkmıştı.
ABD’nin müdahale
niyeti olmadığı ortaya çıkınca, Rusya ve Çin’in BM Güvenlik Konseyindeki
diplomatik korumasını da arkasına alan Esad rejimi saldırılarını artırmıştı.
2013 IŞİD’in de ortaya
çıktığı yıldı. ABD sahneden çekilince İran Devrim Muhafızları ve Lübnan’dan
Hizbullah militanları Suriye’ye girip hem IŞİD ve el Nusra gibi terör
örgütlerine, hem de rejim karşıtı muhaliflere karşı savaşa katılmıştı.”
Aynı Murat Yetkin bugünkü “Kimyasal
katliama hayır da diğerlerine evet mi?” yazısında da aynısını tekrar
ediyor:
“Rusya'nın Ortadoğu'ya
dönüşü ABD eski Başkanı Barack Obama'nın 2013'de Suriye'nin Ghuta kimyasal
saldırısı karşısında geri adım atmasıyla başlamıştı. Şimdi Rusya'nın
yükselişine dur denilmesi de yine Suriye'nin 2017 İdlib saldırısına bir başka
ABD Başkanının anında karşılık vermesiyle oldu.”
Haydi bu anlı şanlı yazarlar Hürriyet gibi devletin resmi görüşü (“Amiral Gemisi”) sayılan bir organın yazarları, gerçekle bir
ilişkilerinin olmaması geyet normal diyelim.
Peki bu dönemde bir parça olsun enformasyona ve haberciliğe
dayalı işler yapmaya çalışan Medyascope’ta
her hafta Gönül Tol ve Ruşen Çakır ile Transatlantik başlığı altında ABD’den
haber ve yorum yapan, yani bu çölde iyi kötü belli bir habercilik seviyesinde
olması beklenen Ömer Taşpınar T24’te “Kasabada
yeni bir şerif var” başlıklı makalesinde ne yazıyor? (Aynısını Transatlantik’te de dile getirdi ve ne
Ruşen Çakır’dan, ne de Gönül Tol’dan bir itiraz görmedi.)
“2013 yılında kimyasal
silah kullanarak 1400 sivili katleden Şam yönetimi Beyaz Saray'ın kırmızı
çizgisini aşarak Obama'yı test etmişti. Yaşanan trajedi ve aşılan kırmızı
çizgiye rağmen Obama yönetimi krize askeri değil, diplomatik cevap aramıştı.
Rusya'nın devreye girmesi ve Şam'ın elindeki kimyasal silah stoklarını yok
etmeyi kabul etmesiyle kriz atlatılmış gözüktü. Bu süreç boyunca pasif kalan
Obama yönetimi kaçınılmaz olarak inandırıcılık ve caydırıcılık sorunu yaşadı.
Birkaç gün önce Şam
yönetimi gene kimyasal kullanarak tıpkı 2013'de Obama'yı test ettiği gibi bu
sefer Trump'ı test etmek istedi ve cevabını aldı. Zira kasabada artık yeni bir
şerif var. Esad gereksiz bir kumar oynadı ve kaybetti. Güçlendiği bir dönemde
beklemediği bir darbe aldı. Trump ise beklemediği bir anda güçlendi. Krizi hem
iç hem de dış politikada fırsata çevirdi. Suriye rejiminin en önemli hava
üssüne 60 Tomahawk füzesi yollayarak Trump dışarıya ve içeriye önemli mesajlar
veriyor.”
Yine T24’te Oğuz Demiralp
“Suriye
tablosunda beklenmedik değişim” başlıklı yazısında şunları yazıyor:
“Kimyasal silah
kullanımı savaş suçlarının en vahimleri arasında görülür. Uluslararası hukukta
kesinlikle yasaklanmıştır. Suriye bu suçu ilk kez 2013’de işlemişti. Karışık savaş
alanı tablosundan yararlanarak ve Kimyasal Silahların Önlenmesi Sözleşmesi’ne
taraf olarak paçayı kurtardı. Daha sonra Suriye 2015 ve 2016 yıllarında üç kez
kimyasal silah kullandığı (DAEŞ de bir kez) ortaya çıktı. Böylece Suriye
Sözleşme’yi ihlal eden ilk taraf devlet oldu. Kamuoyunda pek gürültü patırdı
olmadı. BM Güvenlik Konseyi’nin karar almasını da Rusya engelledi.”
Yani Suriye’nin 2013’te gaz attığı neredeyse bir mutlak ve
bundan T24 gibi iyi kötü bugün
Türkiye’deki az çok demokratların, ilericilerin, muhaliflerin okuduğu bir
organın yazarları gayet rahat çok bilinen bir hakikatten söz edermiş gibi söz ediyorlar.
Haydi bir de dünyada objektif haberciliğin örneği gösterilen
BBC’den bir örnek verelim.
PJ CrowleyEski ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı’nın yazdığı “Suriye savaşı: Trump
Suriye bataklığına mı çekiliyor?” başylıklı yazıda şu satırlar
okunuyor:
“Başkan Obama'nın 2013
yılında kırmızı çizgisinin açık bir şekilde ihlâl edilmesine rağmen tereddüt
etmesine karşın, Trump müttefiklerinin desteğini aramadı, Kongre'den izin
almadı ya da uzun süreli sonuçların ne olacağı konusunda kaygılanmadı.”
*
Bu kadar örnek yeter her halde. Böylesine itibarlı gazeteci
ve politikacıların yazdıklarına inanacak olursak, 2013’te Suriye kimysal
kullanmış, Obama kararlı devranmamış, Suriye zaten böyle şeyler yapmaya
alışkın, ama bu sefer Trump Obama gibi davranmadı.
Şimdi bir de o zaman ne olduğuna bakalım.
Fehim Taştekin, son yıllarda Ortadoğu ve Suriye üzerine
yazdırklarıyla öne çıkan bir gazeteci. Peşpeşe kitapları çıktı. Sahayı biliyor.
Bilmesine rağmen kendisinin bile başlangıçta bu dezenformasyon yağmuru altında şaşırdığını
da söyleyip özeleştiri yapmış bir gazeteci.
Fehim Taştekin ne diyor?
Gezete Duvar’da çıkan, “Kimyasal
dehşetten sonra” başlıklı yazısında şunları yazıyor:
“Olay her ne şekilde
gelişirse gelişsin, insanların bu şekilde can vermesi kahredici. Fakat en az
onun kadar kahredici olan, bu olaya bir müdahale tezgâhının eşlik etmesidir.
Bu tezgâh 2013’te Doğu
Guta’daki kimyasal fecaatin tekrarı gibi. Saldırı, Suriye’nin davetiyle BM
denetçileri, Han el Esal’da 16’sı asker, 30 kişinin öldüğü kimyasal saldırıyı
soruşturmak üzere Şam’a gittiğinde olmuştu. O zaman kırmızı çizgilerinin
aşıldığını düşünüp Suriye yönetimini cezalandırmaya hazırlanan ABD Başkanı
Barack Obama, son anda çark etmişti. Nedeni, işin içinde bir bityeniğinin
olduğunun anlaşılmasıydı. BM soruşturma komisyonu üyesi Carla del Ponte
muhalifleri açıkça sarin kullanmakla suçlamış ve sarin gazını taşıyan
roketlerin muhaliflerin kontrol ettiği bölgeden atıldığına dair uzman görüşleri
ortaya çıkmıştı.
Kırmızı çizgileri
aşılmış küresel liderin, itibarlı bir şekilde çark etmesine olanak veren de
Rusya’nın, kimyasal stokun imhasına yönelik planıydı.
Suriye’nin kimyasal
stoku 2014’te BM ekibi tarafından teşekküllü bir Amerikan gemisinde imha
edildi. Suudi Arabistan, Türkiye ve İsrail gibi bölgesel müttefiklerinin
arzuladığı şeyi yapmayan Obama bu yüzden ABD’de şahinler kanadının dilinden
kurtulamadı.
Altı yıllık kriz
boyunca kritik her toplantı öncesi Şam’ın suçlandığı bir facianın yaşanması
neredeyse mutat hale geldi.”
Yani aslında muhalifler gaz kullanmıştı ve hükümetin üzerine
atmışlardı. CIA’dan bu yönde çok kesin bilgiler geldiği için Obama misilleme
yapmamıştı “Suriye Rejimi”ne.
Hem muhalifleri suçlar durumda olmamak ve hem de durumu
kurtarmak için, Rusya’nın da yardımıyla Suriye’deki bütün kimyasalların imhası
karşılığında anlaşılmıştı ve o zamandan beri Suriye’de kimyasal silah yok. (Ayrıca
not edelim ki, bunu bizzat İsrail istihbaratı da doğruluyor. İsrail hükümetinin
iddiaları aksine.)
Fehim taştekin yetmez mi?
Hadi bir de başka kanala bakalım.
ZDF Almanya’da ikinci program diye bilinir. Bunlar ciddi
kanallardır. Yarı yarıya Alman devletinin görüşü gibidirler. İşte ZDF gibi, öyle
kolay kolay kimsenin programa çıkıp sarsıcı politik sonuçları olacak iddiaları
şapkadan çıkaramayacağı bir televizyon kanalındaki Markus Lanz’ın programında
Alman ortadoğu uzmanı Michael Lüders’in söylediklerini okuyalım:
“Programın konuğu
Lüders, Suriye de bu kimyasal saldırının ilk olmadığını 21 Ağustos 2013
tarihinde, Suriyeli insan hakları savunucuları Suriye Ordusu’nun Doğu Guta
bölgesinin Jobar, Zamalka, ‘Ain Tirma ve Hazzah bölgelerine sistematik bir
kimyasal saldırı düzenlediğini ve en az 635 kişinin saldırının ilk anında
hayatını kaybettiğini acil olarak duyurmuşlardı.O dönem faili olarak Baas
partisi gösterilmişti.
Fakat bu saldırıları
kendilerinin yapmadığını idda eden Baas Partisi saldırıların kendilerince
yapıldığını kabul etmemiş ve yalanlanmış itiraz etmişti.Birleşmiş Milletler’in
üç haftalık soruşturmaları ve saha araştırmaları sonucunda kimyasal saldırı
kesinleşmiş ve saldırıda kullanılan kimyasal gazın sarin gazı olduğu netlik
kazanmıştı.
Amerika Birleşik
Devletleri başkanı Obama o dönem, Baas Partisi‘ni bu kimyasal saldırı nedeniyle
cezalandıracağını ilan etmesinin ardından, Amerikan istibaratının (CIA) Obamaya
sunduğu belgelerden dolayı Esata karşı ciddi yatırımlar yapamasını engelledi
dedi.
Lüder, belgelerde
Amerikan istihbaratı, kullanılan sarın gazının El nusra militanların eline
geçmesinde en önemli aktörün,Türk istibaratı (Mit) olduğunu ve onların
yardımlarıyla bu silahların cihadislere ulaştırıldığı ve bu saldırıların
arkasında El nusra olduğunu CIA belgeleriyle sunmuştu.
Ayrıca bunu
destekleyen önemli bilgiler Ahrar-uş Şam ve El Nusra Cephesi mensupları 28 Mayıs 2013 de o dönemin Adana’da polisi
tarafından gerçekleştirilen operasyonlarda, kimyasal silahlarla yakalanmıştı
diyen Lüder,bugünkü vahşetin boyutları geçmişte Türk istihbaratı Mitin,
bölgedeki Kürt güçlerini durdurmak ve kendi Suriye politikalarını
kuvvetlendirmek için direk cihadislerle ve El kaide uzantısı El Nusra yapılanmalarıyla
işbirliği yaptığı biliniyor” (Teletex, “Cihadislerin
elindeki zehirli gazları Türk istihbaratı (MİT) sağladı.”
*
Yeni söz eklemeye gerek var mı?
Normal polis araştırmasında bile, önce sabıkalara ve
sicillere bakılır bunu daha önce kimler yaptı diye.
Sicili kabarık olan, sabıkalı olan Erdoğan, Türk istihbaratı
ve Cihatçılardır.
İdlip’teki kimyasal saldırısı hem onların sicillerine hem de
çıkarlarına uygundur.
Önce bu olasılık üzerinde durulması gerekmez mi?
2013’de kimyasal kullanan cihatçılar ve onların ardında da Erdoğan
ve Türk istihbaratı olmasına rağmen anlı
şanlı yazarlar, yorumcular, yayınlar bunu tamamen tersine çevirip o Zaman
Suriye’nin gaz kullandığını söyleyip, bugün de kullanmış olacağı çıkarsamasını
yapıyorlar.
Bu nedenle diyoruz ki, göreceksiniz, bir süre sonra bu İdlip
kimyasalanını ardından Türk istihbaratının ve Erdoğan’ın kulakları görünecektir
büyük bir olasılıkla.
8 Nisan 2017 Cumartesi
Demir Küçükaydın
@demiraltona
Yazılarımız şu adresteki blogta bulunuyor:
Videolarımız şu adreste:
Yazılarımızı ayrıca ses dosyası olarak şurada paylaşıyoruz.
Direk podcasttan veya indirerek dinlemek mümkün.
Kitaplarımız buradan indirilebilir.
1 yorum:
selam sitenizi takibe aldım güzel blog teşekkürler paylaşımınız için .
sizde siteme girip yorum yaparsanız sevinirim: http://tinyurl.com/my7b6fh
Yorum Gönder