8 Nisan 2017 Cumartesi

İdlip’i Anlamak İçin Ghuta’ya Bakmak – 2013’te Ghuta’da Ne Oldu?

İki gündür yazdığımız yazılarda doğrudan Türk Devletini ve Erdoğan’ı İdlip’teki saldırının arkasında olmakla suçluyoruz.
Bu suçlamayı yaparken uzun süredir savunduğumuz ve dile getirdiğimiz başka bir politika yapma tarzını savunuyoruz aslında: önce “kendi” devletini ve “kendi” milletini suçlayacaksın; devletler söz konusu olduğunda suçsuzluğunu kanıtlamak onların görevidir.
Ama bu yazıda işin bu programatik, stratejik, mücadele biçimleriyle, politik mücadele verme tarzıyla ilgili yanını bir tarafa bırakalım.
Somut olarak böyle bir yaklaşımın ne kadar gerekli olduğunu olgular düzeyinde görelim.
İdlip Saldırısı üzerine yazan herkes ağız birliği etmişçesine, Esat’ın 2013 yılında Ghuta’da kimyasal saldırısı yaptığını ve bugün de İdlip’te aynısını yaptığını söyleyerek söze giriyor.
Ve bu söze böyle girmeler öyle masum değil.

Çünkü neredeyse hepsi aynı zamanda bugünkü suçlamaya kanıt oluşturuyor. Yani rejim o zaman yapmıştı, şimdi de yapıyor.
Birkaç örnek verelim:
Taha Akyol, örneğin bugünkü Hürriyet’te “Suriye Siyaseti” başlıklı yazısında şunları yazıyor:
Obama, 20 Ağustos 2012’de yaptığı açıklamada, Esad rejiminin kimyasal silah kullanmasını “kırmızı çizgi” olarak ilan etmişti. Fakat bir yıl sonra, 21 Ağustos 2013’te Esad rejimi Şam’ın Ghuta mahallesinde muhaliflere karşı kimyasal silah kullandı
Yani adeta bir matematik aksiyomdan söz edercesine 2013’te rejim’in Ghuta’da kimyasal kullandığını söylüyor.
Aynı gezete’den Murat Yetkin bir gün önce “Suriye’de sabrı taşıran ne oldu? başlıklı yazısında şunları yazıyor:
21 Ağustos 2013’te Şam’ın varoşu Ghuta mahallesine yapılan kimyasal saldırıda adı geçmiş, o saldırıda yüzlerce kişi öldürülmüştü (bilgi eksikliğinden kesin sayı hala bilinmiyor ama iddialar 280 ile 1730 arasında değişiyor).
Obama, 20 Ağustos 2012’de bir açıklama yaparak, Esad rejiminin muhaliflere kimyasal silah kullanmasını “kırmızıçizgi” olarak duyurmuş, aksi halde askeri müdahale ima etmişti; Türkiye bu açıklamayı memnuniyetle karşılamıştı.
Ancak aynı Obama, az önce söz ettiğimiz Ghuta olayları ardından, uluslararası planda artan hatırlatmalar karşısında 4 Eylül 2013’de “kırmızıçizgi” demediğini söyleyip işin içinden çıkmıştı.
ABD’nin müdahale niyeti olmadığı ortaya çıkınca, Rusya ve Çin’in BM Güvenlik Konseyindeki diplomatik korumasını da arkasına alan Esad rejimi saldırılarını artırmıştı.
2013 IŞİD’in de ortaya çıktığı yıldı. ABD sahneden çekilince İran Devrim Muhafızları ve Lübnan’dan Hizbullah militanları Suriye’ye girip hem IŞİD ve el Nusra gibi terör örgütlerine, hem de rejim karşıtı muhaliflere karşı savaşa katılmıştı.
Aynı Murat Yetkin bugünkü “Kimyasal katliama hayır da diğerlerine evet mi?” yazısında da aynısını tekrar ediyor:
Rusya'nın Ortadoğu'ya dönüşü ABD eski Başkanı Barack Obama'nın 2013'de Suriye'nin Ghuta kimyasal saldırısı karşısında geri adım atmasıyla başlamıştı. Şimdi Rusya'nın yükselişine dur denilmesi de yine Suriye'nin 2017 İdlib saldırısına bir başka ABD Başkanının anında karşılık vermesiyle oldu.”
Haydi bu anlı şanlı yazarlar Hürriyet gibi devletin resmi görüşü (“Amiral Gemisi”) sayılan bir organın yazarları, gerçekle bir ilişkilerinin olmaması geyet normal diyelim.
Peki bu dönemde bir parça olsun enformasyona ve haberciliğe dayalı işler yapmaya çalışan Medyascope’ta her hafta  Gönül Tol ve Ruşen Çakır ile Transatlantik başlığı altında ABD’den haber ve yorum yapan, yani bu çölde iyi kötü belli bir habercilik seviyesinde olması beklenen Ömer Taşpınar T24’te “Kasabada yeni bir şerif var” başlıklı makalesinde ne yazıyor? (Aynısını Transatlantik’te de dile getirdi ve ne Ruşen Çakır’dan, ne de Gönül Tol’dan bir itiraz görmedi.)
2013 yılında kimyasal silah kullanarak 1400 sivili katleden Şam yönetimi Beyaz Saray'ın kırmızı çizgisini aşarak Obama'yı test etmişti. Yaşanan trajedi ve aşılan kırmızı çizgiye rağmen Obama yönetimi krize askeri değil, diplomatik cevap aramıştı. Rusya'nın devreye girmesi ve Şam'ın elindeki kimyasal silah stoklarını yok etmeyi kabul etmesiyle kriz atlatılmış gözüktü. Bu süreç boyunca pasif kalan Obama yönetimi kaçınılmaz olarak inandırıcılık ve caydırıcılık sorunu yaşadı.
Birkaç gün önce Şam yönetimi gene kimyasal kullanarak tıpkı 2013'de Obama'yı test ettiği gibi bu sefer Trump'ı test etmek istedi ve cevabını aldı. Zira kasabada artık yeni bir şerif var. Esad gereksiz bir kumar oynadı ve kaybetti. Güçlendiği bir dönemde beklemediği bir darbe aldı. Trump ise beklemediği bir anda güçlendi. Krizi hem iç hem de dış politikada fırsata çevirdi. Suriye rejiminin en önemli hava üssüne 60 Tomahawk füzesi yollayarak Trump dışarıya ve içeriye önemli mesajlar veriyor.”
Yine T24’te Oğuz Demiralp “Suriye tablosunda beklenmedik değişim” başlıklı yazısında şunları yazıyor:
Kimyasal silah kullanımı savaş suçlarının en vahimleri arasında görülür. Uluslararası hukukta kesinlikle yasaklanmıştır. Suriye bu suçu ilk kez 2013’de işlemişti. Karışık savaş alanı tablosundan yararlanarak ve Kimyasal Silahların Önlenmesi Sözleşmesi’ne taraf olarak paçayı kurtardı. Daha sonra Suriye 2015 ve 2016 yıllarında üç kez kimyasal silah kullandığı (DAEŞ de bir kez) ortaya çıktı. Böylece Suriye Sözleşme’yi ihlal eden ilk taraf devlet oldu. Kamuoyunda pek gürültü patırdı olmadı. BM Güvenlik Konseyi’nin karar almasını da Rusya engelledi.”
Yani Suriye’nin 2013’te gaz attığı neredeyse bir mutlak ve bundan T24 gibi iyi kötü bugün Türkiye’deki az çok demokratların, ilericilerin, muhaliflerin okuduğu bir organın yazarları gayet rahat çok bilinen bir hakikatten  söz edermiş gibi söz ediyorlar.
Haydi bir de dünyada objektif haberciliğin örneği gösterilen BBC’den bir örnek verelim.
PJ CrowleyEski ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı’nın yazdığı “Suriye savaşı: Trump Suriye bataklığına mı çekiliyor?” başylıklı yazıda şu satırlar okunuyor:
Başkan Obama'nın 2013 yılında kırmızı çizgisinin açık bir şekilde ihlâl edilmesine rağmen tereddüt etmesine karşın, Trump müttefiklerinin desteğini aramadı, Kongre'den izin almadı ya da uzun süreli sonuçların ne olacağı konusunda kaygılanmadı.”
*
Bu kadar örnek yeter her halde. Böylesine itibarlı gazeteci ve politikacıların yazdıklarına inanacak olursak, 2013’te Suriye kimysal kullanmış, Obama kararlı devranmamış, Suriye zaten böyle şeyler yapmaya alışkın, ama bu sefer Trump Obama gibi davranmadı.
Şimdi bir de o zaman ne olduğuna bakalım.
Fehim Taştekin, son yıllarda Ortadoğu ve Suriye üzerine yazdırklarıyla öne çıkan bir gazeteci. Peşpeşe kitapları çıktı. Sahayı biliyor. Bilmesine rağmen kendisinin bile başlangıçta  bu dezenformasyon yağmuru altında şaşırdığını da söyleyip özeleştiri yapmış bir gazeteci.
Fehim Taştekin ne diyor?
Gezete Duvar’da çıkan, “Kimyasal dehşetten sonra” başlıklı yazısında şunları yazıyor:
Olay her ne şekilde gelişirse gelişsin, insanların bu şekilde can vermesi kahredici. Fakat en az onun kadar kahredici olan, bu olaya bir müdahale tezgâhının eşlik etmesidir.
Bu tezgâh 2013’te Doğu Guta’daki kimyasal fecaatin tekrarı gibi. Saldırı, Suriye’nin davetiyle BM denetçileri, Han el Esal’da 16’sı asker, 30 kişinin öldüğü kimyasal saldırıyı soruşturmak üzere Şam’a gittiğinde olmuştu. O zaman kırmızı çizgilerinin aşıldığını düşünüp Suriye yönetimini cezalandırmaya hazırlanan ABD Başkanı Barack Obama, son anda çark etmişti. Nedeni, işin içinde bir bityeniğinin olduğunun anlaşılmasıydı. BM soruşturma komisyonu üyesi Carla del Ponte muhalifleri açıkça sarin kullanmakla suçlamış ve sarin gazını taşıyan roketlerin muhaliflerin kontrol ettiği bölgeden atıldığına dair uzman görüşleri ortaya çıkmıştı.
Kırmızı çizgileri aşılmış küresel liderin, itibarlı bir şekilde çark etmesine olanak veren de Rusya’nın, kimyasal stokun imhasına yönelik planıydı.
Suriye’nin kimyasal stoku 2014’te BM ekibi tarafından teşekküllü bir Amerikan gemisinde imha edildi. Suudi Arabistan, Türkiye ve İsrail gibi bölgesel müttefiklerinin arzuladığı şeyi yapmayan Obama bu yüzden ABD’de şahinler kanadının dilinden kurtulamadı.
Altı yıllık kriz boyunca kritik her toplantı öncesi Şam’ın suçlandığı bir facianın yaşanması neredeyse mutat hale geldi.
Yani aslında muhalifler gaz kullanmıştı ve hükümetin üzerine atmışlardı. CIA’dan bu yönde çok kesin bilgiler geldiği için Obama misilleme yapmamıştı “Suriye Rejimi”ne.
Hem muhalifleri suçlar durumda olmamak ve hem de durumu kurtarmak için, Rusya’nın da yardımıyla Suriye’deki bütün kimyasalların imhası karşılığında anlaşılmıştı ve o zamandan beri Suriye’de kimyasal silah yok. (Ayrıca not edelim ki, bunu bizzat İsrail istihbaratı da doğruluyor. İsrail hükümetinin iddiaları aksine.)
Fehim taştekin yetmez mi?
Hadi bir de başka kanala bakalım.
ZDF Almanya’da ikinci program diye bilinir. Bunlar ciddi kanallardır. Yarı yarıya Alman devletinin görüşü gibidirler. İşte ZDF gibi, öyle kolay kolay kimsenin programa çıkıp sarsıcı politik sonuçları olacak iddiaları şapkadan çıkaramayacağı bir televizyon kanalındaki Markus Lanz’ın programında Alman ortadoğu uzmanı Michael Lüders’in söylediklerini okuyalım:
Programın konuğu Lüders, Suriye de bu kimyasal saldırının ilk olmadığını 21 Ağustos 2013 tarihinde, Suriyeli insan hakları savunucuları Suriye Ordusu’nun Doğu Guta bölgesinin Jobar, Zamalka, ‘Ain Tirma ve Hazzah bölgelerine sistematik bir kimyasal saldırı düzenlediğini ve en az 635 kişinin saldırının ilk anında hayatını kaybettiğini acil olarak duyurmuşlardı.O dönem faili olarak Baas partisi gösterilmişti.
Fakat bu saldırıları kendilerinin yapmadığını idda eden Baas Partisi saldırıların kendilerince yapıldığını kabul etmemiş ve yalanlanmış itiraz etmişti.Birleşmiş Milletler’in üç haftalık soruşturmaları ve saha araştırmaları sonucunda kimyasal saldırı kesinleşmiş ve saldırıda kullanılan kimyasal gazın sarin gazı olduğu netlik kazanmıştı.
Amerika Birleşik Devletleri başkanı Obama o dönem, Baas Partisi‘ni bu kimyasal saldırı nedeniyle cezalandıracağını ilan etmesinin ardından, Amerikan istibaratının (CIA) Obamaya sunduğu belgelerden dolayı Esata karşı ciddi yatırımlar yapamasını engelledi dedi.
Lüder, belgelerde Amerikan istihbaratı, kullanılan sarın gazının El nusra militanların eline geçmesinde en önemli aktörün,Türk istibaratı (Mit) olduğunu ve onların yardımlarıyla bu silahların cihadislere ulaştırıldığı ve bu saldırıların arkasında El nusra olduğunu CIA belgeleriyle sunmuştu.
Ayrıca bunu destekleyen önemli bilgiler Ahrar-uş Şam ve El Nusra Cephesi mensupları  28 Mayıs 2013 de o dönemin Adana’da polisi tarafından gerçekleştirilen operasyonlarda, kimyasal silahlarla yakalanmıştı diyen Lüder,bugünkü vahşetin boyutları geçmişte Türk istihbaratı Mitin, bölgedeki Kürt güçlerini durdurmak ve kendi Suriye politikalarını kuvvetlendirmek için direk cihadislerle ve El kaide uzantısı El Nusra yapılanmalarıyla işbirliği yaptığı biliniyor” (Teletex, “Cihadislerin elindeki zehirli gazları Türk istihbaratı (MİT) sağladı.”
*
Yeni söz eklemeye gerek var mı?
Normal polis araştırmasında bile, önce sabıkalara ve sicillere bakılır bunu daha önce kimler yaptı diye.
Sicili kabarık olan, sabıkalı olan Erdoğan, Türk istihbaratı ve Cihatçılardır.
İdlip’teki kimyasal saldırısı hem onların sicillerine hem de çıkarlarına uygundur.
Önce bu olasılık üzerinde durulması gerekmez mi?
2013’de kimyasal kullanan cihatçılar ve onların ardında da Erdoğan ve Türk istihbaratı  olmasına rağmen anlı şanlı yazarlar, yorumcular, yayınlar bunu tamamen tersine çevirip o Zaman Suriye’nin gaz kullandığını söyleyip, bugün de kullanmış olacağı çıkarsamasını yapıyorlar.
Bu nedenle diyoruz ki, göreceksiniz, bir süre sonra bu İdlip kimyasalanını ardından Türk istihbaratının ve Erdoğan’ın kulakları görünecektir büyük bir olasılıkla.
8 Nisan 2017 Cumartesi
Demir Küçükaydın
@demiraltona
Yazılarımız şu adresteki blogta bulunuyor:
Videolarımız şu adreste:
Yazılarımızı ayrıca ses dosyası olarak şurada paylaşıyoruz. Direk podcasttan veya indirerek dinlemek mümkün.
Kitaplarımız buradan indirilebilir.


1 yorum:

Hande Yıldız dedi ki...

selam sitenizi takibe aldım güzel blog teşekkürler paylaşımınız için .
sizde siteme girip yorum yaparsanız sevinirim: http://tinyurl.com/my7b6fh