Dün Berlin’de hem de HDK’nın çağrısıyla bir miting ve
yürüyüş yapıldı. Aşağı yukarı 2000 veya biraz üstü bir katılım vardı. Yeterince
ön hazırlık yapılmadan olmasına rağmen, fena bur katılım sayılmaz.
Ancak bu miting ve yürüyüşte önemli olan, nicelik değil
niteliğiydi. Referandum öncesindeki üç ayda #HAYIR girişimleri biçiminde doğan ve
sonra da Erdoğan’ın YSK aracılığıyla yaptığı darbe ve oldubittiyi kabul etmeyen
hareketin, tohum halindeki kimi genel özellikleri bu mitinge de damgasını
vurmuştu.
Bunların kısaca analiz edilmesi kanımızca önemlidir. Ama
önce tipik durumlara ilişkin birkaç gözlem.
Birincisi miting ve yürüyüş çağrısını Kürt Özgürlük Hareketinin
örgütlerinden biri yapmış olmasına rağmen şimdiye kadar görülmemiş yeni bir
kesimin katıldığı görülüyordu. Şehirli, laik, Kemalist veya Ulusalcı tabir
edilecek kesimlerden, ve özellikle de bu kesimden kadınların katılımı dikkati
çekiyordu.
Ve kadınların bu katılımı, .yeni girilen yabancı bir
çevredeki çekingen ve utangaç bir katılım değildi; ortada görünmekten
çekinmeyen, aksine öne çıkan, gereğinde inisiyatif de gösteren bir katılımdı.
İlginç bir olay gözlemledim.
Bir evden birileri yürüyüş kolunu tahrik etmek için ampullü
AKP bayrağı gösteriyor ve Rabia işareti yapıyordu. Bu da özellikle yürüyüş
kolundaki gençleri çıldırtıyor ve oraya yönelik onlar da işaretler yapıyor, laf
atıyorlardı, provokasyona geliyorlardı.
Bizler, onlara bakmayan, cevap vermeyin yürüyüşe devam edin,
provokasyona gelmeyin falan derken. İyi giyimli, bakımlı, otuz yaşlarında
kadar, bu gibi Kürt hareketinin çağırdığı yürüyüşlerde hiç görülmemişlerden bir
kadın, hemen orada kendi girişim ve yaratıcılığıyla, şu an hatırlayamadığım ama
o ana çok uyan bir slogan atmaya başladı, herkes de tekrarlayınca, birden bire
o provokasyon ortamı kayboldu.
Bir başka gözlem.
Mitingi esas itibariyle Kürt hareketi çağırmış olmasına
rağmen, Kürt hareketi daha önce pek görülmemiş bir şekilde, kendi bayraklarını,
Apo posterlerini hiç öne çıkarmadı. Diğer küçük sol gruplar da çıkarmadı.
Tamamen mitingin konusu olan pankartlar vardı. Sadece küçük
Alman sol grupların kendi bayrakları vardı. Bir de bazı katılımcıların
kendilerinin hazırladığı bir örgütün sembolü olmamış bireysel pankartlar vardı.
Bu Kürt hareketinin de bugün ortaya çıkan durumu doğru
değerlendirip, çok daha geniş birliklerin oluşması için özel bir çaba
gösterdiği anlamına geliyordu. Bu çizgi sürdüğü takdirde 7 Haziran sonrası gibi
bir durum ortaya çıkmaz.
Kürt hareketi bayrak açmadı. Daha doğrusu, açtı ama sadece
somut slogandan ibaret bir bayrak açtı: #HAYIR,
bitmedi daha yeni başlıyor. Doğru olan ve yıllardır sol politik kültürde
bulunmayan buydu.
Miting ve yürüyüşler somut
hedefler için olmalıdır, bunun için bir araya gelinmelidir.
Kaç hareketin veya kaç örgütün kaç militanının olduğunun
gösterilmesi veya bir aidiyet belirten rozet slogan ve pankartların gösterisi
için değil.
İlk kez bu yönde bir değişimin işaretleri görünüyordu.
Kürt Hareketi’nin en büyük hareket olarak böyle yapması, diğerlerinin
de böyle davranışının önünü açmış gibi görünüyor.
Ama daha ilginç ve önemli olan, bu mitingde ilk kez görülen şehirli
ve laik kesimin davranışıydı.
Onlardan bazıları da sarılı Türk bayraklarıyla gelmişlerdi
ve ilk fırsatta, yürüyüş başladığında birkaçı bu bayrakları hemen açtılar.
Onlara kimse bir şey demedi. Belki kimileri kişisel düzeyde, “Kürtler de Apo
bayrağı açsa siz burada durur musunuz?”
gibi bir şey demiş olabilir ama bilmiyorum. Fakat hiçbir zorlama veya
kapatın diye bir zorlama yoktu. Herkes biraz görmezden geldi ve muhtemelen
bakışlarıyla yadırgadığını bir şekilde ifade etmiş olmalı.
Ve onlar kendiliklerinden bir süre sonra Türk bayrakları
açmayı bıraktılar, bayrağı kapadılar. Miting bittiğinde bir ara bir kaçı marş
söylemeyi denedi ama halay çekilmeye başlanınca ve de katılım olmayınca ısrar
etmediler. Bir süre halay çekenleri seyrettiler ve sonra çekinerek de olsa
içlerinden halaya katılanlar oldu.
Böylece referandumdan önce özellikle Türkiye’deki bazı yerlerde
görülmeye başlayan daha somut sloganlar etrafında örgütsel ve politik
aidiyetlere vurgu yapmadan somut bir hedefe yönelerek bir araya gelme eğilimi
giderek netlik kazanarak Berlin’deki yürüyüşe de yansımış oluyordu.
Berlin’in Türkiye’nin şehir ortalamasını yansıttığı var
sayılabilir.
Yurt dışı oylarda, Kanada, ABD gibi beyin göçünün yaşandığı
yerlerde #Hayır tavan yaparken, esas olarak vasıfsız işgücü göçünün yoğun
olduğu yerlerde evet tavan yapmıştı.
Berlin ise yarı yarıya evet ve #hayır ile aşağı yukarı
Türkiye ortalamasına benziyordu.
*
Bu yeni durumun nedeni nedir?
Biz bunu iki ulusal sorunun birleşmesi olarak tanımlıyoruz.
Biz bunu iki ulusal sorunun birleşmesi olarak tanımlıyoruz.
Aslında Reina katliamı sonrası yazılarda açıklamayı denediğimiz
gibi “laik hayat tarzı” veya “sekülerler” diye tanımlanan daha ziyade kültürel
bir bağlam ve kavramlarla tanımlanmak istenen okun aslında bir ulusal sorundur.
Ulusların Türklük, Kürtlük gibi soy, dil vs. ile var olacağı yanlış bir
algıdır: dine dayanan uluslar da olur. Politik olanı ve ulusal olanı neyle
tanımlarsanız ulusu öyle kurabilirsiniz.
Devlet ve Ulus Türk ve Sünni olarak tanımlandığı için, Burada
Kürtler ve Aleviler ezilen ulus durumundaydı. Aleviler Genelkurmayın Uğur Mumcu
ve Madımak oyunuyla CHP gettosuna hapsedilmiş, Kürt hareketinden uzak
tutulabilmiş hatta ona karşı yönlendirilebilmişti.
O dönemde, Türk laik ve şehirli kesimler hem Türk hem de seküler
oldukları ve devletin koruması onlara bir garanti olduğu; aynı zamanda organik
ve yapısal olarak da bağlı bulundukları devlet sınıflarının konum ve çıkarlarıyla
da denk düştüğü için, Kürt hareketi karşısında bulunuyorlar, hatta ona karşı en
militan kesimi oluşturuyorlardı. CHP’nin militanlığını bile yeterli bulamayan
kesimler böylece MHP’yi de kısmen böyle bir dönüşüme uğratmışlardı.
O dönemde, türban yasaklarında dışa vuran, politik İslam’ı
baskı altında tutma politikası nedeniyle alt sınıfları ve demokratik özlemleri
Politik İslam yoğun olarak temsil ediyor ve bu da Kürtleri ve liberal aydınları
politik İslam’la nesnel bir ittifaka yöneltiyordu.
2007’de AKP’nin tam anlamıyla iktidar olduğunu var sayarsak,
2011’e kadar bu böyle devem etti. 2011’den sonra Erdoğan’ın ve AKP’nin ulusu ve
devleti İslam’la tanıma girişimleri devreye girince ve buna da baskı ve şiddet
de eklenmeye başlayınca, O zamana kadar egemen ulus durumunda bulunan Türklerin
içindeki “seküler” kesimler “yaşam tarzlarıyla” ezilen ulus tarafına, önceden
ezilen politik olarak Sünni Müslüman kesimler de ezen ulus konumuna geçmeye
başladılar.
Bu güçlerin yer değiştirmesinin ilk sonucu Gezi oldu. Bu yer
değiştirme ister istemez Laik şehirli kesimleri ve Alevileri Kürt hareketi ile
benzer bir konuma itiyor ve ittifaka zorluyordu. Ama bu hemen yansımadı
politikaya. Önce Kürt hareketi bu yeni olguya hala eskinin penceresinden
baktığından yeni olanı göremiyor eski refleksleriyle tepki gösteriyordu. Öte
yandan aynı durum bu dönüşüme uğrayan kesimde de vardı. Yani hem geçmişin ön
yargıları vardı, hem de dönüşüm bu kadar net değildi. “Laikler” ve Aleviler
kendilerini böylesine köşeye sıkışmış hissetmiyorlardı.
Ama özellikle 15 Temmuz’dan sonra tam bir köşeye sıkışmışlık
duygusu ve buna bağlı olarak da ülkeyi terk etme eğilimi gelişti.
Ne var ki, Referandum öncesi, sosyal medyada başlayan
mücadele etme eğilimi hızla bir #HAYIR hareketi yarattı ve o köşeye sıkışmışlık,
yılgınlık eğiliminin yerini mücadele etme kararlılığı aldı.
Bu Türkiye’deki politik ve sosyal mücadelelerde yepyeni bir
dinamiktir.
Demokrasi mücadelesine yepyeni ufuklar açar.
Kürt hareketinin sorunu politik olarak Türkiye’deki en
demokratik hareket olmasına rağmen, kültürel olarak hem sınırlılıkları olması
hem de demokratik olmamasıydı. Bir bakıma HDP bunu biraz olsun yontar gibi
olduysa da, ki Öcalan’ın yapmaya çalıştığı da hep bu olmuştur, sonuçta Kürt hareketi kendisini dönüştürmesi
gerekenleri dönüştürdü, daha ziyade liberal olan bu aydınları kendine benzetti,
hazmetti.
Ama şimdi, Türkiye’nin kültürel olarak en demokratik ve
kaymak tabakası mücadele etme eğilimleri ve semptomları gösteriyor. Dedelerinin
Birinci Mecliste, gerekirse “Şeytan da
oluruz Bolşevik de” demeleri gibi, “Kürtlerle de bir araya geliriz” diyor.
Klasik kapıkulları kadar özellikle genç modern ücretlilerden
de oluşan bu tabaka, kültürel olarak demokratik özellikler taşımasına rağmen,
politik olarak demokratik olmaktan çok uzaktır ve demokratik bir programı
yoktur.
*
Burada iki taraftan da gelebilecek hamleler bu iki
hareketin, bu iki ezilen ulus hareketinin kendilerini aşarak demokratik bir
ulus hareketi içinde birleşmelerini hızla sağlayabilir.
Bu yönde bilinçli hamleler ve müdahaleler olmazsa, bu yine
olabilir ama el yordamıyla, geç ve güçsüz olarak.
Bu iki hareketin programlarını dikine kesen bir program
gerekir. Böyle bir programı olan ve böyle bir programı savunan maalesef bizden
başka bir güç yok ve biz de bir güç değil. Sıradan bir yazarız.
Sorun şurada.
Kürt hareketi, politik birimleri dile, dine göre
tanımlamakta. Bunların eşitliğini savunmakta. Bu program bugün inkârcı Türk
devletine göre demokratik gibi görünüyorsa da aslında son derece gerici bir
programdır. Sonucu ancak Lübnanlaşma veya Lübnanlaşmayı engellemek için, bu dil
veya dinlerden birine dayanan güçlü bir kesimin diğerlerinin dengesini gözeten
bir uzlaşma yaptırmasıdır. Bu ise, merkezkaç eğilimleri dengeleyecek merkezi ve
güçlü bir devlet cihazını zorunlu kılar.
Aslında HDP ve HDK tam da böyle bir işleyişin örneğidir.
İçindeki bileşenleri güçlü Kürt hareketi, adil ve kendinden veren bir ağa
durumundaki Kürt hareketi, onların dengelerini güden paylaştırmalarla yönetmekte
ve bir arada bulunmalarını sağlamaktadır.
Buradan ne kaynaşmış demokratik bir hareket, ne de kaynaşmış
bir demokratik ulus çıkar.
Gelelim diğer tarafa. Aleviler ve şehirli laikler tarafına.
Onlar da ulusun ve devletin Türklükle tanımlanmasını hiçbir şekilde
tartışılamayacak bir veri olarak alıyorlar.
Bu Türklükle tanımlanmış ulusun eski inkârcı ve yasakçı
zihniyeti atarak, örneğin Kürtlüğün, bir kültür olarak veya bireysel haklar düzeyinde
Kürtçenin öğrenim hakkının tanınması ötesine gitmiyorlar, yani pratik olarak
Avrupa Birliği standart uygulaması gibi bir anlayış ve programa sahiptir.
Bu ikisi birbiriyle çelişmektedir. Bu ittifakın en zayıf
yanı budur.
Bu ittifakın sürmesinin tek yolu vardır. İkisinin de daha
radikalleşip aynı demokratik programda buluşması: bu program ise, ulusun bir
dille, dinle tanımlanmasına son vermektir.
O zaman Türklük veya Kürtlük, Alevilik veya Sünnilik
kişilerin özel sorunu olur.
Devletin dili, dini, tarihi, edebiyatı olmaz.
Bu biçim tüm din ve dillerin üzerindeki ezme ezilme
ilişkisine son verir. Bu biçim içinde ancak, bu Şark devleti tasfiye edilip demokratik
bir ulus ve devlet kuruyabilir.
Maalesef böyle bir programatik dönüşümü yapacak bir
entelektüel hazırlık yok.
Bizim yıllardır bu konudaki teorik ve politik çabalarımız hiçbir
yankı uyandırmadan bilinmez olarak kaldı.
Belki pratik kitlesel mücadele içinde el yordamıyla ve
deneme yanılma yoluyla bu noktaya varabilirler.
Vardıkları takdirde, Ortadoğu’nun en büyük ve tecrübeli
gerilla hareketinin birden bire Türkiye’nin kültürel ve entelektüel bakımdan en
kaymak tabakasının nicel ve nitel gücüyle desteklenmiş olması gibi bir durum
ortaya çıkar. Veya bu tersinden şöyle de formüle edilebilir: Radikalleşen şehirli
laikler ve Alevilerin, Kürdistan’ın gerilla hareketiyle demokratik bir ulus ve
devlet projesinde birleşmesi.
Bu ortaya çıktığı an, yani İstanbul ve Kandil-Rojava aynı
programda birleştiği an, sadece Ortadoğu’nun “makûs talihi” yenilmez; Dünyanın
gidişi bile kökten değişebilir.
Bu yazı uzadığından bu hareketin karşılaşacağı sorunlar ve
çözüm konusuna şimdilik girmeyelim.
Ama Bu doğum sancıları yaşayan hareketin karşılaşacağı
politik güçlükler bağlamında, özellikle Artı
Gerçek’te çıkan Yavuz Baydar’ın ‘Hayır’cılara çifte kuşatma; Taylan
Doğan’ın Adil Medya’da çıkan, bu
yazıda değindiğimiz dönüşümleri daha geniş ve derli toplu olarak kendi
meşrebince ele alan, Seküler muhalefet ve
yine Bekir Ağırdır’ın Evrensel’de çıkan, sözünü ettiğimiz
sosyolojik değişmeleri ele alan ama bunu başka kavramlarla açıklayan, Tercihlerimizi
Beklentiler Değil Korkular Belirledi başlıklı söyleşisini öneririz.
Bu strateji konularının tartışılması bile başlı başına bir
ilerlemedir.
Tartışmanın genişlemesi ve bu yeni doğma emareleri gösteren
harekete yayılması ve ortaklaşa yapılması gerekiyor.
22 Nisan 2017 Cumartesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder