2012 yılında bir
örgüte girelim de bir ucundan örgütlü mücadele verelim diye Ertuğrul Kürkçü'nün
yöneticisi olduğu SYK'a (Sosyalist Yeniden Kuruluş, Şimdiki SYKP'nin atası)
girdik.
Çünkü Ertuğrul,
"bir program tartışması açtık, bu sefer cidden yapacağız, herkesi davet
ediyoruz” demiş ve davet etmişti örgüte. Biz de ciddiye almıştık.
İlk birkaç
toplantıya katılınca, "biz birleşme sürecini ve program tartışmasını
başlatırken senin geleceğini düşünmemiştik, sen buraya gelme” dediler.
Davet edenler de
bütün bu skandalı görmezden, duymazdan geldiler.
Bu davranışları
bazı üyelerce protesto edilince de kovmaktan vazgeçtiler ama program
tartışmasına karşı program önerilerimizi bile getirmemizi engellediler ve
sonunda dışlamayı başardılar.
O sıralar bu
örgütte, örgütün "bir politik profili olmadığından" da söz
ediliyordu.
İşte bu
"profil yokluğu"na bir çare olarak, 1 Mayıs'ın gündemine Ermeni
katliamını, yani 24 Nisan'ı aldırmaya çalışmayı önermiştim.
Tabii o zaman
diğer program önerilerim gibi, bu pratik öneri de gündeme bile alınmadı.
Hayalci bulundu. Ve bir süre sona da zaten o örgütten dışlandık.
Aşağıda o zaman bu
örgüte yaptığımız önerileri aktarıyoruz.
O zamanlar
kimsenin tartışmaya bile değer görmediği öneriler şimdi artık çeşitli
çevrelerde iyi kötü dillendirilmeye başlandı denebilir.
Bu yazıyı tekrar
yayınlayarak, hem o zamanki önerimizi "hayalci" bulan "sosyalist
gerçekçilere" bir hatırlatma yapalım dedik; hem de öneriler hala
geçerliliğini sürdürdüğü için bütün sosyalistlere tekrar bir öneri olarak
hatırlatalım dedik.
Yazılar aynı
zamanda bir belge niteliği taşıdığından olduğu gibi yayınlıyoruz.
İbret vericidir. Lütfen
okuyun.
24 Nisan 2017
Pazartesi
Politik Bir Profil İçin Öneri: “24 Nisan’ı 1 Mayıs Yapalım”
Değerli Arkadaşlar,
Geçen Çarşamba (21.11.2012) Kadıköy’de yaptığımız toplantıda
bazı arkadaşlar, bizlerin diğer sol örgüt ve akımlardan ayrılığımızı ve politik
profilimizi gösterecek bir şeyler yapmamız gerektiğini; örneğin kampanyalar
yapmamız gerektiğini belirttiler. Ancak konu üzerinde özel bir gündem
olmadığından elbette görüşülmedi ve bu eksiklik ve istek belirtilmekle birlikte
somut bir öneri de gelmedi.
Bunun üzerine benim bu konuda bir önerim var, düşünelim ve
tartışalım, olgunlaştıralım dedim ve kısaca önerimi “24 Nisan’ı 1 Mayıs Yapalım” parolasıyla ifade edip, bunun hem bu
amaca hizmet edeceğini hem de Türkiye’deki demokrasi mücadelesine büyük katkısı
olacağını ifade ettim.
Bunun üzerine Erdal Kara arkadaş, bu konuyu daha ayrıntılı
yazmamın iyi olacağını söyledi.
Ben de şimdi aşağıda bu önerimi, şimdi kısaca özetleyip,
tartışılmak ve olgunlaştırılmak üzere, bütün SYK kamuoyuna iletiyorum.
Tartışılması dileğiyle. Gelen itirazlar ve tartışmalara göre görüşümü daha
ayrıntılı açıklarım ve hep birlikte olgunlaştırabiliriz.
Niçin “24 Nisan’ı 1 Mayıs Yapalım” ya da “1 Mayıs’ı 24 Nisan’da yapalım” kampanyası?
Şu nedenle, bizler bu parolayı ortaya atıp solun ve
Türkiye’nin gündemine soktuğumuz ve tartıştırabildiğimiz noktada herkes bize
karış çıksa ve küfretse bile biz kazanmışız; gündemi biz belirlemişiz demektir.
Ve bu gündem, Türkiye’deki mücadelenin boğayı boynuzlarından yakalaması;
güçlerin en irisini düşmanın en can alıcı yerine yığması anlamına gelir ve
stratejik olarak da çok doğru bir strateji anlamına gelir.
Bugünkü gücümüzle, (sadece fiziki güçten, örgütsel güçten
söz etmiyorum; entelektüel ve teorik güçten de söz ediyorum) Türkiye’de büyük
etki sağlama; solun gettosunun dışına çıkma şansımız yoktur. Hatta o gettoda
bile ciddiye alınma şansımız azalmaktadır. Onların günlük gazeteleri var; bu
yayınlar atılım üstüne atılım yapıyorlar (Birgün
yeni atılımda; Sol günlük çıkmaya
başladı; Evrensel ve Hayat TV bir şekilde oturmuş gidiyor).
Ayrıca Şehir küçük burjuvazisi giderek Kürtlere yaklaşıyor
ve muhalefetini sertleştiriyor. Zaten bu
hareketlerin de Kürtlere yaklaşması ve atılımları bunun bir ifadesi olarak da
okunabilir. Bütün bunlar da onlara yeni ve taze güçler getiriyor.
Yani ne entelektüel ve teorik gücümüz var; ne politik, ne de
örgütsel.
Ertuğrul Kürkçü de olmasa aslında sıradan bir sol örgütüz
arada bir yerlerde.
Ama bugünkü gücümüzle, bu sorunu Türkiye’nin
sosyalistlerinin ve sol kamuoyunun gündemine ve tartışmasına sokabiliriz.
Onları bu öneri karşısında tavır almaya zorlayabiliriz. Bunu yaptığımız an
zafer kazanmışız demektir. Zafer sizin önerinizin kabul edilmesi değildir;
sizin önerinizin veya sizin tartışılmanızdır.
Herkes size karşı çıksa, hatta küfretse bile size karşı çıkıyor ve
küfrediyorsa ve siz esas olarak doğru bir pozisyondaysanız, siz kazandınız
demektir.
Gerisi zadece basit bir zaman sorunudur.
Bu mümkündür. Bunu yaptığımız an, hem sosyalistler olarak
Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin önüne geçmiş; bu mücadeleyi liberallerin
tekelinden kurtarmış oluruz; hem de ulusalcı sosyalistlerle ve sosyalizmle
ciddi bir mücadeleye başlamış oluruz. Onları köşeye sıkıştırırız.
Ulusalcı sosyalistler (EP’den TKP’ye, Halk Evleri’ne ve
ÖDP’ye kadar) bu öneri karşısında sustukları veya karşı çıktıkları takdirde
anti demokratik, ulusalcı nitelikleri; kendileri hakkındaki iddialarıyla gerçek
tutumları arasındaki çelişki ortaya çıkar. Buda onların çoğunda patlamalara yol
açar.
Ama bu aynı zamanda, liberallerin elindeki silahı alır.
Çünkü liberaller gerçekten demokratik özlemliler üzerindeki hegemonyalarını
sosyalistlerin demokratik mücadeleye karşı ilgisizlikleri, hatta karşı duruşları
sayesinde sürdürmektedirler.x
Bu ikisi arasında aslında zımni bir çıkar ve kader ortaklığı
vardır.
Bizlerin sosyalistler olarak demokratik bir mücadelenin
önüne geçmemiz, liberallerin silahlarını elinden alır; onları açmazda bırakır.
Liberaller ve Ulusalcılar, eğer pratik olarak önerimizi
destekler ve yanımıza gelirlerse; yani 1 Mayıs’ta alanları dolduranlar 24
Nisan’da alanlara akarlarsa; Türkiye’de gerçekten zihinlerde devrim gibi bir
şey olur. Demokratik mücadele müthiş bir yol kat etmiş olur. Ulusalcılar ve
Liberaller aslında ellerinde olmadan demokratik mücadelenin aracı işlevi
yüklenmiş olurlar nesnel olarak.
Ama gelmezlerse ve karşı çıkarlarsa, bu sefer kendi gerici
ve anti demokratik yüzleri ortaya çıkar ve şimdiye kadar sürdürdükleri oyunları
bozulur.
Böylece hem sosyalist hem de demokratik mücadelenin öncüsü
bir profil elde dilmiş olur.
Ancak bu aslında bir yan üründür.
Esas olarak tahmin edilemeyecek kadar büyük başka kazanç ve
ilerlemeler olur.
Bir kere, böyle bir öneri, ister istemez Ermeni katliamını
gündeme getirecektir. Bu konunun sadece gündeme gelmesi bile müthiş bir
devrimci ve demokratik bir potansiyele sahiptir. Çünkü bu konu tüm kavramları
ve tarihi yeni baştan tanımlamayı gerektirir. Bu ise entelektüel hayatın
gündemini belirlemek demektir. Yani ideolojik egemenlik demektir.
Herkes bize küfretse, önerimize karşı çıksa bile, bizim
dediğimizi tartıştığı için, ideolojik egemenliğimiz altına girmiş olur. Böylece
sol ve demokratik güçler tekrar etki entelektüel ve yaratıcı gücünü kazanmaya;
entelektüel ve teorik hayat üzerindeki ölü toprağını atmaya başlar.
Böyle bir kampanya, bir demokratik hareketin şekillenmesine
ve radikal bir demokratik hareketin programının gerçekten ne olması gerektiği
tartışmasına yol açar. Bu dinamizm bir süre sonra Kürt hareketi üzerinde
etkisini gösterip, orada da Türkiye’de bir demokratik hareketin yokluğu
nedeniyle tek ayakla yürümek zorunda kalmış; gerici milliyetçilerin elinde bir
rehin durumunda bulunan demokratik kanadın tekrar güçlenmesine ve canlanmasına
yol açar. Bu da karşı olarak buradaki demokratik harekete güç verir.
Ama asıl önemlisi, böyle bir öneri ve tartışma karşısında;
CHP ve AKP; Burjuvazi ve Askeri Bürokratik Oligarşi; Ulusu İslam’la tanımlayan
Gerici Milliyetçilik ile:; Ulusu Türklükle Tanımlayan gerici milliyetçilik tek
bir cephe olacaklardır; bütün gerici yüzleri ortaya çıkacaktır. Bu durumda biz
biricik demokratik muhalefet odağı olarak kalırız.
Yani bu öneri, sadece sosyalistlere karşı bizim profilimizi
pekiştirmez; Bütün diğer büyük partiler karşısında da bir alternatif kutup
olarak öne çıkmayı sağlar.
Bu fiilen Türklerin Türklükle mücadeleye başlayıp birer
demokrata dönüşmesi anlamına gelecektir.
Türkler demokrat olmadan; yani ulusun Türklükle
tanımlanmasına karşı mücadeleye; kendi imtiyazlarına karşı mücadeleye girmeden;
yani Türklüğün hiçbir politik anlamı olmayan özel bir sorun olmasını savunmadan
birer demokrat olamazlar ve demokrata dönüşemezler. Böyle bir kampanya aynı
zamanda bu dönüşümün; Türklerin kendi nefislerine karşı mücadelesini başlatıp
Türklerin demokratlara dönüşmesinin yolunu açar.
Türkler demokrat olmadan ise ne Türkiye demokrat olabilir ne
de Kürtlerin demokrat olması için yol açılabilir. Türkler demokrata dönüşmeden
ise bir Kürt Türk boğazlaşması kaçınılmaz olmaktadır giderek ya da bu
boğazlaşmayı askeri bürokratik oligarşi kurtarıcı gibi gelerek engeller ve
ömrünü bir elli yıl daha uzatır.
Ama sadece bu kadar da değil. Böyle bir kampanya aynı
zamanda bir strateji ve program tartışması; tarih tartışması başlatır.
Türkiye’nin entelektüel hayatı tekrar canlanır.
Ama esas önemlisi, bizleri eğitir; bizleri dönüştürür. Bizim
bütün programatik, stratejik, örgütsel sorunlarımızı aşmamızın yolunu açar.
*
Bu vesileyle aşağıya aklıma gelen birkaç başka argümanı
koyayım. Zamanım olmadığımdan şimdilik bir başlangıç olarak. Tartışma zemini
olsun diye.
1 Mayıs’an anlamını yitirmesine karşı da bir argümandır.
1 Mayıs artık, gerçek politik anlamını yitirmiş; solun
“görücüye çıktığı” bir gün olmuş; bir karnaval veya festivale; Türkiye’deki
sistemin anti demokratik özünü gizleyen; o sistemi korumanın ve sürdürmenin bir
aracına dönüşmüş bunmaktadır.
Nasıl İstiklal Caddesi bir vitrinse, orada her gün yürüyüş
yapanlar bu vitrindeki “demokrasi mankenleri” olmaktan öteye gidemiyorlarsa
öyle. 1 Mayıs, “İstiklal Caddesi Demokrasisi” oyununun tüm sosyalistlerin
oyuncu olarak katıldığı bir tek günde yoğunlaşmış biçimidir. Bu oyuna
katılmamak ve onu bozmak boynumuzun borcudur.
Bu oyunu bozmanın, teşhir etmenin bir tek yolu var. Türk
devletini ve Türklüğü var oluşundaki katliamla yüz yüze getirmek. Suskunluğu
kırmak. Ermeniler ve Rumlar ve diğer Hıristiyan halklar katledildiği için
Türkler ve Türklük var.
Öte yandan ulusun Türklükle tanımlanmış olmasına karşı
savaşmadan bir demokratik hareket oluşamaz ve bir Kürt-Türk savaşı ve
katliamlar engellenemez; hatta Orta Doğu’nun giderek tümüyle Lübnanlaşması engellenemez.
*
1 Mayıs’a gerçek
mücadeleci anlamını vermek; Demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin bir aracı
yapmak.
1 Mayıs’ı 24 Nisan’da yapmaktan daha fazla, 1 Mayıs’ın
ruhuna ve anlamına uygun ne olabilir?
Enternasyonalist dayanışma ise eğer 1 Mayıs’ı anlamı, bundan
daha enternasyonalist ne olabilir?
*
Bir tarih tartışması başlatmak ve demokratik bir tarih
yazmak.
Her hareket, her din, yani bir gelecek ya da toplum
tasavvuru, her program önce bir geçmiş, yani Tarih kurar. Yani öncelikle yeni
bir tarih yazar ve o tarih üzerinden bir program ve toplum tasavvuru ve gelecek
kurar. Gelecek geçmişte kurulur. Geçmişi kurmadan geleceği kurmak mümkün
değildir.
Kaos, Kronos, Zeus üzerinden bir tarih ile diyelim ki
Hıristiyanlık egemen olamazdı. Önce kendi tarihini yazmıştır: Adem, Havva,
Habil, Kabil, Nuh, İbrahim, Musa, İsa diye. Bu tarihin zihinlerdeki adım adım
egemenliği Hıristiyanlığın egemenliğini getirmiştir. Bütün din kitapları
aslında bir tarih kitabıdır ve tam da bu nedenle yeni bir düzen ve gelecek
kurabilmişlerdir. Kuran da öyledir.
Aydınlanma egemen olabilmek için, Peygamberler ve Kutsal
kitaplar tarihi yerine, Antik Roma ve Greklerin aydınlığı; Ortaçağın karanlığı
türünden başka bir Tarih yazmış; bu tarihin zihinlerdeki egemenliği ile modern
toplum düzenini ve egemenliğini oturtabilmiştir.
Ulusçuluk egemen olmadan önce ulusların tarihini yazar;
ulusları yaratır ve öyle egemen olur. Türklerden önce Türk Tarihi kurulmuş,
bunun üzerinde Türk Ulusu ve Devleti oluşmuştur. Aynı şey şimdi Kürtlerde
görülmektedir. Medlerden, Karduklardan, Selahhatin Eyyübilerden gelen bir Kürt
tarihi yazılmakta ve Kürt devleti ve ulusu oluşturulmaktadır.
Abdullah Öcalan’ın neredeyse yazdığı bütün kitaplarının
Tarih kitabı olması bir rastlantı değildir. Abdullah Öcalan’ın yazdığı Kürt
tarihinin diğer Kürt tarihlerinden veya Türk ulusunun tarihinden farkı; Kürt
tarihinin içini demokratik unsurlarla doldurmasındadır. Savaşlarla, devletler
kurmakla vs. övünen Türk ve diğer Kürt tarihçiliğinin aksine; Öcalan’ın tarihi
Kadınların komündeki konumuna; neolitiğe; peygamberlerin eşitlikçi ve reform
anlamına gelen düzenlerine, rönesansa, aydınlanmaya, sosyalizme sahip çıkarak
bir tarih yazar ve demokratik özünü böyle ifade etmeye çalışır. Bütün
sahiplenip öne çıkarmak istediği bu demokratik özüne rağmen; bir Kürt tarihi
olarak kalır ve Kürt Hareketinin bütün çelişkisini dışa vurur bu tarihçilik.
Demokratik bir özü gerici bir biçim altında verme çabası.
Ne var ki, Türkiye’deki demokratik ve Sosyalist hareketin de
bir demokratik tarihi yoktur. Türkiye’deki demokratik muhalefetin de yaptığı
özünde aynı türden bir tarihçilik olmaktan öteye gidememiştir. Türk tarihini,
Baba İshak, İlyas, Bedredettin gibilerle
halkçı ve eşitlikçi bir özle doldurma çabasıdır ama bu tarihçilik de bir Türk
tarihçiliği olmaktan çıkmaz. Hatta bu tarihçilik çok cılız ve çapsız olduğu için bütün
cılızlığını ve çapsızlığını Türkiye’deki Demokratik ve sosyalist harekete de
vurur. Kıvılcımlı’nın Tarih Tezi bile, bir tarih yazımının aracı olduğunda o
metodolojik değerini yitirip, Türklüğe ilkel komünizm aşısı yapmaktan öteye
gitmez. Hatta Öcalan’ın yazdığı tarihin esin kaynağı bile budur.
Yani Türkiye’de demokratik bir Tarih yoktur, yazılmamıştır
ve bu nedenle de demokratik bir hareket yoktur veya yok kertesindedir.
Sosyalistlerin tarihçiliği ise; Türk tarihine eşitlikçi veya sosyalist bir renk
vermekten ve Türk tarihçiliği olmaktan öteye gitmez.
Sosyalist ve Marksist hareket de, bir program ve gelecek
tasavvuru olarak çıkarken, önce bir tarih olarak ortaya çıkmıştır. Tarihsel
Maddeciliğin; yani başka bir tarih anlatısının Marksizmin diğer adı olması bir
rastlantı değildir. Marksizm de bir Tarih olarak doğmuştur. Alman İdeolojisi,
bir tarih anlatımıdır. Daha doğrusu bunun yöntemidir. Komünist Manifesto, söze,
“Şimdiye kadar bütün toplumların Tarihi” diye başlar, bir tarih anlatır. Ve bir
tarih anlattığı için; bir tarih anlatabildiği ölçüde geleceği kurmaya başlar.
Marksizmin itibarını ve entelektüel gücünü yitirişi bu
tarihin artık yetersiz olmasıyla da ilgilidir. Sık sık, bir ütopyamızı
olmadığından söz edilir oldu, programsızlığın ifadesi olarak; ama bu söz
“Ütopya”nın tarihte yazıldığını bilemeyecek kadar tarih bilincinden yoksun
olduğundan, aslında “Bir tarihimiz yok”
demesi gerekirdi. Sosyalist hareket ancak, Marks ve Engels’lerin yazdığını da
kapsayan ama onu aşan bir tarih yazmaya başladığında; yani başka bir tarih
anlattığında ancak tekrar eski gücünü ve geleceği kurma kapasitesini
kazanabilir. Marksizim geleceği kurma yeteneğini geçmişte yitirmiş; geçmişi
kuramadığı için geleceği de kuramaz hale gelmiştir. Bu nedenle tarihe ve
metodolojisine ilişkin sorunlar aslında geleceğin nasıl kurulacağına ilişkin
sorunlardır.
Türkiye’de Demokratik bir tarih yok; Dünyada sosyalist bir
tarih yok. Bu nedenle Türkiye’de demokratik bir hareket bile yok; Dünyada
sosyalist bir hareket yok. Ve tam da bu nedenle demokratik bir program ve
sosyalist bir program ve hareket yok.
*
Marksizm Aydınlanma’nın tarihine karşı başka bir tarih
yazmamıştır. Aydınlanma’nın anlattığı tarihi kabullenip onun içine sınıf
mücadelesini katmakla yetinmiştir. Yani Öcalan’ın ya da Türk sosyalistlerinin
Kürt ve Türk tarihi içinde yaptıklarını veya yapmaya çalıştıklarını;
Aydınlanma’nın yazdığı tarih içinde yapmaya çalışmıştır. Aydınlanmanın
yücelttiği Antik Yunan ve Roma’ya Kölecilik; karanlık Ortaçağa Feodalizm;
Aydınlanma’ya da Kapitalizm demiş ve İşçi Sınıfın koymuştur ama bu tarih
anlatısının kendisini sorgulamamıştır. Zeusun yerini Allah ve Ademin alması
türünden; veya peygamberler tarihinin (Ahdi Atik veya Kuran) yerini Klasik
uygarlıklar Ortaçağ karanlığı ve tekrar Aydınlanma tarihinin alması türünden
bir kökten değişiklik değildir bu. Anlatılan tarih ve paradigmaları
sorgulanmaz; sadece içeriğe başka anlamlar yüklenir.
Bunun yetersizliğini sezen Kıvılcımlı’nınki gibi çabalar da
bu tarih anlatısını aşamadığı gibi; işin kötüsü; Türklüğü ve Türk tarihini
sorgulamadığı; demokratik bir tarihçilik olmadığı için; Türk Tarihine eşitlikçi
ve halkçı bir aşı vurmaya kalkmaktan ötesine gidememiştir. Ve bu nedenle bir
rastlantı değildir, bu tür tarihlerden faşizme yakın kimi hareketlerin çıkması.
Örneğin Türklerin Müslüman olmasından; Orta Asya’dan gelen
Türk boylarının fetihlerinden söz ederek başlar Kıvılcımlı. Aslında anlattığı
bir Emin Oktay tarihidir. Bütün sosyalistler de aynı tarih kavrayışındadır. Ama
Türkler Müslüman olmamıştır; zaten olamaz da, böyle bir şey mümkün değildir,
çünkü masa ahlak olamaz. Böylesine bir kategorik yanlıştır. İnsanlar bir dinden
diğerine geçebilir ama bir dili konuşmayla veya belli bir yaşam tarzını
sürdürmekle ilgili bir kategoriden başka bir kategoriye; dine geçemez. 1071’de
Türkler Anadolu’yu feth etmemiştir, çünkü o zaman Türkler yoktur. Binlerce
yıldır süregelen Akdeniz ve İran Uygarlık anlarındaki imparatorlukların gel
gitleri vardır. Selçukluların barbar aşısıyla ve İslam’la gençleşmiş Pers
uygarlığının tekrar Roma’yı Ege kıyılarına kadar geriletmesi vardır. Daha sonra
aynı taze aşıyı alan Roma’nın; Pers uygarlığını Şimdiki İran Türkiye sınırına
kadar sürmesi gerçekleşecektir. Osmanlı Bir Türk devleti değildir; Üçüncü
Roma’dır; Meşrutiyet bir devrim değil bir karşı devrimin başlangıcıdır. Bütün
bunlar uzatılabilir. Ama bizlerin tarih anlayışı, Türk ulusçularının yazdığı
tarihin ötesine gitmemiştir.
Neden böyledir, Marksizmin bir ulus teorisi olmadığından
ulusal tarihleri aşamamış; bir de Din teorisi olmadığından; Aydınlanma’nın
tarihçiliğini aşamamıştır. Yani bugün ne demokratik bir tarih vardır Türkiye
çapında mücadeleyi ve programı yerleştirecek; ne de sosyalist bir tarih vardır
dünyada sosyalizme yeniden güç verecek ve bir program oluşturmayı sağlayacak.
İşte “24 Nisan’ı 1 Mayıs yapalım” kampanyası; bir demokratik
tarih yazımının; bunu toplumun gündemine getirmenin; ve bunu yaparken bizlerin
de bir demokratik tarihin ne olduğunu öğrenip onu yazmaya başlamamızın; yani
Demokratik bir hareketi ve programı oluşturmaya başlamamızın aracı olabilir.
Ulusçuluğun tarihini reddeden ve sorgulayan Demokratik bir tarihi yazmaya
başladığımızda da ister istemez Aydınlanma’nın tarihini reddeden ve sorgulayan
bir sosyalist tarih yazmaya başlamak zorunda olduğumuzu göreceğiz ve onu da
yazmaya başlayacağız.
Şimdi bütünüyle Politik profil oluşturma sorununa ilişkin
bir öneriye böyle Tarih ve Zeuslarla başlamak garip gelebilir ama işte tam da
anlaşılmayan ve teori ve politika ilişkisinin koptuğu yer burasıdır.
Bugün Türkiye’deki bütün sosyalist hareketler demokratik bir
karakterden yoksundur. Çünkü demokratik bir tarih kavrayışları yoktur. Bu
nedenle demokratik değillerdir.
Ulusu bir dil, din, etni, soy, sop ile tanımlamış bir
demokrasi olamaz. Bir ulusu, bir dille, dinle, soyla, tarihle tanımadığınız
andan itibaren; o topraklar içinde o tanıma uymayanları fiilen baskı altına
almış olursunuz.
O halde demokratik bir program her şeyden önce; insanların
dili, dini, etnisi, soyu, sopu, tarihi vs. ne olursa olsun en azından biçimsel
olarak eşit olmasını savunmayı gerektirir.
Türkiye ve Orta Doğu’da demokratik bir hareketin olmazsa
olması budur. Demokratik bir hareket ve eşitlik olmadan da sosyalist bir
hareketin olması; işçilerin birliğinin sağlanması olanaksızdır. Bir takım
insanların dilinden, bir kısmının dininden; bir kısmının cinsinden vs. ezildiği
bir ülkede işçiler birleşemez.
Ama bunu savunabilmek için de önce demokratik bir tarih
yazmak gerekir. Yani Türklerin tarihi olmadığına dair bir tarih gerekir.
Türklerin tarihinin Türk devletinin Yirminci yüzyılın başında kurulmasıyla
başladığına dair bir tarih gerektirir.
İşte 1 Mayıs’ı 24 Nisan’da yapalım, başka bir tarih yazımını
başlatacaktır. Ulusçuluğun tarihine karşı demokratik bir tarih; Ermenierin;
Kürtlerin; Türklerin tarihi olmayan; başka kategorilerle yazılan bir tarih.
Ama bu “Başka kategoriler” aynı zamanda sosyolojik temel
kategoriler olacaktır. Bu kategorilerin ne olduğu üzerin bir tartışma
Marksizmin anlaşılmasını ve geliştirilmesini getirecektir. Böylece teorik
eğitimbakımından da müthiş önemi vardır.
Keza sosyalist hareketin tarihi de Mustafa Suphilerla
başlayan; Bakü Kongresi ile Başlayan bir tarih olmaktan çıkıp; yani TÜRK
sosyalistlerinin tarihi olmaktan çıkıp; Demokratik bir tarih; Selanik İşçileri;
Blagoev, Vareks Efendi, Tevfik Fikret vs. ile başlayan bir demokratların tarihi
olmaya başlayacaktır. Sosyalistler Türk olmaktan çıkıp demokrat oldukça daha
sosyalist olmaya başlayacaklardır.
Bunlar bir tartışmaya başlangıç için yeter. Ayrıca bu konuda
bir iki yıl önce bir yazı yazmıştım. Onu da aşağıya ekliyorum.
25 Kasım 2012 Pazar
Demir Küçükaydın
Aynı konuda geçen yıl yapılan öneri ve bu vesileyle yazılanlar:
“23 Nisan çocuk bayramının, kendisinin unutturulması için
koyulduğu ve çocukların masumiyetinin de kendisine kurban edildiği 24 Nisan
Ermeni Katliamının yıl dönümü yine geliyor.
Sol veya Sosyalist örgütler, artık kendilerinin bile
“görücüye çıkmak” diye tanımladıkları, 1 Mayıs gösterileri için toplantılar,
kimin nerede nasıl yürüyeceğine, nasıl güçlü ve etkili görüneceklerine ilişkin
ince hesaplar ve pazarlıklar yaptıkları toplantıları sürdürüyorlar. Ama 24
Nisan bunların içinde hiçbir yer tutmuyor. Belki bir iki küçük sol örgütün ve
birkaç bireyin bir uğraşı olarak kalıyor.
Aslında Türkiyeli sosyalistlerin ve İşçilerin, 1 Mayıs’ın da
tıpkı 23 Nisan gibi, 24 Nisan’ı unutturmanın, gizlemenin, gündemden düşürmenin
ve bizzat 1 Mayıs’ın kendisini anlamsızlaştırmanın bir aracı haline dönüştüğünü
görüp, 1 Mayıs’ı 24 Nisan’da yapmaları ve 1 Mayıs’ı gerçek 1 Mayıs’ın özünde
bulunan mesaja tekrar kavuşturmaları beklenirdi. Ama onlar böyle “milliyetçi”
dalaşmalarla uğraşmayacak kadar derin “Enternasyonalist”tirler.
Marksizm’e göre gerçeklik somuttur. Bu her şeyin her an
kendi zıddına döneceği, bugün doğru olanın bir anda en büyük yanlış olacağı
veya olabileceği anlamına gelir.
Artık 1 Mayıs’ı 1 Mayıs’ta kutlamak, kendi zıddına dönmüş,
Türkiye’deki demokrasi, hak ve eşitlik mücadelesine hizmet etmekten çıkmış
bulunuyor. 1 Mayıs artık açıkça 24 Nisan’ı örtmenin, gündemden düşürmenin,
bilinçlerden uzak tutmanın bir aracına dönüşmüşken; 24 Nisan egemenler ve anti
demokratik güçler için 1 Mayıs’tan bin kere daha patlayıcı bir özelliğe
sahipken; 1 Mayıs’ı 1 Mayıs’ta kutlamakta ısrar etmek, bu politikanın basit bir
aracı olmaktan başka bir sonuç vermez.
1 Mayıs’ı 24 Nisan’da yapmalı. En azından demokratlar,
sosyalistler, “24 Nisan Ermeni Katliamı
en azından vicdanlarda mahkum edilmedikçe, bu topraklarda bir matem ve utanç
günü olarak anılmadıkça, 1 mayıs’ı 1 Mayıs’ta kutlamak bizlere haram olsun”
diyerek 1 Mayıs’a gerçek politik anlamını, işlevini; enternasyonalist,
demokratik ve eşitlikçi anlamını tekrar kazandırabilirler.
Bu vesileyle tüm Türkiye’nin sosyalistlerini bu konuyu tartışmaya,
gündeme almaya ve böyle davranmaya davet ediyorum.
Şu an belki çok geç. Ama hala yapılabilecek bir şeyler
olabilir.
Örneğin bu 1 Mayıs’ta 1 Mayıs’ın bütün sloganları, 24 Nisan
katliamı üzerine yapılabilir. Örneğin, “Bugün
1 Mayıs değil 24 Nisan!” diye bir slogan bu 1 Mayıs’a damgasını vurabilir.
Ve gelecek yıllardan itibaren 1 Mayıs gösterileri 24 Nisan’larda yapılabilir.
*
Ermeni katliamı, kimin ne ölçüde demokrat olduğunu anlamak
ve ölçmek için en sağlam ve şaşmaz mihenk taşıdır. Bu nedenle, Türkiye’deki
demokrasi mücadelesi, ancak bu katliamın damarı üzerinden yürüyebilir.
Tarih tarihle ilgili değildir. İnsanlar Tarih aracılığıyla
bugünün mücadelelerini yürütürler ve geleceğin toplumunu kurarlar. Ermeni
katliamını gündeme taşımadan, onun nedenlerini açıklamadan ve bunları mahkum
etmeden, böyle bir tarih okullarda okunur bir tarih olmadan Türkiye’de
demokrasiden söz etmek, bir kandırmacaya katılmaktan veya alet olmaktan başka
bir anlama gelmez.
O demokratik ülkede ve tarihte, örneğin Türkiye’de Sosyalist
ve Komünist hareketin tarihi 1920’de TKP’nin Bakü Kongresi’nde başlamayacaktır,
Taşnak, Hıncak, Selanik İşçiler Birliği vs. nin kuruluşu ile başlayacaktır.
Mustafa Suphi’lerin yerini Balkanlı sosyalistler, Varteks Efendi’ler, Tigran
Zevan’lar alacaktır. Modernleşme ile gelen Demokratikleşme mücadelesi Şinası,
Namık Kemal, Ziya Paşa vs. ile değil; Velensinli Rigas ile başlayacaktır
örneğin. İlk roman, ilk tiyatro, ilk sinema, Müslümanlık ve Türklük üzerinden
değil; Osmanlı’da en azından Tanzimat’tan beri, tüm yurttaşlar kanun önünde
eşit olduğuna göre, İlk Rum veya Ermeni veya Balkanlı yazarların eserleri ile
başlayacaktır.
Böyle bir Tarih olmadan, bir demokrasi hareketi ve
demokratik bir ülke düşünülemez ve de Kürt ve Türklerin birbirini boğazlamasının
önüne geçilemez. Türkler ancak birer Türk olmaktan çıkıp birer Demokrat haline
dönüştüklerinde Türkiye denen yerlerde Demokrasi olabilir.
Bunun ilk koşulu da, Türklerin kendi Türklüklerine karşı
mücadelesidir. Hz. Muhammet’in dediği gibi, kendi nefsine karşı savaş,
savaşların en kutsalıdır ve en zorudur. Türklerin kendi Türklüklerine karşı
savaş ta böyle kutsal ve zor bir savaştır. Ve bu savaş, her şeyden önce Tarih
ve Kavramlarda verilir. Türkler Türklüğe karşı bir savaş içinde demokrat
olabilirler.
Ve bu savaş sadece Tarih’te olmaz. Kavramlarda da yürütülmek
zorundadır. Evet kavramlarda.
O tarih ile birlikte dilin ve kavramların da değişmesi
gerekir.
Ermeni Katliamı, Ermeni Katliamı değil, İttihat Terakki’nin
Babıali Darbesi ile (hatta Askeri Bürokratik oligarşinin 1908 ile) başlayan
Demokrasinin yok edilmesi savaşının en zirve noktasıdır, demokrasinin son
kalıntılarının ve toplumsal dayanağının katledilmesidir. Yani sadece bir
katliam değil, bir karşı devrimin; halk hareket ve örgütlenmelerinin ezilişinin
zirvesidir. O zaman Tarih: 1908, Babıali Darbesi, Ermeni Katliamı şeklindeki
bir karşı devrimler zinciri olarak görülür. Buna bağlı olarak, bir karşı devrim
olarak tanımlanmaya başlar örneğin.
“Ermeni Diyasporası” “Ermeni Diyasporası” değil; Anadolu’nun
Diyasporası’dır, bizlerin, bugünkü Türkiye’nin diyasporasıdır örneğin. Her
sözün, her kavramın yeniden tanımlanması gerekecektir.
Sosyalistler tekrar eski itibarlarına ve toplumun gündemini
belirleme güçlerine ancak böyle radikal bir demokrasinin teorik ve kavramsal
öncüleri olarak; politik öncüleri olarak yeniden kavuşabilirler. Ama bütün
bunları yapabilmeleri için de önce Türklüklerine karşı mücadeleye girip,
demokrat olmaya başlamaları gerekiyor. Sanılanın aksine, Türkiye’nin
anarsiştleri de, komünistleri de, kendi öznel yargıları ve özlemleri öyle olsa
bile, nesnel olarak demokrat bile değillerdir. Hepsi Türk milliyetçisidir.
Onlar öylesine gerici bir milliyetçilik anlayışına
sahiplerdir ki, örneğin Ermeni katliamının tanınmasını veya Kürtlerin ayrı devlet
kurmalarının veya bireysel haklarının tanınmasının veya bir Türk tarafından
savunulmasının milliyetçilik olmadığını düşünürler.
Onların anlamadıkları şu basit gerçektir, uzun vadeli Türk
ulusunun genel çıkarlarını düşünen bir Türk milliyetçisi de pek ala Kürtlerin
haklarını savunabilir ve bunun için mücadeleye girebilir. Bunun milliyetçilikle
çelişen hiçbir yanı yoktur. Bir ulusun çıkarlarının daha akıllıca savunusundan
başka bir şey değildir bu. Bu henüz demokrat olmak bile değildir. Demokrat
olmak için önce ulusun veya ulusların bir dille, bir dinle, bir soyla
tanımlanmasına karşı mücadele etmek gerekir. Yani Demokrat olmak için Kürtlerin
haklarını veya Kürtlerin ayrı bir devlet kurmasını savunmak yetmez; Türklüğün
politik bir anlamı olmaktan çıkmasını; yani ulusun Türklükle tanımlanmasına
karşı bir mücadele içinde olmak ve bunu reddetmek gerekir.
Böylesi yok. Bu nedenle Türkiye’de demokrasi ve demokrat da
yok. Bu nedenle sosyalistler de Anarşistler de aslında birer milliyetçidirler.”
SYK’nın Politik Profili İçin Bir Kampanya Önerisi Hakkında Eke Açıklamalar (1)
“24 Nisan’ı Bir Mayıs Yapalım” şeklinde bir kampanya ve
tartışma başlatma önerisi yapmıştım. Buna şimdiye kadar hiç kimseden bir itiraz
gelmediğine göre; sükut ikrardan gelir diyerek kabul görüyor diyelim.
Ancak bu öneriye ilişkin bazı konuşmalardan önerimin
yeterince anlaşılmadığını daha doğrusu benim iyice açıklayamadığımı fark ettim.
Bunda yaygın ve üzereni düşülmemiş kabullerin de bir etkisi var tabii.
Söylediklerim ve önerilerim var olan ve yaygın paradigmalar içinde
değerlendirildiğinden anlaşılmayabiliyor.
Bu nedenle bazı açıklamalar yapmam gerekiyor.
Mesela bir toplantıda işçiler içinde çalışan bir arkadaş;
biz orada soykırımdan falan söz edemeyiz demiş.
Bu yaklaşımın doğruluğu yanlışlığı ayrı bir sorun olmakla
birlikte, ben böyle bir öneride bulunmadım.
Benim önerimin özü, sosyalistleri, demokratları,
entelektüelleri, 1 Mayıs’1 24 Nisan’da yapma üzerine bir tartışmaya çekmektir.
Bunun yapılıp yapılmaması bile değildir. Hatta yeterince güç yoksa
yapılmayabilir. Bu devletin bu konuda nasıl ezici bir tavır takındığı
bilinmeyen bir şey değildir. Savaş elbette düşmanın istediği koşullarda değil;
kendi istediğimiz koşullarda yapmalıyız.
Benim önerimin özü, böyle bir tartışma aracılığıyla konuyu
gündeme getirmektir. Tartışmaya sokmaktır.
Bu hayati bir halkadır.
Bir taşta birçok kuş vurmayı sağlar.
Birincisi,
daha önce belirtmediğim bir yan. Bütün sol ve aydınlar aynı
konuyu tartışır olacaktır. Bu Türkiye’de 60’lardan beri olmayan bir durumdur. Son
yıllarda, günlük aktüel politika konusunda ortak tartışmalar yapılıyor ama bunlar,
diyelim ki şimdi milletvekillerinin dokunulmazlığı; geçen haftalarda açlık
grevleri vs. idi. Ama solun kendisi ortak bir strateji ve program tartışması
yapmıyor.
1960’larda ise, sol hem ortak tartışma konularına sahipti
hem bu ülke gündemini belirliyordu. Tam da bu nedenle siyasi ve teorik seviye
hızla gelişim kaydediyor; herkes sosyalistlere saldırsa bile genel bir
hegemonya oluşturuyordu sol.
Şimdi ise bizlere saldırılmıyor bile. Bizler polisin
saldırısıyla uğraşıyoruz. Esas aydınların, gazetelerin vs. saldırmasını
sağlamak gerekiyor.
Böyle bir tartışma gündeme sokulabilirse, bu ortak tartışma
örgütlere göre bölünme çizgilerini kesen başka bölünmelere yol açar. İşte o zaman
tekrar, sol farkına varmadan ortak sorunlar karşısında bölünerek; örgüt
çizgilerine denk düşmeyen çizgilerle bölünerek birleşmiş olur. Bundan sonra
fiili bir birleşmenin koşulları yaratılmış olur. Gerçek birleşme ve kaynaşmalar
böyle olur, yoksa örgütlerin bir araya gelmeleriyle değil. Onlarla belki bir
başlama vuruşu yapılabilir.
İkincisi,
Sosyalist hareketin tarihini ve bunun ulusçulukla ilişkisini
sorgulama olanağı yaratır. Bu da sosyalistlerin teorik olarak gerçekten Türk
milliyetçiliğinin izlerinden kurtulmasını sağlar.
Şunu unutmayalım ki, 24 Nisan’da İstanbul’da alınan
aydınların önemli bir bölümü sosyalist idi. Bunlar Ermeniler değil;
sosyalistlerin kurbanları olarak da görülmelidir. Mustafa Suphilerin ölümü her
yıl anılıyor. Onlar Türk’tü hatta bir kısmı Türk milliyetçisiydi. Komünist
hareketin tarihini Suphilerle, Bakü ile başlatan sosyalist tarihçilik, Türklüğü
ve Türk milliyetçiliğini yeniden üretir. Katledilen Ermenileri, sadece ermeni
olarak değil aynı zamanda sosyalist olarak anmaya başladığımızda; tarihimizi
oradan başlatmaya başladığımızda yavaş yavaş Türk olmaktan çıkıp birer demokrat
olmaya başlayabiliriz. O zaman milletin ve milliyetçiliğin ne olduğunu anlamaya
ve anlatmaya başlayabiliriz.
Böylece 1 mayıs, bu topraklardaki gerçek anti ulusçu
özelliğine kavuşmaya başlar.
Üçüncüsü,
Benim önerimde hedef, Ermeni soykırımının tanınması; Ermeni
katliamına soykırım denmesi gibi liberallerin öne çıkardığı ve aslında aynı
zamanda son derece gerici; liberallerin ve gerici milliyetçiliğin amacına hizmet
eden tartışmalar değildir. Aksine önerimin bir hedefi tartışmaları bu çıkmazdan
kurtarmak ve bu tartışmaların da gerici; düzeni yeniden oluşturucu özelliğini
teşhir etmek ve bunun için fırsat yaratmaktır.
Yani Türklerin özür dilemesi gerici bir taleptir, çünkü
Türklüğü yeniden üretir. Ulusların dışında başka bir varoluş ve paradigma
olabileceğini kabullenmez.
Soykırım tanınsın veya densin gerici bir taleptir. Çünkü
sosyolojik bir sorunu hukuki bir tanım çerçevesinde tartışmaya hapseder.
Soykırım Hukuki bir kavramdır. Hukuki kavramlar ise var olan düzenin
savunusunun ve yeniden üretilmesinin araçlarıdır.
Bu gibi itirazlar uzatılabilir. Ama bizzat bu itirazlar,
konuyu, var olan gerici ulusçuluğu sorgulamayan liberal ufku da sorgulayıp;
bizzat ulusların ve gerici ulusçuluğun eleştirisini; onunla bir hesaplaşmayı ve
onların oluşturduğu ideolojik hegemonyayı kırmayı amaçlar.
Şunu unutmayalım. Ermeni katliamı ile bu toplum
hesaplaşmadan; bunu bir karşı devrim; bütün çıkmazın; geriliğin ve gericiliğin
en temel nedeni olarak görmeden, demokrasi yolunda bir adım bile atılamaz;
bırakalım sosyalizmi bir parçacık demokratik bile olunamaz. Bu da katliamların
önüne geçilemez demektir.
İnsanların canını kurtarmak; katliamları engelleyebilmek
için bile bu konuyu ne yapıp yapıp toplumun gündemine getirmeliyiz. Önerim bu
yolda sadece küçük bir başlangıçtır.
Bunun nasıl planlanacağı; nasıl adımlar atılabileceği; bunun
her aşamasının özgül örgüt ve mücadele biçimleri vs. gibi konuları ilerde ele
alırız ama önce bir ses verelim lütfen.
Karşı ve başka öneriler var mı? Neler? Belki daha akıllıca
öneriler vardır bu amaçlara hizmet eden?
Demir Küçükaydın
30.11.2012
Ermeni Katliamı ve Sorunu Üzerine Yazılar adlı kitabımız
aşağıdaki adresten PDF, EPUB veya MOBİ formatlarında indirilebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder