Bugün Gazete Duvar’da
Ali Duran Topuz’un “Yaşar
Kemal’den bir soykırım kabusu” yazısını okuyunca, 2015 yılında, Yaşar Kemal’in
ölümü vesilesiyle yazdığım “Yaşar Kemal İçin – ‘Van Muhaciri’ ‘Mühtedi’nin
Oğlu ‘Kemal Sadık’” başlıklı yazı geldi aklıma.
O yazıda (Yazı aşağıda yar alıyor) Sarkis Hatspanian’ın bir
yazısına dayanarak Yaşar Kemal’in de aslen Ermeni olduğunu yazmıştım.
Ancak o zamanlar Yaşar Kemal’in bunu söylediğine dair bir
ifadesine rastlamamıştım. Romanlarında Ermeni kırımını ele alıyor ve doğru
biçimde anlatıyordu ama bu konuda kendine ilişkin olarak bir suskunluğu vardı.
Acaba gerçekten mi suskundu yoksa bu kaynak yetersizliğinden
dolayı benim yanlış bir izlenimim miydi diye aklımdan geçirmiştim ve konu
aklıma geldiğinde bir yenilik varmı diye bakardım.
Bu yazım üzerine bir okuyucum babasının garip mezarının
resmini yollamıştı o sıralar.
Üzerinde garip şekiller olan değişik ve garip bir mezardı.
*
Ali Duran Topuz’un yazısında “Yaşar Kemal, “Soykırım olduğuna inansam yazardım” demişti.” sözleri
dikkatimi çekti. Link vermişti. Link’e
gittim.
Uzun bir söyleşiydi Yaşar Kemal ile yapılmış. Ama bu konu
bakımından önemli olan şu satırlar okunuyordu:
“Ermeni kırımı?
“O tüm dünyada tartışmalı. Böyle bir kırımın
gerçekten olduğuna inansaydım onu da yazardım. Yazdırmazlardı belki. O zaman da
Türkiye’de kalmazdım. Zor benim için Türkiye’den ayrılmak ama onu da yapardım.
Ermenilerin öldürüldüğünü biliyorum, bu soykırım mı bilmiyorum. Türkler ve
Kürtler de öldürülüyor. Bu bir çeşit savaş oluyor. Hitler’in Yahudileri
öldürdüğü gibi elleri bağlı öldürülmediler. Belki de öldürüldüler aslında onu
da bilmiyorum. Benim ailemin yaşadığı yerlerin bir tanesi Van tarafı, Ermenilerin
çok olduğu yer. Diğeri Çukurova Ermeni Prensliği’nin kurulduğu yer. Ben
çıkamadım işin içinden.
Bizim köyümüz Van Gölü
kıyısındaydı. Köye Rus orduları geliyor. Köyün beyi babamın amcası oluyor.
İstanbul’da okumuş, Paris’e gitmiş, kültürlü bir adam. Rus orduları geliyor,
korkunç bir akın var köyün içine. Bizimkiler önce aldırmıyorlar. Ama bütün
millet gidiyor batı güneye doğru, Diyarbakır’dan, Urfa’dan, Adana’ya hatta
İzmir’e kadar... 1914 - 1915 yılları... Top sesleri geliyor, herkes gidiyor,
bizimkiler gene gitmiyor. Sonra köyün içine bir top güllesi düşüyor. Müthiş bir
su çıkıyor güllenin düştüğü yerden. 1951’de gazeteci olarak gittim oraya. Kar
vardı, eksinin altında 20 derece. O suya elimi soktum, sıcacık, meğer o zaman
maden suyu çıkmış, güllenin düştüğü yerden. Neyse... Su da çıkınca bizimkiler
gitmeye karar veriyorlar. Amcamın karısı Zübeyde ve akraba bir kadın el ele
tutuşmuş yürüyorlar. Köyden çıkarken bir şarapnel parçası ellerine düşüyor,
parmaklarını koparıyor. Sonunda Çukurova’ya geliyorlar. Çukurova’da korkunç bir
hasretle yaşadık, inanılmaz türküler: Turnalar gidin memlekete bir ağaç
dikmiştim, oraya Van Gölü’nün kıyısına, duruyor mu o ağaca bakın...”
Bu satırları okuyunca Yaşar Kemal’in bilinçli veya
psikolojik olarak konuyu geçiştirdiği, konuşmak istemediği kanım pekişti.
Bu tam konuşmak istememek de değil, hem geçiştiriyor, hem de
gerçeğin bilinmesi için bir takım çelişkili sözler ediyor, bir takım ip uçları
gösteriyor denebilir. Neden?
Örneğin şu bilgileri göz önüne getirelim.
“Bizim köyümüz Van
Gölü kıyısındaydı. Köye Rus orduları geliyor. Köyün beyi babamın amcası oluyor.
İstanbul’da okumuş, Paris’e gitmiş, kültürlü bir adam.”
Kürdistan-Ermenistan’ın dağlarında Kürtler, ovalarında ve
şehirlerinde Ermeniler vardı. Van’ın neredeyse tamamen Ermeni olduğunu
biliyoruz. Hele göl kıyısında bir köy söz konusu ise, bu köyün Ermeni köyü
olmaması düşünülemez bile.
Babasının amcası, “İstanbul’da
okumuş, Paris’e gitmiş, kültürlü bir adam”
O dönemde Müslüman ahaliden kim Paris’e gider ki?
Paris’e Müslümanlardan, Padişah’ın yolladığı kapıkullarından
başka kim gider ki?
Ermeniler gider.
Bütün bu izleri okuyucunun çıkarsamalarına bırakıyor Yaşar
Kemal ve bunlardan herhangi bir şeyden
söz eder gibi ediyor.
Bir yandan turnalardan söz edip sözü çeviriyor, ama diğer
yandan da “Benim ailemin yaşadığı
yerlerin bir tanesi Van tarafı, Ermenilerin çok olduğu yer. Diğeri Çukurova
Ermeni Prensliği’nin kurulduğu yer.” diyerek ipuçları veriyor.
Yazıyı yazdığım sıra bir okurumun yolladığı babasının
mezarının resmi geldi aklıma.
Babasının mezarının resmini aradım.
Yeni ve ilginç bilgiler ortaya çıktı. Devlet, ya da “İyi
saaatte olsunlar” Yaşar Kemal’e resmen onu Türk yapma operasyonu çekiyor. Bu
oparasyonun çekiliyor olması bile yaşar kemal’in aslında bir “mühtedi”nin oğlu
olduğunu bu devletin herkesten iyi bildiğini gösterir.
Operasyonu Cezmi Yurtsever diye bir “tarihçi” yürütüyor.
Kadirli ilçesinden. Tarihçi diye tanıtılıyor Vikipedi’de.
Hakkında şu bilgiler okunuyor.
“Tarihçi Yurtsever’in
tarih araştırmalarına merakı çocukluğunu yaşadığı Kadirli ilçesinde başladı.
Kendi ve aile kökenlerini araştırma merakı giderek çevrede yaşayan insanların
tarihini araştırma olarak gelişti. Kadirli Tarihi kitabını 1981 yılında
yayınladı. Osmanlı Arşivinde buluduğu Çukurova Tarihi ile ilgili belgeleri
kaynak olarak kullanarak Ermeni terör hareketlerinin merkezi olan Beyrut
Kilikya Kilisesi’nin tarihi geçmişi ile ilgili kitabını yayınladı. Adana
Valiliği ile işbirliği yaparak Tarihi belgelendirme çalışmaları kapsamında
milli mücadeleye katılmış insanlar ile röportajlar yaptı. Yeşiloba Şehitliği,
Haçin-Kalekilise, Zeytunlu’nun 311 mirası kitapları devlet desteği ile
yayınlandı.
TRT’nin belgesel
filmlerinde tarih danışmanı olarak görev aldı. 2001 yılında Adana Adliyesinde
Lübnan uyruklu Ermeni asıllı Kevork Haceryan adındaki şahsın açtığı Tapu tespit
davasını çok kısa sürede kazanması olayına itiraz etti. Yargı kararı veren
mercileri eleştirdi. Saldırılara uğradı, hakkında davalar açıldı. Ve tazminat
cezasına çarptırıldı.Çukurova Tarihi, Türk-Ermeni tarihi ilişkileri , Türkmenler
konularını esas alan 50 kitap yayınladı.”
Tipik ırkıç Türk tarihi yazmakla görevli “derin devlet”
elemanı karşısındayız.
Bu adam sadece Yaşar Kemal’in değil, Hülya Avşar’ın da
Türklüğünü falan kanıtlamaya kalkmış. Öreğin Biyografi Net
diye bir sayfada şu satırlar okunuyor:
“Hülya Avşar Kürt
Değil Türkmen
Cihan Haber Ajansı
28.10.2009
Tarihçi Yurtsever,
Hülya Avşar'ın Etnik Kimliğini Sakladığını İleri Sürerek, "Hülya Avşar,
Melez Değil; Türkmen." Dedi.
Tarihçi Cezmi
Yurtsever, sanatçı Hülya Avşar'ın etnik kimliğini sakladığını ileri sürerek,
"Hülya Avşar, melez değil; Türkmendir." dedi.
Osmanlı arşivinden
Hülya Avşar'ın mensup olduğu Avşar aşiretinin Çukurova'dan Binboğa Dağları ve
Kayseri yöresine olan göç ve iskan olayları ile ilgili araştırma yaptığını
anlatan Cezmi Yurtsever, "1500-1900 yılları arasında kayda alınmış yüz
binlerce belge üzerinde araştırmalar yaptım. Avşarlar, 1865 yılında Osmanlı
yönetimi tarafından Toros Dağları'ndan batıya Kayseri yöresine yerleştirildi. Uzunca
süre fakirliğin pençesinde büyük kayıplar verdi. Pınarbaşı Hasköy'e yerleşen
Avşarlar'dan bir topluluk 1870'li yılların başlarında Ardahan yakınlarına
yerleşti ve Hasköy-Hoçvanik adıyla bir köy kurdu. Köyün kurucuları Hülya
Avşar'ın dedeleridir. Hülya Avşar, 'Babam Celal, Kürt asıllıdır' derken tarihin
gerçeklerini görmek istemiyor. Elimizdeki belgeler Hülya Avşar'ın Türkmen ve
Avşar asıllı olduğunu gösteriyor." diye konuştu.
Yaşar Kemal de Türk
Çukurova
Üniversitesi'nden fahri doktora ünvanı almak için Adana'ya gelen Yazar Yaşar
Kemal'in "Hemite köyünde yaşayan tek Kürt ailesi olmamıza rağmen yöredeki
Türkmen asıllı köylülerden dostluk gördük." yönünde yaptığı açıklamalarını
hatırlatan Yurtsever, "Aynı gün Adana Büyükşehir Belediye Başkanığını da ziyaret
eden Yaşar Kemal özel sohbet ortamında 'Ben Kürt asılı değilim. Ailem Van'dan
Çukurova'ya gelmiş, ama bizim aşiret Kafkaslar'dan Van yöresine yerleşen Türk
asıllıdır. Aşiretimizin Kürtlük'le ilgisi yoktur. Sadece anam Kürt bir
ailedendir." açıklamasını yaptı. Yaşar Kemal'in gündem dışı yaptığı bu
açıklamalar ailesi ve aşiretinin de etnik gerçeklerini yansıtır."
ifadesini kullandı.
Yurtsever, Yaşar Kemal
hakkında şu açıklamalarda bulundu: "Rus ve Ermenilerin 1915 yılında Van
şehrine gerçekleştirdikleri saldırı esnasında Erciş yöresinde yaşayan Liva
(Bayrak) aşireti toplu göç yaparak Çukurova'ya geldi ve Kadirli şehir merkezine
yerleşti. Yaşar Kemal'in aşiretine bağlı silahlı direnişçiler Fransız işgali
esnasında Haçin(Saimbeyli) savaşlarında Kuva-i Milliye saflarında mücadele
ettiler. Ve savaş bitiminde Yaşar Kemal'in babası Hemite köyüne gelerek Ali
Saip'in çiftliğinde çalışmaya başladı. 1927 yılında köy camisinde silahlı
saldırıya uğrayarak öldürüldü. Babası Sadık Bey'in mezar taşı üzerinde öldürüldüğü
caminin sade çizilmiş şekli ve üzerinde Osmanlıca "Van muhaciri"
sözleri yazılıdır. Yaşar Kemal'in babasının mezarını inceledikten sonra
Osmaniye Tarihi kitabını yazdım. Yaşar Kemal şu anda 86 yaşında ve etnik
kimliğini kamuoyundan gizliyor. Köken bilgileri onun Türkmen asıllı olduğunu
gösteriyor."”Hülya
Avşar
Devletin Irkçı ve Türkçü görevlileri Yaşar Kemal’in Türk
olduğunu kanıtlamaya kalkmışsa işin içinde iş var demektir.
Ve bu adam, üşenmeden gidip, Yaşar Kemal’in babasının
mezarını da bulmuş.
Ama bunu da sanki tesadüfen yapmış gibi anlatıyor.
Olduğu gibi aktaralım yazdıklarını. Çünkü bu ırkçı faşist
devlet Yaşar Kemal’e operasyon çekiyor.
“YAŞAR KEMAL'DEN BİR KUŞ HİKAYESİ
Yaşar Kemal’in babasının Ermeni
evine sahip olmamak için Hemite’ye gittiği doğru mu!
5 Ocak günü neyi anımsatır
Çukurova’da… Adana’nın düşman işgalinden kurtuluşu ve kuvayı milliye bayramını…
Bayramların da eski özelliği,güzelliği kalmadı. Laf olsun diye bayram törenleri
düzenlenmeye başladı son yıllarda. Bilinen kurallar, konuşmalar içinde halka
heyecan vermeyen tarihin de gerçeklerini yansıtmayan bir dizi yapmacık
çalışmalar sunulur oldu halka… Halk da küsmüş olacak ki bayramlara olan ilgi de
azaldı. Bayram düzenleyen yöneticiler de işin kolayını buldu. Davetiyeleri
bastırır,bir lüks otelde protokole giren zevatı muhtereme yemek verirsin olur
biter! O an geldiğinde lacivert veya siyah takım içinde, veya eşleri ile
birlikte gelen yüksek protokole mensup saygıdeğer insanlar, salonda kendileri
için hazırlanan çeşitli yemekleri,tatlıları, içecekleri almak için sıraya
girer… Tabaklarını doldurur, keyifli bir şekilde tıkınıncaya kadar yer
içerler…Tarihi bir günün mana ve önemini böyle algılayan insanlar için tatlı
bir fantezidir, kurtuluş günü…
5 Ocak 2OO4 Salı günü, Çukurova’nın
yukarısında bir ucunda bulunan Kadirli kasabasından sabahın erken saatlarında
ayrılarak yola düştüm. Toprak burcu burcu kokuyordu bugün. Menekşeler bitmişti
murt çalılarının dibinde. Cığcık, Topraktepe, Bozkuyu köylerinden ilerleyerek
ilerde bulunan Hemite dağına varacaktım.ağın üzerinde bir kale vardı ve tarihi
özelliği olan bir yerdi Hemite…O gün
kışın , soğuk, yağışlı görünümü her yere yansımıştı. Toprak çamur olmuş
vıcık vıcık insanın ayağına dolaşıyor.
Hemite’ye doğru yaklaşırken, Ceyhan nehri kıyısındaki okaliptus, söğüt,çam
ağaçları ile köyün kıyısını çevrelen büyükçe bir mezar… Köy evleri vede ince
minaresi ile köyün camisi bir bütün oluşturyor. Hemite kalesi bildiğim
kadarıyla Ortaçağ’da belki de haçlı seferleri sırasında ‘Adamadona’ adını
tayşıyordu. Sonra ‘Hamuda’ ve ondan da halkın ağzında Hemite kalesi olarak isim
almıştı. Ceyhan nehrinin kilidi gibiydi. Hemite köyü ve içinde yaşayan insanların
hatıraları … geçmişte yaşananlar bir bütündü. Yağmur hafifce yağarken köyyolunu
adımlamaya başladım. Köyün girişinde ırmak kıyısını çevrelen yerde uzayan
mezarlık dikkatimi çekti. Çalılar, dikenler arasında bulunan mezarlar bu
dünyadan göçen insanların gerideki son mekanı idi. Mezarlar içinde fes şekilli,üzeri Osmanlıca yazılı olanları
vardı ki tarihi bil belge olması dolayısıyla yaklaşmamı ve yazılanları okumamı
çözümleme yapmamı gerektiriyordu. Hemen ırmağın yakınında kara çalılar içinde
bulunan bir garip mezarın yanına vardım. Baş kısmı fese benzeyen mezar taşının
gövde kısmında bulunan yazıları dikkatle okumaya başladım:” Sene 927 Van
muhaciri Hacı oğlu Sadık. Ruhuna fatiha”…l927 yılında hayattan göç eden Sadık
ismindeki bir kişiye ait idi.’Van muhaciri’ olduğu özellikle yazılmıştı mezar
taşına.Aynı mezarın diğer taşının üzerinde de İngiltere bayrağını benzer iç içe
girdmiş iki haç şekli etrafı kare çember ve üzerinde de bir kavis
bulunuyordu.Bir mezara baktım, bir de çevreye… Yaşlı köy kadınları geldiler
yanıma. Onlar da beni merak etmişlerdi. “Ne yapıyorsunuz?” diye sordular. Merak
etmişlerdi beni. Yağmur çisil çisil yağar, saçlarımı ıslatırken, ellerim
titreyerek köylü kadınlara bakarak “Merak ettim. Bu mezar kime ait, diye!”…
İçlerinde yaşlı olanı “Sadık Bey’in mezarıdır. Bilinen bir kişi imiş. Yaşar
Kemal’in babasının mezarı diyorlar”.
Sonra… Köyün içinde dolaşmaya başladım.
Caminin yanındaki kahvehaneye girdim. Köylüler,soğuktan korunmak için
sığınmışlardı kahveye.Selam kelam faslından sonra Nazım Bozdoğan adındaki (1939
doğumlu) konuşmaya başladım. –Mezarlıkta ismi yazılı olan Sadık Bey kimdir?
-“Yaşar Kemal’in babasıdır. İyi bir
adamdı. Köye 3-4 sefer geldi,gitti. Yahu
şu babamın mezarıdır. Varıp da bir fatiha okuyayım demedi. Burada hemen kalenin
arkasında bir tarafı Ceyhan ırmağına gelen yerde Ermeni Panos’un 7 bin dönümlük
çiftliği vardı. Çiftliği, Ermeniler kaçtıktan sonra Ali Sahip almış. Sadık Bey,
on adamıyla Ali Sahip’in çiftliğine geldi. Çavuş oldu. Yanında aşiretinden adamları
vardı. çiftliği o çalıştırıyordu. İyi bir adamdı”..
Kahvehanede aynı konu hakkında bilgiler veren 1941
doğumlu Ali elik’in açıklamalı ise daha ilginçti:”Sadık Ağa, çiftlikte
çalışırken yanında tutması Yusuf diye genç birisi vardı.Yusuf, Sadık Ağa’yı
camide bulur. Namaz kılarken yanına yaklaşır. Aniden bıçağı çıkararak saplar.
Şah damarına isabet etmiş olacak ki Sadık Ağa, yere düşer ve kan kaybından
ölür. Yusuf dağa çıktı. Eşkıya olmuş diyorlardı.Deli bir adamdı.48 veya 49’da
öldü. Sadık Ağa’nın öldürülme sebebi olarak da Yusuf’un güzel bir karısı
varmış. Sadık’ın onda gözü var denilirmiş. Sadık’ın hanımı ile Yusuf’un avradı
ağız kavgası yapmışlar. Bunun üzerine Yusuf, Sadık’ı öldürmek için camiye
gitmiş ve orada öldürmüş derler.Buraya kadar yapılan açıklamalar yalan veya ‘essah’ iki kadın kavgasının ve
tahriklerin sonucu Sadık’ın öldürülme olayıdır. Bize yansıyan da öyleydi. Bu
bilgileri aldıktan sonra Sadık’ın mezar taşındaki şekilleri çözümlemeyi başardım.
Mezartaşındaki kare içindeki iç içe girmiş artı (+)şekilleri ve üzerindeki
kavis caminin şekli idi. Sadık Bey’in camide öldürüldüğünü işaret
ediyordu. Diğer mezartaşındaki yazılar
ise l9l5 yılında Ruslar’ın Van’ı işgali,savaşlar,yaşanan olaylar ve Sadık
Bey’in aşireti ile birlikte yaşadığı toprakları terk ederek çukurova’ya,
Kadirli’ye ‘muhacir’ olarak gelişlerini anlatıyordu.
Yaşar Kemal şaşırtırken…
Bu bilgilerin ışığında Yaşar Kemal’ın
anılarını yazdığı kitaba ulaştım.Oaylar ile ilgili bilgiler aldım. (Bak. Yaşar
Kemal Kendini Anlatıyor. Alain Bosquet’in Yaşar Kemal ili Konuşmaları).” Ben
dört buçuk yaşındayken, babam camide namaz kılarken onu, Van’dan gelirken
ölümden kurtarıp besleyip büyüttüğü Yusuf adındaki oğulluğu yüreğinden
bıçakladı. Ben babamın camide namaz kılarken yanındaydım. Hançerlendiği
akşamdan sonra, sabaha kadar yüreğim yanıyor diye ağladım. Ardında kekeme
oldum.Babamın ölümü de beni çük üzdü. Babamın ölümüne uzun yıllar inanamadım ve
onun mezarına hiç gitmedim. Uzun yıllar mezarın yanından bile geçmedim.Öldüğünden
dolayı da ona derinden kırıldım, küstüm.”…
Yaşar Kemal’in asıl şaşırtıcı olan
açıklamaları ise Van’dan muhacir olarak Kadirli’ye gelişlerinde yörenin
tanınmış ağalarından Karamüftü Arif Ağa’nın yanına sığınmaları ve babasının
daha sonra kasabayı terk ederek Hemite kalesinin eteğindeki köye yerleşme
hikayesidir. Kadirli’deKaramüftüoğlu Arif Bey, iskan komisyonu başkanı. Babam
(Vanlı) Hurşit Beyin mektubunu ona veriyor.Arif Bey, mektubu okuyunca babamı
çok iyi karşılıyor.Yanına bile oturtuyor. Bir de kahve ısmarlıyor.Ona bu kürdü
kim göndermiş ki, gök gibi gürleyen Hurşit Bey göndermiş.’Bak Kürdoğlu, sana
bir konak veriyorum ki kasabanın en güzel konağı.Sana tarla veriyorum ki,
ovanın en bereketli toprakları . Sen kardeşimiz, büyük hürmet ettiğimiz Hurşit
Bey’den geldin çünkü.Ben ona senin gibi bir adam göndersem, o da benim
gönderdiğim adamımı baş tacı eder. Ben de sana Semail’in konağını, tarlalarını
veriyorum”.
“İstemem”. Arif Bey, bir deri bir
kemik bir adam. Sinirli mi sinirli. “Öyleyse niçin geldin buraya?Bu mektubu
bana niçin getirdin?
“Beni bir eve yerleştir diye.”
“Yerleştiriyorum ya işte. Hem de en
iyi eve.”
“Ben ev istemem”.
“Niçin?”.
“Anam dedi ki?”… Arif Bey küplere
biniyor. “Anan sana ne dedi?”. “-Anam dedi ki, yuvasından atılmış kuşun yuvası
başka kuşa hayretmez”.
“Onlar kuş değil., Ermeni.”
Babam:” Kuş”. Arif Bey:”Ermeni”. Kuş
,Ermeni, Ermeni, kuş, bu tartışma bir süre sürmüş gitmiş.
Arif Bey,( kızarak) iki cenderme
çağırmış. Babamı göstermiş:”Bunları alın, doğru kayalık Hemite köyüne götürün”.
Candarmalar bizimkileri kayalık Hemite
köyüne götürmüşler. Allah, anamdan, Ermeniden, kuştan razı olsun. Beni bol
kayalıklı Hemite köyüne gönderdiler”…
Yaşar Kemal,kendi hayatını açıkladığı
anılarında bunları söylemiş olsa da tarihin gerçekleri farklıydı.
Milli Mücadele’den sonra Kozan
Millitvekilliği (l923-26) yapmış Ali Saip’in, Ermeni mallarını yağmalama
harekatıyla ele geçirdiği Hemite kalesinin yanındaki çiftliğe ‘kahya’ olarak
gelmişti, Sadık Bey. Tarlaların sürülüp ekilmesi, sonra hasadın derlenmesi,
kazancın da Ali Saip’e gitmesi için çabalıyordu. Çünkü kazancı veya işi Ali
Saip’in eline geçen arazileri çekip çevirmekti. Karamüftü Arif Bey, ile Sadık
arasında Ermenilerin kasabada (Kadirli’de) bıraktıkları konağa yerleşip sahip
olma sorunundan dolayı bir tartışma yoktu. Yaşar Kemal,kendi hayalinden
geçenleri “uydurduklarını” açıklıyordu.
Bir başka açıdan da olaya bakıldığında
Sadık Bey, l9l5 Van savaşlarını yaşamış, Erciş yöresinin tanınmış LİVA aşiretine mensuptu. Aşiretin beylerine
“Gülhanbeyler” deniliyordu. Savaş
esnasında Sadık Bey’in de içinde bulunduğu aşiret mensupları Ermeni ve
Ruslar’ın saldırılarına karşı topraklarını savunmuşlardı. Ancak Osmanlı
ordusunun çekilmesi üzerine aşiret çok sayıda insanını şehit vererek Bitlis’e
doğru hareket etmiş, Deliktaş’tan geçerek çukurova’ya muhacir olarak göç
etmişlerdi.
Aşiretin ismi olan ‘Liva’nın anlamı ise
Osmanlı yönetiminin “Liva” yani Sancak/bayrak verdiği bir aşiretti. Barış
zamanında bölgede güvenliğin sağlanması,savaş olduğunda da çok sayıda silahlı
askerleri ile devletin yardımına koşuyordu aşiret.Aşiretin beyleri ne Gülhanbeyler
deniliyordu. Aşiretin Kadirli’de görüştüğümüz mensuplarından Hasan Yücel bey
“Bizim aşiret Türk asıllıdır” diye bilgiler verdi.
Bu bilgilerin ışığında Yaşar
Kemal,babasının Türk asıllı olduğu görüşlerini kamuoyundan gizliyor muydu! Aşiretin
ismi olan “Liva” onun kaleminden değişikliğe uğrayarak “Luvan” diye
yazılıyordu. Bunu da anlamak mümkün değildi.
Doğduğunda babası ona ‘Sadık’ ismini
vermişti. Yani kendi ismi. İlaveten Kemal’i de vardı. Soy ismi kanunuyla
birlikte ailesi ‘Gökçeli’ soyadını benimsemişti. Sadık Kemal Gökçeli,
babasının, köyünün isimlerini bir hatıra olarak taşıyordu nüfus kimliğinde.
Ancak İnce Memed romanını yazıp ta ünlü bir romancı olunca ismini ‘Yaşar Kemal’
olarak değiştirdi. Yeni kimliği ile tanınıyordu dünyada. Babasının, köyünün,
soyunun hatıralarını değiştirerek”
Yani “ya Türk olursun ya da Türklüğün inkar edersen
güvenilmez ve yalancı olarak itibarsızlaştırılırsın”.
Yaşar Kemal bu devleti tanıyor. Bu devleti bildiği için de
büyük olasılıkla bir Ermeni olduğunu bilmesine rağmen açıktan inkar da etmemek
için en kritik noktalarda lafı çeviriyor, turnalardan falan söz ediyor,
gizliyor ama aynı zamanda gerçeğin başka olduğuna, açıktan konuşamadığına dair
ipuçları da veriyor.
Ama bunu en iyi bilen devlet, onun bu gizleyişini, lafı çevirmesini
onun Türklüğün inkar etmesi gibi tanımlayıp, Türk yapıyor.
Bu devlet Yaşar Kemal’i Türk yapmak için bu kadar çaba
gösteriyorsa, muhakkak Yaşar Kemal’in Türk olmadığını biliyordur.
Özetle aşağıdaki yazıda ifade edilenvarsayımların doğru
olduğuna ilişkin kanım daha da güçlendi.
Aşağıda o yazı.
26 Nisan 2017 Çarşamba
Yaşar Kemal İçin – “Van Muhaciri” “Mühtedi”nin Oğlu “Kemal Sadık”
“Rus’u biraz kazıyınca
altından bir Tatar çıkar” diye diye bir söz varmış Rusya’da.
Türk’ü de biraz kazıyınca altından bir Rum, Ermeni, Süryani,
Slav, Yahudi vs. çıkar.
Hele “Türk” denilen kişi biraz sıra dışıysa, bir sanatçıysa,
bir demokratsa vs. hiç şaşmaz.
Bunda da şaşılacak bir şey de yoktur aslında.
Türklerin Orta Asya’dan geldiği yalanı Irkçı Türk tarihçiliğinin
bir uydurmasıdır.
Bugün Türk denenler, son bin yılda önce Müslümanlaşmış sonra
da Müslümanlardan Türkler yaratılırken Türkleşmiş Anadolu’nun otantik insanlarıdırlar.
Hem genetik hem de kültürel olarak böyledir bu.
Orta Asya’dan Pers uygarlığının Roma Bizans ile rekabetinde koçbaşı
olarak getirdiği “fatihler” ve onların ahvadı ise nüfusun yüzde beşini aşmaz.
Genetik araştırmalar da bunu doğrular.
Yani eğer Türklerin “soydaş”larından söz etmek gerekirse,
Türklerin soydaşları en başta vae en yüksek oranda Ermeniler, Rumlar, (İyonya’lı
Yunanlılar ve Pontuslu Rumlar); 93 ve Balkan harplerinden sonra gelmiş Müslüman
(Balkanlılar) Slavlar, (Kafkaslılar) Çerkezler, vs.dir.
Ancak eski kuşak müslümanlaşmışlar, birkaç kuşak sonra
kökenleri unutulduğu için, egemen dinden olduklarından, ezilen olmanın
duyarlılıklarını kaybetmişlerdir.
Bu duyarlıkları taşıyanlar, özellikle son yüz yıldaki
Türklüğün yaratılması sürecinde katledilenlerin kılıç artıkları, oğulları,
kızları, torunları, bugünkü “Türk Kültürü” denen şeyin gerçek yaratıcılarıdırlar.
Modern Batı uygarlığının kültür, sanat, bilim ürülerinin
neredeyse tamamını yaratan nasıl Yahudilerse; eğer bir “Türk kültürü” diye bir
şey varsa onu yaratan da en başta Ermeni, Rum ve Yahudiler ve onların kılıç
artıklarından başka kimse değildir ve olamaz.
Yaşar Kemal de bir istisna oluşturmuyormuş.
Yaşar Kemal’i Kürt diye biliyordum ve yukarıdaki kuralın bir
istisnası sanıyordum.
Meğer o da bu koralı doğrularmış, Bunu Facebook’taki bir
paylaşımdan öğrendim.
Yaşar Kemal için bir zamanlar Süleyman Demirel, De Gaulle’ün
“Sartre Fransa’dır” demesini taklit
ederek, “Yaşar Kemal Türkiye’dir”
demişti.
Onun dediği anlamda değil ama, hiç kast etmediği, yukarıda
dediğimiz anlamda, aslında gerçekten “Yaşar
Kemal Türkiye’dir”.
Bu yıl Ermeni katliamının yüzüncü yılı da olduğuna göre onu
bu “Gerçek Türkiye” yanıyla analım.
(Aşagıdaki bilgilerden dolayı Hatspanian’a teşekkürler.)
*
Sarkis Hatspanian yazıyor Facebook’taki paylaşımında:
"Yaşar Kemal'in
babası 1894-1896 Hamidiye katliamları sırasında zorunlu olarak islamlaştırılan,
yani AVDETİ veya MÜHTEDİ diye tanımlanan DÖNME (Bavfılla) Ermenilerdendir ve
taşıdığı kimlik kağıdında da DİNİ ibaresinin karşılığında: MÜHTEDİ yazılmıştır.
Sadık adını taşıyan bu insan, 1929 yılında camide 5 yaşındaki oğlu Kemal Sadık
(yani Yaşar Kemal yazın adıyla bilinen) oğlunun gözleri önünde "Geber
Gâvuroğlu gâvur" denilerek vücudu bıçakla delik-deşik edilerek
katledildikten sonra mezarlıktaki yeri bile müslümanlarla karışmasın diye
onlardan çok uzağa gömülür ve mezar taşına da VAN MUHACİRİ diye işlenir."
Yine Hatspanian’ın aktardığı, Yaşar Kemal’in kitaplarında
bizzat anlattıkları bu trajedinin yazılı şahitleridir:
“Şimdi işimize
gelelim, demek Van’dan geliyorsunuz, evet yurdunuzu yitirdiniz, çiftlikleriniz,
köşkleriniz, orada kaldı. Devleti Alimiz size her türlü kolaylığı
gösterecektir, soylu kişiliğinizi de nazarı itibara alarak şimdi size Ermeni
zengini Kendirliyan’ın on iki odalı konağını yazıyorum. Münasip mi Beyler?”
“Semail’in çiftliğini
de senin üstüne yazacağım” dedi Arif Bey.
-“Sağ ol ama Bey. Ben
Ermeni konağı, çiftliği, tarlası istemem”
“-Ne varmış, Ermeni
konağı ve çiftliğinde de”...
-Yuvası bozulan kuşun
yuvasında öteki kuş da barınamaz”
“-Kuş değil, Ermeni,
Ermeni be ahmak Kürt, Ermeni… Ermeni”
“Yağmurcuk Kuşu”
(Kimsecik 1, Sayfa 103)
(Yaşar Kemal’in yarı öz yaşam öyküsü
niteliğinde olan bu kitap, Van’dan Çukurova’ya göçüşün öyküsünü anlattığı
kitabıdır.)
“İsmail Ağa için,
Kırım Günleri, ömrünün en acı günleridir.
Cennete gitmek için,
yeterli sayıda Ermeni öldürmek için, Ermenilerin peşine düşen insanların
varlığını da bu kitaptan öğreniyoruz.
“Ver Ermeni’yi bana,
onu öldürmeliyim ben. Cennete gideceğim. Bu Ermeni’yi de öldürürsem benim sayım
tamam olacak. Cennete gideceğim ver onu bana da sevabıma gir. Ben onu Rıza’dan
satın aldım.(sayıyı tamamlamak için)
Aynı kitapta Yezidi
kıyımından da bahsediyor.
“Hiçbir Yezidi
bırakmadık, çoluk, çocuk hepsini kılıçtan geçirdik”. Bundan sonra senin de
benim de yerim cennetlik.
Bu kadar çok Yezidi
öldüren bir Müslüman’ın yeri, Allah indinde cennet olmaz da ne olur. Çok da
altınları gümüşleri çıktı. Ağzına kadar iki heybe doldurduk”.
Üç kitapta tamamlanan
bu seride bu ve buna benzer durumları çoktur. Romanın kahramanı, kıyıma uğrayan
bir “Yezidi’nin Çocuğudur”. Bu kıyımı yapanlar da, Yezidi ve Ermenileri
öldürdüklerinde cennete gideceklerine inanan Kürtler’dir.
*
YAŞAR KEMAL'İN KALEMİNDEN AĞTAMAR ÖYKÜSÜ
Yaşar Kemal kendini anlatıyor,
“Diyarbakır ovasında
topraksız kalmış, göçebe olmuş aileler ovayı doldurmuşlar, nerelere gideceklerini
bilemiyorlardı. Onları da yazdım. Yayan yapıldak birçok köy dolaştıktan sonra
Diyarbakır'da işim bitti, oradan Van’a geçtim. Tuğ'dan vapura bindim Vana
gidiyordum. Gönderdiğim röportajlar gazetede yayımlandı mı, ya da yayımlanmadı
mı bilemiyordum. Geminin güvertesinde bir subay oturuyordu, yakasında da yılan
vardı. Anladım ki doktor. Doktorun yanında da bir tomar Cumhuriyet, belki yirmi
tane. Gazeteyi açmış okuyordu ki, adımı gördüm. Bendeki sevinci tahmin edin
bakalım. Hemen doktorun yanına koştum, heyecanla, “Gazetenize bakabilir miyim
yüzbaşım?” diye sordum. Yüzbaşı heyecanıma şaşırdı. İşi anlattım. “Siz Yaşar
Kemal'siniz değil mi” dedi. “Evet,” dedim, gazetelere saldırdım. Gönderdiğim
tüm röportajlar “Anadolu Notları” başlığı altında çıkmıştı. Hepsini okudum.
Yüzbaşı okumuş,
kültürlü bir insandı. Benim heyecanıma şaşkınlıkla bakıyordu. Yüzbaşıya
heyecanımın sebebini anlatmak zorunda kaldım. Eğer röportajlarım
yayınlanmasaydı, Erciş'teki akrabalarımın yanına gidecek, orada arzuhalcilik
yapacak, Cumhuriyet'e borcumu ödeyecektim. Bir de gazeteciliğe ilk adımımı
atmıştım. Sanırım bu işi artık tutturacaktım.
Yüzbaşı, “şu talihe
bakın” dedi, “iyi ki sizinle karşılaştık. Burada Ağtamar adasında Ermenilerden
kalma bir kilise var. Bir yapı başeseri. Bugünlerde bunu yıkıyorlar. Yarın sizi
oraya götüreceğim. Bu kilise bu toprakların eseri, isterse Ermeniler yapmış
olsun. İnsanlığın malı, kim yaparsa yapsın. Bana ve ülkemize yardım edebilir
misiniz?”
“Çok yeni bir
gazeteciyim, elimden ne gelir ki...”
Bir de çekiniyorum. Böyle işlere karışırsam geçmişim ortaya çıkar, başladığım işten, daha başlamadan olurum,
diye.
Bir ikindi üstü Van
iskelesinde gemiden indik, yüzbaşı Dr. Operatör Cavit Bey beni Van'ın tek
oteline götürdü. Yarın buluşmak üzere ayrıldık. Yüzbaşı sabahleyin erkenden
geldi beni almağa. Ağtamar adasına gidecektik. Bizim o zamanki Van muhabirimiz
İlyas Kitapçı'ydı. Altmış yaşlarında olgun, güzel düşünceli bir kişiydi.
Yüzbaşıyla önce onu görmeye gittik, o, kilise üstüne daha kötü şeyler anlattı,
elinden geleni de gelmeyeni de yapmış, bir türlü yıkımın önüne geçemiyormuş.
Vali de çok iyi, şair bir kişiymiş ya emir almış, hiçbir şey yapamıyormuş.
İlyas Bey, bana,
“Nadir Nadi'ye telefon edelim, bizi anlar, durdursa durdursa bunu Nadir Bey
durdurabilir” diye bir düşünce attı ortaya. “Nadir Bey'e telefon edip, sorunu
ona anlatalım.”
“Olur” dedim ben.
Doktorla Ağtamar
adasına doğru yola çıktık. Van gölü de büyülü bir suydu. Andan ana rengi
değişiyordu. Küçük bir kayıkla adaya çıktık. Kiliseye daha sıra gelmemişti ya,
kilisenin yakınındaki küçücük şapeli hemen hemen yıkmışlardı.
Yüzbaşı:
“Ben gelinceye kadar,
bu kiliseye bir kazma bile vurmayacaksınız. Ben Vali'ye gidiyorum” diye
buyurdu.
İşçiler hazırola
durdular. İşçilerin başı, “baş üstüne komutanım” dedi. Van'a geldik.
Cumhuriyet'e telefonu açtık. O gün akşama kadar bekledik, telefon açılmadı.
Ertesi gün gene erkenden gazeteye telefon açtık. Birkaç saat sonra Nadir Bey
karşımdaydı. Olayı yüzbaşıdan öğrendiğim kadarıyla anlattım.
Nadir Bey:
“Üzülmeyin” dedi.
“Avni Bey bu işi halleder. Onu iyi tanıyorum, uygar bir kişidir.” Avni Başman o
yıl Milli Eğitim Bakanı'ydı.
İki gün sonra İlyas
Kitapçı, yüzbaşı Dr. Operatör Cavit Bey’le otelime geldiler. Sevinç
içindeydiler. Avni Başman Valiye yıkımı durdurmaları için telgraf çekmiş.
Ağtamar kilisesinin kurtuluş günü 25 Haziran 1951 günüdür.”
Demir Küçükaydın
Twitter: @demiraltona
Facebook: https://www.facebook.com/demiraltona
Demirden Kapılar Okurları Grubu: https://www.facebook.com/groups/demirdenkapilar/
Videolar: https://www.youtube.com/user/demiraltona
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder