18 Nisan 2017 Salı

Erdoğan’ı Türkler Kurtardı - Evet’in Mimarı Türkler

Ezop, bir köle olarak, söyleyeceklerini doğrudan söyleyemeyeceği, ancak söylemeden söyleyebileceği için, “Ezop Masalları” diye bilinen hayvan hikâyeleriyle meramını anlatıyordu.
Bu davranışta ezilenlerin, alttakilerin bir teslimiyeti değil; bir direnişi vardır.
Nitekim modern toplumsal mücadeleler tarihinde bile baskı ve zorbalık rejimlerinde “Ezop Dili” baskı ve zorbalığa direnenlerin güçlü bir silahı olagelmiştir.
Ancak bir de köleliği içselleştirenlerin dili vardır. ABD’deki siyah hareketi, bunlara “Tom Amca’nın Kulübesi”nden hareketleTom Amcalar” der.
Siyahların hareketi “Tom Amca”lığa karşı mücadele içinde ortaya çıkabilmiştir.

Beyazlara benzemek için saçlarını “ütüleyen” siyahlar, “siyah güzeldir” diyerek; saçlarını “Afro” yaparak Malcolm X, Martin Luther King gibi önderleri ve 50’li ve 60’lı yılların siyahlar hareketini ortaya çıkarabilmişlerdir.
*
Pek bilinmeyen ise, Türkiye’de Kürtlerin de ancak böyle yaptıktan sonra bir Kürt Özgürlük Hareketini ortaya çıkarabildiğidir.
60’lada ve 70’li yılların ilk yarısında Kürtler, Türk Sosyalistlerine kendilerinin de bir ulus olduklarını, bir sömürge olduklarını kanıtlamaya çalışırlardı.
“Enternasyonalist Türk Sosyalistleri” de bunu bir türlü kabul etmezlerdi.
Kürtler Kürt olarak örgütlenebilmek, Türklerin vesayetinden kurtulabilmek için, özellikle Kürdistan’ın sömürge olduğunu kanıtlamaya çalışırlardı.
Çünkü o zamanın gizli varsayımına göre, sömürgeler “ayrı” örgütlenebilirdi. Cezayir Fransız toprağı sayılmasına rağmen ulusal kurtuluş cephesi ayrı örgütlenmemiş miydi?
Ama Türkiye ve Kürdistan arasında deniz olmadığı için, sömürge olduklarını da bir türlü Enternasyonalist Türk Sosyalistlerini bir türlü ikna edemezlerdi.
Aslında sömürgelik değildi sorun, Kürtler ayrı biz özne olarak ortaya çıkmak istiyorlar ama bunu Türk sosyalistlerine kabul ettirmeye çalışıyorlardı. Yanlış buradaydı, bu kabul ettirme çabasının kendisi henüz bir özne olunamadığının bir kanıtıydı. Yoksa öyle ise zaten ikna etmeye gerek duymaz ayrı bir özne olarak ortaya çıkar.
(Teorik bakımdan ulusal sorunun sömürge olmakla, yani ekonomik olarak sömürülmekle ilgisi yoktur. Ulusal sorun politik bir sorundur. Bu İspanya örneğinde çok açıktır. Bask ve Katalonya İspanya’nın en gelişmiş yerleridirler. Tabiri caiz ise, onlar ekonomik olarak İspanyolları sömürürler, ama politik olarak İspanyolların egemenliği altındadırlar. Osmanlının son döneminde Balkan Ulusları, Ermeniler, Rumlar da bu durumdaydı.)
Ama PKK daha doğarken bu Türk sosyalistlerini ikna etme tarzını bıraktı.
Kendisi fiilen ayrı olarak örgütlenmeye başladı. Ve Türkleri ikna etmek için çaba göstermeyi bırakıp, Kürt “Tom Amca”lara eleştiriye yöneldi.
Bu nedenle Siyahlar hakkında en ağır eleştirileri yapanın, bir Malcolm X olması gibi, Kürtlere en ağır eleştirileri yapan da Apo ve PKK olmuştur.
60’ların Türk sosyalistlerini iknaya çalışan Kürt Sosyalistleri aslında Kürt burjuvalarının çocuklarıydı ve ulusal baskıya karşı tepkilerini Türk sosyalist hareketi içinde ifade edebiliyorlardı. Bu stil Kürt burjuvazisinin korkaklığının ve kendine güvensizliğinin bir yansımasıydı. Bu sınıf eğiliminin sosyalist bir söylemle dışa vurulmasının nedeni, 60’lı yılların TİP’i, FKF, Dev-Genç gibi örgütlerinin ve sosyalist hareketinin, bu eğilimin var olabileceği bir niş sunmasıydı.
(Sosyalistlerin hümanizmi Kürt ve Alevilere üzerlerindeki baskıya karşı bir alternatif olarak görünüyordu. Ve o zamanların sosyalist hareketi bütün ulusalcı gibi görünen söylemine rağmen daha demokrattı. Evet, bir yandan “Tam bağımsız ve Demokratik Türkiye” diyordu ama diğer yandan da Türk Ulusu demiyor, “Halklara Özgürlük”,” Türkiye Halkları” diyor ve Ezop dili ile olsun, Kürtleri Türklerle eşit gördüğünü ve eşit kılmak istediğini ifade etmiş oluyordu bugünkü ulusalcılardan farklı olarak. Ayrıca o zamanın sosyalistleri bugünün Laikçi ulusalcı Türk Sosyalistleri gibi de değildi, gerçekten laikti. Bugünküler Tanrı var mı yok mu tartışmasına girmeye çok teşnedirler. O zamankiler devletin dinlere karışmamasını savunurlardı. Bu iki özelliği nedeniyle Demokratik özlemlerin toplandığı bir ortak noktaydı Sosyalist hareket.)
Yani bu Tom Amca dili ve tavrı aslında Kürt Burjuvazisinin dilinin ve tavrının sosyalist bir terminoloji içinde dışa vurumundan başka bir şey değildi.
Ama Kürdistan’ın plepleri (PKK ve Apo) ortaya çıkarken kendi dilleri ve stilleriyle ortaya çıktılar. Ve en esaslı mücadelelerini bu Türk sosyalistlerini ikna etmeye çalışan “Tom Amca”lara karşı verdiler.
Daha sonra gençliğinde sosyalistleri iknaya çalışan bu “Tom Amca”lar sosyalistliği bıraktılar; aynı stili Türkler Kürtler bağlamında sürdürdüler veya eskisi gibi sosyalist bir terminolojiyle, tıpkı Türk sosyalistlerinin Türk ulusalcıları olmaları gibi, Kürt ulusalcısı oldular.
Kürt Özgürlük Hareketi Kitleselleşip legal mücadele alanında örgütlenmeye çalışınca, bu Tom Amcaların dili, kasaba Avukatları, Kürt Aydınları vs. aracılığıyla Kürt Özgürlük hareketinin legal biçimlerinde zaman zaman epeyce öne çıktı. Bugün büyük ölçüde azalmış olmakla birlikte, bu Tom Amca’ların köle dilini kullanan Kürt aydın ve siyasetçilerine bol bol rastlamak mümkündür. Bunların bütün derdi Türklere Kürtlerin ne kadar ezildiğini kabul ettirmektir. Bütün konuşma ve yazılarının mantığının özü budur.
Tabii artık bir zamanların Türk Sosyalistleri Türk Ulusalcıları olduğundan ve aslında siyasi bir etkileri de bulunmadığından, ikna edilecek olan Türk devleti ve İktidarda bulunan partiler ve güçler olur.
(Hâlbuki Kürt Özgürlük Hareketi veya plepler ise tam tersini yapar. Türk’e haklılığını ve ezildiğin kanıtlamaya kalkmaz, onu ikna değil imha etmeye çalışır. Kürde dönüğünde ise onun övgüsünü yapmaz eleştirisini yapar.)
*

Bu “Tom Amca” tavrı ve dilinin en son örneğini, Altan Tan’ın seçim değerlendirmelerinde görüyoruz.
Bütün Ulusalcı Türk’lerin “mal bulmuş Mağribi” gibi üzerine atladıkları “Erdoğan’ı Kürtler kurtardı” sözleri aslında 60’ların sosyalistleri arasındaki bu köle dilinin Kürt ve Türk İslamcıları arasında tekrar “Basübadelmevt”e (Reenkarnasyon, ölümden sonraki diriliş) uğramasından başka bir şey değildir.
Altan Tan’ın sözleri hem olguyu ifade edişiyle, hem de çıkarsamasıyla tam bir köle dili, bir “Tom Amca” dilidir.
Şöyle diyor:
"Tayyip Erdoğan'ın MHP'yle kurduğu ittifak çöktü. Ve yine enteresan bir durumdur ki sayın Tayyip Erdoğan'ı yine Kürtler kurtardı. Ve Tayyip Bey'in yeniden bir değerlendirme yapması lazım ve Kürtlere olan bu vefa borcunu da ödemesi lazım"
Bunu bir analizle gösterelim.
Birincisi, istatistikler ve sonuçlar politik görüşe göre çok farklı biçimlerde yorumlanabilirler. Yorum sizin mantığınızı ele verir.
Örneğin Seçimler için pek ala, “Erdoğan’ı Türkler Kurtardı veya “Evet’in mimarı Türkler” denebilir.
Bu çok daha doğru da olur aslında. Seçmenin ezici bir kısmı Türk iken ve Türklerin de ezici bir kısmı Erdoğan’ı desteklemiş iken, Türklerin bu sonuçta etkisinden söz etmemek, ne anlama gelir?
Türklerin böyle tercihler yapmasının normal olduğu anlamına gelir. Türkler için normal görülenin ve Türklükle ilişkilendirilmeyenin, Kürtler için normal görülmediği ve Kürtlükle ilişkilendirildiği anlamına gelir.
Yani Türklerin üstünlüğünü olağan kabul edip onaylamak anlamına gelir.
Yani bir TC vatandaşı, ana dili Türkçe ise veya Kendini Türk olarak kabul ediyorsa, Erdoğan’ı desteklediğinde Türk olmuyor, ama aynı vatandaşın ana dili Kürtçeyse veya kendini Kürt olarak hissediyorsa aynı eylemi yaptığında Kürt oluyor demektir.
Bu fiilen Kürtlerin hata yapma hakkı yok demektir. Bu anlaşışı bir Türk diye getirirse ırkçılığın, şovenizmin ifadesi olur. Ama bir Kürt ifade ederse bir köleliğin içselleştirilmesinin ifadesi olur.
Aslında az çok “Tom Amca”lıktan kurtulmuş bir Altan Tan’ın söylemesi gereken şey, “Erdoğan’ı Türkler kurtardı” sözü olabilirdi.
Sadece Türkleri düşündürmek için bir provokasyon olarak değil, aynı zamanda olgulara da denk düştüğü için.
Bunu bütün grafikler ve istatistikler de doğrulamaktadır üstelik bu önermeyi.
Bütün iç Anadolu, Karadeniz, Doğu Anadolu, hepsi Allahına kadar Türk değil mi?
Harita da ortada.
Sadece bu kadar da değil, çıkarsama kısmında bu köle dili, bu Tom Amca’lık daha da ortaya çıkıyor.
Çıkarsamasını şöyle yapıyor: “"Ve Tayyip Bey'in yeniden bir değerlendirme yapması lazım ve Kürtlere olan bu vefa borcunu da ödemesi lazım"
Yani efendisine yalvaran, onu ikna etmeye çalışan bir dil.
Bir an için, Erdoğan’ı Kürtlerin kurtarmış olduğunu var sayalım. Olguyu doğru varsayalım ki çıkarsamanın köleliğini gösterebilelim.
Böyle bir önermeden PKK geleneğinin, devrimci diliyle başka bir çıkarsama da yapabilir.
Erdoğan’a oy veren Kürtler Erdoğan’ı yine siz kurtardınız, kendi kasabınızın bıçağını yalıyorsunuz. Bu nasıl bir onursuzluktur
Bu çıkarsamada, “Bak seni biz kurtardık, bize iyi davran” diyen köle dili yoktur; muhatabı efendisi değil, mücadeleye kazanmak istediği kitledir; efendisini iknaya yönelik değil, efendiye karşı mücadele için köle ruhunu imhaya yöneliktir.
*
Kürtlerin içindeki bu kesimlerin oyunu alabilmek ve yüzde on barajını aşabilmek için, bu kesimdeki ön yargıları yıkabilmek ve onlarda bir değişimin yolunu açabilmek için Altan Tan’ın milletvekili yapılması anlaşılabilir. Hatta bence doğru bir seçimdir de. Elbet en karşı cepheden bile insanlara ulaşmanın onları kazanmamın yolları aranmalıdır.
Ama politik ve taktik ittifaklar hiçbir zaman teorik ve ideolojik mücadeleyi bir kenara bırakmaya yol açmamalıdır.
Bu ikisi birlikte olursa anlamlıdır.
Maalesef bu bir kenara bırakılmaktadır.
Altan tan’ın sözlerini görmezden gelmek veya kapı ardında eleştirmekle doğru bir politika yapılamaz.
Düşmanın gözü önünde tartışmaktan, eleştiri ve özeleştiri yapmaktan korkmamak gerekir.
Bizim Tom Amcalığa karşı bu satırlarımızı bir Kürt yazsaydı çok daha doğru ve yerinde olurdu.
*
Peki, bu seçimler başka türlü de yorumlanamaz mı?
Yorumlanabilir. Ve onlar gerçeğe daha denk düşerler.
Örneğin “Erdoğan’ı Sünni Müslümanlar kurtardı” denebilir.
Ve aslında bu en doğru değerlendirme de olur.
Erdoğan’a oy veren Kürtler de, Türkler de Türk veya Kürt olmaktan ziyade kendilerini Sünni Müslüman olarak tanımlamaya daha meyilli olanlardır.
Gerçekten de Türklerin ve Kürtlerin Sünni Müslüman kesimleri Erdoğan’a esas oyu vermişlerdir.
Kürtlerin ve Türklerin milliyetçileri ve laikleri ise #HAYIR cephesinde yer aldılar.
*
Burada Türk ulusalcılarına gelelim.
Nedense Türk ulusalcıları böyle bir gerçeği öne çıkarmazlar. Yani Sünni Müslümanlar yaptı demezler. Bunun bölücülük falan olduğunu söylerler.
Ama Kürtlere gelince hemen Altan Tan’ın söylediklerini manşete taşırlar.
Öte yandan Türklerin bu işi yaptığını da öne çıkarmazlar.
Örneğin bir Birgün, bir Sözcü, bir Oda TV şöyle bir manşeti neden atmaz?
“Erdoğan’ı Türkler kurtardı”, ya da “Erdoğan’ı Sünni Müslümanlar Kurtardı” gibi.
Bu ulusalcıların aslında bu devletin ideolojisini ve çıkarlarını savunduklarını gösterir.
Sıradan bir Türk milliyetçisi pek ala yukarıdaki gibi bir önermeyi söyleyebilir. Ama Devletçi söyleyemez.
Şimdi İslamcıların içinden bile Müslüman ve Sünnilere karşı, “Sizler Müslüman bile değilsiniz. Siz devletçi Emevi Müslümanlığını Müslümanlık sanıyorsunuz; bu devletçi Müslümanlığı içselleştirmişsiniz” diyerek mücadele eden kesimler çıktı.
Yani Müslümanlar da, tıpkı bir zamanlar Kürtlerin kendi köleliğine karşı savaş açmaları gibi, bir savaş başlatmış bulunuyorlar.
Bu son derece önemli bir başlangıçtır.
Ama Türkler içinde maalesef böyle bir eğilim henüz yok.
“Ey Türk sen bir devlet yalakasınısın, sen bir ruh hastasısın. Anadolu’nun Müslüman halkından bu merkezi bürokratik gerici devlet tarafından, onun kendi suretinde yaratıldın, Hıristiyanların katli ve sürgünüyle kanla vaftiz edildin; Özel Savaş Dairesi ve Genelkurmay tarafından bir faşist olmak üzere eğitildin, imtiyazlarının kölesisin. Önce kendinle savaşman, insan olabilmek için kendi nefsini yenmen gerekiyor. Türklükten kurtulup bir demokrat bir insan olman gerekiyor diyen bir Türk var mı?
Henüz yok.
Bu olmadıkça, Türkler dönüşmedikçe demokrasi gelmez buralara.
Bir tek olasılık var.
Belki, ulusun esas olarak Sünni İslam’a dayanması korkusuyla Türklerin laik kesimleri, “Bu Kürtlerin laikleri (HDP, PKK) ve Müslümanların demokratlarıyla ittifak yapmamız; bunun için de onlarla eşit olmamız lazım. Bunu da sadece ulusun bir dille ve dinle tanımlanmasına son vermek sağlayabilir” diyebilir.
Bu yönde belli belirsiz bir eğilim görülüyor.
#HAYIR hareketi aslında böyle bir eğimimi dile getiriyor kısmen.
Özellikle büyük şehirlerin laik kesimlerinde ortaya çıkan “#Hayır hareketi”, bu “Çoban Ateşleri”, bu kendiliğinden hareket, böyle bir eğilimin bir dışa vurumudur.
Bu hareket bu utangaç eğilimini daha açık ve bilinçli, bir politik program olarak ifade ettiği; eğilimini mantık sonuçlarına götürdüğü takdirde gerçekten Türklerin birer demokrata dönüşmesinin yolunu açabilir.
Böylece Kürtlerin, Laiklerin ve Sünni Müslümanların, yani fiilen üçe bölünmüş Türkiye’nin aynı ortak demokrasi paydasında buluşmasını sağlayabilir.
Bunun ise programatik ve somut bir tek yolu vardır.
Devletin ve ulusun bir Dille ve Dinle tanımlanmasına son vermek.
Devletin dilinin ve dininin olmaması.
Merkezi bürokratik yapının tasfiyesi.
Bu son derece basit ve somut programı yollardır yazıyor ve savunuyoruz.
Kimse başka bir program sunamıyor.
Sunamadığını gizlemek için de bu programı görmezden geliyor.
Bir kere daha aşağıya aktarıyoruz:
Gerçek bir eşitlik için; ulusun tanımından her türlü dil, din, tarih, "etni", soy, kültür, "ırk" belirlemesi kalkmalı, ulus bunlarla tanımlanmaya karşı tanımlanmalıdır.
Bu somut olarak şu tedbirlerle gerçekleşebilir.
• Herkesin istediği dili anadil olarak seçme ve anadilinde eğitim hakkı olmalıdır. (Ana dilini öğrenme hakkı değil! Yalnızca “öğrenme hakkı” dillerden birine üstünlük sağlayıp eşitsizliği arttırır.)
• Ortak bir konuşma ve yazışma dili (resmi dil) gerekip gerekmediğine; gerekiyorsa bunun hangi dil olacağına demokratik ulusun yurttaşları tartışarak ve oylayarak karar verirler.
• Okullarda herkes ana dilinde ama aynı ortak tarihi, edebiyatı vs. okumalıdır. Bu tarihi, ülkedeki ve komşularındaki bütün dillerden, etnilerden, dinlerden, kültürlerden, cinslerden eşit miktardaki temsilcilerce ortaklaşa yazmalıdırlar.
• Eğer olmasına karar verilirse, din ve ahlak dersleri, yeryüzündeki tüm büyük din ve inançlardan ve inançsızlardan eşit sayıda temsilciler tarafından ortaklaşa yazılmalıdır.
• Devletin tüm inançlar karşısında eşit ve tarafsız olması için, Diyanet lağvedilmeli, İmam Hatip Okulları normal okullara çevrilmelidir.
• Diyanet gibi kurumlarda şimdiye kadar çalışanların mağdur olmaması için geçimleri gönüllü olarak cemaatler tarafından karşılanmayanlar devletin başka işlerine yerleştirilmelidir.
• Devlet sadece inançlar arasında eşitliği sağlamak ve azınlık inançta olanlar aleyhine oluşacak fiili eşitsizlikleri gidermekle, haksızlıkları engellemekle yükümlü olmalıdır.
Yurttaşların en geniş şekilde örgütlenebilmesi, hakkını koruyabilmesi, haksızlıklara ve eşitsizliklere karşı mücadele edebilmesi için.
• Sınırsız bir düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü derhal uygulamaya geçmeli, bunları sınırlayan tüm yasalar derhal ve otomatik olarak geçersiz olmalıdır.
• Devletin, firmaların, örgütlerin, partilerin ve bunların bütün organlarının, bütün kararları, bütün tartışmaları tüm yurttaşların bilgisine açık olmalıdır.
Demokrasinin gerçekleşebilmesi, yurttaşların doğru kararlar verebilmesi için her şeyden önce doğru bilgilenme gerekir. Doğru bilgilenme için ise, medyanın devlet ve sermayenin tekelinden ve egemenliğinden kurtulması gerekir. Bunun için de
• Tüm medya ve yayın faaliyeti, matbaalar, frekanslar, kanallar, kağıtlar toplumsallaştırılmalı, devletin ve sermayenin elinden alınarak, yurttaşların ve örgütlerinin emrine verilmelidir.
• Medya olanakları; tüm örgütler, partiler, inançlar, fikirler, akımlar, meslekler, cinsler, yaşlar, bölgeler vs. arasında üye sayılarına ya da nüfus içindeki oranlarına göre dağıtılmalıdır.
• Bu dağılımın gerçek oranları yansıtmaları için sık sık ayarlanmalıdır
Yurttaşların üzerinde yükselmeyen, onlardan bağımsızlaşmayan ama onlara itaat ve hizmet eden bir devlet cihazı için:
• Tüm düzeylerde (mahalle, köy, belde, ilçe, il, bölge ve ulus) yetki ve sorumluluk seçilmiş organlarda olmalıdır. Osmanlı artığı, Firavun ve Nemrutlar zamanından kalma valilik, kaymakamlık gibi merkezi olarak atanan ve belirlenen tüm makam ve organlar lağvedilmedir.
• Tüm emniyet, asayiş ve savunma kuvvetleri bu seçilmiş organların emrinde ve kontrolünde olmalıdır.
• Tüm seçilmiş yöneticiler ve organlar kendilerini seçenlerin beşte birinin oyuyla geri alınabilmeli ve seçim yenilenmelidir.
• Tüm seçilenler seçildikleri süre içinde ve çalışmaları esasında ortalama bir çalışanın gelir düzeyinde ücret almalıdır.
• Memurların tayin, terfi, seçim ve emeklilik işlemlerinde bağımsız memur sendikalarının tuttukları siciller esas alınmalıdır.
• Asker sivil adalet ikiliği ve memurlar hakkında dava için izinler kalkmalı. Kanun ve yasalar karşısında mutlak eşitlik olmalıdır.
• Mahkemelere Jüri usulü gelmelidir.
Bu biçimsel eşitliği ve demokrasiyi sağlayan tedbirlerin yanı sıra, asgari ölçüde ekonomik ve sosyal eşitsizlikleri kaldırmak için
• Devlet her yurttaşa iş bulmak, bulamıyorsa, sendikaların ve bağımsız tüketici teşekküllerinin tespit edeceği, asgari geçim endeksine uygun gelir sağlamakla yükümlü olmalıdır.
• Tüm yurttaşlar için genel sağlık ve emeklilik sigortası olmalıdır. Sigorta, doğrudan sigortalı yurttaşların seçilmiş temsilcileri tarafından yönetilmeli ve denetlenmelidir.
• Gelecek nesiller arasında kültür, eğitim ve iktisadi farklardan doğan eşitsizlikleri asgariye indirmek için, her çocuk için parasız kreş ve anaokulu sağlanmalıdır.
• Tüm eğitim ve araçları parasız olmalı, düşük gelirli ailelerin çocukları devlet bütçesiyle desteklenmelidir.
• Tüm azınlıkların gerçek hayatta fiilen ortaya çıkacak bizzat matematik bir azınlık olmaktan doğan dezavantajlarını bir ölçüde ortadan kaldırabilmek için kotalar ve pozitif ayrımcılık uygulanmalıdır.
18 Nisan 2017 Salı



Hiç yorum yok: