Ezop, bir köle olarak, söyleyeceklerini doğrudan
söyleyemeyeceği, ancak söylemeden söyleyebileceği için, “Ezop Masalları” diye bilinen hayvan hikâyeleriyle meramını
anlatıyordu.
Bu davranışta ezilenlerin, alttakilerin bir teslimiyeti
değil; bir direnişi vardır.
Nitekim modern toplumsal mücadeleler tarihinde bile baskı ve
zorbalık rejimlerinde “Ezop Dili” baskı
ve zorbalığa direnenlerin güçlü bir silahı olagelmiştir.
Ancak bir de köleliği içselleştirenlerin dili vardır. ABD’deki
siyah hareketi, bunlara “Tom Amca’nın Kulübesi”nden
hareketle “Tom Amcalar” der.
Siyahların hareketi “Tom
Amca”lığa karşı mücadele içinde ortaya çıkabilmiştir.
Beyazlara benzemek için saçlarını “ütüleyen” siyahlar, “siyah
güzeldir” diyerek; saçlarını “Afro”
yaparak Malcolm X, Martin Luther King gibi önderleri ve 50’li ve 60’lı yılların
siyahlar hareketini ortaya çıkarabilmişlerdir.
*
Pek bilinmeyen ise, Türkiye’de Kürtlerin de ancak böyle
yaptıktan sonra bir Kürt Özgürlük
Hareketini ortaya çıkarabildiğidir.
60’lada ve 70’li yılların ilk yarısında Kürtler, Türk Sosyalistlerine
kendilerinin de bir ulus olduklarını, bir sömürge olduklarını kanıtlamaya
çalışırlardı.
“Enternasyonalist Türk Sosyalistleri” de bunu bir türlü
kabul etmezlerdi.
Kürtler Kürt olarak örgütlenebilmek, Türklerin vesayetinden
kurtulabilmek için, özellikle Kürdistan’ın sömürge olduğunu kanıtlamaya
çalışırlardı.
Çünkü o zamanın gizli varsayımına göre, sömürgeler “ayrı”
örgütlenebilirdi. Cezayir Fransız toprağı sayılmasına rağmen ulusal kurtuluş
cephesi ayrı örgütlenmemiş miydi?
Ama Türkiye ve Kürdistan arasında deniz olmadığı için, sömürge
olduklarını da bir türlü Enternasyonalist Türk Sosyalistlerini bir türlü ikna
edemezlerdi.
Aslında sömürgelik değildi sorun, Kürtler ayrı biz özne
olarak ortaya çıkmak istiyorlar ama bunu Türk sosyalistlerine kabul ettirmeye
çalışıyorlardı. Yanlış buradaydı, bu kabul ettirme çabasının kendisi henüz bir
özne olunamadığının bir kanıtıydı. Yoksa öyle ise zaten ikna etmeye gerek
duymaz ayrı bir özne olarak ortaya çıkar.
(Teorik bakımdan ulusal sorunun sömürge olmakla, yani
ekonomik olarak sömürülmekle ilgisi yoktur. Ulusal sorun politik bir sorundur. Bu
İspanya örneğinde çok açıktır. Bask ve Katalonya İspanya’nın en gelişmiş
yerleridirler. Tabiri caiz ise, onlar ekonomik olarak İspanyolları sömürürler,
ama politik olarak İspanyolların egemenliği altındadırlar. Osmanlının son
döneminde Balkan Ulusları, Ermeniler, Rumlar da bu durumdaydı.)
Ama PKK daha doğarken bu Türk sosyalistlerini ikna etme tarzını
bıraktı.
Kendisi fiilen ayrı olarak örgütlenmeye başladı. Ve Türkleri
ikna etmek için çaba göstermeyi bırakıp, Kürt “Tom Amca”lara eleştiriye
yöneldi.
Bu nedenle Siyahlar hakkında en ağır eleştirileri yapanın, bir
Malcolm X olması gibi, Kürtlere en ağır eleştirileri yapan da Apo ve PKK
olmuştur.
60’ların Türk sosyalistlerini iknaya çalışan Kürt
Sosyalistleri aslında Kürt burjuvalarının çocuklarıydı ve ulusal baskıya karşı
tepkilerini Türk sosyalist hareketi içinde ifade edebiliyorlardı. Bu stil Kürt
burjuvazisinin korkaklığının ve kendine güvensizliğinin bir yansımasıydı. Bu sınıf
eğiliminin sosyalist bir söylemle dışa vurulmasının nedeni, 60’lı yılların TİP’i,
FKF, Dev-Genç gibi örgütlerinin ve sosyalist hareketinin, bu eğilimin var olabileceği
bir niş sunmasıydı.
(Sosyalistlerin hümanizmi Kürt ve Alevilere üzerlerindeki
baskıya karşı bir alternatif olarak görünüyordu. Ve o zamanların sosyalist
hareketi bütün ulusalcı gibi görünen söylemine rağmen daha demokrattı. Evet,
bir yandan “Tam bağımsız ve Demokratik Türkiye” diyordu ama diğer yandan da
Türk Ulusu demiyor, “Halklara Özgürlük”,” Türkiye Halkları” diyor ve Ezop dili
ile olsun, Kürtleri Türklerle eşit gördüğünü ve eşit kılmak istediğini ifade
etmiş oluyordu bugünkü ulusalcılardan farklı olarak. Ayrıca o zamanın
sosyalistleri bugünün Laikçi ulusalcı Türk Sosyalistleri gibi de değildi,
gerçekten laikti. Bugünküler Tanrı var mı yok mu tartışmasına girmeye çok
teşnedirler. O zamankiler devletin dinlere karışmamasını savunurlardı. Bu iki
özelliği nedeniyle Demokratik özlemlerin toplandığı bir ortak noktaydı
Sosyalist hareket.)
Yani bu Tom Amca dili ve tavrı aslında Kürt Burjuvazisinin
dilinin ve tavrının sosyalist bir terminoloji içinde dışa vurumundan başka bir
şey değildi.
Ama Kürdistan’ın plepleri (PKK ve Apo) ortaya çıkarken kendi
dilleri ve stilleriyle ortaya çıktılar. Ve en esaslı mücadelelerini bu Türk
sosyalistlerini ikna etmeye çalışan “Tom Amca”lara karşı verdiler.
Daha sonra gençliğinde sosyalistleri iknaya çalışan bu “Tom
Amca”lar sosyalistliği bıraktılar; aynı stili Türkler Kürtler bağlamında
sürdürdüler veya eskisi gibi sosyalist bir terminolojiyle, tıpkı Türk sosyalistlerinin
Türk ulusalcıları olmaları gibi, Kürt ulusalcısı oldular.
Kürt Özgürlük Hareketi Kitleselleşip legal mücadele alanında
örgütlenmeye çalışınca, bu Tom Amcaların dili, kasaba Avukatları, Kürt
Aydınları vs. aracılığıyla Kürt Özgürlük hareketinin legal biçimlerinde zaman
zaman epeyce öne çıktı. Bugün büyük ölçüde azalmış olmakla birlikte, bu Tom
Amca’ların köle dilini kullanan Kürt aydın ve siyasetçilerine bol bol rastlamak
mümkündür. Bunların bütün derdi Türklere Kürtlerin ne kadar ezildiğini kabul
ettirmektir. Bütün konuşma ve yazılarının mantığının özü budur.
Tabii artık bir zamanların Türk Sosyalistleri Türk Ulusalcıları
olduğundan ve aslında siyasi bir etkileri de bulunmadığından, ikna edilecek
olan Türk devleti ve İktidarda bulunan partiler ve güçler olur.
(Hâlbuki Kürt Özgürlük Hareketi veya plepler ise tam tersini
yapar. Türk’e haklılığını ve ezildiğin kanıtlamaya kalkmaz, onu ikna değil imha
etmeye çalışır. Kürde dönüğünde ise onun övgüsünü yapmaz eleştirisini yapar.)
*
Bu “Tom Amca” tavrı ve dilinin en son örneğini, Altan Tan’ın
seçim değerlendirmelerinde görüyoruz.
Bütün Ulusalcı Türk’lerin “mal bulmuş Mağribi” gibi üzerine
atladıkları “Erdoğan’ı Kürtler kurtardı”
sözleri aslında 60’ların sosyalistleri arasındaki bu köle dilinin Kürt ve Türk
İslamcıları arasında tekrar “Basübadelmevt”e (Reenkarnasyon, ölümden sonraki
diriliş) uğramasından başka bir şey değildir.
Altan Tan’ın sözleri hem olguyu ifade edişiyle, hem de
çıkarsamasıyla tam bir köle dili, bir “Tom Amca” dilidir.
Şöyle diyor:
"Tayyip
Erdoğan'ın MHP'yle kurduğu ittifak çöktü. Ve yine enteresan bir durumdur ki
sayın Tayyip Erdoğan'ı yine Kürtler kurtardı. Ve Tayyip Bey'in yeniden bir
değerlendirme yapması lazım ve Kürtlere olan bu vefa borcunu da ödemesi
lazım"
Bunu bir analizle gösterelim.
Birincisi, istatistikler ve sonuçlar politik görüşe göre çok
farklı biçimlerde yorumlanabilirler. Yorum sizin mantığınızı ele verir.
Örneğin Seçimler için pek ala, “Erdoğan’ı Türkler Kurtardı veya “Evet’in mimarı Türkler” denebilir.
Bu çok daha doğru da olur aslında. Seçmenin ezici bir kısmı
Türk iken ve Türklerin de ezici bir kısmı Erdoğan’ı desteklemiş iken, Türklerin
bu sonuçta etkisinden söz etmemek, ne anlama gelir?
Türklerin böyle tercihler yapmasının normal olduğu anlamına
gelir. Türkler için normal görülenin ve Türklükle ilişkilendirilmeyenin,
Kürtler için normal görülmediği ve Kürtlükle ilişkilendirildiği anlamına gelir.
Yani Türklerin üstünlüğünü olağan kabul edip onaylamak
anlamına gelir.
Yani bir TC vatandaşı, ana dili Türkçe ise veya Kendini Türk
olarak kabul ediyorsa, Erdoğan’ı desteklediğinde Türk olmuyor, ama aynı
vatandaşın ana dili Kürtçeyse veya kendini Kürt olarak hissediyorsa aynı eylemi
yaptığında Kürt oluyor demektir.
Bu fiilen Kürtlerin hata yapma hakkı yok demektir. Bu
anlaşışı bir Türk diye getirirse ırkçılığın, şovenizmin ifadesi olur. Ama bir Kürt
ifade ederse bir köleliğin içselleştirilmesinin ifadesi olur.
Aslında az çok “Tom Amca”lıktan kurtulmuş bir Altan Tan’ın
söylemesi gereken şey, “Erdoğan’ı Türkler kurtardı” sözü olabilirdi.
Sadece Türkleri düşündürmek için bir provokasyon olarak
değil, aynı zamanda olgulara da denk düştüğü için.
Bunu bütün grafikler ve istatistikler de doğrulamaktadır üstelik
bu önermeyi.
Bütün iç Anadolu, Karadeniz, Doğu Anadolu, hepsi Allahına
kadar Türk değil mi?
Harita da ortada.
Sadece bu kadar da değil, çıkarsama kısmında bu köle dili,
bu Tom Amca’lık daha da ortaya çıkıyor.
Çıkarsamasını şöyle yapıyor: “"Ve Tayyip Bey'in yeniden bir değerlendirme yapması lazım ve Kürtlere
olan bu vefa borcunu da ödemesi lazım"
Yani efendisine yalvaran, onu ikna etmeye çalışan bir dil.
Bir an için, Erdoğan’ı Kürtlerin kurtarmış olduğunu var
sayalım. Olguyu doğru varsayalım ki çıkarsamanın köleliğini gösterebilelim.
Böyle bir önermeden PKK geleneğinin, devrimci diliyle başka
bir çıkarsama da yapabilir.
“Erdoğan’a oy veren Kürtler
Erdoğan’ı yine siz kurtardınız, kendi kasabınızın bıçağını yalıyorsunuz. Bu
nasıl bir onursuzluktur”
Bu çıkarsamada, “Bak seni biz kurtardık, bize iyi davran”
diyen köle dili yoktur; muhatabı efendisi değil, mücadeleye kazanmak istediği kitledir;
efendisini iknaya yönelik değil, efendiye karşı mücadele için köle ruhunu imhaya
yöneliktir.
*
Kürtlerin içindeki bu kesimlerin oyunu alabilmek ve yüzde on
barajını aşabilmek için, bu kesimdeki ön yargıları yıkabilmek ve onlarda bir
değişimin yolunu açabilmek için Altan Tan’ın milletvekili yapılması
anlaşılabilir. Hatta bence doğru bir seçimdir de. Elbet en karşı cepheden bile
insanlara ulaşmanın onları kazanmamın yolları aranmalıdır.
Ama politik ve taktik ittifaklar hiçbir zaman teorik ve
ideolojik mücadeleyi bir kenara bırakmaya yol açmamalıdır.
Bu ikisi birlikte olursa anlamlıdır.
Maalesef bu bir kenara bırakılmaktadır.
Altan tan’ın sözlerini görmezden gelmek veya kapı ardında
eleştirmekle doğru bir politika yapılamaz.
Düşmanın gözü önünde tartışmaktan, eleştiri ve özeleştiri
yapmaktan korkmamak gerekir.
Bizim Tom Amcalığa karşı bu satırlarımızı bir Kürt yazsaydı
çok daha doğru ve yerinde olurdu.
*
Peki, bu seçimler başka türlü de yorumlanamaz mı?
Yorumlanabilir. Ve onlar gerçeğe daha denk düşerler.
Örneğin “Erdoğan’ı Sünni Müslümanlar kurtardı” denebilir.
Ve aslında bu en doğru değerlendirme de olur.
Erdoğan’a oy veren Kürtler de, Türkler de Türk veya Kürt olmaktan
ziyade kendilerini Sünni Müslüman olarak tanımlamaya daha meyilli olanlardır.
Gerçekten de Türklerin ve Kürtlerin Sünni Müslüman kesimleri
Erdoğan’a esas oyu vermişlerdir.
Kürtlerin ve Türklerin milliyetçileri ve laikleri ise #HAYIR
cephesinde yer aldılar.
*
Burada Türk ulusalcılarına gelelim.
Nedense Türk ulusalcıları böyle bir gerçeği öne çıkarmazlar.
Yani Sünni Müslümanlar yaptı demezler. Bunun bölücülük falan olduğunu
söylerler.
Ama Kürtlere gelince hemen Altan Tan’ın söylediklerini
manşete taşırlar.
Öte yandan Türklerin bu işi yaptığını da öne çıkarmazlar.
Örneğin bir Birgün,
bir Sözcü, bir Oda TV şöyle bir manşeti neden atmaz?
“Erdoğan’ı Türkler kurtardı”, ya da “Erdoğan’ı Sünni
Müslümanlar Kurtardı” gibi.
Bu ulusalcıların aslında bu devletin ideolojisini ve
çıkarlarını savunduklarını gösterir.
Sıradan bir Türk milliyetçisi pek ala yukarıdaki gibi bir
önermeyi söyleyebilir. Ama Devletçi söyleyemez.
Şimdi İslamcıların içinden bile Müslüman ve Sünnilere karşı,
“Sizler Müslüman bile değilsiniz. Siz devletçi Emevi Müslümanlığını Müslümanlık
sanıyorsunuz; bu devletçi Müslümanlığı içselleştirmişsiniz” diyerek mücadele
eden kesimler çıktı.
Yani Müslümanlar da, tıpkı bir zamanlar Kürtlerin kendi
köleliğine karşı savaş açmaları gibi, bir savaş başlatmış bulunuyorlar.
Bu son derece önemli bir başlangıçtır.
Ama Türkler içinde maalesef böyle bir eğilim henüz yok.
“Ey Türk sen bir devlet yalakasınısın, sen bir ruh hastasısın.
Anadolu’nun Müslüman halkından bu merkezi bürokratik gerici devlet tarafından,
onun kendi suretinde yaratıldın, Hıristiyanların katli ve sürgünüyle kanla vaftiz
edildin; Özel Savaş Dairesi ve Genelkurmay tarafından bir faşist olmak üzere eğitildin,
imtiyazlarının kölesisin. Önce kendinle savaşman, insan olabilmek için kendi
nefsini yenmen gerekiyor. Türklükten kurtulup bir demokrat bir insan olman
gerekiyor diyen bir Türk var mı?
Henüz yok.
Henüz yok.
Bu olmadıkça, Türkler dönüşmedikçe demokrasi gelmez
buralara.
Bir tek olasılık var.
Belki, ulusun esas olarak Sünni İslam’a dayanması korkusuyla
Türklerin laik kesimleri, “Bu Kürtlerin laikleri (HDP, PKK) ve Müslümanların
demokratlarıyla ittifak yapmamız; bunun için de onlarla eşit olmamız lazım. Bunu
da sadece ulusun bir dille ve dinle tanımlanmasına son vermek sağlayabilir”
diyebilir.
Bu yönde belli belirsiz bir eğilim görülüyor.
#HAYIR hareketi aslında böyle bir eğimimi dile getiriyor
kısmen.
Özellikle büyük şehirlerin laik kesimlerinde ortaya çıkan “#Hayır
hareketi”, bu “Çoban Ateşleri”, bu kendiliğinden hareket, böyle bir eğilimin
bir dışa vurumudur.
Bu hareket bu utangaç eğilimini daha açık ve bilinçli, bir
politik program olarak ifade ettiği; eğilimini mantık sonuçlarına götürdüğü
takdirde gerçekten Türklerin birer demokrata dönüşmesinin yolunu açabilir.
Böylece Kürtlerin, Laiklerin ve Sünni Müslümanların, yani
fiilen üçe bölünmüş Türkiye’nin aynı ortak demokrasi paydasında buluşmasını
sağlayabilir.
Bunun ise programatik ve somut bir tek yolu vardır.
Devletin ve ulusun bir Dille ve Dinle tanımlanmasına son
vermek.
Devletin dilinin ve dininin olmaması.
Merkezi bürokratik yapının tasfiyesi.
Bu son derece basit ve somut programı yollardır yazıyor ve
savunuyoruz.
Kimse başka bir program sunamıyor.
Sunamadığını gizlemek için de bu programı görmezden geliyor.
Sunamadığını gizlemek için de bu programı görmezden geliyor.
Bir kere daha aşağıya aktarıyoruz:
Gerçek bir eşitlik
için; ulusun tanımından her türlü dil, din, tarih, "etni", soy,
kültür, "ırk" belirlemesi kalkmalı, ulus bunlarla tanımlanmaya karşı
tanımlanmalıdır.
Bu somut olarak şu tedbirlerle gerçekleşebilir.
• Herkesin istediği dili anadil olarak seçme ve anadilinde
eğitim hakkı olmalıdır. (Ana dilini öğrenme hakkı değil! Yalnızca “öğrenme
hakkı” dillerden birine üstünlük sağlayıp eşitsizliği arttırır.)
• Ortak bir konuşma ve yazışma dili (resmi dil) gerekip
gerekmediğine; gerekiyorsa bunun hangi dil olacağına demokratik ulusun
yurttaşları tartışarak ve oylayarak karar verirler.
• Okullarda herkes ana dilinde ama aynı ortak tarihi,
edebiyatı vs. okumalıdır. Bu tarihi, ülkedeki ve komşularındaki bütün
dillerden, etnilerden, dinlerden, kültürlerden, cinslerden eşit miktardaki
temsilcilerce ortaklaşa yazmalıdırlar.
• Eğer olmasına karar verilirse, din ve ahlak dersleri,
yeryüzündeki tüm büyük din ve inançlardan ve inançsızlardan eşit sayıda
temsilciler tarafından ortaklaşa yazılmalıdır.
• Devletin tüm inançlar karşısında eşit ve tarafsız olması
için, Diyanet lağvedilmeli, İmam Hatip Okulları normal okullara çevrilmelidir.
• Diyanet gibi kurumlarda şimdiye kadar çalışanların mağdur
olmaması için geçimleri gönüllü olarak cemaatler tarafından karşılanmayanlar
devletin başka işlerine yerleştirilmelidir.
• Devlet sadece inançlar arasında eşitliği sağlamak ve
azınlık inançta olanlar aleyhine oluşacak fiili eşitsizlikleri gidermekle,
haksızlıkları engellemekle yükümlü olmalıdır.
Yurttaşların en geniş
şekilde örgütlenebilmesi, hakkını koruyabilmesi, haksızlıklara ve
eşitsizliklere karşı mücadele edebilmesi için.
• Sınırsız bir düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü derhal
uygulamaya geçmeli, bunları sınırlayan tüm yasalar derhal ve otomatik olarak
geçersiz olmalıdır.
• Devletin, firmaların, örgütlerin, partilerin ve bunların
bütün organlarının, bütün kararları, bütün tartışmaları tüm yurttaşların
bilgisine açık olmalıdır.
Demokrasinin
gerçekleşebilmesi, yurttaşların doğru kararlar verebilmesi için her şeyden önce
doğru bilgilenme gerekir. Doğru bilgilenme için ise, medyanın devlet ve
sermayenin tekelinden ve egemenliğinden kurtulması gerekir. Bunun için de
• Tüm medya ve yayın faaliyeti, matbaalar, frekanslar, kanallar,
kağıtlar toplumsallaştırılmalı, devletin ve sermayenin elinden alınarak,
yurttaşların ve örgütlerinin emrine verilmelidir.
• Medya olanakları; tüm örgütler, partiler, inançlar,
fikirler, akımlar, meslekler, cinsler, yaşlar, bölgeler vs. arasında üye sayılarına
ya da nüfus içindeki oranlarına göre dağıtılmalıdır.
• Bu dağılımın gerçek oranları yansıtmaları için sık sık
ayarlanmalıdır
Yurttaşların üzerinde
yükselmeyen, onlardan bağımsızlaşmayan ama onlara itaat ve hizmet eden bir
devlet cihazı için:
• Tüm düzeylerde (mahalle, köy, belde, ilçe, il, bölge ve
ulus) yetki ve sorumluluk seçilmiş organlarda olmalıdır. Osmanlı artığı,
Firavun ve Nemrutlar zamanından kalma valilik, kaymakamlık gibi merkezi olarak
atanan ve belirlenen tüm makam ve organlar lağvedilmedir.
• Tüm emniyet, asayiş ve savunma kuvvetleri bu seçilmiş
organların emrinde ve kontrolünde olmalıdır.
• Tüm seçilmiş yöneticiler ve organlar kendilerini
seçenlerin beşte birinin oyuyla geri alınabilmeli ve seçim yenilenmelidir.
• Tüm seçilenler seçildikleri süre içinde ve çalışmaları
esasında ortalama bir çalışanın gelir düzeyinde ücret almalıdır.
• Memurların tayin, terfi, seçim ve emeklilik işlemlerinde
bağımsız memur sendikalarının tuttukları siciller esas alınmalıdır.
• Asker sivil adalet ikiliği ve memurlar hakkında dava için
izinler kalkmalı. Kanun ve yasalar karşısında mutlak eşitlik olmalıdır.
• Mahkemelere Jüri usulü gelmelidir.
Bu biçimsel eşitliği
ve demokrasiyi sağlayan tedbirlerin yanı sıra, asgari ölçüde ekonomik ve sosyal
eşitsizlikleri kaldırmak için
• Devlet her yurttaşa iş bulmak, bulamıyorsa, sendikaların
ve bağımsız tüketici teşekküllerinin tespit edeceği, asgari geçim endeksine
uygun gelir sağlamakla yükümlü olmalıdır.
• Tüm yurttaşlar için genel sağlık ve emeklilik sigortası
olmalıdır. Sigorta, doğrudan sigortalı yurttaşların seçilmiş temsilcileri
tarafından yönetilmeli ve denetlenmelidir.
• Gelecek nesiller arasında kültür, eğitim ve iktisadi
farklardan doğan eşitsizlikleri asgariye indirmek için, her çocuk için parasız
kreş ve anaokulu sağlanmalıdır.
• Tüm eğitim ve araçları parasız olmalı, düşük gelirli
ailelerin çocukları devlet bütçesiyle desteklenmelidir.
• Tüm azınlıkların gerçek hayatta fiilen ortaya çıkacak
bizzat matematik bir azınlık olmaktan doğan dezavantajlarını bir ölçüde ortadan
kaldırabilmek için kotalar ve pozitif ayrımcılık uygulanmalıdır.
18 Nisan 2017 Salı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder