24 Mayıs 2017 Çarşamba

HDP’ye Açık Mektup – Erdoğan Gitmeden Barıştan Söz Etmek Erdoğan’a Hizmet Etmektir

Politik mücadelede, yakalanacak ana halkayı, vuruş yönünü, yani bir anlamda stratejiyi, doğru belirlemenin hayati önemi vardır.
Bugün Türkiye’de yakalanacak ana halka, Erdoğan’ın gasp ettiği Devlet başkanlığından uzaklaştırılmasıdır.
Bunu ana hedef olarak belirlemeyen her politika Erdoğan’ın gaspını ve suçlarını meşrulaştırır; demokrasi güçlerini dağıtır; Erdoğan’ın nasıl bir tehlike olduğunu gizlemiş olur, güçleri yanlış noktalara yığar.
2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden beri, Erdoğan’ın diktatörlük amaçlarına ve bir tür faşist rejime gideceğine dikkati çekerek bıkmaksızın baş tehlikenin Erdoğan olduğunu, onu yenilgiye uğratmanın en acil ve temel sorun olduğunu yazdık[1].

Ancak o zamandan beri, HDP bir “barış süreci”dir tutturmuş gidiyor. “Barış”ı, “yakalanacak ana halka”, “vuruş yönü”, “stratejik hedef” olarak öne almanın barış getirmeyeceğini anlamak istemiyor.
Bu yanlış hedef belirlemesi aynı zamanda HDP’yi işlevsizleştiriyor ve Erdoğan’a güç veriyor.
Son günlerde Abdülkadir Selvi’nin yazısı da vesilesiyle, Mesut Yeğen, Vahap Coşkun gibilerin “barış süreci” gelecekmiş gibi yazılarını okuyunca, bu sahte hayaller yaymanın tehlikeleri üzerine ve ama asıl önemlisi, “barış”ı hedef olarak belirlemenin barışa hizmet etmediğini tekrar göstermek üzere bir yazı yazmayı düşünüyorduk.
Ama yine de “bekleyelim, belki Kongre’de bir şeyler değişir, peşin hükümlü davranmayalım” derken, Sırrı Süreyya’nın “Açılım süreci yeniden başlama yolunda”;  yeni eşbaşkan Serpil Kemalbay’ın “Barış için ete kemiğe bürünmüş bir çalışma yürüteceğiz” söyleşileri ve bunların üstüne tüy dikerce Kongre’nin “demokrasi ve barış planı hazırlanması acil görevimizdir” sözlerini okuyunca, bunun nasıl bir aymazlık olduğu üzerine yazmayı ertelenmez bir görev olarak düşünüyorduk ki, dün Artı Gerçek’te Yavuz Baydar’ın “Yeni 'Barış Süreci' masalları: 'Bir münasip zamanda...'” başlıklı yazısını görünce sırtımızdan ağır bir yük kalktı.
Baydar düşüncelerimize tercüman olmuş; söylenmesi gerekenleri söylemişti. (Okuyucuların öncelikle bu yazıyı okumasını dilerim. Baydar aynı yazıyı Nar başlıklı kendi bloğunda da “‘Olmayacak duaya yine amin dedirtme’ temrini olarak sözüm ona ‘Barış Süreci’” gibi daha değişik ve daha uygun bir başlıkla da yayınlamış.)
Baydar yazısında “Gazeteci siyasetçi değildir, analiz etmelidir, eleştirmelidir” diyor. Bir gazeteci olarak haklı.
Ama biz bir gazeteci değiliz, siyasetçiyiz, daha doğrusu devrimciyiz. Bizim için gazetecilik, yazarlık bu mücadelenin bir aracıdır. Biz hem Türkiye ve hem de Ortadoğu ve dünya ölçeğinde, özgün bir teorik arka plana dayanan; özel ve farklı bir program, stratejisi, örgüt ve mücadele biçimlerini savunun bir sosyalistiz, bir devrimciyiz.
Biz sadece analizde dikkati çekilen çelişkileri ve tutarsızlıkları göstermekle yetinemeyiz.
Biz sorunu, strateji, politika, örgüt ve mücadele biçimleri bağlamında tartışırız ve tartışmalıyız.
*
HDP “barış barış” diyerek kendi ayağına kurşun sıkmaktadır; barışa karşı çalışmaktadır. Cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşelidir.
HDP’nin yapması gereken şey, Erdoğan’ın bir darbe ile iktidarı gasp ettiğini; bu gaspı tanımadığını, Erdoğan’ın gitmesinin Türkiye’deki yurttaşların ve Ortadoğu halkalarının önündeki en temel ve acil görev olduğunu ilen etmek ve bütün politikasını buna göre belirlemektir.
Ancak böyle bir politika ve hedef tanımı, CHP’nin ve hatta MHP’nin bir kesiminin Erdoğan’ın İslamcı tehdidi karşısında tam bir panik içindeki geniş destekçilerini kazanabilir.
Ancak böyle bir hedef tanımı, “laikler”, Aleviler, Kürtler ve Erdoğancı olmayan Müslümanların desteğini kazanıp onları bir araya getirebilir.
Ancak böyle bir politikanın baskısı altında CHP ister istemez, tabanı kontrolden çıkmasın diye, bir zamanlar TİP’in başarısı üzerine İnönü’nün “Ortanın solundayız” veya Ecevit’in “toprak işleyenin su kullananın” demesi gibi, daha keskin bir muhalefet yapmak zorunda kalabilir.
HDP bunun farkında değil.
Barışı ana halka olarak ortaya koymak ve Erdoğan’ın başında bulunduğu devlete vs. barış talebinde bulunmak, sadece sahte hayaller yaymak değildir; Erdoğan’ın amaçlarına da hizmet etmektir.
O da tamı tamına kendisinin gerektiğinde barışı da getirebilir olarak görülmesini ve tanınmasını istemektedir.
Hatta birçok kişi, birçok Kürt ve Türk, ona böyle bir beklentiyle bile oy vermiştir.
Onlara Erdoğan orada olduğu sürece bu ülkede huzur ve barış olmayacağını söylemeli ve göstermeli. Erdoğan’ın silahı ona karşı çevrilmeli.
Erdoğan’la barış mümkün olabilirmiş gibi, barışı öne çıkarmak, Erdoğan’la barış olabilir demenin başka bir biçimidir. Bu tam da Erdoğan’ın diktatörlüğünün temel araçlarından biri olan tereddütte bırakmaya yaramaktadır.
Erdoğan karşısındaki iki büyük gücün, yani devletin ve ulusun Türklükle tanımlanmasından doğan Kürt hareketi ile; devletin ve ulusun İslam’la tanımlanmasından doğan Alevi ve “laiklerin” direncini kırabilmek için, tam da böyle bir politika izlemeyi hesaplamaktadır.
Şimdi Kürtleri tereddütte bırakacak söylemleri el altından piyasaya sürmesi gibi,  bir süre sonra, pek ala “laik”ler ve Alevileri tereddütte bırakacak adımlar da atabilir. CHP ve Akşenerciler, tıpkı HDP’nin şimdi yaptığı gibi, bu havuçların peşinde de gidebilir.
Bu da HDP’nin ve Kürt hareketinin iyice tecrit olmasını getirir.
*
7 Haziran Seçimi ve 16 Nisan Referandumu,  HDP’nin, yani Kürt hareketinin, laikler ve Aleviler ve de Erdoğancı olmayan Müslümanlarla fiili ittifakının HDP’ye nasıl bir hareket alanı ve güç kazandırdığını göstermiş olmalıdır.
Dikkat edilsin, her ikisinde de esas hedef Erdoğan’ın başkanlığının engellenmesiydi. Her ikisi de oldukça başarılı sayılabilirdi.
Bu somut örnekler bile, taktik bir hedef olarak bile Erdoğan’ın bir hedefe ulaşmasının engellenmesi öne koyulduğunda bunun nasıl canlandırıcı ve HDP’yi tecritten kurtarıcı bir etki yaptığını göstermektedir.
Ayrıca bir nokta daha, HDP barış dedikçe, Türkiye’nin “laikleri” ve Alevileri bunlar Erdoğan’la ittifak yapar, barışır; bizi Erdoğan karşısında satabilirler kaygılarıyla hareket etmektedirler. Öcalan’ın esas kaygılarından biri her zaman bu kaygıları gidermeye yönelik olmuştur. 2013’deki, malumu ilen etmeme gibi bir nedenden kaynaklanan, birkaç ifadesinin bu kesimlerde nasıl bir tereddüt ve güvensizlik yarattığını görünce bu güvensizliği ve tereddütü kırmak için elinden geleni ardına koymamıştır.
HDP Erdoğan’ın gitmesini temel hedef olarak koyduğunda, Erdoğan gitmeden barış olmaz dediğinde, işte o zaman laikler ve Aleviler için bir çekim merkezi olur ve onların güvenini kazanmaya başlayabilir. İşte o zaman bir demokrasi cephesi bir imkân ve gerçeklik haline gelebilir. Erdoğan en önemli sorundur, ama aynı zamanda en önemli fırsattır ve olanaktır.
*
Erdoğan’ı tecridi ve oradan uzaklaştırmayı acil görev olarak gören bir politika elbette aynı zamanda Kürt hareketi içindeki Barzanici milliyetçilerden uzaklaşmayı veya onların HDP’den uzaklaşmasını da getirir. Çünkü sorunu sırf Kürtlük olarak koyanlar HDP’nin Türkiye’de demokrasi mücadelesi vermesini de, “Türkiyelileşme”sini de, Erdoğan’a karşı mücadelenin başını çekmesini de istememektedirler. “Biz Kürtler ayrıyız, biz kendi başımızın çaresine bakalım” tarzında bir yaklaşım içindedirler.
Bu nedenle Alevi ve “laiklerin” korkuları tamamıyla mesnetsiz de değildir.
Ve çok muhtemeldir ki, HDP’nin hala “barış barış” demesinin ardında da aslında bu dengeler bulunmaktadır
Politikada bir gücü kaybetmeyi göze almadan başka bir gücü kazanamazsınız, her kayıp bir kazançtır aynı zamanda. Sorun sizin neyi kaybetmeyi ve neyi kazanmayı göze aldığınızda ve hedeflediğinizdedir.
Kürt ulusalcıları ve Barzani’ye yakın olanları kaybetmeden, Türkiye’nin batısındaki “laikle” ve Aleviler kazanılamaz.
*
HDP sorunu baş aşağı koymaktadır.
Türkiye’nin sorunu demokratikleşmedir. Demokratikleşme olduğunda otomatikman bir yan ürün olarak “Kürt sorunu” da (veya daha doğrusu) Türk sorunu da çözülür.
Bunun olması için ise şu an Erdoğan, Ergenekon, Genelkurmay ittifakının parçalanması gerekmektedir.
Bunun en zayıf halkası Erdoğan’dır. Erdoğan’ın hedefe koyulması en geniş kesimleri birleştirebilir.
Muhalefet ne zaman Erdoğan’a karşı birleştiyse, (Gezi, 7 Haziran ve 16 Nisan örneği göz önüne alınsın) o zaman başarılar kazandı.
Erdoğan’ın gitmesi, ister istemez karşı cephenin ciddi bir yenilgisi ve kitle desteğini yitirmesi anlamına gelir.
*
Ayrıca Erdoğan en büyük tehlikedir. Erdoğan böyle giderse tam bir diktatör olarak onlarca yıl bu ülkeyi yönetebilir.
HDP’nin görevi Erdoğan yenilecektir diye yürek soğutmak değildir. Aksine Erdoğan tehlikesinin büyüklüğüne dikkati çekmektir.
Ortada böyle bir tehlike varken, Barış demek bu tehlikeye sis perdesi olmak demektir.
Ayakları üzerinde bir formül şöyle olabilir ve olmalıdır:
Erdoğan olduğu sürece barış olmayacaktır ve olamaz, olsa bile o Barış Erdoğan’ın diktatörlük amaçlarının bir aracı olur, ona hizmet eder.
Barış isteyen Erdoğan’a karşı savaş cephesinde yerini almalıdır.
HDP’ye sesleniyoruz, eğer gerçekten barış istiyorsanız, barış diye sayıklamayı bırakıp, Erdoğan’a karşı savaş cephesinde yerinizi alınız.
*
(Bu yazıyı tam bitirdik yollamaya hazırlanıyorduk ki, Yeni Özgür Politika’da Mustafa Karasu’nun “Erdoğan’dan çözüm beklemek GAFLETTİR” başlıklı yazısını gördük.
“Aklın yolu birdir” demişler. Türkiye politikasını, Karasu’lar ta Kandil’den Ankara’daki HDP’lilerden daha doğru okuyorlar.
Karasu’nun yazısının son bölümünü olsun aktaralım. Çünkü Türkiye’den birçok insan ulaşamayabiliyor.
Şimdi kaynağı Saray Gladyosu ve MİT olan “Yeniden çözüm süreci başlayacak” lafları dolaştırılıyor. Bazı köşe yazarları da bunu dillendiriyor. Bu tür özel savaş söylemleri ve haberleri Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin mücadelesini önlemeye yöneliktir. Toplumda beklenti yaratılarak mücadele etmesi önlenecek, bu ortamda da Tayyip Erdoğan soykırımcı faşist sistemini oturtacak! Bu haberlerin ortaya atılmasını sağlayanlar soykırımcı Kürt düşmanları olduğu gibi, bu tür haberleri yayanlar da bu soykırımcı Kürt düşmanlarının hizmetine girenlerdir. Bazıları da PKK tasfiye edilecek, ondan sonra çözüm süreci başlatılacak gibi insan aklıyla dalga geçen söylemlerde bulunmaktadır. Yine yönlendirilen bir kesim de PKK ve HDP değil de başka kesimlerle Kürt sorununu çözecek süreç başlatılacakmış biçiminde değerlendirmeler yapmaktadırlar. Başka kesimler dediklerini Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı kullanabilirler.  Bu kesimlere silahlı veya silahsız kontralar olarak rol verilebilir. Ama soykırımcı sistemin işbirlikçi olan Kürtlerle de Kürt sorununu çözmesi söz konusu değildir. Sadece ve sadece bazıları tarihe işbirlikçi ve hain olarak geçecek biçimde kullanılırlar. Bunlar olmaktadır ve olacaktır.
Şu anda toplumu aldatma, Kürtleri aldatma ve beklenti içine sokma yönlü çözüm süreci olabilirmiş gibi tartışmalar yapılması; ya da faşist iktidardan bu tür beklentiler ve isteklerde bulunulması, demokrasi güçlerinin birliği ve mücadelesine dayalı çözüm sürecini ve yol haritasını sabote etmekten başka anlama gelmemektedir.”
Doğru söze ne denir?)
24 Mayıs 2017 Çarşamba
Demir Küçükaydın
Twitter: @demiraltona
Demirden Kapılar Okurları Grubu: https://www.facebook.com/groups/demirdenkapilar/



[1] Örneğin 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Erdoğan tehlikesini durdurmak için, HDP’nin kendisi içinden bir aday değil, en geniş kesimleri Erdoğan karşısında birleştirecek bir aday önermesini ve somut olarak da o zaman, bu bağlamda Bekaroğlu’nu aday göstermesini teklif ettik. Örneğin şu yazıya bakılabilir. “Cumhurbaşkanlığı Adayı ve Seçim Yöntemi Üzerine HDP’ye Bir Öneri” )
Ama HDP tam bir dar görüşlülükle davrandı ve üstüne üstlük Demirtaş’ın bir emrivaki ile kendini cumhurbaşkanı adayı olarak göstermesiyle, Erdoğan belasından küçükken kurtulmanın yolunu kendi eliyle tıkadı. O zamanlar Demirtaş’ın aldığı oy oranını bir başarıymış gibi gördü.
Bu her aşamada devam etti. 7 Haziran seçimlerinden sonra şöyle yazıyorduk:
A diyen B de demek zorundadır. Eğer Erdoğan sivil darbe yaptı diyorsanız, onun yasa dışı olduğunu; onu karşı direnmenin meşru olduğunu söyleyip halkı meydanlara; demokratik direnme hakkını kullanmaya çağırmanız gerekir. Yoksa sizler de bu suça ortak oluyorsunuz demektir. Gayrı meşru duruma düşmüş bir yönetimin yapacağı seçim tarafsız olamaz. Gayrı meşru durumdaki bir devlet başkanının vereceği hükümet kurma görevini kabullenmek onu meşrulaştırmaktır.
CHP ve HPD derhal buluşup, halkı Erdoğan’ın istifası için sokaklara çağırmalıdırlar.
Tüm devlet aygıtına Erdoğan’ın ve onun atadığı hükümetlerin emirlerine ve kararlarına uymama çağrısı yapmalıdırlar.
Darbeye karşı direnmek yurttaşlık görevidir ve hakkıdır.
Ancak böyle kararlı bir duruş Erdoğan’ın darbesinin daha ileri gitmesini durdurabilir.(…)
Bugün yakalanacak ana halka, barış çağrıları değildir. Kaldı ki barış çağrılarıyla bir şey elde edilemez. Yakalanacak ana halka, bu iktidarı gasp etmiş kişinin oradan uzaklaştırılmasıdır. Bu olduğu an barış da kendiliğinden gelir bunun bir yan ürünü olarak. Ancak böyle bir hedef belirlemesi ve bu hedefe yönelik kararlı bir mücadele en geniş kesimleri birleştirebilir.
Tekrar edelim. Yukarıdaki önermelerden çıkacak bir tek sonuç vardır: HDP’nin derhal, CHP ile birlikte veya CHP gelmiyorsa tek başına Erdoğan’ın diktatörlüğünü gayrı meşru olarak tanımlaması ve halkı bu gayrı meşru ve gaspçı idareye karşı sokaklarda demokratik direniş hakkını kullanmaya çağırması gerekir. (…)
HDP seçim sonuçlarının belli olmasından beri, tıpkı CHP gibi bir bekleme tavrına girmiş bulunmaktadır. Onların bu bekleme tavrı, sarsılmış Erdoğan’ın tekrar toparlanmasına olanak verdi. Artık bu tavra son vermenin zamanı gelmiştir. HDP ve CHP, Diktatöre karşı sivil direniş ve itaatsizliğin başına geçmelidir.
Yoksa adil bir seçim ve/veya Erdoğan’ın darbesine son verilmesi bir hayaldir.
Kararsızlığın nelere yol açacağını görmek mi istiyorsunuz? AK Parti’ye bakın. Hepsi susta durmuş bulunuyor. Bir teki bile ağzını açamıyor.
Erdoğan kararlı saldırılarla, sizleri tereddütte ve beklemede bırakarak adım adım hedefine yaklaşmaktadır.” (“HDP ve CHP’ye Çağrı: Erdoğan Nasıl Durdurulabilir?”
Bunun gibi daha nice yazılar yazdık. Defalarca Erdoğan’ın uzaklaştırılmasının ana vuruş yönü olması gerektiğini belirttik.

1 yorum:

Emel dedi ki...

Türkiye'nin "Doğusu"nda faşizm varken Batısında demokrasi olamaz; Türkiye Güneyinde, Rojava halkı da içinde olmak üzere Suriye halklarına karşı savaşıyorken ve Suudilerle ve diğer gerici Arap rejimleriyle birlikte İran'a karşı bir savaş hazırlığına girmişken ve Trump kliği Ortadoğu'da daha saldırgan bir politika belirlemişken Türkiye'nin ne Batısında ne de "Doğusu"nda barış olabilir. Türkiye'deki rejim giderek daha da gerici ve daha da saldırgan hale gelirken sahte bir barış beklentisi yaymak, Erdoğan kliğinin konumunu pekiştirmesine ve halkın aldatılmasına ve halk muhalefetinin zayıflamasına hizmet eder. Ancak, HDP'nin bu tutumu yeni değil; başında Demirtaş'ın bulunduğu HDP, Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığını TBMM'nde ayakta alkışlamıştı. Öte yandan, bu tür hataların yükü tümüyle HDP ve öncellerinin sırtına yüklenemez. Tutsak konumda bulunan Öcalan'ın kendi özgür iradesiyle yapıp yapmadığı -en iyimser ihtimalle- kuşkulu olan açıklamaları ve PKK'nin yalpalamaları gözönüne alınmadan tüm suçu HDP ve öncellerinin sırtına yıkmak da adil bir tutum olmaz.

Garbis Altınoğlu