Bugün 8 Mart. Aşağıda 2000 yılında, yani 17 yıl önce yazılmış
iki yazı yer alıyor. Bu yazılar o zamanlar Avrupa’da çıkan, yazarı olduğumuz Özgür Politika’da yayınlanmışlardı.
Bu yazılar yazıldığı zaman, yani 2000 yılında, Kürt hareketine
kimse değer vermiyordu. Bütün Türk sosyalist hareketleri şu veya bu ölçüde
ulusalcıydı ya da ulusalcılığın baskısıyla Kürt hareketinden uzak duruyordu.
Kürtler içinde de Öcalan ve onun temsil ettiği çizgi yediği
ağır darbenin etkisi altındaydı. Kürt hareketinin bittiği düşünülüyordu.
Öcalan’ın her görüşmede kadınlara selam yollaması basit bir
denge hesabı, bir retorik ve örgüt içi dengelerle ilgili diplomatik manevralar
olarak görülüyor; kimse tarafından ciddiye alınmıyordu.
İşte bu ortamda, yazılarda Kürt hareketinin hem bulunduğu
tecritten çıkabilmesi hem de kendi içindeki sınıf mücadelesinde üst sınıfları
daha iyi dizginleyebilmesi hem de Batı ile aradaki kültürel ve sınıfsal uçurumları
aşabilmesi için, Kadınların stratejik önemini ele alıyor ve Kadınların bütün
organlarda en az yarı olmak üzere, tamamen tamamen Kadınlara verilmesini öneriyorduk.
Bu öneri o zaman uçuk, hayalci, ütopik bulunmuş, kimse
tarafından ciddiye bile alanmamıştı.
Sonra aşama aşama bu direnç aşıldı ve bugün Kürt Özgürlük Hareketi
kadınların öne çıkışıyla hem Türkiye’de hem de Ortadoğu’da yepyeni
perspektifler açmış, ilginin odağına yerleşmiş bulunuyor.
Avrupa ve ABD, bu IŞİD karşısında bu “Kürt Amazonları” nereden
çıktı diye hayret ve hayranlıkla bakıyor.
Türkiye’nin batısında, bir zamanlar Kürtlerde feodalizmden
bayka bir şey görmeyen kadınlar ve Feminist hareket, Şimdi Kürt kadınlarından
enerji alıyor ve hareket alanı buluyor.
Okunduğunda görüleceği gibi, yazıda öngörülenler, elbette
bizim önerdiğimiz gibi kısa ve direk bir yoldan değil, ama daha dolambaçlı bir
yoldan gerçekleşmiş ve oradaki önerilerin ve öngörülerin doğruluğu kanıtlanmış
bulunuyor.
*
Politika sanatı, toplumun hareket yasalarına dayanarak
stratejik ve programatik değişiklikler yapma sanatıdır.
Bugün de Ortadoğu ve Türkiye ölçüsünde demokratik bir ulus ve ulusçuluk
için, Kürtlüğün tanınması değil, Türklüğün de tanınmaması stratejisi
önerirken; Dünya ölçüsünde, kapitalizme karşı sosyalizmi değil; uluslara
ve ulusal devletlere karşı mücadeleyi ve onların yıkılmasını, temel
programatik hedef ve strateji olarak öneriyoruz ve tıpkı o zamanki gibi,
hayalci, ütopik olmakla suçlanıyoruz.
Yirmi yıl sonra bu dediklerimizin doğruluğu görülmüş olacaktır
ama tıpkı Kadınların bugünkü yerine gelişinin büyük acı ve kayıplarla gerçekleşmiş
olması gibi, çok acı ve kayıplarla önerdiğimiz noktaya gelinecektir.
Marksizm toplumun doğum sancılarını ılımlandırmanın bilimidir.
Biz sadece marksizmi en otantik biçimiyle savunmuyaroız, sadece onu sonradan
geliştirmiş devlerin omuzları üzerinde durmuyoruz ama aynı zamanda onun
gelişimine belli ölçülerde, Din ve Ulus’un ne olduğunu açıklayarak belli teorik
ve kavramsal katkılar da yaptık.
Ve bunlara, yani en geleşmiş toplum teorilerine dayanarak, devrim sancılarını ılımlandırmak için; doğumu
sağlayabilmek için, sosyalizmi doğuramadığı takdirde doğuramadığı yavrusuyla
birlikte ölüp yok olacak insanlık için somut, bilenen ezberleri bozan somut
programatik ve stratejik değişiklikler öneriyoruz.
Bunları tartışmayarak, susarak, karşısında yer alarak bütün
sosyalistler insanlığın yok oluşuna katkı sunduklarının farkında bile değiller.
Bir fikir bir kere söylendiği andan itibaren soru şu olur: Siz
hangi taraftasınız?
Hayalci diyenler ve fiilen var olanı savunanlar mı, yoksa o
önerileni yerleştirmeye çalışan hayalciler mi?
Maalesef bugün herkes “Kürtlüğün tanınması” tarafında; sadece
o tarafta bulunmuyorlar, “Türklüğün tanınmaması” önerisini yok sayarak, gündeme
alınmasını ve tartışılmasını bile engelleyerek, hem Ortadoğu’ya, hem de
insanlığa, hem de kendilerine en büyük kötülüğü yapıyorlar.
Eğerz bir nükleer kıyamet olmaz da insanlık yaşamaya devam
ederse, yirmi yıl sonra bu daha iyi görülecektir.
*
Kadınlar öne geçebildi çünkü aynı zamanda Öcalan’ın Kürt
Özgürlük Hareketi İçindeki ağırlığı, prestiji ve desteği vardı. Öcalan’ın kadınlara
desteği bu direncin aşılmasında çok etkili oldu. Keza kadınlar da Öcalan’a
sahip çıkarak, onun harekete kendi görüşlerini ve önerilerini kabul ettirmesini
kolaylaştırdılar.
Ama demokratik ulusun ne olduğu konusunda Öcalan’ın Kadınlar
konusunda olduğu kadar net görüşleri yok. Bu konuya kapalı değil ama bu farkı
görecek kavramsal araçlardan yoksun. Bu nedenle böyle bir değişim çok daha zor.
Kitaplarımız ve yazılarımızı, defalarca yollamamıza rağmen
Öcalan’a biz iletemedik. Devletin, avukatların ve görüşmecilerin engelini
aşamadık. Ve Öcalan’a perspektifler açacak kitaplar götürecek ziyaretçileri
olmadı hiçbir zaman. Onlar usta taktikçiler ve politikacılardı öyle soyut
teorilerle işleri olamazdı.
Elbet bir mucize olur, Öcalan teorik çalışmalarıyla böyle bir
sıçramayı gerçekleştirir ve kadınlarda olduğu gibi ağırlığını koyarsa bu Amerika’da
devrim gibi her zorluğu aşmayı kolaylaştırıcı muazzam bir gelişme olur.
Kısa vadede böyle bir mucize neredeyse olanaksız. Bu gibi
nedenlerle Kürdistan ve Ortadoğu daha çok kanayacak demektir.
(Son bir not. Yazıları olduğu gibi aldık. Ama sadece baştaki
teorik bölümde, Toplum denen canlı türü ile ilgili bölümde, bugünkü görüşümüze
uygun değişiklikler yaptık. O zamanlar, Toplum’un İnsan denen canlı türünden farklı
bir canlı türü olduğunu bilmiyorduk. Bunu görecek Mitokondriyal Havva gibi verileri bilmiyorduk ve ayrıca kavramsal
araçlar yoktu; yani bir Din Teorisi’ni geliştirmemiştik. Bu, aslında bilimsel olarak çok büyük, ama bu
yazı çerçevesinde çok küçük, kavramsal ve olgusal güncelleşmeye bağlı
değişiklik dışında, yazılar aynıdır.)
8 Mart 2017 Çarşamba
Kadınlar Öne
Canlıların evrim tarihinde cinslerin keşfi başlı başına bir
devrim oluşturmuş ve bu keşiften sonra yeni türlerin ortaya çıkışı büyük bir
hız kazanmıştır.
Dişi ve erkek ayrımı onların çocuklarında yeni genetik
özelliklerin ortaya çıkmasına bu da türlerin çeşitlenmesine ve yaşamasına yol
açmıştır.
Ve bu ayrım, giderek özellikle çocukların belli bir bakım
gerektirdiği "yüksek" canlılarda çoğu kez bir tür iş bölümünün yolunu
açmış, bu da toplumsal örgütlenmenin ilkel biçimlerinin temel dinamiğini
oluşturmuştur.
İnsanın insan oluşunda “emeğin
rolü” üzerinde epey durulmuştur. Ama, kadının rolü hep es geçilmiştir.
İnsan, sadece alet kullanan bir canlı olarak, pek ala alet
kullanan bir hayvan olmaya devam edebilirdi. Alet kullanmak insan oluşun bir
nedeni olmaktan ziyade bir koşuludur. Toplumsal bir örgütlenme olmadan, kendi
başına alet, gereğinde alet kullanan bir çok canlıda görüldüğü gibi, kimi organların bir uzantısı olmaktan başka
bir işlev göremez
Ancak Toplum'un ortaya çıkışıyla, artık organların ve türlerin
değil de, toplum biçimlerinin değişimi, yani biyolojinin değil, sosyolojinin
konusu olan var oluş biçimi ve olanağı ortaya çıkar.
Alet, Toplum'un olduğu yerde, organın bir uzantısı olmaktan
çıkıp bir üretici güç haline gelir ve
aletlerin değişimi: organların değişiminin; toplum
biçimlerinin değişimi: türlerin değişiminin
yerini alır.
Cinslerin keşfi nasıl canlıların çeşitliliğinin patlamasının
yolunu açtıysa, muhtemelen ilk cinsel yasaklar da, parçanın bütüne tabi olduğu,
tıpkı çok hücreli bir canlıdaki artık ayrı bir canlı türü olmaktan çıkmış
hücreler gibi, tek tek insanların artık bağımsız canlılar olmaktan çıktığı; onu oluşturan“hücreler” olduğu, yepyeni Toplum
denen bir canlı türü ortaya çıkmıştır.
Nasıl bir karınca kolonisi aslında bir tek canlıysa ve tek tek
karıncalar biyolojik olarak ayrı bir canlı türü oluşturmazlarsa, Toplum’un
ortaya çıkışıyla da insan denen canlı türü ortadan kalkmıştır.
Toplum bambaşka, yepyeni bir canlı türüdür. Bu devrim yaklaşık
70.000 yıl önce gerçekleşmiş ve Toplum’un ortadan kaldırdığı ilk canlı türü de,
aynı nişi paylaştığı İnsan Türleri (Homo Sapiens, Neandertal, Denisova vs.) olmuştur.
Toplum basit bir aritmetik toplam gibi ortak çıkarlar
temelinde değil de, bir bütün uğruna parçayı feda etme temelinde ortaya çıkmış
ve benzer sıçramaları yapabilen diğer canlı türlerinden farklı olarak bunu
işbölümü temelinde yapmamış yepyeni bir canlı türüdür. Toplum eksinin eksi ile
çarpımının artıyı vermesidir, basit bir toplam değil; cebirsel bir toplamdır.
Peki bu sıçrama nasıl olabilirdi?
Bu her canlının var olabilmek için en doğal iç güdüsü olan, kendi
varlığını koruma, yaşama içgüdüsünün; tehlikelerden kaçma içgüdüsünün; toplum
denen soyut varlık uğruna yenilebilmesine nasıl sıçranabilirdi?
Kişinin kendini daha üstün bir varlık uğruna feda
edebilmesidir toplumu bir insan sürüsünden ayıran.
Arılarda, termitlerde, karıncalarda, çıplak köstebeklerde bu
sıçramayı işbölümü ve bireylerin işbölümü ile birbirine bağımlılığı sağlıyordu.
Ama Homo Sapiens’te böyle bir kastlaşma ve işbölümü yoktu.
Bu muazzam devrimi, sürüden topluma geçişi, muhtemelen
kadınlar yaptı.
Dişiler zaten, bütün "yüksek" canlılarda görüldüğü
gibi, çocukları uğruna Hatta bu
sıçramayı 70.000 yıl önce yapmış, “Mitokondriyal Havva”nın torunları olduğumuz,
bu muazzam devrim, genlerimize kazınmıştır.
Dişiler, özellikle türün devamı için yeni kuşakların bakım ve
koruma gerektirdiği memelilerde, kendilerini
feda edebilme yeteneğine sahiptiler.
Buradan, daha büyük bir birlik uğruna feda etmeye kolayca
geçilebilirdi. Bu yüksek “şey” ise, muhtemelen yine ancak kadın aracılığıyla
bilinebilen soy olabilirdi.
Böylece cinsel yasaklar, hem bir yandan soyun, ailenin,
akrabalığın, yani toplumun mekanizmasını ve örgütlenmesini belirliyor; hem de
kendine egemen olmanın, belli yasakları çiğnememenin, dolayısıyla parçayı
bütüne tabi kılmanın yolunu açıyordu.
Bu nedenle, bütün "ilkel" toplumlarda, kabilenin
eşit bir üyesi olabilmek, sancılı imtihanlardan geçmekle mümkün olur. Bütün
bunlar, parçanın bütüne tabi olmasının, hayvansallığı ifade eden içgüdülerin
yenilmesinin; toplumsal kutsallaştırmanın ifadesidir.
*
Erkek hayvansaldır, kadın bitkisel. Erkek avcıdır, kadın
toplayıcı. Erkek öldürür, kadın üretir. Kadın çevreyi düzenler, erkek tahrip
eder. Erkek savaşcıldır, kadın barışcıl. Bu nedenle neredeyse bütün kültürlerde
evrensel olarak, kadın kıyafeti toplayıcılığa
dayanan kökleriyle eteklik; erkek kıyafeti, avcılığa uygun olarak pantolondur. Ve çoğu kez erkek isimlerinin
kökeninde hayvan, kadın isimlerinin kökeninde bitki isimleri yer alır.
Çocukları yemesin diye erkekleri dışlayan, kökleri, bitkileri toplayan,
çocukları büyüten, bin bir denemeyle yeni otlar, kökler, sepetler, kilimler,
çömlekleri icat eden, hatta muhtemelen erkeklerin avlayarak öldürdüğü
hayvanları ve topladığı bitkileri ehlileştiren, o muazzam neolitik devrimi
yapan; bütün bunları diğer kadınlarla paylaşan, tecrübe değiş tokuşu yapan, on
binlerce yıl boyunca gelmiş geçmiş her biri isimsiz bir mucit ve kaşif olan,
kadınlara borçludur insanlık bütün kültürünü. Toplum’u ortaya çıkaran
kadınlardır. Bu nedenledir ki, bütün "ilkel" toplumlarda kadın, bir
tür ana tanrıca, şaman, kutsal anadır.
*
İnsanlığın medeniyete, yani sınıflı topluma, geçmesiyle
birlikte Kadın'ın toplumsal alt konuma geçirilişinin hikayesi de başlar. Klasik
uygarlıkların geliştiği bütün yerlerde, kadının toplumdaki yeri aşağı düşer.
Hatta uygarlık ile kadının konumu arasında kesinlikle bir ters orantı vardır.
Çin, Hint, İran, Akdeniz gibi uygarlığın geliştiği bütün
yerlerde kadın yerin dibine yollanmıştır. Harem denen cinsel köle zindanlarını;
kadınların ayaklarını dumura uğratmayı; ölen kocalarıyla birlikte yakmayı veya
gömmeyi hep medeniyet keşfetmiştir.
Kadının bu alt konuma geçirilişi, fiziksel baskı ve terörün
yanı sıra ideolojik bir savaşla birlikte yürütülmüştür. Adem’in Cennet’ten
atılmasının suçunu Havva'ya yüklemekten, kadın tanrıların Meduza veya masalların dev
anaları gibi gösterilmelerine kadar, tarih öncesinin masal ve efsanelerin
ardına gizlenmiş tarihi, aslında, tıpkı, Atatürk'ün Nutuk’u; ya da Stalin'in SBKP
Tarihi ya da "Barbarları" anlatan "uygarların" vekayinameleri gibi, gerçek tarihi
erkeklerin bakış açısından tahrif eden ve yeniden yazan tersinden okunması
gereken yalanlardır.
Bu fiziksel ve ideolojik savaşın nasıl kanlı yürüdüğünü, en
geç uygarlığa geçen Avrupa'nın yakın tarihindeki cadı yakma ve
kovuşturmalarından biliyoruz. O yakılan cadılar, ilkel sosyalist toplumların şaman
"kadın ana"larının geleneklerini sürdüren son temsilcileriydiler.
Onlarla birlikte sadece kadınlar aşağılara itilmiyor, topluma eşitlikçi ve
özgürlükçü, devlet tanımayan ilişkileri unutturuluyordu.
*
Açın bir dünya haritasını bakın. Klasik uygarlığın ulaşamadığı
yerlerde kadının toplumdaki yeri yüksektir. Eski uygarlık beşiklerinin dağları
örneğin, yollara, bezirgan ilişkilere uzaklığı ve kolay zapt edilemezliği ile,
ilkel sosyalist eşitlikçi ve özgür ruhun sığınakları ola gelmişlerdir.
Buralarda, kadınların toplumdaki yeri de ovaların bezirgan kasabalarına ve
uygar şehirlere göre çok daha yüksek olmuştur.
Ve dikkat edilirse, kadının toplumdaki bu yerinin yüksek
olduğu yerler, aynı zamanda, Bâtıni tarikatların da, yani muhalif tarikatların
da yaygın olduğu yerlerdir. Örneğin İslam aleminin bütün dağları Alevi - Batıni’dir.
Buralar daha az uygardır ve buralarda kadının toplumdaki yeri nispeten daha
yüksektir. Ege dağları veya dersim dağları: buralarda "kadın ana"lar
hala vardır, yaşayan cadılar olarak; genellikle alevidirler ve uygarlık oralara
fazlaca girememiştir.
Dünya'da da böyledir. Avrupa'nın hiç bir zaman doğru dürüst
medenileşmemiş kuzeyinde kadının yeri, kapitalizmin bütün farkları yok edici
erezyonuna rağmen, bir güney Avrupa ülkesiyle kıyaslandığında farklıdır. Dikkat
edilirse, buralarda Roma uygarlığının ruhu Katolik Kilisesi fazla derine
işleyen bir etki gösterememiştir ve buralar aynı zamanda Protestanlığın güçlü
olduğu yerler olmuşlardır. Modern kapitalizm de buralarda doğup hızlı bir
gelişim gösterebilmiştir.
Demek ki, insanlığın antika uygarlıkların çemberinden çıkıp
kapitalizme geçişi ile kadının toplumdaki konumunun yüksekliği de ilişkilidir.
Modern kapitalist uygarlığa geçişte kadının bu ana maya rolü
yeterince incelenmiş değildir.
Modern tarihte, bütün büyük ayaklanmaları kadınlar başlatmış
ve onlar kadınlara nispeten daha geniş özgürlükler getirmiştir; bütün
restorasyonlar ve karşı devrimler de kadının bu kısmi kazanımlarını geri
almıştır. Fransız Devrimi'nden, Ekim Devrimi'ne ve Cezayir Kurtuluş Savaşı'ndan
İran Devrimi'ne kadar bütün devrim ve karşı devrimler tarihi bunu kanıtlar.
*
Kürt Ulusal Kurtuluş hareketinde de bu yasa geçerliliğini
sürdürür. Ulusal hareketin yükselişi, Kadının eski feodal baskılardan
kurtulabilmesi için ona muazzam bir olanak sunmuştur.
Kürt ulusal hareketi aslında büyük ölçüde, kadınların başını
çektiği bir modernleşme hareketidir de.
Ve bu dinamizmle, Avrupa'da ve Türkiye'de Feminist hareketin
yatağına çekildiği koşullarda, anca benzeri İsveç gibi toplumlarda görülebilen
kadın partisinin kuruluşuna kadar giden bir dinamizm göstermiştir.
Kürt Ulusal Hareketi, bugün büyük dönüşümler geçirmektedir. Bu
dönüşümlerin yol açtığı problemler kadar, her mücadele biçiminin kendi
tehlikeleri vardır.
Örneğin silahlı mücadele, başına buyruk çeteciliğe, güce
tapmaya, savaşı ve silahı kutsallaştırmaya, terörizme yönelik eğilimleri de
besler. Bu nedenle, sürekli olarak bu eğilimlere karşı bir mücadele gerekir.
Ama legal ve açık mücadele biçimlerinin de kendi tehlikeleri
vardır. Bunlar da, reformizmi, zengin sınıfların ağırlığını, parlamentarist
eğilimleri, bölgeciliği vs. güçlendirir. Zenginler ve kaşarlanmış orta yaşlılar
kolay kolay dağlara çıkmazlar, dolayısıyla dağlarda onların etkileri sınırlı
olur. Ama şehirler onların mekânıdır. Legal yollar sadece mücadeleye değil, bu
tür eğilimlere de yeni olanaklar sunar. Bu
eğilimlere karşı, örneğin gerillada olduğu türden teknik tedbirlerle karşı
durulamaz. Bu tür eğilimlere ancak, belli toplumsal güçler bir set çekebilir.
Kürt Ulusal Kurtuluş hareketi, kendi içinde Kürdistan'daki
bütün sınıfların eğilimlerini de taşımaktadır, ulusal baskıya karşı mücadelenin
içinde daima bu farklı sınıfların eğilimlerinin de bir mücadelesi var olmuştur
ve olacaktır.
Bu mücadele genellikle, farklı konulara vurgular biçiminde
süregelmektedir. Bu gün bütün bu eğilimlerin büyük bölümü HADEP içi ve
çevresinde toplanmış bulunuyor. HADEP içindeki mücadeleler, aslında Kürt Ulusal
Hareketi içindeki farklı sınıfsal eğilimlerin mücadeleleridir.
Ulusal hareketin çekirdeğini oluşturan yoksullar, şehirlerin
ve legal mücadelenin yollarını daha iyi bilen orta sınıflara karşı; onların
bundan yararlanarak politikayı belirleme çabalarına karşı, gerillanın
prestijiyle ve kimi zaman da dayatmalarla bir ölçüde tehlikeleri engelleyebildi
ve memnuniyetsizlikleri bastırabildi. Ancak bundan sonra mücadele biçimleri ve
ekseni tamamen değiştiğinden, eski yöntemlerle aynı sistemi sürdürmek hem
olanaksızdır hem de bölünmelere yol açar.
Bu çıkmazdan çıkışın, yeni mücadele biçiminin ve mücadele
alanının yer değiştirmesinin tehlikelerini en aza indirebilecek tek toplumsal
güç Kadınlardır.
Kürt Ulusal Hareketini sırtında taşıyan ve hala bir yükseliş
yaşayıp kadınların yeni katmanlarının katılışıyla canlılığını sürdüren kadınlar,
mücadelenin önüne geçmelidir.
Bu sadece yeni mücadele biçimlerinin yeni tehlikelerine karşı
bir sigorta oluşturmaz; aynı zamanda bu tehlikelere karşı bir tedbir olarak
düşünülen kimi dayatmaların yol açtığı memnuniyetsizlikleri ve girişim
yeteneğinin azalmasını da engeller. Yaratıcı girişimlerin yolunu açar.
Ve nihayet, o geriliğinden hep söz edilmiş Kürdistan'da
kadınların böyle bir öne çıkışı, Türk
kadınlarının ve geniş yığınlarının her şeyi bir başka ışık altında
görmelerine yol açabilir.
Bu da Kürt hareketini bu gün bulunduğu tecritten çıkarıp,
Batı'da yeni kıpırdanışların yolunu açabilir.
Ve en nihayet, ilerde bir restorasyonda, kadınlara karşı
onları tekrar eski rollerine itecek girişimler başladığında, bu girişimlere
karşı şimdiden daha elverişli bir pozisyonda bulunmak ve daha geniş mevzileri
elde tutmak çok önemlidir.
*
Bunun ilk şartı, kadınların öne geçmesidir. Kadınların öne
geçmesi somut olarak, HADEP'te bütün organlara en azından yarı yarıya ve daha
iyisi ise tamamen kadınların getirilmesiyle olabilir.
Türkiye'yi de, Kürdistan'ı da bu çıkmazdan ancak kadınlar
çıkarabilir.
Kadınlar öne!..
Ve kuru bir slogan olarak değil somut olarak: Kürt Ulusal hareketinde Bütün Organlarda
ilk elde kadınlar çoğunluğa.
Bu, Türk devletinin bütün manevralarını boş çıkarabilecek
stratejik bir hamle olur. Türkiye'yi de, Dünyayı da sarsar. Yeni yedek güçleri
harekete geçirir. Karşı tarafın tecridini güçlendirir.
Ve yeni mücadele biçiminin tehlikelerine karşı bir pan zehir
oluşturur.
Politikayı küçük hesaplar ve pazarlıklar olarak görenler için
hayalci görünen bu öneri; Politikayı özünde büyük bir taktik esneklik,
diplomatik ustalık ile birleştirilmiş stratejik manevralar olarak gören bir anlayış
için son derece gerçekçidir.
09 Mart 2000 Perşembe
Demir Küçükaydın
HADEP:
“Kadınlar Partisi” mi “Erkekler Partisi”mi?
HADEP her şeyden önce, Kürt uyanışının bir ifadesidir. Bu
uyanış da her şeyden önce bir MODERNLEŞME hareketidir. Kapitalizm öncesi
dünyanın yüzyıllardan beri yerleşmiş ilişkilerinin içine sığmayan yeni
insanların bu ilişkileri parçalaması hareketidir. Bu anlamda KÜLTÜREL bir
dönüşüm ve devrim hareketidir. Bu nedenledir ki, bu uyanışın öz gücünü gençler
ve kadınlar oluşturmaktadır. Bu nedenle bölünme her şeyden önce, eskiye ait
olanla yeni olanın bölünmesidir.
Ne var ki eski olan, sadece yok olan bir kültür değil, aynı
zamanda var olan bir siyasi sistemle de çakışmaktadır. Her şeyden önce, egemen
devlet ve parlamenter sistem, aşiret reislerine, şeyhlere ve ağalara
dayanmıştır. Dolayısıyla eskiye ait olan ile var olan siyasal sistemin kaderi
birbirine bağlanmıştır. Ceza suçun cinsindendir. Bu nedenle kültürel
modernleşme hareketi bir SİYASİ hareket halini alır.
Eski egemen kültür ve siyasetin anti demokratik, baskıcı ve
keyfi niteliği nedeniyle de DEMOKRATİK bir karakter kazanır.
Kürtler arasında, HADEP ve diğer partiler arasındaki bölünme,
eski ile yeni arasındaki bölünmenin siyasi dışa vurumudur. “Kürt Partisi”
görünümünde ortaya çıkan, aslında Kürtler arasındaki, modernliğin ve
modernleşmenin partisidir. Kürtlük bilinci modernleşmenin ifadesi olduğundan,
modernleşmenin partisi bir “Kürt Partisi” olarak görünmektedir. Kürtler içinde
eski olan Türk devletiyle kader ortaklığı içinde olduğundan, dolayısıyla Türk
devletiyle de bir bölünme biçiminde
görünür.
Kürt burjuvazisi ve orta sınıflarının cılızlığı ve korkaklığı
nedeniyle bu uyanış ve modernleşme hareketi öncelikle, yoksul, plebiyen
tabakaların başını çektiği ve çekirdeğini oluşturduğu bir harekettir. Bu
nedenle de RADİKAL bir karaktere sahip olmuştur.
Hareket yükselişe geçip, rakipsiz bir güce ulaştıktan sonra,
modernleşmeci ama radikal ve demokrat olmayan tabakalar, yani Kürt burjuvazisi
ve orta sınıflara, bu hareketin peşine takılmak veya içine girerek etkilerini
sağlamaktan başka yol kalmamıştır.
O halde, Kürt uyanışında iki büyük temel parti vardır. Liberal
Demokrat Kürt burjuvazisi ve orta sınıfları, aydınları; Radikal Demokrat Kürt
yoksulları, gençleri, kadınları. Hareketin önderliği başından beri plebiyen,
radikal ve demokrat kanadın elinde olmuştur ama bu iki parti arasındaki
mücadele bin bir biçim altında sürmektedir.
Mücadelenin biçimleri ile, dayanılan ve temsil edilen güçler
arasında dolaylı da olsa bir ilişki vardır. Bir gerilla bölüğünde insan toprak
ağalarına, iş adamlarına, müteahhitlere, aydınlara, kasaba avukatlarına vs. pek
rastlayamaz. Orada bol miktarda, kaybedeceği hayatından başka bir şeyi olmayan,
yoksul genç kız ve erkeğe, belki bir kaç idealist aydına rastlayabilirsiniz.
Ama bir belediyede örneğin toplumsal yapı kökten değişiktir, iş adamları,
müteahhitler, aydınların oranı çok yüksektir.
HADEP Kürt modernleşmesinin ve uyanışının lagal partisi
olarak, liberal ve radikal bu iki gücü de içinde barındırmaktadır. Bu iki güç
eskiye ve egemen sisteme karşı birlikte mücadele içindedir ama kendi aralarında
da bir mücadele sürmektedir. HADEP’te bin bir biçimde ortaya çıkan çatışmaların
özünü bu iki toplumsal grup arasındaki çelişkiler belirlemektedir.
Bu çatışmada, Kürt uyanışının öcüsü, çekirdeği olan radikal
pleplerin prestiji, sayısal gücü, eşine az rastlanan bir adanmışlığı ve
birlikteliği var. Buna karşılık liberallerin ekonomik ve kültürel gücü,
ilişkileri. Bu iki güç de, Kürtler üzerinde inkar sürdükçe birbirini
çiğneyemez; iki gücün de birbirine ihtiyacı var. Ama sorun politikaya
hangisinin damgasını vuracağında toplanıyor.
Plepler çoğunluk ve güç ellerinde olmasına rağmen, doğrudan
kendilerini ifade edemiyorlar ve bu nedenle damgalarını vurdukları politikayı liberallere
uygulatmak zorunda kalıyorlar. Onlar ise kendi eğilimlerine ters düşen bu
politikaları uygulamakta zorlanıyorlar veya fiili uygulamada içini boşaltıp
kendi tasarılarına uygun hale getirmeye çalışıyorlar. Asil olan plepler vekil
olarak orta sınıfları seçiyorlar, ama seçilenler asil olanın direktiflerini
değil kendi eğilimlerini uygulamaya yansıtıyor veya uygulamayıp ayak sürüyor.
HADEP’teki sıkıntıların özü budur.
Plepler şimdiye kadar, prestijle, sayıyla ve bunlara dayanan
dayatmalarla, bir ölçüde hareketin kontrolden çıkmasını engelleyebildi. Ancak,
bu eski yöntemlerle mücadeleyi sürdürmek ve geliştirmek giderek zorlaşmakta ve
bu yöntemler giderek etkinin azalmasına yol açmaktadır.
Hareketin önderliğini orta sınıflara kaptırmamak, şimdiye
kadar olduğu gibi yoksul, belki şehirli ama hala ruh durumu ve kültürüyle köylü
karakterinin ağır bastığı toplumsal tabakalarla mümkün değildir. Kelimenin
gerçek anlamıyla, yani kültürü ve yaşamıyla modern şehirli, yoksul tabakalara
dayanarak, modern ota tabakalar, işverenler, aydınlar karşısında bir denge
oluşturulabilir. Bu da temelde iki güçtür: Modern ücretliler ve bu mücadelenin
en tavizsiz savunucusu kadınlar.
Modern ücretlilerin kazanılması bir zaman, strateji ve program
sorunudur.
Ama kadınlar şu an hazır bulunuyorlar. Kadınlar, “Kadın
Kolları”nın gettosundan çıkıp, HADEP’in başkanlığı dahil bütün etkili
pozisyonları ve yönetim organlarında çoğunluğu ele almalıdır. “Erkek Kolları”na
ihtiyaç duyan bir HADEP, MHP’de ifadesini bulan, yukarıdan düzenleme partisi
karşısında aşağıdan demokrasi partisi olabilir. Türkiye’nin tüm ezilenlerine
güçlü ve sarsıcı bir mesaj verebilir.
Tecrübe ve bilgi yok diye çekinmek gereksiz. Kimse anasının
karnından politikacı çıkmaz. Suya girmeden yüzme öğrenilmez.
Kaldı ki, Kürt kadını politikada yeterince piştiğini bir çok
kereler kanıtladı; en yaratıcı taktik ve pratik esneklikle hedefe kilitlenmeyi
bir arada götürdüğünü gösterdi.
Bu gün yüzünde dövmeleriyle, rengarenk elbiseleriyle,
mitinglerde zılgıt çeken en sıradan Kürt kadını bile şu piyasayı kaplayanlardan
bir kere daha iyi ve doğru politika yapabilir.
Sorunu bu gün, “Kürt Partisi” mi, “Türkiye Partisi”mi diye
sormak yanlıştır, sorun orta sınıfın mı, yoksulların mı öncülüğü ve damgasıdır.
Ve bu da somutta, Erkekler Partisi mi Kadınlar Partisi mi
şeklinde ortaya çıkmaktadır.
07 Kasım 2000 Salı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder