8 Mart 2017 Çarşamba

Kadınlar ve Kürt Özgürlük Hareketi Üzerine

Bugün 8 Mart. Aşağıda 2000 yılında, yani 17 yıl önce yazılmış iki yazı yer alıyor. Bu yazılar o zamanlar Avrupa’da çıkan, yazarı olduğumuz Özgür Politika’da yayınlanmışlardı.
Bu yazılar yazıldığı zaman, yani 2000 yılında, Kürt hareketine kimse değer vermiyordu. Bütün Türk sosyalist hareketleri şu veya bu ölçüde ulusalcıydı ya da ulusalcılığın baskısıyla Kürt hareketinden uzak duruyordu.
Kürtler içinde de Öcalan ve onun temsil ettiği çizgi yediği ağır darbenin etkisi altındaydı. Kürt hareketinin bittiği düşünülüyordu.
Öcalan’ın her görüşmede kadınlara selam yollaması basit bir denge hesabı, bir retorik ve örgüt içi dengelerle ilgili diplomatik manevralar olarak görülüyor; kimse tarafından ciddiye alınmıyordu.

İşte bu ortamda, yazılarda Kürt hareketinin hem bulunduğu tecritten çıkabilmesi hem de kendi içindeki sınıf mücadelesinde üst sınıfları daha iyi dizginleyebilmesi hem de Batı ile aradaki kültürel ve sınıfsal uçurumları aşabilmesi için, Kadınların stratejik önemini ele alıyor ve Kadınların bütün organlarda en az yarı olmak üzere, tamamen tamamen Kadınlara verilmesini öneriyorduk.
Bu öneri o zaman uçuk, hayalci, ütopik bulunmuş, kimse tarafından ciddiye bile alanmamıştı.
Sonra aşama aşama bu direnç aşıldı ve bugün Kürt Özgürlük Hareketi kadınların öne çıkışıyla hem Türkiye’de hem de Ortadoğu’da yepyeni perspektifler açmış, ilginin odağına yerleşmiş bulunuyor.
Avrupa ve ABD, bu IŞİD karşısında bu “Kürt Amazonları” nereden çıktı diye hayret ve hayranlıkla bakıyor.
Türkiye’nin batısında, bir zamanlar Kürtlerde feodalizmden bayka bir şey görmeyen kadınlar ve Feminist hareket, Şimdi Kürt kadınlarından enerji alıyor ve hareket alanı buluyor.
Okunduğunda görüleceği gibi, yazıda öngörülenler, elbette bizim önerdiğimiz gibi kısa ve direk bir yoldan değil, ama daha dolambaçlı bir yoldan gerçekleşmiş ve oradaki önerilerin ve öngörülerin doğruluğu kanıtlanmış bulunuyor.
*
Politika sanatı, toplumun hareket yasalarına dayanarak stratejik ve programatik değişiklikler yapma sanatıdır.
Bugün de Ortadoğu ve Türkiye ölçüsünde demokratik bir ulus ve ulusçuluk için, Kürtlüğün tanınması değil, Türklüğün de tanınmaması stratejisi önerirken; Dünya ölçüsünde, kapitalizme karşı sosyalizmi değil; uluslara ve ulusal devletlere karşı mücadeleyi ve onların yıkılmasını, temel programatik hedef ve strateji olarak öneriyoruz ve tıpkı o zamanki gibi, hayalci, ütopik olmakla suçlanıyoruz.
Yirmi yıl sonra bu dediklerimizin doğruluğu görülmüş olacaktır ama tıpkı Kadınların bugünkü yerine gelişinin büyük acı ve kayıplarla gerçekleşmiş olması gibi, çok acı ve kayıplarla önerdiğimiz noktaya gelinecektir.
Marksizm toplumun doğum sancılarını ılımlandırmanın bilimidir. Biz sadece marksizmi en otantik biçimiyle savunmuyaroız, sadece onu sonradan geliştirmiş devlerin omuzları üzerinde durmuyoruz ama aynı zamanda onun gelişimine belli ölçülerde, Din ve Ulus’un ne olduğunu açıklayarak belli teorik ve kavramsal katkılar da yaptık.
Ve bunlara, yani en geleşmiş toplum teorilerine dayanarak,  devrim sancılarını ılımlandırmak için; doğumu sağlayabilmek için, sosyalizmi doğuramadığı takdirde doğuramadığı yavrusuyla birlikte ölüp yok olacak insanlık için somut, bilenen ezberleri bozan somut programatik ve stratejik değişiklikler öneriyoruz.
Bunları tartışmayarak, susarak, karşısında yer alarak bütün sosyalistler insanlığın yok oluşuna katkı sunduklarının farkında bile değiller.
Bir fikir bir kere söylendiği andan itibaren soru şu olur: Siz hangi taraftasınız?
Hayalci diyenler ve fiilen var olanı savunanlar mı, yoksa o önerileni yerleştirmeye çalışan hayalciler mi?
Maalesef bugün herkes “Kürtlüğün tanınması” tarafında; sadece o tarafta bulunmuyorlar, “Türklüğün tanınmaması” önerisini yok sayarak, gündeme alınmasını ve tartışılmasını bile engelleyerek, hem Ortadoğu’ya, hem de insanlığa, hem de kendilerine en büyük kötülüğü yapıyorlar.
Eğerz bir nükleer kıyamet olmaz da insanlık yaşamaya devam ederse, yirmi yıl sonra bu daha iyi görülecektir.
*
Kadınlar öne geçebildi çünkü aynı zamanda Öcalan’ın Kürt Özgürlük Hareketi İçindeki ağırlığı, prestiji ve desteği vardı. Öcalan’ın kadınlara desteği bu direncin aşılmasında çok etkili oldu. Keza kadınlar da Öcalan’a sahip çıkarak, onun harekete kendi görüşlerini ve önerilerini kabul ettirmesini kolaylaştırdılar.
Ama demokratik ulusun ne olduğu konusunda Öcalan’ın Kadınlar konusunda olduğu kadar net görüşleri yok. Bu konuya kapalı değil ama bu farkı görecek kavramsal araçlardan yoksun. Bu nedenle böyle bir değişim çok daha zor.
Kitaplarımız ve yazılarımızı, defalarca yollamamıza rağmen Öcalan’a biz iletemedik. Devletin, avukatların ve görüşmecilerin engelini aşamadık. Ve Öcalan’a perspektifler açacak kitaplar götürecek ziyaretçileri olmadı hiçbir zaman. Onlar usta taktikçiler ve politikacılardı öyle soyut teorilerle işleri olamazdı.
Elbet bir mucize olur, Öcalan teorik çalışmalarıyla böyle bir sıçramayı gerçekleştirir ve kadınlarda olduğu gibi ağırlığını koyarsa bu Amerika’da devrim gibi her zorluğu aşmayı kolaylaştırıcı muazzam bir gelişme olur.
Kısa vadede böyle bir mucize neredeyse olanaksız. Bu gibi nedenlerle Kürdistan ve Ortadoğu daha çok kanayacak demektir.
(Son bir not. Yazıları olduğu gibi aldık. Ama sadece baştaki teorik bölümde, Toplum denen canlı türü ile ilgili bölümde, bugünkü görüşümüze uygun değişiklikler yaptık. O zamanlar, Toplum’un İnsan denen canlı türünden farklı bir canlı türü olduğunu bilmiyorduk. Bunu görecek Mitokondriyal Havva gibi verileri bilmiyorduk ve ayrıca kavramsal araçlar yoktu; yani bir Din Teorisi’ni geliştirmemiştik.  Bu, aslında bilimsel olarak çok büyük, ama bu yazı çerçevesinde çok küçük, kavramsal ve olgusal güncelleşmeye bağlı değişiklik dışında, yazılar aynıdır.)
8 Mart 2017 Çarşamba

 

Kadınlar Öne

Canlıların evrim tarihinde cinslerin keşfi başlı başına bir devrim oluşturmuş ve bu keşiften sonra yeni türlerin ortaya çıkışı büyük bir hız kazanmıştır.
Dişi ve erkek ayrımı onların çocuklarında yeni genetik özelliklerin ortaya çıkmasına bu da türlerin çeşitlenmesine ve yaşamasına yol açmıştır.
Ve bu ayrım, giderek özellikle çocukların belli bir bakım gerektirdiği "yüksek" canlılarda çoğu kez bir tür iş bölümünün yolunu açmış, bu da toplumsal örgütlenmenin ilkel biçimlerinin temel dinamiğini oluşturmuştur.
İnsanın insan oluşunda “emeğin rolü” üzerinde epey durulmuştur. Ama, kadının rolü hep es geçilmiştir.
İnsan, sadece alet kullanan bir canlı olarak, pek ala alet kullanan bir hayvan olmaya devam edebilirdi. Alet kullanmak insan oluşun bir nedeni olmaktan ziyade bir koşuludur. Toplumsal bir örgütlenme olmadan, kendi başına alet, gereğinde alet kullanan bir çok canlıda görüldüğü gibi,  kimi organların bir uzantısı olmaktan başka bir işlev göremez
Ancak Toplum'un ortaya çıkışıyla, artık organların ve türlerin değil de, toplum biçimlerinin değişimi, yani biyolojinin değil, sosyolojinin konusu olan var oluş biçimi ve olanağı ortaya çıkar.
Alet, Toplum'un olduğu yerde, organın bir uzantısı olmaktan çıkıp bir üretici güç haline gelir ve aletlerin değişimi: organların değişiminin; toplum biçimlerinin değişimi: türlerin değişiminin yerini alır.
Cinslerin keşfi nasıl canlıların çeşitliliğinin patlamasının yolunu açtıysa, muhtemelen ilk cinsel yasaklar da, parçanın bütüne tabi olduğu, tıpkı çok hücreli bir canlıdaki artık ayrı bir canlı türü olmaktan çıkmış hücreler gibi, tek tek insanların artık bağımsız canlılar olmaktan çıktığı;  onu oluşturan“hücreler” olduğu, yepyeni Toplum denen bir canlı türü ortaya çıkmıştır.
Nasıl bir karınca kolonisi aslında bir tek canlıysa ve tek tek karıncalar biyolojik olarak ayrı bir canlı türü oluşturmazlarsa, Toplum’un ortaya çıkışıyla da insan denen canlı türü ortadan kalkmıştır.
Toplum bambaşka, yepyeni bir canlı türüdür. Bu devrim yaklaşık 70.000 yıl önce gerçekleşmiş ve Toplum’un ortadan kaldırdığı ilk canlı türü de, aynı nişi paylaştığı İnsan Türleri (Homo Sapiens, Neandertal, Denisova vs.) olmuştur.
Toplum basit bir aritmetik toplam gibi ortak çıkarlar temelinde değil de, bir bütün uğruna parçayı feda etme temelinde ortaya çıkmış ve benzer sıçramaları yapabilen diğer canlı türlerinden farklı olarak bunu işbölümü temelinde yapmamış yepyeni bir canlı türüdür. Toplum eksinin eksi ile çarpımının artıyı vermesidir, basit bir toplam değil; cebirsel bir toplamdır.
Peki bu sıçrama nasıl olabilirdi?
Bu her canlının var olabilmek için en doğal iç güdüsü olan, kendi varlığını koruma, yaşama içgüdüsünün; tehlikelerden kaçma içgüdüsünün; toplum denen soyut varlık uğruna yenilebilmesine nasıl sıçranabilirdi?
Kişinin kendini daha üstün bir varlık uğruna feda edebilmesidir toplumu bir insan sürüsünden  ayıran.
Arılarda, termitlerde, karıncalarda, çıplak köstebeklerde bu sıçramayı işbölümü ve bireylerin işbölümü ile birbirine bağımlılığı sağlıyordu. Ama Homo Sapiens’te böyle bir kastlaşma ve işbölümü yoktu.
Bu muazzam devrimi, sürüden topluma geçişi, muhtemelen kadınlar yaptı.
Dişiler zaten, bütün "yüksek" canlılarda görüldüğü gibi, çocukları uğruna  Hatta bu sıçramayı 70.000 yıl önce yapmış, “Mitokondriyal Havva”nın torunları olduğumuz, bu muazzam devrim, genlerimize kazınmıştır.
Dişiler, özellikle türün devamı için yeni kuşakların bakım ve koruma gerektirdiği  memelilerde, kendilerini feda edebilme yeteneğine sahiptiler.
Buradan, daha büyük bir birlik uğruna feda etmeye kolayca geçilebilirdi. Bu yüksek “şey” ise, muhtemelen yine ancak kadın aracılığıyla bilinebilen soy olabilirdi.
Böylece cinsel yasaklar, hem bir yandan soyun, ailenin, akrabalığın, yani toplumun mekanizmasını ve örgütlenmesini belirliyor; hem de kendine egemen olmanın, belli yasakları çiğnememenin, dolayısıyla parçayı bütüne tabi kılmanın yolunu açıyordu.
Bu nedenle, bütün "ilkel" toplumlarda, kabilenin eşit bir üyesi olabilmek, sancılı imtihanlardan geçmekle mümkün olur. Bütün bunlar, parçanın bütüne tabi olmasının, hayvansallığı ifade eden içgüdülerin yenilmesinin; toplumsal kutsallaştırmanın ifadesidir.
*
Erkek hayvansaldır, kadın bitkisel. Erkek avcıdır, kadın toplayıcı. Erkek öldürür, kadın üretir. Kadın çevreyi düzenler, erkek tahrip eder. Erkek savaşcıldır, kadın barışcıl. Bu nedenle neredeyse bütün kültürlerde evrensel olarak, kadın kıyafeti toplayıcılığa dayanan kökleriyle eteklik; erkek kıyafeti, avcılığa uygun olarak pantolondur. Ve çoğu kez erkek isimlerinin kökeninde hayvan, kadın isimlerinin kökeninde bitki isimleri yer alır.
Çocukları yemesin diye erkekleri dışlayan, kökleri, bitkileri toplayan, çocukları büyüten, bin bir denemeyle yeni otlar, kökler, sepetler, kilimler, çömlekleri icat eden, hatta muhtemelen erkeklerin avlayarak öldürdüğü hayvanları ve topladığı bitkileri ehlileştiren, o muazzam neolitik devrimi yapan; bütün bunları diğer kadınlarla paylaşan, tecrübe değiş tokuşu yapan, on binlerce yıl boyunca gelmiş geçmiş her biri isimsiz bir mucit ve kaşif olan, kadınlara borçludur insanlık bütün kültürünü. Toplum’u ortaya çıkaran kadınlardır. Bu nedenledir ki, bütün "ilkel" toplumlarda kadın, bir tür ana tanrıca, şaman, kutsal anadır.
*
İnsanlığın medeniyete, yani sınıflı topluma, geçmesiyle birlikte Kadın'ın toplumsal alt konuma geçirilişinin hikayesi de başlar. Klasik uygarlıkların geliştiği bütün yerlerde, kadının toplumdaki yeri aşağı düşer. Hatta uygarlık ile kadının konumu arasında kesinlikle bir ters orantı vardır.
Çin, Hint, İran, Akdeniz gibi uygarlığın geliştiği bütün yerlerde kadın yerin dibine yollanmıştır. Harem denen cinsel köle zindanlarını; kadınların ayaklarını dumura uğratmayı; ölen kocalarıyla birlikte yakmayı veya gömmeyi hep medeniyet keşfetmiştir.
Kadının bu alt konuma geçirilişi, fiziksel baskı ve terörün yanı sıra ideolojik bir savaşla birlikte yürütülmüştür. Adem’in Cennet’ten atılmasının suçunu Havva'ya yüklemekten, kadın tanrıların Meduza veya masalların dev anaları gibi gösterilmelerine kadar, tarih öncesinin masal ve efsanelerin ardına gizlenmiş tarihi, aslında, tıpkı, Atatürk'ün Nutuk’u; ya da Stalin'in SBKP Tarihi ya da "Barbarları" anlatan "uygarların" vekayinameleri gibi, gerçek tarihi erkeklerin bakış açısından tahrif eden ve yeniden yazan tersinden okunması gereken yalanlardır.
Bu fiziksel ve ideolojik savaşın nasıl kanlı yürüdüğünü, en geç uygarlığa geçen Avrupa'nın yakın tarihindeki cadı yakma ve kovuşturmalarından biliyoruz. O yakılan cadılar, ilkel sosyalist toplumların şaman "kadın ana"larının geleneklerini sürdüren son temsilcileriydiler. Onlarla birlikte sadece kadınlar aşağılara itilmiyor, topluma eşitlikçi ve özgürlükçü, devlet tanımayan ilişkileri unutturuluyordu.
*
Açın bir dünya haritasını bakın. Klasik uygarlığın ulaşamadığı yerlerde kadının toplumdaki yeri yüksektir. Eski uygarlık beşiklerinin dağları örneğin, yollara, bezirgan ilişkilere uzaklığı ve kolay zapt edilemezliği ile, ilkel sosyalist eşitlikçi ve özgür ruhun sığınakları ola gelmişlerdir. Buralarda, kadınların toplumdaki yeri de ovaların bezirgan kasabalarına ve uygar şehirlere göre çok daha yüksek olmuştur.
Ve dikkat edilirse, kadının toplumdaki bu yerinin yüksek olduğu yerler, aynı zamanda, Bâtıni tarikatların da, yani muhalif tarikatların da yaygın olduğu yerlerdir. Örneğin İslam aleminin bütün dağları Alevi - Batıni’dir. Buralar daha az uygardır ve buralarda kadının toplumdaki yeri nispeten daha yüksektir. Ege dağları veya dersim dağları: buralarda "kadın ana"lar hala vardır, yaşayan cadılar olarak; genellikle alevidirler ve uygarlık oralara fazlaca girememiştir.
Dünya'da da böyledir. Avrupa'nın hiç bir zaman doğru dürüst medenileşmemiş kuzeyinde kadının yeri, kapitalizmin bütün farkları yok edici erezyonuna rağmen, bir güney Avrupa ülkesiyle kıyaslandığında farklıdır. Dikkat edilirse, buralarda Roma uygarlığının ruhu Katolik Kilisesi fazla derine işleyen bir etki gösterememiştir ve buralar aynı zamanda Protestanlığın güçlü olduğu yerler olmuşlardır. Modern kapitalizm de buralarda doğup hızlı bir gelişim gösterebilmiştir.
Demek ki, insanlığın antika uygarlıkların çemberinden çıkıp kapitalizme geçişi ile kadının toplumdaki konumunun yüksekliği de ilişkilidir.
Modern kapitalist uygarlığa geçişte kadının bu ana maya rolü yeterince incelenmiş değildir.
Modern tarihte, bütün büyük ayaklanmaları kadınlar başlatmış ve onlar kadınlara nispeten daha geniş özgürlükler getirmiştir; bütün restorasyonlar ve karşı devrimler de kadının bu kısmi kazanımlarını geri almıştır. Fransız Devrimi'nden, Ekim Devrimi'ne ve Cezayir Kurtuluş Savaşı'ndan İran Devrimi'ne kadar bütün devrim ve karşı devrimler tarihi bunu kanıtlar.
*
Kürt Ulusal Kurtuluş hareketinde de bu yasa geçerliliğini sürdürür. Ulusal hareketin yükselişi, Kadının eski feodal baskılardan kurtulabilmesi için ona muazzam bir olanak sunmuştur.
Kürt ulusal hareketi aslında büyük ölçüde, kadınların başını çektiği bir modernleşme hareketidir de.
Ve bu dinamizmle, Avrupa'da ve Türkiye'de Feminist hareketin yatağına çekildiği koşullarda, anca benzeri İsveç gibi toplumlarda görülebilen kadın partisinin kuruluşuna kadar giden bir dinamizm göstermiştir.
Kürt Ulusal Hareketi, bugün büyük dönüşümler geçirmektedir. Bu dönüşümlerin yol açtığı problemler kadar, her mücadele biçiminin kendi tehlikeleri vardır.
Örneğin silahlı mücadele, başına buyruk çeteciliğe, güce tapmaya, savaşı ve silahı kutsallaştırmaya, terörizme yönelik eğilimleri de besler. Bu nedenle, sürekli olarak bu eğilimlere karşı bir mücadele gerekir.
Ama legal ve açık mücadele biçimlerinin de kendi tehlikeleri vardır. Bunlar da, reformizmi, zengin sınıfların ağırlığını, parlamentarist eğilimleri, bölgeciliği vs. güçlendirir. Zenginler ve kaşarlanmış orta yaşlılar kolay kolay dağlara çıkmazlar, dolayısıyla dağlarda onların etkileri sınırlı olur. Ama şehirler onların mekânıdır. Legal yollar sadece mücadeleye değil, bu tür eğilimlere de yeni olanaklar sunar. Bu eğilimlere karşı, örneğin gerillada olduğu türden teknik tedbirlerle karşı durulamaz. Bu tür eğilimlere ancak, belli toplumsal güçler bir set çekebilir.
Kürt Ulusal Kurtuluş hareketi, kendi içinde Kürdistan'daki bütün sınıfların eğilimlerini de taşımaktadır, ulusal baskıya karşı mücadelenin içinde daima bu farklı sınıfların eğilimlerinin de bir mücadelesi var olmuştur ve olacaktır.
Bu mücadele genellikle, farklı konulara vurgular biçiminde süregelmektedir. Bu gün bütün bu eğilimlerin büyük bölümü HADEP içi ve çevresinde toplanmış bulunuyor. HADEP içindeki mücadeleler, aslında Kürt Ulusal Hareketi içindeki farklı sınıfsal eğilimlerin mücadeleleridir.
Ulusal hareketin çekirdeğini oluşturan yoksullar, şehirlerin ve legal mücadelenin yollarını daha iyi bilen orta sınıflara karşı; onların bundan yararlanarak politikayı belirleme çabalarına karşı, gerillanın prestijiyle ve kimi zaman da dayatmalarla bir ölçüde tehlikeleri engelleyebildi ve memnuniyetsizlikleri bastırabildi. Ancak bundan sonra mücadele biçimleri ve ekseni tamamen değiştiğinden, eski yöntemlerle aynı sistemi sürdürmek hem olanaksızdır hem de bölünmelere yol açar.
Bu çıkmazdan çıkışın, yeni mücadele biçiminin ve mücadele alanının yer değiştirmesinin tehlikelerini en aza indirebilecek tek toplumsal güç Kadınlardır.
Kürt Ulusal Hareketini sırtında taşıyan ve hala bir yükseliş yaşayıp kadınların yeni katmanlarının katılışıyla canlılığını sürdüren kadınlar, mücadelenin önüne geçmelidir.
Bu sadece yeni mücadele biçimlerinin yeni tehlikelerine karşı bir sigorta oluşturmaz; aynı zamanda bu tehlikelere karşı bir tedbir olarak düşünülen kimi dayatmaların yol açtığı memnuniyetsizlikleri ve girişim yeteneğinin azalmasını da engeller. Yaratıcı girişimlerin yolunu açar.
Ve nihayet, o geriliğinden hep söz edilmiş Kürdistan'da kadınların böyle bir öne çıkışı, Türk  kadınlarının ve geniş yığınlarının her şeyi bir başka ışık altında görmelerine yol açabilir.
Bu da Kürt hareketini bu gün bulunduğu tecritten çıkarıp, Batı'da yeni kıpırdanışların yolunu açabilir.
Ve en nihayet, ilerde bir restorasyonda, kadınlara karşı onları tekrar eski rollerine itecek girişimler başladığında, bu girişimlere karşı şimdiden daha elverişli bir pozisyonda bulunmak ve daha geniş mevzileri elde tutmak çok önemlidir.
*
Bunun ilk şartı, kadınların öne geçmesidir. Kadınların öne geçmesi somut olarak, HADEP'te bütün organlara en azından yarı yarıya ve daha iyisi ise tamamen kadınların getirilmesiyle olabilir.
Türkiye'yi de, Kürdistan'ı da bu çıkmazdan ancak kadınlar çıkarabilir.
Kadınlar öne!..
Ve kuru bir slogan olarak değil somut olarak: Kürt Ulusal hareketinde Bütün Organlarda ilk elde kadınlar çoğunluğa.
Bu, Türk devletinin bütün manevralarını boş çıkarabilecek stratejik bir hamle olur. Türkiye'yi de, Dünyayı da sarsar. Yeni yedek güçleri harekete geçirir. Karşı tarafın tecridini güçlendirir.
Ve yeni mücadele biçiminin tehlikelerine karşı bir pan zehir oluşturur.
Politikayı küçük hesaplar ve pazarlıklar olarak görenler için hayalci görünen bu öneri; Politikayı özünde büyük bir taktik esneklik, diplomatik ustalık ile birleştirilmiş stratejik manevralar olarak gören bir anlayış için son derece gerçekçidir.
09 Mart 2000 Perşembe
Demir Küçükaydın


HADEP: “Kadınlar Partisi” mi “Erkekler Partisi”mi?


HADEP her şeyden önce, Kürt uyanışının bir ifadesidir. Bu uyanış da her şeyden önce bir MODERNLEŞME hareketidir. Kapitalizm öncesi dünyanın yüzyıllardan beri yerleşmiş ilişkilerinin içine sığmayan yeni insanların bu ilişkileri parçalaması hareketidir. Bu anlamda KÜLTÜREL bir dönüşüm ve devrim hareketidir. Bu nedenledir ki, bu uyanışın öz gücünü gençler ve kadınlar oluşturmaktadır. Bu nedenle bölünme her şeyden önce, eskiye ait olanla yeni olanın bölünmesidir.
Ne var ki eski olan, sadece yok olan bir kültür değil, aynı zamanda var olan bir siyasi sistemle de çakışmaktadır. Her şeyden önce, egemen devlet ve parlamenter sistem, aşiret reislerine, şeyhlere ve ağalara dayanmıştır. Dolayısıyla eskiye ait olan ile var olan siyasal sistemin kaderi birbirine bağlanmıştır. Ceza suçun cinsindendir. Bu nedenle kültürel modernleşme hareketi bir SİYASİ hareket halini alır.
Eski egemen kültür ve siyasetin anti demokratik, baskıcı ve keyfi niteliği nedeniyle de DEMOKRATİK bir karakter kazanır.
Kürtler arasında, HADEP ve diğer partiler arasındaki bölünme, eski ile yeni arasındaki bölünmenin siyasi dışa vurumudur. “Kürt Partisi” görünümünde ortaya çıkan, aslında Kürtler arasındaki, modernliğin ve modernleşmenin partisidir. Kürtlük bilinci modernleşmenin ifadesi olduğundan, modernleşmenin partisi bir “Kürt Partisi” olarak görünmektedir. Kürtler içinde eski olan Türk devletiyle kader ortaklığı içinde olduğundan, dolayısıyla Türk devletiyle de bir bölünme biçiminde  görünür.
Kürt burjuvazisi ve orta sınıflarının cılızlığı ve korkaklığı nedeniyle bu uyanış ve modernleşme hareketi öncelikle, yoksul, plebiyen tabakaların başını çektiği ve çekirdeğini oluşturduğu bir harekettir. Bu nedenle de RADİKAL bir karaktere sahip olmuştur.
Hareket yükselişe geçip, rakipsiz bir güce ulaştıktan sonra, modernleşmeci ama radikal ve demokrat olmayan tabakalar, yani Kürt burjuvazisi ve orta sınıflara, bu hareketin peşine takılmak veya içine girerek etkilerini sağlamaktan başka yol kalmamıştır.
O halde, Kürt uyanışında iki büyük temel parti vardır. Liberal Demokrat Kürt burjuvazisi ve orta sınıfları, aydınları; Radikal Demokrat Kürt yoksulları, gençleri, kadınları. Hareketin önderliği başından beri plebiyen, radikal ve demokrat kanadın elinde olmuştur ama bu iki parti arasındaki mücadele bin bir biçim altında sürmektedir.
Mücadelenin biçimleri ile, dayanılan ve temsil edilen güçler arasında dolaylı da olsa bir ilişki vardır. Bir gerilla bölüğünde insan toprak ağalarına, iş adamlarına, müteahhitlere, aydınlara, kasaba avukatlarına vs. pek rastlayamaz. Orada bol miktarda, kaybedeceği hayatından başka bir şeyi olmayan, yoksul genç kız ve erkeğe, belki bir kaç idealist aydına rastlayabilirsiniz. Ama bir belediyede örneğin toplumsal yapı kökten değişiktir, iş adamları, müteahhitler, aydınların oranı çok yüksektir.
HADEP Kürt modernleşmesinin ve uyanışının lagal partisi olarak, liberal ve radikal bu iki gücü de içinde barındırmaktadır. Bu iki güç eskiye ve egemen sisteme karşı birlikte mücadele içindedir ama kendi aralarında da bir mücadele sürmektedir. HADEP’te bin bir biçimde ortaya çıkan çatışmaların özünü bu iki toplumsal grup arasındaki çelişkiler belirlemektedir.
Bu çatışmada, Kürt uyanışının öcüsü, çekirdeği olan radikal pleplerin prestiji, sayısal gücü, eşine az rastlanan bir adanmışlığı ve birlikteliği var. Buna karşılık liberallerin ekonomik ve kültürel gücü, ilişkileri. Bu iki güç de, Kürtler üzerinde inkar sürdükçe birbirini çiğneyemez; iki gücün de birbirine ihtiyacı var. Ama sorun politikaya hangisinin damgasını vuracağında toplanıyor.
Plepler çoğunluk ve güç ellerinde olmasına rağmen, doğrudan kendilerini ifade edemiyorlar ve bu nedenle damgalarını vurdukları politikayı liberallere uygulatmak zorunda kalıyorlar. Onlar ise kendi eğilimlerine ters düşen bu politikaları uygulamakta zorlanıyorlar veya fiili uygulamada içini boşaltıp kendi tasarılarına uygun hale getirmeye çalışıyorlar. Asil olan plepler vekil olarak orta sınıfları seçiyorlar, ama seçilenler asil olanın direktiflerini değil kendi eğilimlerini uygulamaya yansıtıyor veya uygulamayıp ayak sürüyor. HADEP’teki sıkıntıların özü budur.
Plepler şimdiye kadar, prestijle, sayıyla ve bunlara dayanan dayatmalarla, bir ölçüde hareketin kontrolden çıkmasını engelleyebildi. Ancak, bu eski yöntemlerle mücadeleyi sürdürmek ve geliştirmek giderek zorlaşmakta ve bu yöntemler giderek etkinin azalmasına yol açmaktadır.
Hareketin önderliğini orta sınıflara kaptırmamak, şimdiye kadar olduğu gibi yoksul, belki şehirli ama hala ruh durumu ve kültürüyle köylü karakterinin ağır bastığı toplumsal tabakalarla mümkün değildir. Kelimenin gerçek anlamıyla, yani kültürü ve yaşamıyla modern şehirli, yoksul tabakalara dayanarak, modern ota tabakalar, işverenler, aydınlar karşısında bir denge oluşturulabilir. Bu da temelde iki güçtür: Modern ücretliler ve bu mücadelenin en tavizsiz savunucusu kadınlar.
Modern ücretlilerin kazanılması bir zaman, strateji ve program sorunudur.
Ama kadınlar şu an hazır bulunuyorlar. Kadınlar, “Kadın Kolları”nın gettosundan çıkıp, HADEP’in başkanlığı dahil bütün etkili pozisyonları ve yönetim organlarında çoğunluğu ele almalıdır. “Erkek Kolları”na ihtiyaç duyan bir HADEP, MHP’de ifadesini bulan, yukarıdan düzenleme partisi karşısında aşağıdan demokrasi partisi olabilir. Türkiye’nin tüm ezilenlerine güçlü ve sarsıcı bir mesaj verebilir.
Tecrübe ve bilgi yok diye çekinmek gereksiz. Kimse anasının karnından politikacı çıkmaz. Suya girmeden yüzme öğrenilmez.
Kaldı ki, Kürt kadını politikada yeterince piştiğini bir çok kereler kanıtladı; en yaratıcı taktik ve pratik esneklikle hedefe kilitlenmeyi bir arada götürdüğünü gösterdi.
Bu gün yüzünde dövmeleriyle, rengarenk elbiseleriyle, mitinglerde zılgıt çeken en sıradan Kürt kadını bile şu piyasayı kaplayanlardan bir kere daha iyi ve doğru politika yapabilir.
Sorunu bu gün, “Kürt Partisi” mi, “Türkiye Partisi”mi diye sormak yanlıştır, sorun orta sınıfın mı, yoksulların mı öncülüğü ve damgasıdır.
Ve bu da somutta, Erkekler Partisi mi Kadınlar Partisi mi şeklinde ortaya çıkmaktadır.
07 Kasım 2000 Salı


Hiç yorum yok: