Türkiye’ye demokrasi gelmeyecek.
Çünkü hiç kimse yapıyı
eleştirmiyor, ya hep politikalar
eleştiriliyor; ya da ahlaki
eleştiriler yapılıyor.
Örneğin gazetecileri alalım.
Bütün elde kalan ve neredeyse sadece internette sesini duyurabilen
muhalif ve demokrat olma iddiasındaki gazeteciler hep, namuslu ve dürüst
gazeteci olmaktan söz ediyor.
İktidarın gazeteleri satın alması, korkutması, el koyması karşısında,
ya iktidarın gazeteleri kontrol altına almaması gerektiği; yani iktidara
gelince ahlaklı olunması gerektiği; ya da gazete patronlarının ve sahiplerinin
iktidarın baskılarına dayanması gerektiği, tabii yine ahlaklı olunması
gerektiği türünden bir yaklaşım bütün basına egemen.
Kimsenin aklına bunu sorgulamak bile gelmiyor.
Bu yaklaşım sorgulanmadıkça da demokrasi gelmez.
Bir demokrat önce bu yaklaşımın yanlışlığı üzerine
yoğunlaşır.
Bir demokrat, gazetecilerden, gazete sahiplerinden veya
hükümetten namuslu olmasını talep etmez. Yani ahlaki bir eleştiri yapmaz.
Aksine en namussuzun bile namuslu, en korkakların bile cesur
olacakları bir sistemin ve yapının ne
olacağı üzerine kafa yorar; dikkatleri buna çekmeye; bu sorunu gündeme
getirmeye ve buna yönelik bir program ortaya koymaya çalışır.
Medya sermayenin ve devletin kontrolünde kaldıkça sermaye ve
devlet her zaman onu kendi çıkarına göre yönlendirecektir.
Sorun bu kontrol yetkisini, hakkının, olanağının onların elinden
alınmasıdır.
Bunun için de, Medya, sermayenin ve devletin kontrolünden
alınmalı, tıpkı, hava gibi; sahiller gibi; Osmanlı’daki topraklar gibi
kamulaştırılmalı, yani toplumun malı olmalı, (ya da İslam’ın diliyle ifade
edersek, Beyt-ül Mal-ü Müslümin’in (Müslümanların mal evinin) ya da Allah’ın)
olmalıdır.
Bu tür bir düzenleme sosyalist bir düzenleme değildir.
Tamamen demokratik bir düzenlemedir. Üretim araçları değil, demokrasinin, yurttaşın
bilgi sahibi olmasının araçları kamulaştırılmaktadır.
Bunu toprakların kamulaştırılmasına benzetebiliriz.
Toprakların kamulaştırılması sosyalist bir talep değildir.
Çünkü Toprak bir üretim aracı değil, tıpkı hava gibi, su gibi bir üretim
koşuludur. Bu nedenle tutarlı demokratlar toprakların kamulaştırılmasını
savunurlar ve savunmuşlardır.
Demokrasinin gerçekleşmesi için önkoşul, tüm yurttaşların her
şey hakkında doğru bir bilgiye sahip olması gerekir.
Bunun bir tek yolu vardır. Tüm kişilere, gruplara, kesimlere
sadece hukuki olarak değil, fiili olarak da eşit hak verilmesi. Bunun da tek
yolu, herkese emeği kadar ilkesinin, yani burjuva eşitlik ilkesinin medyaya
uygulanması olabilir. Her kesimin nüfus içindeki oranı ve/veya aldığı oy oranı
ve/veya üye sayısı kadar bir bölümü kullanma hakkı demektir.
Böylece birbirine en zıt çıkarlar bile kendini diğerleriyle
eşit koşullarda yurttaşlara anlatma, onları kazanabilme hakkına dolaysıyla da
yurttaşlar bir sorunu en farklı çıkarlar açısından tanıma dolayısıyla da
gerçeği bilme hakkına sahip olur.
Bu demokrasinin olmazsa olmaz bir koşuluyken, Türkiye’de
böyle en küçük bir tartışma, sorunu buraya çekme çabası, görüyor musunuz?
Yok. Aslında bunun için koşullar olağanüstü de uygun. Çünkü böyle olmadığında, yani medyada devletin kontrolü ve sermayenin mülkiyet hakkı tanındığında bugünkü gibi durumlar kaçınılmaz olarak her zaman ortaya çıkarlar ve çıkacaklardır.
Yok. Aslında bunun için koşullar olağanüstü de uygun. Çünkü böyle olmadığında, yani medyada devletin kontrolü ve sermayenin mülkiyet hakkı tanındığında bugünkü gibi durumlar kaçınılmaz olarak her zaman ortaya çıkarlar ve çıkacaklardır.
Ama bu sorun gündeme getirilse, toplumun zihninde bu
talepler bir tortu bıraksa, yarın öbür gün bir olanak doğduğunda pek ala
medyayı kamulaştırıp böyle bir düzenleme yapabilirler.
Ama böyle bir sorun yoksa ve olmamışsa hiç gündemde, o zaman tarihin sunacağı en güzel fırsatlar bile, tıpkı gezide olduğu gibi bir mirasyedi gibi harcanır.
Ama böyle bir sorun yoksa ve olmamışsa hiç gündemde, o zaman tarihin sunacağı en güzel fırsatlar bile, tıpkı gezide olduğu gibi bir mirasyedi gibi harcanır.
Böyle bir yapıda ve sistemde ise
a)
Hükümetin medyayı kontrol olanağı kalmaz
b)
Medya patronları olmadığından sermayenin medyayı
kontrolü mümkün olmaz. Kapitalistler de nüfus içindeki oranları kadar elbette
kendi dernekleri, birlikleri vs. aracılığıyla veya etkili oldukları partilerin dolayısıyla
vs. ancak çıkarlarını diğerleriyle eşit koşullarda savunabilirler.
c)
Medya nüfusun çeşitli kesimleri arasında
dağıtıldığında her eğilim, kültür, çıkar grubu vs. nüfus içindeki veya
aldıkları uy oranlarına göre medyada görüşlerini yansıtma olanağı bulurlar. Böylece
belli bir görüşün veya kesimin bütün medyaya kendi yaklaşımını dayatması gibi
bir durum ortaya çıkmaz.
d)
Bu medyayı partiler, sendikalar, meslekler, cinsler,
bölgeler, şehirler, dernekler, yaşlılar, gençler, Müslümanlar, Hıristiyanlar, Aleviler,
Katolikler, Protestanlar, dinsizler, sanatçılar, yazarlar, hatta her dilden ve
dilsiz insanlar vs. nüfus içindeki oranları veya aldıkları oy oranları veya
gücü ne olursa olsun eşit olarak herkese aynı oranda veya üye sayıları ölçüsünde
kullanacaklarından, bizzat medyanın kullanılabilmesi bile, devletin dışında
halkın örgütlenmesini gerektirir.
e)
Böyle bir düzende, en namussuz gazeteciler medya
çalışanları bile, iş bulabilmek için, bu “patronlarının” çıkarlarını, yani
toplumun bir kesiminin çıkarlarını savunmak zorunda kalırlar.
Erdoğan’ın medyaya el koymasını yaşadık yaşıyoruz.
Öte yandan önceki dönemde, yani doksanlarda (ve hala) medyanın devletin direktifleriyle hareket ettiğini gördük.
Öte yandan önceki dönemde, yani doksanlarda (ve hala) medyanın devletin direktifleriyle hareket ettiğini gördük.
Buna rağmen bir tem Allah’ın kulu çıkıp böyle bir sistemi
gündeme getirmeye; tartışmaya çalışıyor mu?
Yok, yok, yok.
Burada güya alternatif basından söz ediyoruz.
O halde açıkça ifade etmekten çekinmeyelim: Türkiye’de
medyada demokrasiyi savunan kimse yoktur.
Demokrat olmak için, medyada özel mülkiyete ve devlet tekeline
son vermeyi; medyanın kamulaştırılmasını ve kullanım hakkının devletten
bağımsız olarak tüm halk örgütlerine verilmesini savunmak gerekir.
Bu bütün sorunları bir darbede çözer.
O zaman ne çocuk pornosunu bahane ederek İnterneti kontrol
atma ve yasaklama olanağı olur ne de başka bir şey.
Tabii böyle bir medya yapısının aynı zamanda tüm organları seçilmişlerden olduğu ve gerçek gücün bunlarda bulunduğu merkezi olmayan bir devletle: tam ve sınırsız bir fikir ve örgütlenme özgürlüğü ile birlikte olduğunu düşünün.
Tabii böyle bir medya yapısının aynı zamanda tüm organları seçilmişlerden olduğu ve gerçek gücün bunlarda bulunduğu merkezi olmayan bir devletle: tam ve sınırsız bir fikir ve örgütlenme özgürlüğü ile birlikte olduğunu düşünün.
Erdoğan’a #HAYIR çıkması belki de tarihsel bir fırsat
yaratacaktır demokrasi özlemleri için.
Ama bu büyük fırsat muhtemelen tıpkı Gezi’de olduğu gibi bir
mirasyedi gibi harcanacaktır.
Çünkü demokrasi programı yok, yapıyı eleştiren yok, dolayısıyla demokrat yok.
Demokratik özlemler olması başkadır, demokrat olmak başkadır.
Çünkü demokrasi programı yok, yapıyı eleştiren yok, dolayısıyla demokrat yok.
Demokratik özlemler olması başkadır, demokrat olmak başkadır.
Demokrat olmak her şeyden önce demokrasi konusunda tutarlı
ve sistemli bir programa sahip olmak demektir.
Demokrat yoksa, demokrasi de gelmez.
İnsanlar demokrat olmadan düzen demokrat olmaz.
İnsanların demokrat olması isi, sistemli ve tutarlı bir
demokrasi programını savunmak demektir.
Bu programın olmazsa olmazlarından sadece birini ele aldık.
Bu programın olmazsa olmazlarından sadece birini ele aldık.
Diğerlerini ise yazılarımızda ele alıp duruyoruz.
Örneğin Türklükle tanımlanmış bir ulus demokratik bir ulus
olamaz.
Demokratik bir ulus, ulusu Türklükle veya Kürtlükle
tanımlamaya karşı tanımlayarak olabilir.
Bunları uzatmak mümkün.
Şimdiden yapılması gereken böyle alternatif ve demokratik
bir ulusun tohumlarını atmaktır.
Atan var mı?
Yok.
O halde demokrat yok.
Atan var mı?
Yok.
O halde demokrat yok.
Demokrat yoksa demokrasi gelmeyecek demektir.
23 Mart 2017 Perşembe
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder