Erdoğan şu sıralar hayatının kumarını oynuyor. Tüm söz ve
davranışlarıyla bütün köprüleri atıyor, Kürtçeden Türkçeye geçmiş deyimle “ya herro ya merro” diyor.
Neden hayatının kumarı?
Erdoğan en küçük bir geri adım attığında, elindeki gücü
biraz olsun kaybettiğinde hızla düşüşü başlar ve öylesine büyük suçlar işlemiş
bulunuyor ki uluslararası bir mahkemede veya Yüce Divan’da sanık sandalyesine
oturması kaçınılmazdır.
Bu nedenle ne yapıp edip bulunduğu yerde bulunmak, daha
büyük bir güç ele geçirmek ve hep ileri gitmek zorundadır.
Erdoğan bulunduğu yerde kalabilmek için HER ŞEYİ yapmaya
hazırdır.
Bu tespitten yola çıkmadıkça Türkiye’de doğru dürüst bir
politika yapma olanağı yoktur.
Erdoğan’ın şimdiye kadar başarılı olmasının nedeni,
karşısındakilerin kararsızlığından başka bir şey değildir.
Erdoğan’ı şaşırtacak, geriletecek ve yenilgiye uğratacak
olan şey kararlılıktır.
Bunun nasıl sonuç alıcı olduğunu Putin gösterdi; İsrail
gösterdi.
Onlar aynı hamurdan yoğruldukları için olsa gerek,
Erdoğan’ın anladığı dili biliyorlar ve ona anladığı dilden konuştular.
Her ikisinden de fiilen özür diledi ve onların dikte ettiği
koşulları kabul etti.
*
Suriye’deki gelişmeler sonucu, Erdoğan şimdi giderek Türk
Devletine egemen Askeri Bürokratik Oligarşi ve Ergenekon için bir yük haline
gelmiş bulunuyor.
Devletin egemeni bu güç, kendisinin bekasını ulusun ve
devletin bekası gibi koyarak, her ne pahasına olursa olsun, Suriye’de bir Kürt
özerk bölgesinin oluşumunu engellemeyi, verili durumun stratejik hedefi olarak
belirlemiş bulunuyor.
Bu stratejiyi uygulayabilmesi için Erdoğan ona paha biçilmez
bir kitle tabanı ve siyasi güç veriyor.
Yakın zamana kadar Ergenekon ve Erdoğan tam bir simbiyoz
ilişki içinde bulunuyorlardı.
Ancak ABD ve Rusya’nın bayrak göstermesinden ve Rojava’nın
işgalinin fiilen zorlaşmasından sonra Türk Devleti, tekrar strateji değiştirdi.
Suriye Devleti’nin güçlenmesine ve bütünlüğüne destek vererek Kürtlerin Suriye’de
bir otonomi elde etmesini engelleme stratejisine geçti.
Bu tespiti Erdoğan Rusya’ya gitmeden önce yazmıştık.
Sonra Ertuğrul Özkök de, Hollanda tozu dumanı arasında
kaybolmuş, bu köklü stratejik değişime dikkati çeken ve alkışlayan bir yazı
yazdı.
Ama bu değişim şu anlama gelir: cephe dönmüştür.
Savaşta bazen cepheler 180 derece döner. Böyle bir durumda dün düşmanın arkası olan
bölge sizin arkanız olur; sizin arkanız olan bölge düşmanın arkası olur. Dün
yaptığınız köprüleri bombalamaya, dün bombaladığınız köprüleri onarmaya
başlarsınız. Bu değişim her konuda gerçekleşir.
İşte olan böyle bir cephe dönüşüdür. Artık Esat’ın yıkılması
değil, güçlenmesini desteklemek gerekmektedir. Şu ana kadar Esad’a karşı
desteklenen cihatçılara karşı bundan sonra Esat desteklenecektir. Ve şimdiye
kadar desteklenmiş cihatçılar günahların kefareti olarak Esat’a sunulacaktır.
Ama böyle bir strateji ile Erdoğan’ın devletin başındaki
varlığı bir çelişkili durumdur.
Bu çelişkinin ortadan kalkmasının iki yolu vardır.
a)
Erdoğan Esat’tan özür dileyecektir.
b)
Erdoğan devletin başından uzaklaşacaktır.
Erdoğan’ın Esat’tan özür dilemesi Rusya veya İsrail’den özür
dilemekle kıyaslanacak bir durum değildir.
Erdoğan, her ikisinde de Rus ve İsrail devletlerini ve
hükümetlerini yıkmak gibi bir amacı açıktan ifade etmemişti.
Erdoğan ne Rusya’da ne İsrail’de, milyonlarca insanın
yerinden yurdundan olmasına, on binlercesinin ölmesine, koca ülkenin savaş
alanına dönmesine yol açmamıştı.
Gerçi siyasette “asla
asla dememeli” diye bir kural vardır ama Erdoğan’ın Esad’tan özür dilemesi
ve onu Ankara’da Hacıbayram Camiinde namaz kılmaya davet etmesi çok zayıf bir
olasılıktır.
Bu nedenle Erdoğan artık Askeri Bürokratik Oligarşi ve şu an
ona politikalarını dikte ettiren Ergenekon ve Ulusalcı-Avrasyacı fraksiyon için
artık bir yük haline gelmiş bulunuyor.
Bugün büyük ölçüde tasfiye edilmiş NATO’cu fraksiyon için
ise zaten çoktan bir yüktü.
Askeri Bürokratik Oligarşi içinde bugün politikasını dikte
ettiren, egemen Avrasyacı-Ulusalcı ve Ergenekon güçleri için Erdoğan’ın
referandumu kaybetmesi ideal bir durumdur.
Keza #HAYIR çıkmış bir referandumdan sonra, MHP’li muhalefetin,
doksanların özel savaş döneminde denenmiş Akşener önderliğinde kuracağı, AKP,
BBP ve AKP’den bazı kopmalarla desteklenebilecek bir “merkez sağ” parti ile
“merkez sol” bir CHP’nin kuracağı bir hükümet ile Erdoğansız bir döneme kolayca
geçilebilir ve “Kürt anasını görmesin” hedefine bağlı olarak Esad’ı destekleme
stratejisi için bu güçler ideal bir bileşim oluştururlar.
*
Bu durumu ve sonunu gören Erdoğan ne yapıp edip
referandumdan evet çıkararak, konumunu korumaya, orada bulunmak için manevralar
yapıp zaman kazanmaya çalışacaktır.
İşte şimdi Avrupa’da provokasyonlar yapması, belli başlı
hareket alanının orası olarak kalması ile ilgilidir.
Ve işin kötüsü bu hesap tutabilir.
Ve işin kötüsü bu hesap tutabilir.
Neden?
Avrupa’nın Türkiye’ye ilişkin stratejisi, hiçbir zaman içine
almamak ama iyice de dışlayıp umutsuz da bırakmamak, ot ve sopa ile kapının
önünde bekletmek olmuştur.
Avrupa Türkiye’yi almak istese, tıpkı İspanya, Portekiz,
Yunanistan’a yaptığı gibi tüm ağırlığını koyarak pek ala Askeri Bürokratik
Oligarşi’nin gücünü kırabilirdi. Bu ABD’nin de desteğini alırdı. Çünkü Türkiye’nin
AB’ye girmesi için bizzat bastıran ABD idi.
Türkiye böylece ikinci kaliteden, Bulgaristan, Romanya
benzeri bir ülke olarak AB’ye alınabilirdi.
Ancak Türkiye hazmedilemeyecek kadar büyük bir ülkedir. Türkiye’nin
Avrupa Birliği’ne kabulü Alman Fransız ekseni ve ağırlığının tehlikeye girmesi
demektir.
ABD Türkiye’nin Avrupa Birliği’ni girmesini istemesinin
nedeni AB’nin kendine karşı bir askeri ve politik güç olarak çıkmasını
engellemek içindir.
Girebildiği takdirde Türkiye’nin ve İngiltere’nin, diğer
kimi küçük müttefiklerle birlikte AB içinde Almanya-Fransa’ya karşı bir ağırlık
oluşturması; böylece AB’nin ABD’ politikalarının destekçisi olması; ekonomik
olarak birliğini sürdürmekle birlikte siyasi ve askeri bakımdan kendisinin
denetiminde ve etki alanında olması ABD’nin hedefleriydi.
Bu nedenle, Almanya’nın borusu öttüğü sürece, Türkiye hiçbir
zaman Avrupa Birliği’ne giremez.
Ayrıca Türkiye’deki Askeri Bürokratik oligarşi de gücünü ve
iktidarını büyük ölçüde yitireceği için bunu istemez.
Bu nedenle aslında genel eğilim olarak Avrupa Birliği’nin
çıkarları ve politikası ile Askeri Bürokratik Oligarşi’nin çıkarları ve politikası
birbirine tencereyle kapak gibi uyar.
Gerisi bir kayıkçı dövüşüdür. Dostlar alışverişte görsün
hesabıdır.
*
Erdoğan her şeyi masaya sürerek hayıtının restini çekiyor ve
blöfünü yapıyor.
Avrupa Biriliği ve NATO’ya “ya ayrılırız ya da bizim
isteklerimizi karşılarsınız” şeklinde bir rest bu.
İşte Avrupa Birliği, bu resti göremeyebilir; şimdiye kadar
olduğu gibi, ne oldur; ne öldür, kapında tut; ne karşıya it; ne içine al
stratejisini izleyebilir.
Büyük olasılıkla da böyle olacaktır.
Avrupa ve NATO, bu resti görüp, ne halin varsa gör deyip karşı tedbirlerini alsa, Erdoğan’a anladığı dilden cevap verse, Erdoğan’ı yenebilir.
Avrupa ve NATO, bu resti görüp, ne halin varsa gör deyip karşı tedbirlerini alsa, Erdoğan’a anladığı dilden cevap verse, Erdoğan’ı yenebilir.
Ancak muhtemelen böyle davranmayacaktır. Erdoğan’ı karşıya
itmemek için ikircikli davranacaklardır.
Bu ise Erdoğan’ın elini daha da güçlendirecektir. O her
yumuşak cevapta, her tereddütte daha da cesaretlenecek ve daha da
bastıracaktır.
Avrupa’nın tıpkı 7 Haziran seçimleri sonrasında CHP ve HDP’nin
izlediği gibi bir politika izleme tehlikesi vardır ve bu Erdoğan’a Evet’i
getirebilir.
Erdoğan’ın anlayacağı dil, kararlı bir karşı çıkıştır. O
zaman geri adım atar. Ama kararsız davranılırsa, saldırmaya devam eder.
Sadece Hollanda ve Almanya da değil, bütün Avrupa ülkeleri
Erdoğan’ın bu tehditlerine ve provokasyonlarına karşı ekonomik, siyasi,
diplomatik tüm tedbirleri uygulamalıdır.
Bütün Avrupa birliği ülkeleri, Erdoğan orada olduğu ve açıkça
özür dilemediği sürece Türkiye ile ilişkilerin normale dönmeyeceğini açıkça
ilan etmelidirler.
Ancak böylece Erdoğan’a gözü kapalı destek sunanlar ve
Erdoğan’ın gazına gelenler, Erdoğan
orada kaldığı takdirde, Avrupa ile ticaretin, ithalat ve ihracatın duracağını,
kredilerin kesileceğini, her türlü zorlukla karşılaşacaklarını açıkça görebilirler.
O zaman Erdoğan’ın arkasında saçma milliyetçi naralar
atmaktan vaz geçip kendi gelecekleri üzerine düşünmeye başlarlar ve onu terk
ederler.
Aksi takdirde şimdiye kadar yapıldığı gibi kararsızlık
gösterilirse, “ama Türkiye yanı başımızda ondan vazgeçemeyiz” denirse Erdoğan’ın
elinde oyuncak olacaklardır.
Avrupa ülkeleri eğer Türkiye’deki demokrasi mücadelesine bir
parça destek olmak istiyorlarsa, yapmaları gereken Türk devleti ve halkı ile Erdoğan’ı
ayırmak ve bu halka Erdoğan’ı seçtikleri takdirde ve Erdoğan devletin başında
olduğu sürece Erdoğan’ı muhatap almayacaklarını ilan etmelidirler.
Ancak dediğimiz gibi, muhtemelen Avrupa ülkeleri böyle
kararlı bir tavır gösteremeyecektir ve Erdoğan’ın politikalarının birer kuklası
işlevi göreceklerdir.
Sonunda artık geri adım atacak yerleri kalmadığında da çok geç olacaktır.
Sonunda artık geri adım atacak yerleri kalmadığında da çok geç olacaktır.
HDP’nin bakanlar kuruluna girip sonra da çekilmesine benzer
bir durumda kalacaklardır.
Hatta bu başarısız politika onlarda iç politika krizlerine
bile yol açabilir.
7 Haziran 1 Kasım arasındaki HDP’nin politikalarına bakın,
Avrupa Birliği’nin izleyeceği politikaların sonucunu görün.
*
Erdoğan şimdilik bu Avrupa ile gerilim kanalından gidiyor.
Ama kanımızca iki kanaldan daha gidebilir. Sanırız bunların
hazırlıklarını da yapıyor.
Biri de Rojava’da Süleyman Şah türbesi üzerinden yapacağı provokasyondur.
Bunu bir yerlerden kulağına su kaçan MHP’li muhaliflerden
biri söylemişti.
Bilindiği gibi, Süleyman Şah türbesinde adeta IŞİD’in elinde
rehin durumundaki Türk birliğini oradan kurtarmak için YPG ile işbirliği
yapılmış ve oradaki mezar, “Şah Fırat Operasyonu” ile 22 Şubat 2015’te Suriye
Eşmesi’ne nakledilmişti.
Şimdi, Erdoğan, ben ata toprağını eski yerine taşıyacağım,
bunun için de yol lazım falan dileyerek, Rojava’ya birliklerini bir kama gibi
sokmaya yönelik bir provokasyon yapabilir ve savaş başlatabilir. (Bu vesileyle
Şah Fırat Operasyonunun arka planı ile ilgili ilginç bilgiler içeren şu
incelemeyi de aktaralım bir dip not olarak)[1]
*
Bir başka nokta Irak ve Şengal.
Şu habere bakalım:
“Hakan Fidan dün Şengal’deki
“Rojava peşmergeleri”ni ziyarat etti
Roj News’e bilgi veren
güvenilir kaynaklar, Türk Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Hakan
Fidan’ın 14-15 Mart tarihleri arasında Güney Kürdistan’a geldiğini belirtti.
Bu ziyarette Hakan
Fidan’ın Dohuk kentinde KDP Genel Başkanı Mesut Barzani ve Kürdistan Bölgesi
Başbakanı ve KDP Genel Başkan Yardımcısı Neçirvan Barzani ile ayrı ayrı
görüşmeler yaptığı öğrenildi.
Görüşmelerde
KDP-Türkiye işbirliği ve PKK’ye karşı ortak hareket konularının konuşulduğu aktarıldı.
Aynı kaynaklar, Hakan
Fidan’ın bu görüşmelerden sonra Şengal’de çeşitli çete gruplarıyla ve hemen
ardından da Türk ordusunun Bamerne’deki askeri üssüne geçerek burada çeşitli
temaslarda bulunduğunu belirtildi.”
Belli ki, Erdoğan “sır küpü”nü Irak Kürdistanı’na yollayarak
orada da bir saldırıya hazırlanıyor.
Ayrıca ABD, Rakka’da Türkiye’yi dışlamasını dengeleyebilmek birkaç gün önce, Şengal’de yabancı güç istemiyoruz diyerek, Türkiye’nin doğrudan veya dolaylı olarak Barzani aracılığıyla yapacağı bir saldırıya yeşil ışık da yakmış oldu.
Ayrıca ABD, Rakka’da Türkiye’yi dışlamasını dengeleyebilmek birkaç gün önce, Şengal’de yabancı güç istemiyoruz diyerek, Türkiye’nin doğrudan veya dolaylı olarak Barzani aracılığıyla yapacağı bir saldırıya yeşil ışık da yakmış oldu.
*
Bu gelişmelere karşı ne orduları, ne silahı, ne polisi, ne
hakkı, ne hukuku olmayan, örgütsüz ve yapayalnız demokrat yurttaşlar olarak ne
yapabiliriz?
Bir şeyler yapabilir, bütün bu hesapları boşa çıkarabilir ve
oyunları bozabiliriz.
Bunun için bir tek silahımız var.
Kitlesel bir pasif ya da sivil direniş hareketi.
Kitlesellik ve pasiflik birbirinin koşulu.
#HAYIR için kimsenin sesinin çıkmadığı sırada önerdik.
Sonradan #HAYIR’ın yükselişi karşısında unutuldu.
Şimdi tekrardan hatırlatıyoruz
Tüm #HAYIR diyenleri toplayan, mobilize eden milyonları
kapsayan bir hareket oluşturmamız gerekiyor.
İnsanı hayvandan, mimarı arıdan ayıran insanın yapacağını
kafasında hayal etmesidir.
Bunun için önce böyle bir hareketi hayal etmek gerekiyor.
Bunun için önce böyle bir hareketi hayal etmek gerekiyor.
Tamamen temel yurttaşlık ve insan hakları alanında kalarak, politik
özgürlükler alanına hiç bir şekilde girmeden, pankartsız, slogansız, sessiz,
müziksiz bir şekilde, her gün aynı saatlerde aynı yerlerde göğsümüzde #HAYIR
yazılarıyla bulunmak.
Böyle bir biçim benimsenirse, kısa sürede yüzlerce binlerce
milyonlarca insan her gün aynı yerlerde, aynı saatlerde bulunabilir. Yani oturabilir, durabilir, yürüyebilir, sohbet
edebilir vs.
Ancak böylesine kitlesel, bütün #HAYIR diyenleri birleştiren
ve mobilize eden bir hareket Erdoğan’ın bütün oyunlarını boşa çıkarabilir.
Her yerde böyle bir hareket başlatmanın temaslarını yapmak
için derhal #HAYIR komiteleri kurulmalıdır.
#Hayır Meclisleri bu öneriyi gündemlerine alıp tartışmalıdır.
#Hayır Meclisleri bu öneriyi gündemlerine alıp tartışmalıdır.
HDP, HDK bu öneri ve eleştirilerimizi görmezden gelmeyi,
yokmuş gibi davranmayı bırakıp, bu öneriyi gündemine alıp tüm örgüt içinde
tartışmaya açmalıdır.
Tüm sosyalist örgütler bu öneriyi gündemlerine alıp
tartışmalıdır.
Sadece gündeme alınıp tartışılması bile dengelerin değişmesinin
yolunu açabilir.
17 Mart 2017 Cuma
Demir Küçükaydın
@demiraltona
Yazılarımız şu adresteki blogta bulunuyor:
Videolarımız şu adreste:
Yazılarımızı ayrıca ses dosyası olarak şurada paylaşıyoruz.
Direk podcasttan veya indirerek dinlemek mümkün.
Kitaplarımız buradan indirilebilir.
[1] “Türkiye o vakte kadar
Cerablus üzeri (ki burası da IŞİD işgalindeydi) askerlerin lojistiğini sağlıyor
ve gidiş gelişler mevcuttu. Yani yaklaşık 2 yıl IŞİD’le işbirliği şeklinde
Süleyman Şah türbesindeki varlığına devam ettirmişti.
Ama bu durum artık yürüyemiyor ve YPG, IŞİD’i Türbeden
çıkarırsa o zaman ‘Türkiye kendi ecdadının türbesini kurtaramadı ama YPG
kurtardı’ söylemi yayılacaktı. Türbeyi taşıma girişimi bu söylemin önüne
geçilmek için başlatılmıştı. Fakat gel gör ki bu da YPG’siz olmuyordu.
YPG’DEN YARDIM İSTENDİ
Bu anımsatmayı yaptıktan sonra tekrar Dolmabahçe
toplantısına dönelim. Feridun Sinirlioğlu burada şu mesajı veriyor: IŞİD orayı
bize karşı koz olarak kullanıyor. Türbeyi taşımak istiyoruz. Devlet ve hükümet
olarak Türbenin taşınması için karar aldık. Taşıdıktan sonra ise orayı
patlatacağız. Türbeyi Kobanê topraklarına taşımak istiyoruz. Orada iktidar olan
sizsiniz ve sizin yardımınızla bunu yapmak istiyoruz.’
Rojava tarafı ise olayın askeri boyutu olduğunu ve
bunu YPG ile konuşmak zorunda olduklarını aktarır. Bunun üzerine Sinirlioğlu,
‘YPG’nin bize yardımcı olmasını istiyoruz’ talebini tekrarlar.
SALİH MUSLİM’E İMRALI’YA GİTME ÖNERİSİ
Görüşmelerin sürdürülmesi için karar alınır ve ilgili
muhataplar belirlenir. Bu konuda daha sonra istişare edilmek üzere kapatılır.
Sinirlioğlu, hükümet ve PKK arasında yapılan görüşmelerde de tıkanma olduğunu
ve Rojava yönetiminin bu konuda yardımcı olabileceğini söyler. ‘Nasıl yardımcı
olunur’ tartışmasının devamında Türk tarafı, ‘Salih Muslim’ın İmralı’ya
gidebileceğini’ belirtir. Ancak bu görüşme hiçbir zaman gerçekleşmez.
MÜSLIM, SİNİRLİOĞLU VE ÖNDER ARASINDA TOPLANTI
Toplantıdan sonra Salih Muslum, Feridun Sinirlioğlu ve
Sırrı Süreyya Önder Dolmabahçe Sarayında ayrı bir görüşme gerçekleştirilir.
Görüşmenin içeriği Öcalan’a aktarılmak üzere Önder’le paylaşılır.
Bu toplantıdan iki gün sonra, Dolmabahçe’de hazır
bulunan bir devlet bürokratı Rojava’daki muhatabını arar ve Süleyman Şah için
ayrıntıları görüşmek üzere toplantı planlanır. Suruç-Kobanê sınırındaki
karakolda yapılan toplantıya MİT, Genelkurmay temsilcisi ve Dışişleri bakanlığı
temsilcisi, Rojava tarafından ise YPG temsilcisi, Rojava İstihbaratı temsilcisi
ve siyasi bir yetkili hazır bulunur. İki hafta neredeyse her gün bu toplantı
yapılır. Şubat ayı ortasında Ankara, Rojava yönetimini tekrar Dolmabahçe’ye
davet eder ve ‘operasyona hazır olduklarını’ bildirir.
OPERASYON NASIL YAPILDI
Operasyon için taraflar ortak karar alır. Türk tarafı
bölgede konumlanan IŞİD gruplarını uçakla ve toplarla vurulacağını söyler ve
bunun için YPG’den koordinat istenir. YPG’nin verdiği koordinatların hiçbiri
Türk uçakları tarafından bombalanmaz, top atışı yapılmaz.
Ve 22 Şubat 2015 gece yarısı Suruç-Kobanê sınırında
yaklaşık 60 tank, 60 zırhlı araç ve 300 asker sevk edilir. Ama YPG sadece 12
tank, 30 araç ve 150 askerin geçişine izin verir. Operasyonda yaklaşık 150 YPG
savaşçısı de yer alır.
YPG savaşçıları Türk askerlerini Türbenin 200 metre
yakınına götürür. Türbe alınır ve yeri patlatılır. Türbenin eski yeri halen
enkaz şeklinde duruyor.
Bilindiği üzere Şah Süleyman Türbesi Kobanê’nin Eşme
köyüne getirilir. Burayı da Türk tarafı belirlemiştir. Arazi sahibi önceden
haberdar edilir. Türk yetkililer burada kaldıkları müddetçe arazinin kirasını
vereceklerini belirtir ve bunun için Suruç kaymakamı görevlendirilir. Ancak bu
para hiçbir zaman verilmez.
Rojava ile TC arasında ortaklaşa yapılan tek girişim
budur ve bunu da Ankara yönetimi kendi hanesine yazdı.
Ancak Şah Süleyman Türbesi halen orada duruyor, Kadın
ordusu YPJ ile Türk Bayrağı arasındaki mesafe sadece 100 metre.
Bu operasyon, Öcalan’ın Newroz 2015 mesajına da
yansıdı. Öcalan, Mart ortasında Newroz mesajını hazırlayıp ilettikten sonra
Ankara’dan kendisine şöyle bir talep gider; ‘Şah Süleyman operasyonuna atıfta
bulunsanız süreç açısından faydalı olur.’ ‘Eşme ruhu’ kavramının tam olarak
mesajda yer alması da Ankara tarafından istenir.
Öcalan, özelde Suriye ve genelde bölgede Kürt-Türk
barışı ve birlikteliğini sembolize etsin düşüncesiyle ‘Eşme ruhu’ cümlesini
Newroz mesajına yerleştirir.
Ancak hatırlanacağı üzere Newroz’dan hemen sonra da
Genelkurmay başkanlığı tarafından bu mesaj reddedildi.
Ancak görüşmeler hep sürdü. Şimdi devam edip
etmediğini bilmiyoruz.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder