17 Mart 2017 Cuma

Erdoğan’ın Kumarı, Ya Herro Ya Merro

Erdoğan şu sıralar hayatının kumarını oynuyor. Tüm söz ve davranışlarıyla bütün köprüleri atıyor, Kürtçeden Türkçeye geçmiş deyimle “ya herro ya merro” diyor.
Neden hayatının kumarı?
Erdoğan en küçük bir geri adım attığında, elindeki gücü biraz olsun kaybettiğinde hızla düşüşü başlar ve öylesine büyük suçlar işlemiş bulunuyor ki uluslararası bir mahkemede veya Yüce Divan’da sanık sandalyesine oturması kaçınılmazdır.
Bu nedenle ne yapıp edip bulunduğu yerde bulunmak, daha büyük bir güç ele geçirmek ve hep ileri gitmek zorundadır.
Erdoğan bulunduğu yerde kalabilmek için HER ŞEYİ yapmaya hazırdır.
Bu tespitten yola çıkmadıkça Türkiye’de doğru dürüst bir politika yapma olanağı yoktur.
Erdoğan’ın şimdiye kadar başarılı olmasının nedeni, karşısındakilerin kararsızlığından başka bir şey değildir.

Erdoğan’ı şaşırtacak, geriletecek ve yenilgiye uğratacak olan şey kararlılıktır.
Bunun nasıl sonuç alıcı olduğunu Putin gösterdi; İsrail gösterdi.
Onlar aynı hamurdan yoğruldukları için olsa gerek, Erdoğan’ın anladığı dili biliyorlar ve ona anladığı dilden konuştular.
Her ikisinden de fiilen özür diledi ve onların dikte ettiği koşulları kabul etti.
*
Suriye’deki gelişmeler sonucu, Erdoğan şimdi giderek Türk Devletine egemen Askeri Bürokratik Oligarşi ve Ergenekon için bir yük haline gelmiş bulunuyor.
Devletin egemeni bu güç, kendisinin bekasını ulusun ve devletin bekası gibi koyarak, her ne pahasına olursa olsun, Suriye’de bir Kürt özerk bölgesinin oluşumunu engellemeyi, verili durumun stratejik hedefi olarak belirlemiş bulunuyor.
Bu stratejiyi uygulayabilmesi için Erdoğan ona paha biçilmez bir kitle tabanı ve siyasi güç veriyor.
Yakın zamana kadar Ergenekon ve Erdoğan tam bir simbiyoz ilişki içinde bulunuyorlardı.
Ancak ABD ve Rusya’nın bayrak göstermesinden ve Rojava’nın işgalinin fiilen zorlaşmasından sonra Türk Devleti, tekrar strateji değiştirdi. Suriye Devleti’nin güçlenmesine ve bütünlüğüne destek vererek Kürtlerin Suriye’de bir otonomi elde etmesini engelleme stratejisine geçti.
Bu tespiti Erdoğan Rusya’ya gitmeden önce yazmıştık.
Sonra Ertuğrul Özkök de, Hollanda tozu dumanı arasında kaybolmuş, bu köklü stratejik değişime dikkati çeken ve alkışlayan bir yazı yazdı.
Ama bu değişim şu anlama gelir: cephe dönmüştür.
Savaşta bazen cepheler 180 derece döner.  Böyle bir durumda dün düşmanın arkası olan bölge sizin arkanız olur; sizin arkanız olan bölge düşmanın arkası olur. Dün yaptığınız köprüleri bombalamaya, dün bombaladığınız köprüleri onarmaya başlarsınız. Bu değişim her konuda gerçekleşir.
İşte olan böyle bir cephe dönüşüdür. Artık Esat’ın yıkılması değil, güçlenmesini desteklemek gerekmektedir. Şu ana kadar Esad’a karşı desteklenen cihatçılara karşı bundan sonra Esat desteklenecektir. Ve şimdiye kadar desteklenmiş cihatçılar günahların kefareti olarak Esat’a sunulacaktır.
Ama böyle bir strateji ile Erdoğan’ın devletin başındaki varlığı bir çelişkili durumdur.
Bu çelişkinin ortadan kalkmasının iki yolu vardır.
a)      Erdoğan Esat’tan özür dileyecektir.
b)      Erdoğan devletin başından uzaklaşacaktır.
Erdoğan’ın Esat’tan özür dilemesi Rusya veya İsrail’den özür dilemekle kıyaslanacak bir durum değildir.
Erdoğan, her ikisinde de Rus ve İsrail devletlerini ve hükümetlerini yıkmak gibi bir amacı açıktan ifade etmemişti.
Erdoğan ne Rusya’da ne İsrail’de, milyonlarca insanın yerinden yurdundan olmasına, on binlercesinin ölmesine, koca ülkenin savaş alanına dönmesine yol açmamıştı.
Gerçi siyasette “asla asla dememeli” diye bir kural vardır ama Erdoğan’ın Esad’tan özür dilemesi ve onu Ankara’da Hacıbayram Camiinde namaz kılmaya davet etmesi çok zayıf bir olasılıktır.
Bu nedenle Erdoğan artık Askeri Bürokratik Oligarşi ve şu an ona politikalarını dikte ettiren Ergenekon ve Ulusalcı-Avrasyacı fraksiyon için artık bir yük haline gelmiş bulunuyor.
Bugün büyük ölçüde tasfiye edilmiş NATO’cu fraksiyon için ise zaten çoktan bir yüktü.
Askeri Bürokratik Oligarşi içinde bugün politikasını dikte ettiren, egemen Avrasyacı-Ulusalcı ve Ergenekon güçleri için Erdoğan’ın referandumu kaybetmesi ideal bir durumdur.
Keza #HAYIR çıkmış bir referandumdan sonra, MHP’li muhalefetin, doksanların özel savaş döneminde denenmiş Akşener önderliğinde kuracağı, AKP, BBP ve AKP’den bazı kopmalarla desteklenebilecek bir “merkez sağ” parti ile “merkez sol” bir CHP’nin kuracağı bir hükümet ile Erdoğansız bir döneme kolayca geçilebilir ve “Kürt anasını görmesin” hedefine bağlı olarak Esad’ı destekleme stratejisi için bu güçler ideal bir bileşim oluştururlar.
*
Bu durumu ve sonunu gören Erdoğan ne yapıp edip referandumdan evet çıkararak, konumunu korumaya, orada bulunmak için manevralar yapıp zaman kazanmaya çalışacaktır.
İşte şimdi Avrupa’da provokasyonlar yapması, belli başlı hareket alanının orası olarak kalması ile ilgilidir.
Ve işin kötüsü bu hesap tutabilir.
Neden?
Avrupa’nın Türkiye’ye ilişkin stratejisi, hiçbir zaman içine almamak ama iyice de dışlayıp umutsuz da bırakmamak, ot ve sopa ile kapının önünde bekletmek olmuştur.
Avrupa Türkiye’yi almak istese, tıpkı İspanya, Portekiz, Yunanistan’a yaptığı gibi tüm ağırlığını koyarak pek ala Askeri Bürokratik Oligarşi’nin gücünü kırabilirdi. Bu ABD’nin de desteğini alırdı. Çünkü Türkiye’nin AB’ye girmesi için bizzat bastıran ABD idi.
Türkiye böylece ikinci kaliteden, Bulgaristan, Romanya benzeri bir ülke olarak AB’ye alınabilirdi.
Ancak Türkiye hazmedilemeyecek kadar büyük bir ülkedir. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne kabulü Alman Fransız ekseni ve ağırlığının tehlikeye girmesi demektir.
ABD Türkiye’nin Avrupa Birliği’ni girmesini istemesinin nedeni AB’nin kendine karşı bir askeri ve politik güç olarak çıkmasını engellemek içindir.
Girebildiği takdirde Türkiye’nin ve İngiltere’nin, diğer kimi küçük müttefiklerle birlikte AB içinde Almanya-Fransa’ya karşı bir ağırlık oluşturması; böylece AB’nin ABD’ politikalarının destekçisi olması; ekonomik olarak birliğini sürdürmekle birlikte siyasi ve askeri bakımdan kendisinin denetiminde ve etki alanında olması ABD’nin hedefleriydi.
Bu nedenle, Almanya’nın borusu öttüğü sürece, Türkiye hiçbir zaman Avrupa Birliği’ne giremez.
Ayrıca Türkiye’deki Askeri Bürokratik oligarşi de gücünü ve iktidarını büyük ölçüde yitireceği için bunu istemez.
Bu nedenle aslında genel eğilim olarak Avrupa Birliği’nin çıkarları ve politikası ile Askeri Bürokratik Oligarşi’nin çıkarları ve politikası birbirine tencereyle kapak gibi uyar.
Gerisi bir kayıkçı dövüşüdür. Dostlar alışverişte görsün hesabıdır.
*
Erdoğan her şeyi masaya sürerek hayıtının restini çekiyor ve blöfünü yapıyor.
Avrupa Biriliği ve NATO’ya “ya ayrılırız ya da bizim isteklerimizi karşılarsınız” şeklinde bir rest bu.
İşte Avrupa Birliği, bu resti göremeyebilir; şimdiye kadar olduğu gibi, ne oldur; ne öldür, kapında tut; ne karşıya it; ne içine al stratejisini izleyebilir.
Büyük olasılıkla da böyle olacaktır.
Avrupa ve NATO, bu resti görüp, ne halin varsa gör deyip karşı tedbirlerini alsa, Erdoğan’a anladığı dilden cevap verse, Erdoğan’ı yenebilir.
Ancak muhtemelen böyle davranmayacaktır. Erdoğan’ı karşıya itmemek için ikircikli davranacaklardır.
Bu ise Erdoğan’ın elini daha da güçlendirecektir. O her yumuşak cevapta, her tereddütte daha da cesaretlenecek ve daha da bastıracaktır.
Avrupa’nın tıpkı 7 Haziran seçimleri sonrasında CHP ve HDP’nin izlediği gibi bir politika izleme tehlikesi vardır ve bu Erdoğan’a Evet’i getirebilir.
Erdoğan’ın anlayacağı dil, kararlı bir karşı çıkıştır. O zaman geri adım atar. Ama kararsız davranılırsa, saldırmaya devam eder.
Sadece Hollanda ve Almanya da değil, bütün Avrupa ülkeleri Erdoğan’ın bu tehditlerine ve provokasyonlarına karşı ekonomik, siyasi, diplomatik tüm tedbirleri uygulamalıdır.
Bütün Avrupa birliği ülkeleri, Erdoğan orada olduğu ve açıkça özür dilemediği sürece Türkiye ile ilişkilerin normale dönmeyeceğini açıkça ilan etmelidirler.
Ancak böylece Erdoğan’a gözü kapalı destek sunanlar ve Erdoğan’ın gazına gelenler,  Erdoğan orada kaldığı takdirde, Avrupa ile ticaretin, ithalat ve ihracatın duracağını, kredilerin kesileceğini, her türlü zorlukla karşılaşacaklarını açıkça görebilirler.
O zaman Erdoğan’ın arkasında saçma milliyetçi naralar atmaktan vaz geçip kendi gelecekleri üzerine düşünmeye başlarlar ve onu terk ederler.
Aksi takdirde şimdiye kadar yapıldığı gibi kararsızlık gösterilirse, “ama Türkiye yanı başımızda ondan vazgeçemeyiz” denirse Erdoğan’ın elinde oyuncak olacaklardır.
Avrupa ülkeleri eğer Türkiye’deki demokrasi mücadelesine bir parça destek olmak istiyorlarsa, yapmaları gereken Türk devleti ve halkı ile Erdoğan’ı ayırmak ve bu halka Erdoğan’ı seçtikleri takdirde ve Erdoğan devletin başında olduğu sürece Erdoğan’ı muhatap almayacaklarını ilan etmelidirler.
Ancak dediğimiz gibi, muhtemelen Avrupa ülkeleri böyle kararlı bir tavır gösteremeyecektir ve Erdoğan’ın politikalarının birer kuklası işlevi göreceklerdir.
Sonunda artık geri adım atacak yerleri kalmadığında da çok geç olacaktır.
HDP’nin bakanlar kuruluna girip sonra da çekilmesine benzer bir durumda kalacaklardır.
Hatta bu başarısız politika onlarda iç politika krizlerine bile yol açabilir.
7 Haziran 1 Kasım arasındaki HDP’nin politikalarına bakın, Avrupa Birliği’nin izleyeceği politikaların sonucunu görün.
*
Erdoğan şimdilik bu Avrupa ile gerilim kanalından gidiyor.
Ama kanımızca iki kanaldan daha gidebilir. Sanırız bunların hazırlıklarını da yapıyor.
Biri de Rojava’da Süleyman Şah türbesi üzerinden yapacağı provokasyondur.
Bunu bir yerlerden kulağına su kaçan MHP’li muhaliflerden biri söylemişti.
Bilindiği gibi, Süleyman Şah türbesinde adeta IŞİD’in elinde rehin durumundaki Türk birliğini oradan kurtarmak için YPG ile işbirliği yapılmış ve oradaki mezar, “Şah Fırat Operasyonu” ile 22 Şubat 2015’te Suriye Eşmesi’ne nakledilmişti.
Şimdi, Erdoğan, ben ata toprağını eski yerine taşıyacağım, bunun için de yol lazım falan dileyerek, Rojava’ya birliklerini bir kama gibi sokmaya yönelik bir provokasyon yapabilir ve savaş başlatabilir. (Bu vesileyle Şah Fırat Operasyonunun arka planı ile ilgili ilginç bilgiler içeren şu incelemeyi de aktaralım bir dip not olarak)[1]
*
Bir başka nokta Irak ve Şengal.
Şu habere bakalım:
“Hakan Fidan dün Şengal’deki “Rojava peşmergeleri”ni ziyarat etti
Roj News’e bilgi veren güvenilir kaynaklar, Türk Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Hakan Fidan’ın 14-15 Mart tarihleri arasında Güney Kürdistan’a geldiğini belirtti.
Bu ziyarette Hakan Fidan’ın Dohuk kentinde KDP Genel Başkanı Mesut Barzani ve Kürdistan Bölgesi Başbakanı ve KDP Genel Başkan Yardımcısı Neçirvan Barzani ile ayrı ayrı görüşmeler yaptığı öğrenildi. 
Görüşmelerde KDP-Türkiye işbirliği ve PKK’ye karşı ortak hareket konularının konuşulduğu aktarıldı. 
Aynı kaynaklar, Hakan Fidan’ın bu görüşmelerden sonra Şengal’de çeşitli çete gruplarıyla ve hemen ardından da Türk ordusunun Bamerne’deki askeri üssüne geçerek burada çeşitli temaslarda bulunduğunu belirtildi.”
Belli ki, Erdoğan “sır küpü”nü Irak Kürdistanı’na yollayarak orada da bir saldırıya hazırlanıyor.
Ayrıca ABD, Rakka’da Türkiye’yi dışlamasını dengeleyebilmek birkaç gün önce, Şengal’de yabancı güç istemiyoruz diyerek, Türkiye’nin doğrudan veya dolaylı olarak Barzani aracılığıyla yapacağı bir saldırıya yeşil ışık da yakmış oldu.
*
Bu gelişmelere karşı ne orduları, ne silahı, ne polisi, ne hakkı, ne hukuku olmayan, örgütsüz ve yapayalnız demokrat yurttaşlar olarak ne yapabiliriz?
Bir şeyler yapabilir, bütün bu hesapları boşa çıkarabilir ve oyunları bozabiliriz.
Bunun için bir tek silahımız var.
Kitlesel bir pasif ya da sivil direniş hareketi.
Kitlesellik ve pasiflik birbirinin koşulu.
#HAYIR için kimsenin sesinin çıkmadığı sırada önerdik. Sonradan #HAYIR’ın yükselişi karşısında unutuldu.
Şimdi tekrardan hatırlatıyoruz
Tüm #HAYIR diyenleri toplayan, mobilize eden milyonları kapsayan bir hareket oluşturmamız gerekiyor.
İnsanı hayvandan, mimarı arıdan ayıran insanın yapacağını kafasında hayal etmesidir.
Bunun için önce böyle bir hareketi hayal etmek gerekiyor.
Tamamen temel yurttaşlık ve insan hakları alanında kalarak, politik özgürlükler alanına hiç bir şekilde girmeden, pankartsız, slogansız, sessiz, müziksiz bir şekilde, her gün aynı saatlerde aynı yerlerde göğsümüzde #HAYIR yazılarıyla bulunmak.
Böyle bir biçim benimsenirse, kısa sürede yüzlerce binlerce milyonlarca insan her gün aynı yerlerde, aynı saatlerde bulunabilir. Yani oturabilir, durabilir, yürüyebilir, sohbet edebilir vs.
Ancak böylesine kitlesel, bütün #HAYIR diyenleri birleştiren ve mobilize eden bir hareket Erdoğan’ın bütün oyunlarını boşa çıkarabilir.
Her yerde böyle bir hareket başlatmanın temaslarını yapmak için derhal #HAYIR komiteleri kurulmalıdır.
#Hayır Meclisleri bu öneriyi gündemlerine alıp tartışmalıdır.
HDP, HDK bu öneri ve eleştirilerimizi görmezden gelmeyi, yokmuş gibi davranmayı bırakıp, bu öneriyi gündemine alıp tüm örgüt içinde tartışmaya açmalıdır.
Tüm sosyalist örgütler bu öneriyi gündemlerine alıp tartışmalıdır.
Sadece gündeme alınıp tartışılması bile dengelerin değişmesinin yolunu açabilir.
17 Mart 2017 Cuma
Demir Küçükaydın
@demiraltona
Yazılarımız şu adresteki blogta bulunuyor:
Videolarımız şu adreste:
Yazılarımızı ayrıca ses dosyası olarak şurada paylaşıyoruz. Direk podcasttan veya indirerek dinlemek mümkün.
Kitaplarımız buradan indirilebilir.



[1] “Türkiye o vakte kadar Cerablus üzeri (ki burası da IŞİD işgalindeydi) askerlerin lojistiğini sağlıyor ve gidiş gelişler mevcuttu. Yani yaklaşık 2 yıl IŞİD’le işbirliği şeklinde Süleyman Şah türbesindeki varlığına devam ettirmişti.
Ama bu durum artık yürüyemiyor ve YPG, IŞİD’i Türbeden çıkarırsa o zaman ‘Türkiye kendi ecdadının türbesini kurtaramadı ama YPG kurtardı’ söylemi yayılacaktı. Türbeyi taşıma girişimi bu söylemin önüne geçilmek için başlatılmıştı. Fakat gel gör ki bu da YPG’siz olmuyordu.
YPG’DEN YARDIM İSTENDİ
Bu anımsatmayı yaptıktan sonra tekrar Dolmabahçe toplantısına dönelim. Feridun Sinirlioğlu burada şu mesajı veriyor: IŞİD orayı bize karşı koz olarak kullanıyor. Türbeyi taşımak istiyoruz. Devlet ve hükümet olarak Türbenin taşınması için karar aldık. Taşıdıktan sonra ise orayı patlatacağız. Türbeyi Kobanê topraklarına taşımak istiyoruz. Orada iktidar olan sizsiniz ve sizin yardımınızla bunu yapmak istiyoruz.’

Rojava tarafı ise olayın askeri boyutu olduğunu ve bunu YPG ile konuşmak zorunda olduklarını aktarır. Bunun üzerine Sinirlioğlu, ‘YPG’nin bize yardımcı olmasını istiyoruz’ talebini tekrarlar.
SALİH MUSLİM’E İMRALI’YA GİTME ÖNERİSİ
Görüşmelerin sürdürülmesi için karar alınır ve ilgili muhataplar belirlenir. Bu konuda daha sonra istişare edilmek üzere kapatılır. Sinirlioğlu, hükümet ve PKK arasında yapılan görüşmelerde de tıkanma olduğunu ve Rojava yönetiminin bu konuda yardımcı olabileceğini söyler. ‘Nasıl yardımcı olunur’ tartışmasının devamında Türk tarafı, ‘Salih Muslim’ın İmralı’ya gidebileceğini’ belirtir. Ancak bu görüşme hiçbir zaman gerçekleşmez.
MÜSLIM, SİNİRLİOĞLU VE ÖNDER ARASINDA TOPLANTI
Toplantıdan sonra Salih Muslum, Feridun Sinirlioğlu ve Sırrı Süreyya Önder Dolmabahçe Sarayında ayrı bir görüşme gerçekleştirilir. Görüşmenin içeriği Öcalan’a aktarılmak üzere Önder’le paylaşılır.
Bu toplantıdan iki gün sonra, Dolmabahçe’de hazır bulunan bir devlet bürokratı Rojava’daki muhatabını arar ve Süleyman Şah için ayrıntıları görüşmek üzere toplantı planlanır. Suruç-Kobanê sınırındaki karakolda yapılan toplantıya MİT, Genelkurmay temsilcisi ve Dışişleri bakanlığı temsilcisi, Rojava tarafından ise YPG temsilcisi, Rojava İstihbaratı temsilcisi ve siyasi bir yetkili hazır bulunur. İki hafta neredeyse her gün bu toplantı yapılır. Şubat ayı ortasında Ankara, Rojava yönetimini tekrar Dolmabahçe’ye davet eder ve ‘operasyona hazır olduklarını’ bildirir.
OPERASYON NASIL YAPILDI
Operasyon için taraflar ortak karar alır. Türk tarafı bölgede konumlanan IŞİD gruplarını uçakla ve toplarla vurulacağını söyler ve bunun için YPG’den koordinat istenir. YPG’nin verdiği koordinatların hiçbiri Türk uçakları tarafından bombalanmaz, top atışı yapılmaz.
Ve 22 Şubat 2015 gece yarısı Suruç-Kobanê sınırında yaklaşık 60 tank, 60 zırhlı araç ve 300 asker sevk edilir. Ama YPG sadece 12 tank, 30 araç ve 150 askerin geçişine izin verir. Operasyonda yaklaşık 150 YPG savaşçısı de yer alır.
YPG savaşçıları Türk askerlerini Türbenin 200 metre yakınına götürür. Türbe alınır ve yeri patlatılır. Türbenin eski yeri halen enkaz şeklinde duruyor.
Bilindiği üzere Şah Süleyman Türbesi Kobanê’nin Eşme köyüne getirilir. Burayı da Türk tarafı belirlemiştir. Arazi sahibi önceden haberdar edilir. Türk yetkililer burada kaldıkları müddetçe arazinin kirasını vereceklerini belirtir ve bunun için Suruç kaymakamı görevlendirilir. Ancak bu para hiçbir zaman verilmez.
Rojava ile TC arasında ortaklaşa yapılan tek girişim budur ve bunu da Ankara yönetimi kendi hanesine yazdı.
Ancak Şah Süleyman Türbesi halen orada duruyor, Kadın ordusu YPJ ile Türk Bayrağı arasındaki mesafe sadece 100 metre.
Bu operasyon, Öcalan’ın Newroz 2015 mesajına da yansıdı. Öcalan, Mart ortasında Newroz mesajını hazırlayıp ilettikten sonra Ankara’dan kendisine şöyle bir talep gider; ‘Şah Süleyman operasyonuna atıfta bulunsanız süreç açısından faydalı olur.’ ‘Eşme ruhu’ kavramının tam olarak mesajda yer alması da Ankara tarafından istenir.
Öcalan, özelde Suriye ve genelde bölgede Kürt-Türk barışı ve birlikteliğini sembolize etsin düşüncesiyle ‘Eşme ruhu’ cümlesini Newroz mesajına yerleştirir.
Ancak hatırlanacağı üzere Newroz’dan hemen sonra da Genelkurmay başkanlığı tarafından bu mesaj reddedildi.
Ancak görüşmeler hep sürdü. Şimdi devam edip etmediğini bilmiyoruz.”

Hiç yorum yok: