18 Mayıs 2017 Perşembe

HDP’nin Hal-i Pür Melali

Önceki yazımızda “Kürt Özgürlük Hareketi, HDP ve Hayır Meclisleri”ni kastederek şu sözlerle başlamıştık:
Bu üç odağın da programatik, stratejik ve örgütsel olarak sonuçları uzun vadede görülebilecek çok köklü dönüşümler yapmaları, kararlar almaları gerekiyor.
Bu nedenle önümüzdeki günlerde, bu örgüt ve hareketlerin program, strateji ve örgütlenme konularında ne gibi değişiklikler yapmaları gerektiği konusuna yoğunlaşmalı”.
Bu Pazar HDP’nin bir kongresi var. Bu nedenle öncelikle HDP üzerinde yoğunlaşalım.
Ama önce birkaç ön açıklama.
HDP’nin bürokratik yapısının, burada dile getirilecek eleştiri ve önerileri dikkate alacağını düşünmüyoruz.

Zaten HDP’nin yapısı (tüzüğü), bu gibi sorunları tartışma ve gündeme getirme olanağı ve yollarını tıkamak, olanaksızlaştırmak, bu yönde herhangi bir girişimde bulunacakları Kafkaesk labirentlerde bitirmeye yönelik olarak yazılmış ve kabul edilmiştir.
Her halk kimin tarafından yönetiliyorsa onun tarafından önetilmeye laiktir diye bir söz vardın, bu her örgüt nasıl bir tüzük içinde çalışıyorsa o tüzük içinde çalışmaya layıktır demek de gerekir.
Ama “çıkmamış candan umut çıkmaz” diyerek, en azından tarihe bir kez daha bir not düşmüş olmak için aşağıdaki eleştiri ve öneriler dile getirilecektir.
(Bunları çok daha ayrıntılı olarak daha önce defalarca dile getirdik. Bloğumuzda HDP veya HDK (Tüzük, program, kongre vs.) diye arama yapılarak onlarca yazımıza ulaşılabilir. Sadece basit bir örnek: HDK Üzerine Yazılar Derlemesi)
Şimdi sıradan bir yurttaş olarak HDP’nin kongresi öncesinde olanlara bakalım.
HDP’nin programını bir tartışmaya açmışlığı var mı?
Yok.
Yani programının mükemmel bir çözüm olduğunu kabul ediyor.
Peki, HDP içinde bu programın bir çözüm olamayacağını düşünenlerin bir program değişikliği tartışması açabilmek için olanağı var mı?
Yok
Çünkü HDP’nin içinde, herhangi bir üyenin tüm üyelere ulaşabileceği, doğrudan ve yatay bir ilişki kurabileceği, görüşlerini iletebileceği, benzer görüştekilerle platformlar veya ittifaklar kurabileceği bir kanal, bir organ, bir araç bulunmamaktadır.
Herhangi bir üye sadece bulunduğu ilçenin veya bölgenin organında, tabii gündeme almayı başarabilirse, bir eleştirisini dile getirebilir belki ama o da lokal (mahalli) kalmaya mahkûmdur. Çünkü tüm örgüte ulaşma olanakları yoktur. Bu sadece örgütün merkezi organlarının bir imtiyazıdır. Yani aslında tıpkı merkezi ve bürokratik Türk Devleti gibi bir mekanizması ve yapısı vardır HDP’nin.
Kaldı ki, HDP ve HDK’da çalışanlar bilirler ki, bütün toplantılarda gündeme hep pratik işler alınır, genel ve temel sorunları gündeme alıp tartışmanın neredeyse bütün yolları da kapalıdır. Örgüt tepede belirlenmiş işleri pratik uygulamaya sokacak basit araçlardır. Örgütün canlı bir hayatı yoktur. Yaşayan canlı bir organizma değil, direktifleri uygulayan bir mekanizmadır.
Yani HDP (HDK da öyledir) aslında kendi içinde en küçük bir demokrasiye olanak tanımayan bir organizmadır. Onun bütün kısırlığının temelinde bu yapı bulunmaktadır.
Bu yapı her düzeyde kurulmuştur. Ve değiştirilmesi olanaksızdır.
Değiştirmenin muhtemelen bir tek yolu vardır. Kürt hareketi bir şeyleri değiştirmeye karar verirse, yani yukarıdan karar verilirse bir şeyler değiştirilebilir. Bunun için de Öcalan’ın bu gereği görmesi gerekir.
HDP Kürt hareketinin ihtiyaçlarına uygun işlevler görecek şekilde, onun kontrolünden dışarı çıkmayacak şekilde yapılandırılmış bir organizma olduğu için, HDP içinde bir mücadele ile onun değiştirilmesi ve daha demokratik bir yapıya kavuşturulması mümkün değildir. Kürt hareketine bu yapının istenen amaçlarla, yani Türkiye’de bir demokratik hareket yaratmak ve bunun Kürt Hareketiyle ittifak kurması amacıyla uyuşmadığını anlatmak neredeyse olanaksızdır. Öcalan’ın kendisi uzaktan gözlemleriyle veya kendi düşüncesiyle böyle bir noktaya varmadıkça en küçük bir değişme, canlanma olması mümkün değildir.
Tabii böyle bir demokratik hareketi örgütleyecek bir örgüt ve organizma olmayınca da Kürt hareketi tek ayak üzerinde yürümeye mahkûm olarak kalmakta. Bu da onu Kürtler içindeki ulusalcılara bağımlı kılmaktadır.
HDP’nin bugünkü yapısından memnun ve onun bileşeni olan Türk sosyalistleriyle, Kürt ulusalcıları arasında gerçek bir çıkar ortaklığı, bir simbiyoz yaşam ortaklığı bulunmaktadır. İkisi açısından da bir kazan kazan durumu bulunmaktadır. Ancak onlar için kazan kazan olan bu durum, Türkiye'deki demokratik hareket ve Ortadoğu devrimi için, kaybet kaybet anlamına gelmektedir.
HDP’de bir şeyleri değiştirmek isteyenler, HDP içindeki organlarda güç ve enerji harcamadan, doğrudan Kürt özgürlük hareketinin liderliğini oluşturan organlara yönelmeli, onları etkileyerek bir sonuca ulaşmayı denemelidirler. Bu her halükarda sinirleri ve enerjiyi daha az tüketen bir yol olabilir.
Bugünkü yapısı nedeniyle HDP hiçbir zaman tam anlamıyla bağımsız ve kendi mekanizmalarıyla, kararlarıyla yürüyen bir yapı olamayacak; giderek tersine seleksiyon yaratan bir yapı olarak kalmaya devam edecektir.
Özetle, HDP’nin programı yanlıştır, demokratik bir program değildir; dolayısıyla ne Türkiye’de ne Ortadoğu’da demokratik bir hareket oluşturamaz. Ama bu yanlışlığı HDP içinde gösterme, gündeme taşıma ve tartıştırma olanağı yoktur.
*
Ama sadece programı ve stratejiyi tartıştırma olanağı yok değildir, bu olanağı sunmayan yapının da, yani tüzüğün de aynı şekilde eleştirilmesi, gündeme sokulması ve tartıştırılması olanağı bulunmamaktadır.
Çember böylece kendi üzerine kapanmaktadır.
Bu çemberin böyle kapanmasının temelinde şu iki özellik bulunmaktadır:
Herhangi bir üyenin doğrudan doğruya tüm üyelere görüşlerini, eleştirilerini, önerilerini iletme;  onları görüşlerine kazanma ve çoğunluğu ele geçirmek için bir araya gelme, yolları, kanalları, organları bulunmamaktadır.
Bu bakımdan CHP bile HDP’den çok daha demokratiktir ve çok daha canlı bir örgüt hayatı bulunmaktadır. Bu sayede de yavaş da olsa kendini değiştirebilme olanağına sahiptir.
Bugünkü tüzükle, soyut ve teorik olarak bir üyenin diğer üyelere görüşlerini ve önerilerini iletebilmesinin ve onların oyunu kazanmak için girişimde bulunabilmesinin tek organı yolu ve olanağı Genel Kurul olabilir.
Ama orada da bütün kararlar zaten önceden komisyonlarda hazırlanmakta, son hali belirlenmektedir.
Kongreler ve genel kurullar farklı tezlerin, önerilerin, adayların kıyasıya tartışıldığı ve bunun sonucu olarak kararlaştırıldığı organlar değil; zaten önceden bileşenler içindeki ve arasındaki dengelere göre belirlenmiş formülasyonların veya kişilerin delegelere onaylatıldığı bir mizansendir, bir tiyatrodur.
HDP’nin sözde sosyalist saflardan gelen vekilleri ve yöneticilerini hiç birisinim bu durumu sorun ettiği; kamuoyu önünde eleştirdiği veya tartışmaya açtığı; değiştirmek için HDP’ye veya kamuoyuna çağrı yaptığı görülmemiştir. Yani onlar bu durumdan memnundurlar.
Bu var olan biçimin adına da “uzlaşma kültürü” gibi isimler vermektedirler.
Bugünkü antidemokratik sistem; “bileşenler”le pazarlıklara dayanan sistem, “uzlaşma” gibi bir kavramın ardına gizlenerek kendini meşru gibi göstermektedir.
Ama sorun sadece yatay ilişki için bir kanal, zemin, olanak bulunmaması değildir.
HDP de bir de “örgütsel temsil” denen, “bileşenler” diye bir sorun bilinmektedir.
HDP birey hukuku üzerinden örgütlenecek ve örgüt üyelerine örgüt üyeleri olarak ve örgüt içinde farklı yoğunlaşmalar, fraksiyonlar kurma imkânı sağlayacak yerde; örgütsel temsil üzerinden örgütlenerek, kendini ayrıca ek olarak daha da ruhsuzluğa mahkûm etmektedir.
Bunun soncunda HDP, İslam veya Aydınlanma’da olduğu gibi Allahın eşit kullarının veya eşit yurttaşların bir araya gelip kaynaştığı bir alan olmamakta; tam aksine Hindistan’da olduğu gibi giderek kemikleşen ve yerleşen bir kast sistemine dönüşmektedir.
Hatta öylesine benzemektedir ki Hindistan’daki kast sistemine, Hindistan’da kastlar dışı sayılan “dokunulmazlar” veya diğer dinlerden olanlar (Müslümanlar vs.) bile nasıl birer kasta dönüşür ve kast muamelesi görürler, o kast sisteminin bir unsuruna dönüşürlerse, benzer şekilde, bileşen dışı olanlar da, “bağımsızlar”, “münferitler” veya “bireyler” adı altında bir bileşene dönüştürülmekte bir de bireyler kontenjanı oluşturulmaktadır. Yani aslında fiilen bir tür “bireyler” kastı da vardır ama bireyler yoktur. Yoktur çünkü bu iki hukuk bir arada bulunamaz. Bireyler varsa bileşenler; bileşenler varsa bireyler olamaz. Bu Allah’a şirk koşmaktan veya bütün insanlar veya yurttaşlar eşittir dedikten sonra asiller daha eşittir demekten farksız olur.
“Birey hukuku”, bileşenlerin yanı sıra, bireyler veya örgütsüzler veya bağımsızlar diye bir kesim olması değildir. Birey hukuku, tüm üyelerin birer eşit haklı birey olmaları ve bunun haricinde hiçbir temsilin kabul edilmemesidir.
Bir örgüt temsili olduğunda ise, HDP’nin üyesi olmayan ve onda çalışmayanlar bileşen üyeliği üzerinden HDP’nin kararlarında ağırlık sahibi olmaktadırlar.
Bu durum hem Kürt ulusalcılarının (dikkat edin “Özgürlük hareketi”nin değil) ve Türk sosyalistlerinin işine gelmektedir. Türk sosyalist örgütleri (bileşenler) ve Kürt ulusalcıları birbirinin varlığına haklılık ve anlam kazandıran bir kazan kazan ilişkisi içinde simbiyoz b.ir yaşam sürdürmektedirler.
Bu duruma son vermeden canlı bir demokratik örgütün ortaya çıkması mümkün değildir.
*
Bunu somut olarak görelim.
Önce Cumhuriyet gazetesinden şu haberi okuyalım:
“HDP, Figen Yüksekdağ’ın milletvekilliğinin ve parti üyeliğinin düşürülmesinin ardından parti tüzüğü gereği önümüzdeki hafta olağanüstü kongrede yeni eş genel başkanı belirleyecek. Yüksekdağ’ın yerine eş genel başkan olacak ismi belirleme konusunda parti içinde bir süredir çeşitli tartışmalar yürütülüyordu. Bu kapsamda HDP dün Parti Meclisi ve Kadın Meclis Grubu’nun bir araya geldiği iki ayrı toplantı yaptı. Edinilen bilgiye göre parti içinde yeni eş genel başkan olacak kişinin sol siyasetten gelen bir isim olması, Türk olması gibi kriterlerin aranması gerektiği dillendirilirken, parti içinde öne çıkan bir başka görüş ise partinin olağanüstü bir dönemden geçtiği için bu kriterlere uygun bir isim üzerinde ısrar edilmemesi oldu. ESP ise Yüksekdağ yerine gelecek olan eş genel başkanın kendi bünyesindeki bir isim olması gerektiği görüşünü yapılan toplantılarda dile getirirken, diğer bileşenlerin bu talebe sıcak bakmadığı öğrenildi.
Parti kulislerinde eş genel başkan olacak isim üzerinde henüz bir mutabakat sağlanamadığı belirtiliyor. Edinilen bilgiye göre kadın eş genel başkan olacak isim için bugüne kadar HDP Grup Başkanvekili Filiz Kerestecioğlu, HDP MYK üyesi olan ve halen eş genel başkan vekilliği görevini yürüten Serpil Kemalbay ve HDP Adana Milletvekili Meral Danış Beştaş’ın isimleri dillendiriliyor. Eş genel başkanın kim olacağı bu hafta içinde yapılacak son toplantıların ardından netleştirilecek. HDP’nin 20 Mayıs’ta gerçekleştirilecek olağanüstü kongresinin parti tüzüğü gereği yapılacak olması nedeniyle izleyiciye açık bir etkinlik olmayacağı dile getirildi.” (Cumhuriyet, “HDP’de eş genel başkanlık için üç isim öne çıktı”)
Haberde görülen nedir?
Yukarıdan bileşenler arası dengelere göre bir aday belirlenmeye çalışılmaktadır ve bu aday önceden belirlenip Kongrenin onayına sunulacaktır.
a)      Bu işleyişte aşağıdan birinin çıkıp ben adayım deme olanağı yoktur,
b)       Birisi çıkıp Kongre’de ben adayım dese bile (engellenmeyeceğini var sayalım, aslında Kongre öyle düzenlenir ki kimsenin böyle bir olanağı da olmaz.) kazanma şansı olmaz. Çünkü örgütlü yapıların delegeleri zaten önceden belirlenmiş adaya oy vereceklerdir.
c)      Şimdiden bir aday belirlendiğine göre zaten Kongre’nin bu adayı onaylayacağı veri kabul edilmektedir. Yani aslında Kongre’nin göstermelik bir tiyatro olduğu fiilen ifade edilmektedir.
d)     Daha da kötüsü bu durum kimseyi rahatsız etmemektedir.
Aslında bir örgüt için en basit sorun hangi organa kimlerin geleceği sorunudur. Birey hukukunun olduğu bir örgütte, hiçbir üst organın şu adaydır deme hakkı olmaz. Partinin birey olarak üyelerinin farklı adayları bir araya gelerek önerme veya her hangi bir üyenin kendini önerme hakkı olur. Her şey tüm mekanizma buna yönelik olur.
HDP’de ise bu en temel hak bile fiilen bulunmamaktadır.
HPP bileşenlerin dengelerine göre bir eş başkan adayı belirleme durumundadır.
 Buna da “uzlaşma ile karar alıyoruz. Azınlıkların da hakkını böylece gözetmiş oluyoruz” demektedirler.
Bu koca bir yalandır.
Birey hukukuna dayanan bir örgütte, pek ala azınlıkların da hakkını ve ağırlığını ölçmeyi ve yansıtmayı sağlayacak, hem de nicel, matematiksel, nesnel yollar vardır.
Örneğin bizim yıllardır önerdiğimiz oydaşma yönteminde, isteyen kendisini aday gösterebilir. Hatta adaylar ne kadar çok ise o kadar daha doğru ve hassas bir seçim yapabilme olabileceğinden adayların çokluğu bir engele değil, üstünlük olarak çıkar.
Oydaşma bir karar yöntemi olarak, standart evet hayır yönteminde olduğu gibi diğerini yok saymayı ve sıfıra icra etmeyi değil; ya da vetoda veya oy birliğinde olduğu gibi azınlığın çoğunluğu felç etmesini değil; azınlığın da ağırlığını katarak çözümü bulmayı matematik olarak mümkün kılar. Son derece basittir.
Herkes de her aday hakkında direncini belli bir puanlama skalası üzerinden, örneğin 10 benim için kabul edilmez, 0 itirazım yok, arasındakiler de kişinin kendi sübjektif derecelemesine göre belirleyeceği rakamlardan olan) oylar verir.
Böylece herkesin her aday hakkında direncini yansıtma olanağı ve bunun nicel olarak sonucu belirlemesi ortaya çıkar.
Bu şekilde en az itiraz (ya da direnç) oyu alan aday seçilmiş olur.
Böylece azınlıklar d
Yüksek direnç oyları aracılığıyla azınlık çoğunluğun kendi arzularını dayatmasının önüne geçer. Bu olanak sayesinde de çoğunluk azınlığın blokajını engellemiş, çoğunluğun eğilimini uygun oranda karara yansıtmış olur.
Ama böyle basit bir yol ve çözüm için:
a)      Örgüt içinde her bireyin tüm diğer bireylere yönelik olarak yatay ilişki olanağı olması, bunun araçlarının bizzat örgüt tarafından sağlanması gerekir.
b)      Birey hukuku olması gerekir
c)      Kararların Oydaşma yöntemiyle, yani evet ve hayır’a dayanan oylama yöntemiyle değil, en az reddedileni, çözümü bulmaya yönelik oydaşma yöntemiyle alınması gerekir.
*
HDP’nin böyle bir yapıya geçmesi halinde HDP gerçekten bir dinamizm kazanabilir ve o zaman gerçekten bir “Türkiye” hatta Ortadoğu partisi olabilir.
Peki, böyle bir yapıya neden geçilememektedir?
Çünkü yıllardır bunları öneren ve bu yönde sayısız girişimler yapan biz, gerek Türk sosyalist örgütlerince (yani bileşenlerce) gerek Kürt ulusalcılarınca bloke ediliyoruz.
Çünkü HDP böyle örgütlenirse, kaybedecek olanlar Türk milliyetçisinden başka bir şey olmayan Türk sosyalist örgütleri ve Onların aynadaki aksi Kürt Ulusalcıları olur. Kazanacak olan ise Türkiye’nin, Kürdistan’ın ve Ortadoğu’nun demokratları olur.
Birey hukuku olsa, bileşen örgütler eğere HDP içinde kalmak istiyorlarsa, HDP üyesi olmuş üyelerinin HDP üyesi olarak hakları ve görevleri üzerinden HDP politikalarını etkileyebilirler. Ama bu tüm bileşenler ve kesimlerin bir kaynaşmasını, karşılıklı etkilenmesini ve birbirini dönüştürmesini getirir.
Örgütlerin en büyük korkusu ise budur. O zaman civcivler kaçar diye düşünürler çünkü.
HDP yöneticilerinin, vekillerinin vs. böyle basit ayrıntılı işlerle uğraşacak zamanları, dikkatleri yoktur. Kim uğraşır oydaşma yöntemiyle, birey hukukuyla, yatay ilişki olanaklarıyla?
Onları anaları büyük işler için doğurmuştur.
*
HDP’nin programı ve bu program ile kurulacak düzen de özünde HDP’nin tüzüğünün kurduğu yapıdan farklı değildir ve bu yapının, bugünkü kast sisteminin bir ülkeye uyarlanmış halidir.
Bu ise, ya HDP’de olduğu gibi bir kesimin, örneğin Kürtlerin paternalist egemenliği altında bileşenleri bir arada tutmaya yarayan bir merkezi ve bürokratik bir aygıtla; ya da böyle bir aygıt olmazsa, Lübnanlaşma ile sonuçlanır.
Bunun pratik uygulamasını Rojava'da görüyoruz.
Bu sistem şimdilik Türk devletinin inkârcılığı karşısında bir alternatif gibi görünüyor ama sonuç ya Lübnanlaşma ya da bir arada tutacak merkezi ve bürokratik bir yapı olur.
Ağacı tohumundan tanıyamıyorsanız meyvesinden tanıyın.
Meyve HDP’dir.
Ve her meyve aslında bir tohumdur.
HDP tohumundan çıkacak meyve de aynısı olacaktır.
18 Mayıs 2017 Perşembe
Demir Küçükaydın
Twitter: @demiraltona
Demirden Kapılar Okurları Grubu: https://www.facebook.com/groups/demirdenkapilar/



Hiç yorum yok: