Önceki yazımızda “Kürt Özgürlük Hareketi, HDP ve Hayır
Meclisleri”ni kastederek şu sözlerle başlamıştık:
“Bu üç odağın da programatik, stratejik ve örgütsel
olarak sonuçları uzun vadede görülebilecek çok
köklü dönüşümler yapmaları, kararlar almaları gerekiyor.
Bu nedenle önümüzdeki
günlerde, bu örgüt ve hareketlerin
program, strateji ve örgütlenme konularında ne gibi değişiklikler yapmaları
gerektiği konusuna yoğunlaşmalı”.
Bu Pazar HDP’nin bir kongresi var. Bu nedenle öncelikle HDP
üzerinde yoğunlaşalım.
Ama önce birkaç ön açıklama.
HDP’nin bürokratik yapısının, burada dile getirilecek
eleştiri ve önerileri dikkate alacağını düşünmüyoruz.
Zaten HDP’nin yapısı (tüzüğü), bu gibi sorunları tartışma ve
gündeme getirme olanağı ve yollarını tıkamak, olanaksızlaştırmak, bu yönde
herhangi bir girişimde bulunacakları Kafkaesk labirentlerde bitirmeye yönelik
olarak yazılmış ve kabul edilmiştir.
Her halk kimin tarafından yönetiliyorsa onun tarafından
önetilmeye laiktir diye bir söz vardın, bu her örgüt nasıl bir tüzük içinde
çalışıyorsa o tüzük içinde çalışmaya layıktır demek de gerekir.
Ama “çıkmamış candan umut çıkmaz” diyerek, en azından tarihe
bir kez daha bir not düşmüş olmak için aşağıdaki eleştiri ve öneriler dile
getirilecektir.
(Bunları çok daha ayrıntılı olarak daha önce defalarca dile
getirdik. Bloğumuzda HDP veya HDK (Tüzük, program, kongre vs.) diye arama
yapılarak onlarca yazımıza ulaşılabilir. Sadece basit bir örnek: HDK Üzerine Yazılar Derlemesi)
Şimdi sıradan bir yurttaş olarak HDP’nin kongresi öncesinde
olanlara bakalım.
HDP’nin programını bir tartışmaya açmışlığı var mı?
Yok.
Yani programının mükemmel bir çözüm olduğunu kabul ediyor.
Yani programının mükemmel bir çözüm olduğunu kabul ediyor.
Peki, HDP içinde bu programın bir çözüm olamayacağını
düşünenlerin bir program değişikliği tartışması açabilmek için olanağı var mı?
Yok
Çünkü HDP’nin içinde, herhangi bir üyenin tüm üyelere
ulaşabileceği, doğrudan ve yatay bir ilişki kurabileceği, görüşlerini
iletebileceği, benzer görüştekilerle platformlar veya ittifaklar kurabileceği
bir kanal, bir organ, bir araç bulunmamaktadır.
Herhangi bir üye sadece bulunduğu ilçenin veya bölgenin
organında, tabii gündeme almayı başarabilirse, bir eleştirisini dile getirebilir
belki ama o da lokal (mahalli) kalmaya mahkûmdur. Çünkü tüm örgüte ulaşma
olanakları yoktur. Bu sadece örgütün merkezi organlarının bir imtiyazıdır. Yani
aslında tıpkı merkezi ve bürokratik Türk Devleti gibi bir mekanizması ve yapısı
vardır HDP’nin.
Kaldı ki, HDP ve HDK’da çalışanlar bilirler ki, bütün
toplantılarda gündeme hep pratik işler alınır, genel ve temel sorunları gündeme
alıp tartışmanın neredeyse bütün yolları da kapalıdır. Örgüt tepede belirlenmiş
işleri pratik uygulamaya sokacak basit araçlardır. Örgütün canlı bir hayatı
yoktur. Yaşayan canlı bir organizma değil, direktifleri uygulayan bir
mekanizmadır.
Yani HDP (HDK da öyledir) aslında kendi içinde en küçük bir demokrasiye
olanak tanımayan bir organizmadır. Onun bütün kısırlığının temelinde bu yapı
bulunmaktadır.
Bu yapı her düzeyde kurulmuştur. Ve değiştirilmesi
olanaksızdır.
Değiştirmenin muhtemelen bir tek yolu vardır. Kürt hareketi
bir şeyleri değiştirmeye karar verirse, yani yukarıdan karar verilirse bir şeyler
değiştirilebilir. Bunun için de Öcalan’ın bu gereği görmesi gerekir.
HDP Kürt hareketinin ihtiyaçlarına uygun işlevler görecek
şekilde, onun kontrolünden dışarı çıkmayacak şekilde yapılandırılmış bir
organizma olduğu için, HDP içinde bir mücadele ile onun değiştirilmesi ve daha
demokratik bir yapıya kavuşturulması mümkün değildir. Kürt hareketine bu
yapının istenen amaçlarla, yani Türkiye’de bir demokratik hareket yaratmak ve
bunun Kürt Hareketiyle ittifak kurması amacıyla uyuşmadığını anlatmak neredeyse
olanaksızdır. Öcalan’ın kendisi uzaktan gözlemleriyle veya kendi düşüncesiyle
böyle bir noktaya varmadıkça en küçük bir değişme, canlanma olması mümkün
değildir.
Tabii böyle bir demokratik hareketi örgütleyecek bir örgüt
ve organizma olmayınca da Kürt hareketi tek ayak üzerinde yürümeye mahkûm
olarak kalmakta. Bu da onu Kürtler içindeki ulusalcılara bağımlı kılmaktadır.
HDP’nin bugünkü yapısından memnun ve onun bileşeni olan Türk
sosyalistleriyle, Kürt ulusalcıları arasında gerçek bir çıkar ortaklığı, bir
simbiyoz yaşam ortaklığı bulunmaktadır. İkisi açısından da bir kazan kazan
durumu bulunmaktadır. Ancak onlar için kazan kazan olan bu durum, Türkiye'deki
demokratik hareket ve Ortadoğu devrimi için, kaybet kaybet anlamına gelmektedir.
HDP’de bir şeyleri değiştirmek isteyenler, HDP içindeki
organlarda güç ve enerji harcamadan, doğrudan Kürt özgürlük hareketinin
liderliğini oluşturan organlara yönelmeli, onları etkileyerek bir sonuca ulaşmayı
denemelidirler. Bu her halükarda sinirleri ve enerjiyi daha az tüketen bir yol
olabilir.
Bugünkü yapısı nedeniyle HDP hiçbir zaman tam anlamıyla
bağımsız ve kendi mekanizmalarıyla, kararlarıyla yürüyen bir yapı olamayacak; giderek
tersine seleksiyon yaratan bir yapı olarak kalmaya devam edecektir.
Özetle, HDP’nin programı yanlıştır, demokratik bir program
değildir; dolayısıyla ne Türkiye’de ne Ortadoğu’da demokratik bir hareket
oluşturamaz. Ama bu yanlışlığı HDP içinde gösterme, gündeme taşıma ve
tartıştırma olanağı yoktur.
*
Ama sadece programı ve stratejiyi tartıştırma olanağı yok
değildir, bu olanağı sunmayan yapının da, yani tüzüğün de aynı şekilde eleştirilmesi,
gündeme sokulması ve tartıştırılması olanağı bulunmamaktadır.
Çember böylece kendi üzerine kapanmaktadır.
Bu çemberin böyle kapanmasının temelinde şu iki özellik
bulunmaktadır:
Herhangi bir üyenin doğrudan doğruya tüm üyelere görüşlerini,
eleştirilerini, önerilerini iletme; onları
görüşlerine kazanma ve çoğunluğu ele geçirmek için bir araya gelme, yolları,
kanalları, organları bulunmamaktadır.
Bu bakımdan CHP bile HDP’den çok daha demokratiktir ve çok
daha canlı bir örgüt hayatı bulunmaktadır. Bu sayede de yavaş da olsa kendini
değiştirebilme olanağına sahiptir.
Bugünkü tüzükle, soyut ve teorik olarak bir üyenin diğer
üyelere görüşlerini ve önerilerini iletebilmesinin ve onların oyunu kazanmak
için girişimde bulunabilmesinin tek organı yolu ve olanağı Genel Kurul olabilir.
Ama orada da bütün kararlar zaten önceden komisyonlarda
hazırlanmakta, son hali belirlenmektedir.
Kongreler ve genel kurullar farklı tezlerin, önerilerin,
adayların kıyasıya tartışıldığı ve bunun sonucu olarak kararlaştırıldığı organlar
değil; zaten önceden bileşenler içindeki ve arasındaki dengelere göre belirlenmiş
formülasyonların veya kişilerin delegelere onaylatıldığı bir mizansendir, bir
tiyatrodur.
HDP’nin sözde sosyalist saflardan gelen vekilleri ve
yöneticilerini hiç birisinim bu durumu sorun ettiği; kamuoyu önünde eleştirdiği
veya tartışmaya açtığı; değiştirmek için HDP’ye veya kamuoyuna çağrı yaptığı
görülmemiştir. Yani onlar bu durumdan memnundurlar.
Bu var olan biçimin adına da “uzlaşma kültürü” gibi isimler
vermektedirler.
Bugünkü antidemokratik sistem; “bileşenler”le pazarlıklara
dayanan sistem, “uzlaşma” gibi bir kavramın ardına gizlenerek kendini meşru
gibi göstermektedir.
Ama sorun sadece yatay ilişki için bir kanal, zemin, olanak
bulunmaması değildir.
HDP de bir de “örgütsel temsil” denen, “bileşenler” diye bir
sorun bilinmektedir.
HDP birey hukuku üzerinden örgütlenecek ve örgüt üyelerine
örgüt üyeleri olarak ve örgüt içinde farklı yoğunlaşmalar, fraksiyonlar kurma imkânı
sağlayacak yerde; örgütsel temsil üzerinden örgütlenerek, kendini ayrıca ek
olarak daha da ruhsuzluğa mahkûm etmektedir.
Bunun soncunda HDP, İslam veya Aydınlanma’da olduğu gibi Allahın
eşit kullarının veya eşit yurttaşların bir araya gelip kaynaştığı bir alan
olmamakta; tam aksine Hindistan’da olduğu gibi giderek kemikleşen ve yerleşen
bir kast sistemine dönüşmektedir.
Hatta öylesine benzemektedir ki Hindistan’daki kast
sistemine, Hindistan’da kastlar dışı sayılan “dokunulmazlar” veya diğer
dinlerden olanlar (Müslümanlar vs.) bile nasıl birer kasta dönüşür ve kast
muamelesi görürler, o kast sisteminin bir unsuruna dönüşürlerse, benzer
şekilde, bileşen dışı olanlar da, “bağımsızlar”, “münferitler” veya “bireyler”
adı altında bir bileşene dönüştürülmekte bir de bireyler kontenjanı oluşturulmaktadır.
Yani aslında fiilen bir tür “bireyler” kastı da vardır ama bireyler yoktur.
Yoktur çünkü bu iki hukuk bir arada bulunamaz. Bireyler varsa bileşenler;
bileşenler varsa bireyler olamaz. Bu Allah’a şirk koşmaktan veya bütün insanlar
veya yurttaşlar eşittir dedikten sonra asiller daha eşittir demekten farksız
olur.
“Birey hukuku”, bileşenlerin yanı sıra, bireyler veya örgütsüzler
veya bağımsızlar diye bir kesim olması değildir. Birey hukuku, tüm üyelerin
birer eşit haklı birey olmaları ve bunun haricinde hiçbir temsilin kabul
edilmemesidir.
Bir örgüt temsili olduğunda ise, HDP’nin üyesi olmayan ve
onda çalışmayanlar bileşen üyeliği üzerinden HDP’nin kararlarında ağırlık
sahibi olmaktadırlar.
Bu durum hem Kürt ulusalcılarının (dikkat edin “Özgürlük
hareketi”nin değil) ve Türk sosyalistlerinin işine gelmektedir. Türk sosyalist
örgütleri (bileşenler) ve Kürt ulusalcıları birbirinin varlığına haklılık ve
anlam kazandıran bir kazan kazan ilişkisi içinde simbiyoz b.ir yaşam
sürdürmektedirler.
Bu duruma son vermeden canlı bir demokratik örgütün ortaya
çıkması mümkün değildir.
*
Bunu somut olarak görelim.
Önce Cumhuriyet gazetesinden şu haberi okuyalım:
“HDP, Figen
Yüksekdağ’ın milletvekilliğinin ve parti üyeliğinin düşürülmesinin ardından
parti tüzüğü gereği önümüzdeki hafta olağanüstü kongrede yeni eş genel başkanı
belirleyecek. Yüksekdağ’ın yerine eş genel başkan olacak ismi belirleme
konusunda parti içinde bir süredir çeşitli tartışmalar yürütülüyordu. Bu kapsamda
HDP dün Parti Meclisi ve Kadın Meclis Grubu’nun bir araya geldiği iki ayrı
toplantı yaptı. Edinilen bilgiye göre parti içinde yeni eş genel başkan olacak
kişinin sol siyasetten gelen bir isim olması, Türk olması gibi kriterlerin
aranması gerektiği dillendirilirken, parti içinde öne çıkan bir başka görüş ise
partinin olağanüstü bir dönemden geçtiği için bu kriterlere uygun bir isim
üzerinde ısrar edilmemesi oldu. ESP ise Yüksekdağ yerine gelecek olan eş genel
başkanın kendi bünyesindeki bir isim olması gerektiği görüşünü yapılan
toplantılarda dile getirirken, diğer bileşenlerin bu talebe sıcak bakmadığı
öğrenildi.
Parti kulislerinde eş
genel başkan olacak isim üzerinde henüz bir mutabakat sağlanamadığı
belirtiliyor. Edinilen bilgiye göre kadın eş genel başkan olacak isim için
bugüne kadar HDP Grup Başkanvekili Filiz Kerestecioğlu, HDP MYK üyesi olan ve
halen eş genel başkan vekilliği görevini yürüten Serpil Kemalbay ve HDP Adana
Milletvekili Meral Danış Beştaş’ın isimleri dillendiriliyor. Eş genel başkanın
kim olacağı bu hafta içinde yapılacak son toplantıların ardından
netleştirilecek. HDP’nin 20 Mayıs’ta gerçekleştirilecek olağanüstü kongresinin
parti tüzüğü gereği yapılacak olması nedeniyle izleyiciye açık bir etkinlik
olmayacağı dile getirildi.” (Cumhuriyet, “HDP’de eş genel başkanlık için üç isim öne
çıktı”)
Haberde görülen nedir?
Yukarıdan bileşenler arası dengelere göre bir
aday belirlenmeye çalışılmaktadır ve bu aday önceden belirlenip Kongrenin onayına sunulacaktır.
a)
Bu işleyişte aşağıdan birinin çıkıp ben adayım deme
olanağı yoktur,
b)
Birisi çıkıp
Kongre’de ben adayım dese bile (engellenmeyeceğini var sayalım, aslında Kongre
öyle düzenlenir ki kimsenin böyle bir olanağı da olmaz.) kazanma şansı olmaz.
Çünkü örgütlü yapıların delegeleri zaten önceden belirlenmiş adaya oy
vereceklerdir.
c)
Şimdiden bir aday belirlendiğine göre zaten Kongre’nin
bu adayı onaylayacağı veri kabul edilmektedir. Yani aslında Kongre’nin
göstermelik bir tiyatro olduğu fiilen ifade edilmektedir.
d)
Daha da kötüsü bu durum kimseyi rahatsız etmemektedir.
Aslında bir örgüt için en basit sorun hangi organa kimlerin
geleceği sorunudur. Birey hukukunun olduğu bir örgütte, hiçbir üst organın şu
adaydır deme hakkı olmaz. Partinin birey olarak üyelerinin farklı adayları bir
araya gelerek önerme veya her hangi bir üyenin kendini önerme hakkı olur. Her
şey tüm mekanizma buna yönelik olur.
HDP’de ise bu en temel hak bile fiilen bulunmamaktadır.
HPP bileşenlerin dengelerine göre bir eş başkan adayı
belirleme durumundadır.
Buna da “uzlaşma ile
karar alıyoruz. Azınlıkların da hakkını böylece gözetmiş oluyoruz”
demektedirler.
Bu koca bir yalandır.
Birey hukukuna dayanan bir örgütte, pek ala azınlıkların da
hakkını ve ağırlığını ölçmeyi ve yansıtmayı sağlayacak, hem de nicel, matematiksel,
nesnel yollar vardır.
Örneğin bizim yıllardır önerdiğimiz oydaşma yönteminde, isteyen
kendisini aday gösterebilir. Hatta adaylar ne kadar çok ise o kadar daha doğru
ve hassas bir seçim yapabilme olabileceğinden adayların çokluğu bir engele
değil, üstünlük olarak çıkar.
Oydaşma bir karar yöntemi olarak, standart evet hayır
yönteminde olduğu gibi diğerini yok saymayı ve sıfıra icra etmeyi değil; ya da
vetoda veya oy birliğinde olduğu gibi azınlığın çoğunluğu felç etmesini değil;
azınlığın da ağırlığını katarak çözümü bulmayı matematik olarak mümkün kılar. Son
derece basittir.
Herkes de her aday hakkında direncini belli bir puanlama
skalası üzerinden, örneğin 10 benim için kabul edilmez, 0 itirazım yok,
arasındakiler de kişinin kendi sübjektif derecelemesine göre belirleyeceği
rakamlardan olan) oylar verir.
Böylece herkesin her aday hakkında direncini yansıtma olanağı
ve bunun nicel olarak sonucu belirlemesi ortaya çıkar.
Bu şekilde en az itiraz (ya da direnç) oyu alan
aday seçilmiş olur.
Böylece azınlıklar d
Yüksek direnç oyları aracılığıyla azınlık çoğunluğun kendi
arzularını dayatmasının önüne geçer. Bu olanak sayesinde de çoğunluk azınlığın
blokajını engellemiş, çoğunluğun eğilimini uygun oranda karara yansıtmış olur.
Ama böyle basit bir yol ve çözüm için:
a)
Örgüt içinde her bireyin tüm diğer bireylere yönelik
olarak yatay ilişki olanağı olması, bunun araçlarının bizzat örgüt tarafından
sağlanması gerekir.
b)
Birey hukuku olması gerekir
c)
Kararların Oydaşma yöntemiyle, yani evet ve hayır’a
dayanan oylama yöntemiyle değil, en az reddedileni, çözümü bulmaya yönelik
oydaşma yöntemiyle alınması gerekir.
*
HDP’nin böyle bir yapıya geçmesi halinde HDP gerçekten bir
dinamizm kazanabilir ve o zaman gerçekten bir “Türkiye” hatta Ortadoğu partisi
olabilir.
Peki, böyle bir yapıya neden geçilememektedir?
Çünkü yıllardır bunları öneren ve bu yönde sayısız
girişimler yapan biz, gerek Türk sosyalist örgütlerince (yani bileşenlerce)
gerek Kürt ulusalcılarınca bloke ediliyoruz.
Çünkü HDP böyle örgütlenirse, kaybedecek olanlar Türk milliyetçisinden
başka bir şey olmayan Türk sosyalist örgütleri ve Onların aynadaki aksi Kürt
Ulusalcıları olur. Kazanacak olan ise Türkiye’nin, Kürdistan’ın ve Ortadoğu’nun
demokratları olur.
Birey hukuku olsa, bileşen örgütler eğere HDP içinde kalmak istiyorlarsa,
HDP üyesi olmuş üyelerinin HDP üyesi olarak hakları ve görevleri üzerinden HDP
politikalarını etkileyebilirler. Ama bu tüm bileşenler ve kesimlerin bir
kaynaşmasını, karşılıklı etkilenmesini ve birbirini dönüştürmesini getirir.
Örgütlerin en büyük korkusu ise budur. O zaman civcivler
kaçar diye düşünürler çünkü.
HDP yöneticilerinin, vekillerinin vs. böyle basit ayrıntılı
işlerle uğraşacak zamanları, dikkatleri yoktur. Kim uğraşır oydaşma yöntemiyle,
birey hukukuyla, yatay ilişki olanaklarıyla?
Onları anaları büyük işler için doğurmuştur.
*
HDP’nin programı ve bu program ile kurulacak düzen de özünde
HDP’nin tüzüğünün kurduğu yapıdan farklı değildir ve bu yapının, bugünkü kast
sisteminin bir ülkeye uyarlanmış halidir.
Bu ise, ya HDP’de olduğu gibi bir kesimin, örneğin Kürtlerin
paternalist egemenliği altında bileşenleri bir arada tutmaya yarayan bir
merkezi ve bürokratik bir aygıtla; ya da böyle bir aygıt olmazsa, Lübnanlaşma
ile sonuçlanır.
Bunun pratik uygulamasını Rojava'da görüyoruz.
Bu sistem şimdilik Türk devletinin inkârcılığı karşısında
bir alternatif gibi görünüyor ama sonuç ya Lübnanlaşma ya da bir arada tutacak
merkezi ve bürokratik bir yapı olur.
Ağacı tohumundan tanıyamıyorsanız meyvesinden tanıyın.
Meyve HDP’dir.
Ve her meyve aslında bir tohumdur.
HDP tohumundan çıkacak meyve de aynısı olacaktır.
18 Mayıs 2017 Perşembe
Demir Küçükaydın
Twitter: @demiraltona
Facebook: https://www.facebook.com/demiraltona
Demirden Kapılar Okurları Grubu: https://www.facebook.com/groups/demirdenkapilar/
Videolar: https://www.youtube.com/user/demiraltona
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder