Bugün genel olarak şöyle düşünülmektedir:
“150 yıl önce
yazılmış ve basılmış bir eserde bugünün dünyasının sorunlarının cevabı
bulunamaz. Bu nedenle Marks’ın Kapital’ini okumanın veya etüt etmenin somut ve
pratik bir faydası olamaz”
Daha doğrusu genel olarak çoğunluk, hem de
aydınların çoğunluğu böyle düşünüyor ve Das
Kapital’i okumaktan ise, son zamanların moda ve şişirilmiş ismi Thomas
Pikkety’in “21. Yüzyılda Das Kapital”ini
okumayı tercih ediyorlar.
İlk bakışta son derece mantıki gibi gelen bu itiraz
tam da Kapital’i bilmeyenlerin
ve/veya anlamayanların yapacağı bir itirazdır.
İşin kötüsü bu noktada tam anlamıyla bir “fasit daire” (Teufelkries) ortaya çıkar. Kapital’in
tazeliğini ve güncelliğini kavramak için Kapital’i
okumak gerekir; ama tam da 150 yıl önce yazılmış bir eserde günümüz dünyasının
sorunlarını anlayacak kavramlar veya cevaplar bulunamaz diye kimse Kapital’i etüt etmediği için bu tazelik
ve güncellik görülemez ve dolayısıyla da Kapital
okunmaz. Kapital okunmadığı için de
tazeliği görülemez.
Aslında onun tazeliği tazeliğinin görülmesini
engeller. (Engeller yürüyüşünü o muhteşem kanatları)
Bunun nasıl bir mekanizmayla gerçekleştiğini
anlamak için biraz en derin, en temel metodoloji sorunlarına girmek gerekir.
*
Bilimlerde bir pratik uygulamaya ilişkin çalışmalar
vardır, bir de son derece soyut düzeyde, temel kavramlar düzeyinde, hatta
fizikte, matematik düzeyinde, Almanların “Grundlagenforschung”
yani “temel araştırmalar” dediği
çalışmalar vardır. Örneğin matematik modellerle “big bang”tan hemen sonra bir
“İnflasyon” olup olmadığı veya temel kuvvetleri 12 veya daha fazla boyutlu bir
evrenle açıklama çabaları vs..
Temel araştırmalara yönelik çalışmaların pratik,
teknik sonuçları önceden görülemez, hemen ortaya çıkmaz. Bu nedenle gereksiz
bir iş gibi görülebilirler.
Daha bilinen bir örneği ele alalım. Einstein’in
Genel ve Özel Görecelik kuramları çok büyük hızlar ve evrenin geneli, en
büyükler (yıldızlar, galaksiler, kara delikler, tüm evrenin kaderi vs.) için
geçerlidir. Ama günlük hayatımızda, pratikte, pek ala Newton fiziği işimizi
görür.
Ancak bugün her cep telefonunda GPS cihazları var.
Eğer dünya etrafında dönen GPS uydularının sinyalleri ile yer saptanırken,
Einstein’in ortaya koyduğu teorik açıklamaya dayanan, zaman ve uzaydaki
değişimler hesaba katılmasa bu aletler hiçbir işe yaramazlar ve bugünkü trafik
ve dünya ticareti fiilen olanaksız olurdu.
Einstein kuramını geliştirirken muhtemelen onun
böyle pratik bir uygulamasını aklından bile geçirmemişti. Bu temel
araştırmaların yapıldığı zamanlarda, dünya ticaretinin ve globalleşmenin,
zamanın yavaşlamasını kabul eden ve hesapları buna göre yapan bir pratik uygulamaya
bağlı olacağı tasavvur bile edilemezdi.
İşte Kapital,
böyle bir “Grundlagenforschung”tur, yani
temele yönelik bir araştırmadır. Nasıl Einstein’in teorisi, zaman, uzay, hız,
kütle, çekim gibi en temel kavramları yeniden tanımlarsa öyledir. Değer (değişim
değeri), emek, para, sermaye gibi Ekonomi Politiğin en temel kavramlarını yeni
baştan tanımlar.
Ve nasıl günlük hayatımızda, pratiğimizde örneğin
zamanın, Newton fiziğindeki gibi, sabit bir hızla akan bir şey gibi kavranması,
fazla bir sorun oluşturmazsa; hangi burjuva fraksiyonunun hangi eğilimlerinin
olduğu veya borsadaki hareketler konusunda herhangi bir “pratik” soruna çözüm
bulunacağı, enflasyon veya büyümenin durumu gibi sorunlara cevap bulmak için Kapital’i okumak gerekmez. Pek ala bir
tüccar veya sıradan bir politikacı veya herhangi bir iktisat okumuş teknokrat
veya bürokrat bunların üstesinden pek ala gelebilir.
Keza, Kapital’den
hareketle günümüz sorunlarına ve mücadelelerine ışık tutacak doğrudan bir
programatik stratejik ya da taktik veya örgütsel sonuç çıkarmak mümkün
değildir.
Yani Kapital
yaşanan toplumsal ve politik mücadelelerle de doğrudan bir ilişki içinde
değildir.
Örneğin bu mücadeleler hep devlet, yani politik olan
düzeyindedir; ya da fiyatların, arz ve talebin ayarlanması veya öngörülmesi ile
ilgilidir.
Arz ve talebin nasıl bir seyir izleyeceği gibi
sorunlar Kapital’de bulunmaz.
Kapital’de “Devlet” diye bir bölüm bile
yoktur örneğin.
Hatta Kapital’in
temel tezlerinden biri, kapitalist
toplumda sömürünün, kapitalizm öncesi toplumdan farklı olarak, ekonomi dışı
zora dayanmadığı, yani soyut düzeyde, devlet
olmadan da kapitalizmin mümkün olduğudur. Bu nedenle Devlet diye bir
bölüm yoktur Kapital’de.
Hatta Kapital’de
yanlış olarak adeta Marksizm ile özdeşleşmiş ve yanlış olarak Marksist olmanın
olmazsa olmaz koşulu gibi görülen “Sınıf”
kavramını ele alan tam bir bölüm bile yoktur.
Marks,tamamlayamadığı ve Engels tarafından
yayınlanan Kapital’in üçüncü cildinin en son bölümünde, “Sınıflar” diye bir bölüm açmış, sınıfları gelir üzerinden
tanımlamanın yanlışlığı üzerine bir iki paragraf yazmış ve kitap orada
tamamlanmadan kalmıştır.
Yani Marks’ın ömrü sınıfların doğru dürüst bir
tanımlamasını yapmaya bile yetmemiştir.
Yani Marksizm’in temel eseri denilen Kapital’de, doğru dürüst bir sınıflar ve
devlet tanımı ve teorisi bile yoktur.
Bu durumda Kapital’e dayanarak nasıl sosyalizm için
politik mücadele verilebilir ki?
Böylesine büyük bir makas vardır bizlerin yaşamı ve
mücadelesi ile Kapital’in ele alığı konular arasında.
*
Kapital’in ele aldığı ve açıkladığı soyut ve kapitalist toplum ile bizim yaşadığımız somut toplumun farkını daha
net açıklamaya çalışalım.
Marks bu eserinde kendi ifadesiyle, “Modern (Kapitalist) Toplumun yüzündeki peçeyi” kaldırır.
Ama bizler Kapitalist bir Toplum’da yaşamıyoruz.
İçinde somut olarak yaşanılan Toplum
diye bir şey yoktur, somut toplumlar
vardır. Toplum soyut ve analitik bir kavamdır.
Somut olarak bizler “toplum”da değil, kapitalist ülkelerin
ve devletlerin, ulusların içinde yaşıyoruz. Ülkeler, devletler, uluslar somut olgulardır.
Ama “toplum” diye somut bir olgu yoktur.
Toplum kavramı bir soyutlama, bir
analiz aracıdır. Aslında Toplum kavramı çok
yüksek bir soyutlama düzeyi anlamına gelir ve çok geç bulunmuştur.
Toplum ve bizlerin yaşadığı somut toplumlar
arasındaki farkı ve kafa karışıklığını görmek için canlı (hayat) kavramı ve somut canlılar iyi bir analoji sunabilir.
“Canlı” diye bir canlı yoktur. Somut canlılar,
somut türler, somut popülasyonlar vs. (ki bunlar da farklı düzeylerde
soyutlamadırlar) vardır. “İnsan Canlısı”, “Timsah Canlısı” demeyiz. Saçma bir
bileşim olur. Çünkü varlık İnsan veya Timsah ise zaten bir canlıdır.
Ama “Türk Toplumu”, “İngiliz Toplumu”, “Kürt
Toplumu”, “Atina Toplumu” diyoruz. Tabii aslında saçmalıyoruz ve “İnsan
Canlısı” demiş gibi oluyoruz. Türk ise zaten toplumsal bir varlıktır, bu
toplumsal varlığın türü belirtilebilir. Örneğin Türk Ulusu denebilir. “Türk
Toplumu” diye bir şey yoktur ve olamaz. Türk ise ortadaki, olan zaten toplumsal
bir var oluştur.
(Ama böyle “Türk Toplumu” diyerek aslında
Türkiye’deki sosyalistler, özellikle Dev-Yol kökenliler, Birikim yazarları vs. (çünkü onlar özellikle çok kullanırlar) Ulus
yerine Toplum’u geçirerek, sorunları Türk Ulusu açısından gördüklerini, aslında
birer Türk Milliyetçisi olduklarını gizlemiş olurlar. “Türk Toplumu” veya
“Türkiye Toplumu” kavramıyla yazanların yazılarını “Türk Ulusu” olarak okuyun,
özünü daha iyi kavrarsınız. Tabii bu da ayrı bir konu.)
Yani Marks, Kapitalist
Toplum’un yüzündeki peçeyi kaldırır. Ama dünyada somut olarak kapitalist toplum diye bir şey yoktur.
Kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu Uluslar vardır, Ulusal Devletler
vardır vs.. Bu ikisi çok farklıdır.
Marks Kapital’de
özellikle, hemen bütün örneklerini İngiltere’den verir. Ama eserinde İngiliz
Toplumunu veya Kapitalizmini ele aldığını sanmak yanlış olur. Onlar, kapitalist
bir Toplum’u analiz edebilmek ve örnekleyebilmek için birer örnekler toplamı
işlev görürler. İngiltere’deki kapitalizmin uygun örnekler sunmaktan baka bir
anlamı yoktur.
Bir biyoloğun memelilerin temel özelliklerini
araştırdığını, “memelilerin yüzündeki peçeyi kaldırdığını” düşünelim. Ama
memeli diye bir canlı yoktur. Memelilerin özellikleri memeliler türünden
canlılarda görülür.
Düşünün ki, yeryüzünde plesanta ile doğum yapan,
sıcak kanlı bir canlı türü ortaya çıkarken, daha doğuş aşamasında birisi çıkıp
bu ortaya çıkan türün özelliklerini analiz ediyor ve bu türün dünyaya
yayılacağını ama şu gibi iç çelişkileri de içinde barındırdığını söylüyor.
Sonra bu memeli özelliklerini gösteren canlılar çeşitli türler halinde dünyaya
yayılıyorlar. Bu yayılma bir başarı hikayesi olarak ortada. Bu varsayımsal
durumda memelilerin yayılışı hatta krizi ve bu yayılışın ortaya çıkardığı
çelişkiler vs. var oldukça memelileri analiz etmiş olanın koydukları hiçbir
zaman eskimez, aksine tazeliği pekişir.
İşte Marks’ın eserinin durumu aşağı yukarı böyledir. Bu nedenle tazeliğini korumakla kalmaz, giderek daha fazla tazeleşir, Kapitalizm dünyaya yayıldıkça ve hayatın her alanına işledikçe.
İşte Marks’ın eserinin durumu aşağı yukarı böyledir. Bu nedenle tazeliğini korumakla kalmaz, giderek daha fazla tazeleşir, Kapitalizm dünyaya yayıldıkça ve hayatın her alanına işledikçe.
Marks, Kapital’de,
Kapitalist ülke ve devletleri değil, kapitalist
Toplumu ele alır.
Ama bizlerin bütün hayatını devletler ve daha da
ötesi bu ulusal devletler düzenlemektedir. Bütün mücadelelerimiz bu somut
düzeylerde gerçekleşir.
Bu nedenle bizlerin mücadeleleri ile Kapital arasındaki bu uçurum nedeniyle
de Kapital’i okuma gereği ve ihtiyacı
doğrudan ortaya çıkmaz. Ama bu devletler veya uluslar Kapitalist ilişkilerin
yaygınlığı ve derinliği ölçüsünde Marks’ın açıkladığı anatomik (yapısal)
özellikleri taşırlar. Yani Marks’ın analizindeki soyut kapitalist topluma
giderek daha çok benzerler. Dolayısıyla onları anlamak için Kapital o ölçüde gerekli olur.
Bu nedenle
Kapital, bugün yazıldığı günden daha tazedir, bugünün dünyasını daha
açıklayıcıdır.
Ve yine bu nedenle Kapital, bugünün dünyasındaki sorunlara bir cevap bulabilmek için;
doğru sorular sorabilmek için son derece büyük pratik öneme de sahiptir.
*
Marks’ın niye somut kapitalist toplumları değil de
soyut bir kapitalist toplumu ele aldığı sorunu, doğrudan doğruya bir yöntem
sorunudur ve tazeliği ve tazeliğinin anlaşılmazlığı tam da bununla ilgilidir.
Lenin, Felsefe
Defterleri’nde, yani esas olarak Hegel’in Mantığını okumalarında, Hegel’in
en soyut, en idealist gibi görünen ilk bölümlerinin, aslında en devrimci, en
diyalektik bölümler olduğu çıkarsamasını yapar ve hatta buradan bir aforizma
formüle eder, Hegel’i kimsenin okuyup anlamadığı bu nedenle de Marks’ın hiç
anlaşılmadığı yönünde. (Kitap şu an elimin altında değil. Bu yazıdaki birçok
alıntıyı hafızama dayanarak ifade ediyorum.)
Aslında bu, devrimciliğin en soyut, en genel olanda
olduğu konusu, fizik ve matematikte de görülebilir.
Uygulamalı matematik vardır. Statik veya balistik
hesapları yapabilirsiniz vs. (Bu biraz örgütsel mücadelelere, politik
mücadelelere benzer) Bir de aslında soyut, saf matematik vardır. Yaşamla hiç
ilgisiz gibidir. Ama esas devrimci matematik orasıdır, Hegel’in mantığının en
soyut bölümlerinin en devrimci bölümler olması veya Marks’ın Hegel’le bilinçli
bir şekilde flört ettiği Kapital’in özellikle ilk bölümlerinin, en soyut
bölümlerinin en devrimci bölümler olması gibi.
İşte bu bölümlerdeki yöntem, yani özün özünün özü,
tarihin kırılma noktalarında birdenbire olağanüstü pratik ve hayati bir önem
kazanır.
Bir rastlantı değildir, dünya bir savaş içindeyken
Lenin’in Hegel’in Mantığının en soyut bölümleriyle teori ve metodolojinin en
derinlerinde uğraşıyor olması ve o en derinlerde oluştan aldığı hızla, birkaç
ay sonra Finlandiya İstasyonu’nda kendi partisindeki yoldaşlarının bile “bizim
ihtiyar keçileri kaçırmış” demelerine yol açan, o zamana kadar kabul edilmiş
varsayımları değiştiren “Nisan Tezleri”ni
savunması; teori grudur dostum ve hayatın ağacı yeşil diye Goethe’den alıntılar
yapması. Teorinin en derininde hayatın yeşil ağacının kökleri vardır çünkü.
Çünkü kritik devrimci dönüşüm dönemleri, milyonların aktif bir mücadeleye
girdiği devrimci dönemler, aslında o en teorik, en soyut sorunları birdenbire
toplumun önüne en pratik sorun olarak ortaya koyar.
(Bu konuda Michael Löwy’nin yanlış hatırlamıyorsam
başlığı “Hegel’in Martığından Finlandiya
İstasyonuna” olan nefis bir denemesi vardır.)
Tüm devrimci dönemlerde bu görülür. Örneğin Hazreti
Muhammet, Hazreti İbrahim’e döner. Bu da yukarıda metodolojik düzeyde sözü
edilenin, en genel ve temel sorunlara dönüşün, o zamanın kavramları ve
paradigmaları içinde bir tezahüründen başka bir şey değildir.
Ama toplum bir devrimci alt üstlük döneminden
uzaksa veya yakın olduğunda da kritik eşiği, sıçrama momentini geçirmiş ve bir
çürüme sürecine girmişse, bu, genelleme yeteneğini yitiriş, teoriye genel bir
ilgisizlik, ya da enayiler teorisyenliğine (Komplo teorilerine) aşırı bir ilgi
olarak yansır ve bu durumda, akıntıya karşı durup teorik ve metodolojik sorunlarla
ilgilenmeye devam edenler ölü köpek muamelesi görürler.
Burada da bir paradoks vardır. Toplumda devrim
ihtiyacı en fazla ortaya çıktığında, bu bir çürüme olarak, genelleme yeteneğini
yitirme olarak ortaya çıkar, bu teoriye ve genel olana ilgiyi yok eder. Yani
toplum tam da teoriye çok ihtiyacı olduğu için teoriye ilgi kaybolur.
Bu paradoks ta Marks’ın eserinin tazeliğini
görmenin ve anlamının önünde aşılması güç engel olarak dikilir.
Kapitalizm fazlasıyla olgunlaştığından, ama aynı
zamanda tam da böyle olduğu için çürüme yaygınlaştığından Kapital’i kimse
okumaz olur. Okumayış ise bu çürümenin ifadesi olduğu kadar onu aynı zamanda
derinleştirir.
Yine de en güzel orkidelerin bataklıklarda
yetiştiği de bir gerçektir. En güzel çiçekler de bu çürüyen ortamda ortaya
çıkarlar.
*
Marks, araştırmasında önce gerçeklikten, olgulardan
hareket ederek, kavramsal soyutlamalar, giderek yükselen farklı soyutlama
düzeyleri aracılığıyla kapitalist toplumdaki süreçlerin en özüne gider. Bu öz
Meta (Mal, “Ürün” değil. “Meta” ile “Ürün”ü karıştırmamak gerekir. “Ürün” bir
ihtiyacı karşılamak için üretilen şeydir, bir kullanım değeri (yararlılık) ile belirlenir. Ürün değişim nesnesi
olduğunda “mal” ya da “meta” olur) ve Değer (Değişim Değeri) ortaya çıkar.
Sonra Kapital’de
bu özden, hareketle, kapitalist toplumu
bu en soyut ve en genel olandan başlayarak aşama aşama zihinde ya da kitapta
yeniden kurmaya başlar.
Ve Kapital,
bu kurma işleminin çok küçük bir bölümünü bitirebilmiştir.
Kapital bir bakıma, temelleri atılmış, planı
çizilmiş ama henüz üst katları yapılmamış, yarım kalmış bir bina gibidir.
Marks’ın notlarına dayanarak Kapital’in
diğer kısımlarını yayınlayan Engels ve sonradan gelenler (Rosa, Lenin, Ernest
Mandel gibilerin katkıları da zikredilebilir) bu binanın üstteki kimi
bölümlerine, temelleriyle uyumlu eklemeler yaptılarsa da temelleri atılmış eser
hala tamamlanmayı beklemektedir.
Üstüne üstlük, Kapitalist ilişkiler var olmaya
devam ettikçe aynı zamanda açıklanması gereken yeni olgular da sürekli var
olanın üzerine eklenmektedir.
Bu tamamlanmamışlık durumu da ek bir zorluk
oluşturur bu kitabın tazeliğinin ve aktüalitesinin gürülmesinin önünde.
*
Marks’ın yaşadığı dönemde bile Kapitalizm henüz
dünyanın çok küçük bir bölümünde yayılmıştı.
Bugün ise, kapitalist ilişkilerin girmediği Amazon
ormanlarındaki, kutup bölgesindeki ya da çöllerdeki kabileler bile yok.
Bunların hepsi dünya ticaretinin girdabına girmiş ve sözde kapitalizme
bulaşmamış “otantik” yaşamlarını bile bir ticaret nesnesi haline getirmiş
bulunuyor. Kapitalizme bulaşmamışlık bile kapitalist dünya pazarının bir
metaına dönüşmüş bulunuyor
Metalar (Değer Yasası) tüm uzayı (Merih ve Ay’a
gidiş çabaları, uzay istasyonundaki sanayie yönelik deneyler, uzay turizmi) ve aslında
fiilen emeğin (dolayısıyla değerin) yok olduğu, “cyberspace”ı bile kendi
girdabına çekmekle kalmıyor, hayatın her alanına sızıyor. Her şey metalaşıyor.
Kendi ağırlığı altında çöken, ışığın bile kaçmasına
izin vermeyen bir kara delik gibi, “Meta”nın olay ufkuna giren hiçbir şey,
hatta bizzat Marks’ın kendisi bile
(“Genç Marks” filmi veya Marks’lı tişörtler vs. göz önüne getirilsin) ondan
kurtulamıyor.
Anti kapitalist eylemler bile kapitalizmin
girdabından kurtulamıyor. “Politik turizm” diye bir şey bile var artık.
İşte tam da bu nedenle, Kapitalizm ya da değer
yasasının egemenliği giderek daha hızlı yayıldığı ve derine işlediği için,
Marks’ın yüksek soyutlamasındaki kapitalizme dünya daha çok yaklaşıyor.
Kapital’in, Kapitalizm var oldukça tükenmeyen
ve tükenmeyecek ve de giderek artacak tazeliğinin nedeni budur.
Kapitalizm ne kadar yaygınlaşır ve hayatın her
alanına nüfuz ederse, yaşadığımız toplum, Kapital’de
ele alınan o soyut topluma o ölçüde yaklaşır ve Kapital’de ele alınan yasalar toplumsal hayatı o ölçüde belirlemeye
başlarlar.
*
Yukarıdaki cümlede “Kapital’de ele alınan yasalar toplumsal hayatı belirlemeye başlarlar”
dedik.
Bu cümleden, sanki kapitalizm veya meta ilişkileri
toplumsal yaşamdan farklıymış, sosyolojik bir olgu değillermiş gibi bir anlam
çıkıyor.
Bu ifadeyi, sözü buraya getirmek için kasıtlı
olarak seçtik.
Burada en az anlaşılan ve hatta hiç anlaşılmayan
bir noktaya geliyoruz.
Das Kapital, toplumsal
yasaları ele almaz. Meta’nın, ya da değer’in,
yani değişim değerinin ortaya
çıkışıyla ortaya çıkan ve onun üzerinde yükselen yasaları ele alır.
Kapital toplumun yasalarını ele alan, toplumun alt
yapısını, ekonomi temelini ele alan bir Sosyoloji kitabı değildir.
Marksizm toplumu ele alan bilimin, Toplum ve Tarih
Biliminin, yani Sosyolojinin, (Diyalektik Sosyolojinin) ya da Tarihsel Maddeciliğin, kısaltılmış adı
olduğuna göre, Marks’ın yazmak için tüm ömrünü verdiği temel eseri Kapital,
Marksist bir kitap değildir.
Bu ne demek?
Bunu da sonraki yazıda ele alalım.
29 Ekim 2017 Pazar
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder