30 Ekim 2017 Pazartesi

150’nci Yılında Marks’ın Kapital’inin Zaman Geçtikçe Tazeleşmesi Paradoksu

Bugün genel olarak şöyle düşünülmektedir:
150 yıl önce yazılmış ve basılmış bir eserde bugünün dünyasının sorunlarının cevabı bulunamaz. Bu nedenle Marks’ın Kapital’ini okumanın veya etüt etmenin somut ve pratik bir faydası olamaz
Daha doğrusu genel olarak çoğunluk, hem de aydınların çoğunluğu böyle düşünüyor ve Das Kapital’i okumaktan ise, son zamanların moda ve şişirilmiş ismi Thomas Pikkety’in “21. Yüzyılda Das Kapital”ini okumayı tercih ediyorlar.
İlk bakışta son derece mantıki gibi gelen bu itiraz tam da Kapital’i bilmeyenlerin ve/veya anlamayanların yapacağı bir itirazdır.
İşin kötüsü bu noktada tam anlamıyla bir “fasit daire” (Teufelkries) ortaya çıkar. Kapital’in tazeliğini ve güncelliğini kavramak için Kapital’i okumak gerekir; ama tam da 150 yıl önce yazılmış bir eserde günümüz dünyasının sorunlarını anlayacak kavramlar veya cevaplar bulunamaz diye kimse Kapital’i etüt etmediği için bu tazelik ve güncellik görülemez ve dolayısıyla da Kapital okunmaz. Kapital okunmadığı için de tazeliği görülemez.

Aslında onun tazeliği tazeliğinin görülmesini engeller. (Engeller yürüyüşünü o muhteşem kanatları)
Bunun nasıl bir mekanizmayla gerçekleştiğini anlamak için biraz en derin, en temel metodoloji sorunlarına girmek gerekir.
*
Bilimlerde bir pratik uygulamaya ilişkin çalışmalar vardır, bir de son derece soyut düzeyde, temel kavramlar düzeyinde, hatta fizikte, matematik düzeyinde, Almanların “Grundlagenforschung” yani “temel araştırmalar” dediği çalışmalar vardır. Örneğin matematik modellerle “big bang”tan hemen sonra bir “İnflasyon” olup olmadığı veya temel kuvvetleri 12 veya daha fazla boyutlu bir evrenle açıklama çabaları vs..
Temel araştırmalara yönelik çalışmaların pratik, teknik sonuçları önceden görülemez, hemen ortaya çıkmaz. Bu nedenle gereksiz bir iş gibi görülebilirler.
Daha bilinen bir örneği ele alalım. Einstein’in Genel ve Özel Görecelik kuramları çok büyük hızlar ve evrenin geneli, en büyükler (yıldızlar, galaksiler, kara delikler, tüm evrenin kaderi vs.) için geçerlidir. Ama günlük hayatımızda, pratikte, pek ala Newton fiziği işimizi görür.
Ancak bugün her cep telefonunda GPS cihazları var. Eğer dünya etrafında dönen GPS uydularının sinyalleri ile yer saptanırken, Einstein’in ortaya koyduğu teorik açıklamaya dayanan, zaman ve uzaydaki değişimler hesaba katılmasa bu aletler hiçbir işe yaramazlar ve bugünkü trafik ve dünya ticareti fiilen olanaksız olurdu.
Einstein kuramını geliştirirken muhtemelen onun böyle pratik bir uygulamasını aklından bile geçirmemişti. Bu temel araştırmaların yapıldığı zamanlarda, dünya ticaretinin ve globalleşmenin, zamanın yavaşlamasını kabul eden ve hesapları buna göre yapan bir pratik uygulamaya bağlı olacağı tasavvur bile edilemezdi.
İşte Kapital, böyle bir “Grundlagenforschung”tur, yani temele yönelik bir araştırmadır. Nasıl Einstein’in teorisi, zaman, uzay, hız, kütle, çekim gibi en temel kavramları yeniden tanımlarsa öyledir. Değer (değişim değeri), emek, para, sermaye gibi Ekonomi Politiğin en temel kavramlarını yeni baştan tanımlar.
Ve nasıl günlük hayatımızda, pratiğimizde örneğin zamanın, Newton fiziğindeki gibi, sabit bir hızla akan bir şey gibi kavranması, fazla bir sorun oluşturmazsa; hangi burjuva fraksiyonunun hangi eğilimlerinin olduğu veya borsadaki hareketler konusunda herhangi bir “pratik” soruna çözüm bulunacağı, enflasyon veya büyümenin durumu gibi sorunlara cevap bulmak için Kapital’i okumak gerekmez. Pek ala bir tüccar veya sıradan bir politikacı veya herhangi bir iktisat okumuş teknokrat veya bürokrat bunların üstesinden pek ala gelebilir.
Keza, Kapital’den hareketle günümüz sorunlarına ve mücadelelerine ışık tutacak doğrudan bir programatik stratejik ya da taktik veya örgütsel sonuç çıkarmak mümkün değildir.
Yani Kapital yaşanan toplumsal ve politik mücadelelerle de doğrudan bir ilişki içinde değildir.
Örneğin bu mücadeleler hep devlet, yani politik olan düzeyindedir; ya da fiyatların, arz ve talebin ayarlanması veya öngörülmesi ile ilgilidir.
Arz ve talebin nasıl bir seyir izleyeceği gibi sorunlar Kapital’de bulunmaz.
Kapital’de “Devlet” diye bir bölüm bile yoktur örneğin.
Hatta Kapital’in temel tezlerinden biri, kapitalist toplumda sömürünün, kapitalizm öncesi toplumdan farklı olarak, ekonomi dışı zora dayanmadığı, yani soyut düzeyde, devlet olmadan da kapitalizmin mümkün olduğudur. Bu nedenle Devlet diye bir bölüm yoktur Kapital’de.
Hatta Kapital’de yanlış olarak adeta Marksizm ile özdeşleşmiş ve yanlış olarak Marksist olmanın olmazsa olmaz koşulu gibi görülen “Sınıf” kavramını ele alan tam bir bölüm bile yoktur.
Marks,tamamlayamadığı ve Engels tarafından yayınlanan Kapital’in üçüncü cildinin en son bölümünde, “Sınıflar” diye bir bölüm açmış, sınıfları gelir üzerinden tanımlamanın yanlışlığı üzerine bir iki paragraf yazmış ve kitap orada tamamlanmadan kalmıştır.
Yani Marks’ın ömrü sınıfların doğru dürüst bir tanımlamasını yapmaya bile yetmemiştir.
Yani Marksizm’in temel eseri denilen Kapital’de, doğru dürüst bir sınıflar ve devlet tanımı ve teorisi bile yoktur.
Bu durumda Kapital’e dayanarak nasıl sosyalizm için politik mücadele verilebilir ki?
Böylesine büyük bir makas vardır bizlerin yaşamı ve mücadelesi ile Kapital’in ele alığı konular arasında.
*
Kapital’in ele aldığı ve açıkladığı soyut ve kapitalist toplum ile bizim yaşadığımız somut toplumun farkını daha net açıklamaya çalışalım.
Marks bu eserinde kendi ifadesiyle, “Modern (Kapitalist) Toplumun yüzündeki peçeyi” kaldırır.
Ama bizler Kapitalist bir Toplum’da yaşamıyoruz. İçinde somut olarak yaşanılan Toplum diye bir şey yoktur, somut toplumlar vardır. Toplum soyut ve analitik bir kavamdır.
Somut olarak bizler “toplum”da değil, kapitalist ülkelerin ve devletlerin, ulusların içinde yaşıyoruz. Ülkeler, devletler, uluslar somut olgulardır. Ama “toplum” diye somut bir olgu yoktur. Toplum kavramı bir soyutlama, bir analiz aracıdır. Aslında Toplum kavramı çok yüksek bir soyutlama düzeyi anlamına gelir ve çok geç bulunmuştur.
Toplum ve bizlerin yaşadığı somut toplumlar arasındaki farkı ve kafa karışıklığını görmek için canlı (hayat) kavramı ve somut canlılar iyi bir analoji sunabilir.
“Canlı” diye bir canlı yoktur. Somut canlılar, somut türler, somut popülasyonlar vs. (ki bunlar da farklı düzeylerde soyutlamadırlar) vardır. “İnsan Canlısı”, “Timsah Canlısı” demeyiz. Saçma bir bileşim olur. Çünkü varlık İnsan veya Timsah ise zaten bir canlıdır.
Ama “Türk Toplumu”, “İngiliz Toplumu”, “Kürt Toplumu”, “Atina Toplumu” diyoruz. Tabii aslında saçmalıyoruz ve “İnsan Canlısı” demiş gibi oluyoruz. Türk ise zaten toplumsal bir varlıktır, bu toplumsal varlığın türü belirtilebilir. Örneğin Türk Ulusu denebilir. “Türk Toplumu” diye bir şey yoktur ve olamaz. Türk ise ortadaki, olan zaten toplumsal bir var oluştur.
(Ama böyle “Türk Toplumu” diyerek aslında Türkiye’deki sosyalistler, özellikle Dev-Yol kökenliler, Birikim yazarları vs. (çünkü onlar özellikle çok kullanırlar) Ulus yerine Toplum’u geçirerek, sorunları Türk Ulusu açısından gördüklerini, aslında birer Türk Milliyetçisi olduklarını gizlemiş olurlar. “Türk Toplumu” veya “Türkiye Toplumu” kavramıyla yazanların yazılarını “Türk Ulusu” olarak okuyun, özünü daha iyi kavrarsınız. Tabii bu da ayrı bir konu.)
Yani Marks, Kapitalist Toplum’un yüzündeki peçeyi kaldırır. Ama dünyada somut olarak kapitalist toplum diye bir şey yoktur. Kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu Uluslar vardır, Ulusal Devletler vardır vs.. Bu ikisi çok farklıdır.
Marks Kapital’de özellikle, hemen bütün örneklerini İngiltere’den verir. Ama eserinde İngiliz Toplumunu veya Kapitalizmini ele aldığını sanmak yanlış olur. Onlar, kapitalist bir Toplum’u analiz edebilmek ve örnekleyebilmek için birer örnekler toplamı işlev görürler. İngiltere’deki kapitalizmin uygun örnekler sunmaktan baka bir anlamı yoktur.
Bir biyoloğun memelilerin temel özelliklerini araştırdığını, “memelilerin yüzündeki peçeyi kaldırdığını” düşünelim. Ama memeli diye bir canlı yoktur. Memelilerin özellikleri memeliler türünden canlılarda görülür.
Düşünün ki, yeryüzünde plesanta ile doğum yapan, sıcak kanlı bir canlı türü ortaya çıkarken, daha doğuş aşamasında birisi çıkıp bu ortaya çıkan türün özelliklerini analiz ediyor ve bu türün dünyaya yayılacağını ama şu gibi iç çelişkileri de içinde barındırdığını söylüyor. Sonra bu memeli özelliklerini gösteren canlılar çeşitli türler halinde dünyaya yayılıyorlar. Bu yayılma bir başarı hikayesi olarak ortada. Bu varsayımsal durumda memelilerin yayılışı hatta krizi ve bu yayılışın ortaya çıkardığı çelişkiler vs. var oldukça memelileri analiz etmiş olanın koydukları hiçbir zaman eskimez, aksine tazeliği pekişir.
İşte Marks’ın eserinin durumu aşağı yukarı böyledir. Bu nedenle tazeliğini korumakla kalmaz, giderek daha fazla tazeleşir, Kapitalizm dünyaya yayıldıkça ve hayatın her alanına işledikçe.
Marks, Kapital’de, Kapitalist ülke ve devletleri değil, kapitalist Toplumu ele alır.
Ama bizlerin bütün hayatını devletler ve daha da ötesi bu ulusal devletler düzenlemektedir. Bütün mücadelelerimiz bu somut düzeylerde gerçekleşir.
Bu nedenle bizlerin mücadeleleri ile Kapital arasındaki bu uçurum nedeniyle de Kapital’i okuma gereği ve ihtiyacı doğrudan ortaya çıkmaz. Ama bu devletler veya uluslar Kapitalist ilişkilerin yaygınlığı ve derinliği ölçüsünde Marks’ın açıkladığı anatomik (yapısal) özellikleri taşırlar. Yani Marks’ın analizindeki soyut kapitalist topluma giderek daha çok benzerler. Dolayısıyla onları anlamak için Kapital o ölçüde gerekli olur.
Bu nedenle Kapital, bugün yazıldığı günden daha tazedir, bugünün dünyasını daha açıklayıcıdır.
Ve yine bu nedenle Kapital, bugünün dünyasındaki sorunlara bir cevap bulabilmek için; doğru sorular sorabilmek için son derece büyük pratik öneme de sahiptir.
*
Marks’ın niye somut kapitalist toplumları değil de soyut bir kapitalist toplumu ele aldığı sorunu, doğrudan doğruya bir yöntem sorunudur ve tazeliği ve tazeliğinin anlaşılmazlığı tam da bununla ilgilidir.
Lenin, Felsefe Defterleri’nde, yani esas olarak Hegel’in Mantığını okumalarında, Hegel’in en soyut, en idealist gibi görünen ilk bölümlerinin, aslında en devrimci, en diyalektik bölümler olduğu çıkarsamasını yapar ve hatta buradan bir aforizma formüle eder, Hegel’i kimsenin okuyup anlamadığı bu nedenle de Marks’ın hiç anlaşılmadığı yönünde. (Kitap şu an elimin altında değil. Bu yazıdaki birçok alıntıyı hafızama dayanarak ifade ediyorum.)
Aslında bu, devrimciliğin en soyut, en genel olanda olduğu konusu, fizik ve matematikte de görülebilir.
Uygulamalı matematik vardır. Statik veya balistik hesapları yapabilirsiniz vs. (Bu biraz örgütsel mücadelelere, politik mücadelelere benzer) Bir de aslında soyut, saf matematik vardır. Yaşamla hiç ilgisiz gibidir. Ama esas devrimci matematik orasıdır, Hegel’in mantığının en soyut bölümlerinin en devrimci bölümler olması veya Marks’ın Hegel’le bilinçli bir şekilde flört ettiği Kapital’in özellikle ilk bölümlerinin, en soyut bölümlerinin en devrimci bölümler olması gibi.
İşte bu bölümlerdeki yöntem, yani özün özünün özü, tarihin kırılma noktalarında birdenbire olağanüstü pratik ve hayati bir önem kazanır.
Bir rastlantı değildir, dünya bir savaş içindeyken Lenin’in Hegel’in Mantığının en soyut bölümleriyle teori ve metodolojinin en derinlerinde uğraşıyor olması ve o en derinlerde oluştan aldığı hızla, birkaç ay sonra Finlandiya İstasyonu’nda kendi partisindeki yoldaşlarının bile “bizim ihtiyar keçileri kaçırmış” demelerine yol açan, o zamana kadar kabul edilmiş varsayımları değiştiren “Nisan Tezleri”ni savunması; teori grudur dostum ve hayatın ağacı yeşil diye Goethe’den alıntılar yapması. Teorinin en derininde hayatın yeşil ağacının kökleri vardır çünkü. Çünkü kritik devrimci dönüşüm dönemleri, milyonların aktif bir mücadeleye girdiği devrimci dönemler, aslında o en teorik, en soyut sorunları birdenbire toplumun önüne en pratik sorun olarak ortaya koyar.
(Bu konuda Michael Löwy’nin yanlış hatırlamıyorsam başlığı “Hegel’in Martığından Finlandiya İstasyonuna” olan nefis bir denemesi vardır.)
Tüm devrimci dönemlerde bu görülür. Örneğin Hazreti Muhammet, Hazreti İbrahim’e döner. Bu da yukarıda metodolojik düzeyde sözü edilenin, en genel ve temel sorunlara dönüşün, o zamanın kavramları ve paradigmaları içinde bir tezahüründen başka bir şey değildir.
Ama toplum bir devrimci alt üstlük döneminden uzaksa veya yakın olduğunda da kritik eşiği, sıçrama momentini geçirmiş ve bir çürüme sürecine girmişse, bu, genelleme yeteneğini yitiriş, teoriye genel bir ilgisizlik, ya da enayiler teorisyenliğine (Komplo teorilerine) aşırı bir ilgi olarak yansır ve bu durumda, akıntıya karşı durup teorik ve metodolojik sorunlarla ilgilenmeye devam edenler ölü köpek muamelesi görürler.
Burada da bir paradoks vardır. Toplumda devrim ihtiyacı en fazla ortaya çıktığında, bu bir çürüme olarak, genelleme yeteneğini yitirme olarak ortaya çıkar, bu teoriye ve genel olana ilgiyi yok eder. Yani toplum tam da teoriye çok ihtiyacı olduğu için teoriye ilgi kaybolur.
Bu paradoks ta Marks’ın eserinin tazeliğini görmenin ve anlamının önünde aşılması güç engel olarak dikilir.
Kapitalizm fazlasıyla olgunlaştığından, ama aynı zamanda tam da böyle olduğu için çürüme yaygınlaştığından Kapital’i kimse okumaz olur. Okumayış ise bu çürümenin ifadesi olduğu kadar onu aynı zamanda derinleştirir.
Yine de en güzel orkidelerin bataklıklarda yetiştiği de bir gerçektir. En güzel çiçekler de bu çürüyen ortamda ortaya çıkarlar.
*
Marks, araştırmasında önce gerçeklikten, olgulardan hareket ederek, kavramsal soyutlamalar, giderek yükselen farklı soyutlama düzeyleri aracılığıyla kapitalist toplumdaki süreçlerin en özüne gider. Bu öz Meta (Mal, “Ürün” değil. “Meta” ile “Ürün”ü karıştırmamak gerekir. “Ürün” bir ihtiyacı karşılamak için üretilen şeydir, bir kullanım değeri (yararlılık) ile belirlenir. Ürün değişim nesnesi olduğunda “mal” ya da “meta” olur) ve Değer (Değişim Değeri) ortaya çıkar.
Sonra Kapital’de bu özden, hareketle, kapitalist toplumu bu en soyut ve en genel olandan başlayarak aşama aşama zihinde ya da kitapta yeniden kurmaya başlar.
Ve Kapital, bu kurma işleminin çok küçük bir bölümünü bitirebilmiştir.
Kapital bir bakıma, temelleri atılmış, planı çizilmiş ama henüz üst katları yapılmamış, yarım kalmış bir bina gibidir. Marks’ın notlarına dayanarak Kapital’in diğer kısımlarını yayınlayan Engels ve sonradan gelenler (Rosa, Lenin, Ernest Mandel gibilerin katkıları da zikredilebilir) bu binanın üstteki kimi bölümlerine, temelleriyle uyumlu eklemeler yaptılarsa da temelleri atılmış eser hala tamamlanmayı beklemektedir.
Üstüne üstlük, Kapitalist ilişkiler var olmaya devam ettikçe aynı zamanda açıklanması gereken yeni olgular da sürekli var olanın üzerine eklenmektedir.
Bu tamamlanmamışlık durumu da ek bir zorluk oluşturur bu kitabın tazeliğinin ve aktüalitesinin gürülmesinin önünde.
*
Marks’ın yaşadığı dönemde bile Kapitalizm henüz dünyanın çok küçük bir bölümünde yayılmıştı.
Bugün ise, kapitalist ilişkilerin girmediği Amazon ormanlarındaki, kutup bölgesindeki ya da çöllerdeki kabileler bile yok. Bunların hepsi dünya ticaretinin girdabına girmiş ve sözde kapitalizme bulaşmamış “otantik” yaşamlarını bile bir ticaret nesnesi haline getirmiş bulunuyor. Kapitalizme bulaşmamışlık bile kapitalist dünya pazarının bir metaına dönüşmüş bulunuyor
Metalar (Değer Yasası) tüm uzayı (Merih ve Ay’a gidiş çabaları, uzay istasyonundaki sanayie yönelik deneyler, uzay turizmi) ve aslında fiilen emeğin (dolayısıyla değerin) yok olduğu, “cyberspace”ı bile kendi girdabına çekmekle kalmıyor, hayatın her alanına sızıyor. Her şey metalaşıyor.
Kendi ağırlığı altında çöken, ışığın bile kaçmasına izin vermeyen bir kara delik gibi, “Meta”nın olay ufkuna giren hiçbir şey, hatta bizzat Marks’ın  kendisi bile (“Genç Marks” filmi veya Marks’lı tişörtler vs. göz önüne getirilsin) ondan kurtulamıyor.
Anti kapitalist eylemler bile kapitalizmin girdabından kurtulamıyor. “Politik turizm” diye bir şey bile var artık.
İşte tam da bu nedenle, Kapitalizm ya da değer yasasının egemenliği giderek daha hızlı yayıldığı ve derine işlediği için, Marks’ın yüksek soyutlamasındaki kapitalizme dünya daha çok yaklaşıyor.
Kapital’in, Kapitalizm var oldukça tükenmeyen ve tükenmeyecek ve de giderek artacak tazeliğinin nedeni budur.
Kapitalizm ne kadar yaygınlaşır ve hayatın her alanına nüfuz ederse, yaşadığımız toplum, Kapital’de ele alınan o soyut topluma o ölçüde yaklaşır ve Kapital’de ele alınan yasalar toplumsal hayatı o ölçüde belirlemeye başlarlar.
*
Yukarıdaki cümlede “Kapital’de ele alınan yasalar toplumsal hayatı belirlemeye başlarlar” dedik.
Bu cümleden, sanki kapitalizm veya meta ilişkileri toplumsal yaşamdan farklıymış, sosyolojik bir olgu değillermiş gibi bir anlam çıkıyor.
Bu ifadeyi, sözü buraya getirmek için kasıtlı olarak seçtik.
Burada en az anlaşılan ve hatta hiç anlaşılmayan bir noktaya geliyoruz.
Das Kapital, toplumsal yasaları ele almaz. Meta’nın, ya da değer’in, yani değişim değerinin ortaya çıkışıyla ortaya çıkan ve onun üzerinde yükselen yasaları ele alır.
Kapital toplumun yasalarını ele alan, toplumun alt yapısını, ekonomi temelini ele alan bir Sosyoloji kitabı değildir.
Marksizm toplumu ele alan bilimin, Toplum ve Tarih Biliminin, yani Sosyolojinin, (Diyalektik Sosyolojinin)  ya da Tarihsel Maddeciliğin, kısaltılmış adı olduğuna göre, Marks’ın yazmak için tüm ömrünü verdiği temel eseri Kapital, Marksist bir kitap değildir.
Bu ne demek?
Bunu da sonraki yazıda ele alalım.
29 Ekim 2017 Pazar
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:

Hiç yorum yok: