Sınıflar, örgütler ve kişiler kendi sonlarını genellikle
dünyanın ve her şeyin sonu olarak görürler ve ellerinde güç ve yetki varsa
kendileriyle birlikte tüm ülkeyi, hatta dünyayı bile bir mahva götürebilirler.
Tarih bunun örnekleriyle doludur.
Şu an gerek Erdoğan’ın; gerek Erdoğan-Ergenekon ittifakının
durumu budur.
Her ikisi de en küçük bir demokratikleşmeyi bir yana
bırakalım, en küçük bir hukuk ve adalete dayanan bir işleyişin bile
kendilerinin sonu olacağını bildikleri için, kaçınılmaz sonlarını engellemek
için hem kader birliği yapıyorlar; hem de Türkiye’de yaşayan yurttaşların,
Suriye’den bile daha kötü bir şekilde mahvına yol açacak bir yola girmiş
bulunuyorlar.
Sinikçe “zulmün artsın, sonun çabuk gelsin” diyemeyiz.
Bunu biraz olsun azaltacak en küçük bir olanak bile
değerlendirilmelidir.
Ama tam da bu noktada muhalefetin bir alternatif, bir
perspektif sunacak program, strateji, birikim ve perspektiften uzak olması,
maalesef tüm yurttaşların çaresizce, mehdi beklercesine bir tevekkül ve
hareketsizlik içinde kalmalarına yol açıyor.
Bekir Ağırdır’ın belirttiği gibi, AKP eriyor ama bu eriyen
destek akacak kanal bulamıyor.
Öte yandan, yine Bekir Ağırdır’ın da belirttiği gibi,
kimliklere bölünmüş siyaset, tıkanmış durumda.
Çürümeyi yaratan bu çıkışsızlıktır.
Bu son derece kritik ve tehlikeli bir durumdur.
Çünkü muhalefet, nicel olarak toplamda güçlü olsa bile,
nitelik olarak en iyi beyinler, en modern ve kültive toplum kesimleri muhalefet
saflarında ulunsa bile bu programsızlık ve ortak amaçsızlık koşullarında
şimdiye kadar olduğu gibi yenilmeye mahkumdur.
Başkanlık seçiminde dağınık, ortak bir önderlikten yoksun
muhalefet karşısında Erdoğan’ın kazanması kaçınılmazdır.
Öte yandan bugünkü bölünme çizgileri ve tıkanıklık,
muhalefetin ortak bir önder çıkarmasını da olanaksız kılmaktadır.
Sorun bu açmazın nasıl aşılabileceğindedir.
Bunu aşmanın bir yolu vardır. Bunun için bilinen
paradigmaların dışına çıkmak gerekir.
Ama bunun için de öncelikle tüm muhalefetin,
Erdoğan-Ergenekon diktatörlüğünden kurtulmak için nasıl bir program, strateji,
taktik ve örgüt biçimlerinin gerekli olduğu konusunu gündeme alması ve açık
olarak tartışması gerekir. Bu tartışma tüm toplumun gözeneklerine nüfuz
etmelidir.
Politika yapmak Erdoğan’ın veya onun borazanlarının söylediklerine
laf yetiştirmek değildir.
Politika yapmak her şeyden önce kendi program ve stratejini
tartışmak ve bunu toplumun gündemine koymak demektir.
Erdoğan’dan nasıl kurtulunabileceği, Ergenekon-Erdoğan ölümcül
ittifakının nasıl yenilebileceği, bunun hangi strateji ve taktiklerle
başarılabileceği sorununu açıkça ortaya koyup herkesin tartışmasına açmak
gerekir. Partiler yapamasa bile yazarlar, düşünürler, her yurttaş sürekli
olarak bu sorunu tartışmaya açıp kendi önerilerini ortaya koyarsa, bu bir süre
sonra partilerde de bir basınç oluşturup onları bu sorunu açıkça tartışmaya
çakabilir.
O halde kendimizden başlayalım.
Bizim önerilerimiz şunlardır:
Mücadele seçimlere odaklanmamalıdır.
Hedef Seçimlerden önce, tüm demokratik olanakları ve
mücadele biçimlerini kullanarak Erdoğan-Ergenekon ittifakını iktidardan
uzaklaştırmak esas hedef olarak belirlenmelidir. Seçimlere odaklanmak hem
muhalefeti felç etmekte, hem de kendi elleriyle bir yenilgiyi hazırlamakta, hem
de demokrasiyi sadece sandığa gidip oy vermeye indirgeyen tamamen yanlış bir
anlayışın egemenliğine yol açmaktadır.
Seçimlerden önce tamamen demokratik, yasal ve meşru
yöntemlerle bu Erdoğan-Ergenekon ittifakının iktidardan uzaklaştırılması
mümkündür.
Bu milyonlarca yurttaşın sivil direniş eylemleriyle
mümkündür.
O halde tartışılması gereken, bu milyonlarca insanın
katılacağı sivil direniş eylemlerinin parolalarının, biçimlerinin,
örgütlenmelerinin nasıl olabileceğidir.
Şu ana kadar yaşanan deneyler göstermektedir ki, herhangi
bir partinin özel renklerini, damgasını, vurgusunu taşımayan herkesin altında
toplanabileceği “renksiz ve kokusuz” bayraklar ve parolalar böyle bir
birleşmeyi mümkün kılmaktadır.
Örneğin 7 Haziran seçimlerinde Erdoğan’ın yenilmesine yol açan,
tüm muhalefetin Erdoğan’ın başkanlığının engellenmesinde buluşmasıydı. Adı
koyulmasa da fiilen böyle bir durum vardı.
Örneğin Anayasa referandumunda #Hayır böyle renksiz ve
kokusuz, tam muhalefeti birleştiren bir bayrak olmuştu.
Örneğin #Adalet yürüyüşündeki #Adalet parolası da benzer bir
işlev görmüştü.
O halde soru şudur: hem şu an acil olarak; hem de bunun yanı
sıra orta vadede, hiçbir partinin veya
eğilimin damgasını veya rengini taşımayan, “renksiz ve kokusuz” hangi parolalar,
hangi örgüt ve mücadele biçimleri böyle bir işlev görebilir; bu atalete ve
çürümeye son verip yeni dinamikleri harekete geçirebilir?
Bu yazımızda aktüel bir sorundan hareketle somut bir öneri
yapacağız. Sonraki yazılarda ise orta vadede hem Erdoğan’ın başkan seçilmesini
engelleyecek; hem de manüple edilemez bir seçim yapılmasını sağlayacak, hem de
tüm muhalefeti birleştirebilecek daha orta vadeli önerileri ele alacağız.
Önce derhal yapılabilecek somut bir öneri.
Biz bu öneriyi daha önce Erdoğan’a bir teklif olarak
yazmıştık.
Şimdi hem tüm yurttaşlara hem de somut olarak üç partiye,
yani CHP, HDP ve İyi Parti’ye bir öneri olarak sunuyoruz.
Biliniyor, Erdoğan, darbe bahaneleriyle kendisi darbeler
yamaktadır
17-25 Aralık’ta bir darbe yapıldığını iddia ederek aslında
bizzat kendisi yürütme gücünü kullanarak ve hukuku ayaklar altına alarak bir
darbe yapmış bulunmaktadır.
Darbe olsun veya olmasın, abdestinden emin bir insan, bir
itham karşısında, kendisini hem hukuken, hukuken olmasa bile insanların ve
yurttaşların vicdanında temize çıkaracak yollar arar.
Erdoğan ise tam tersini yaptı.
Gerek Erdoğan’ın dayandığını iddia ettiği İslam’ın, gerek
batı demokrasisinin, hatta en sıradan insani ilişkilerin gerektirdiği bu tür
davranışın aksini yaptı.
En sıradan ilişkilerde bile, haksız bir itham, suçlama veya
iftira karşısında kalan, her iki tarafın da tarafsız olduğunu kabul ettiği bir
hakem heyeti önünde, karşı tarafı iddiasını kanıtlamaya, kanıtlayamazsa bunun
sonuçlarına da katlanmaya, çağırır.
Erdoğan’ın kendine referans olarak kabul ettiğini söylediği
İslam’ın Ergin Halifeler döneminde, Erdoğan’ın yaptığının aksine, Ömer,
kendisine camide hırsız diyeni tutuklatmıyor, aksine hırsız olmadığını
kanıtlamaya çalışıyordu. Kendisini hırsızlıkla suçlayanı cezalandırma gibi bir
girişimde bulunmuyordu. Aksine böyle yapmayarak insanların kendisine hırsızlıkla
itham etme haklarını garanti altına almış oluyordu.
İyi kötü normal bir hukuk devletinde ve iyi kötü bir
demokrasinin işlediği ülkelerde bir hırsızlık ya da yolsuzlukla suçlanan politikacı
önce istifa eder, adını temize çıkarmak için bizzat kendisi yargılanmayı ister
ve suçsuz olduğunu kanıtlamaya, en azından toplumun vicdanında beraat etmeye
veya suçlu ise bir daha öyle yanlışlar yapmayacağının garantilerini vererek affedilmeye
çalışır.
Erdoğan ise, anlaşılan başında bulunduğu devletin
mahkemelerine bile güvenmediği için, tam tersini yaptı. Kendisini itham
edenleri ve ettiğin düşündüklerini cezalandırdı, içeri tıktı, seslerini kesti
ve daha düne kadar davacısı olduğunu söylediği devlet içinde devlet, gizli ve
yasa dışı Ergenekoncularla ittifak yaptı.
Şimdi her ikisi ele geçirdikleri devleti ve bu devletin
yönettiği ülkeyi, kendi sonlarıyla birlikte sonuna doğru freni patlamış araba
gibi sürüyorlar.
Erdoğan bir taşta birkaç kuş vurma hesabıyla, İran’a
ambargoyu deldirmede destek bahanesiyle, her türlü yasal kontrolden uzak
sermaye girişiyle ekonomide açıkları kapattı, hem kendi kişisel ve örgütsel
gücünü pekiştirdi, hem de Suriye’deki savaşta kendi emperyal ihtiraslarını
gerçekleştirmek için, radikal İslamcıları maddi olarak destekleyerek aynı
zamanda uluslararası mahkemelerin alanına giren suçlar işledi.
Şimdi bu suçlardan dolayı hesap verme korkusuyla, hem içerde
bir kutuplaşma yaratarak toplumu bir iç savaşa doğru götürüyor; hem de
muhtemelen bunu engellemek için bir maceraya girerek (Afrin’e veya Suriye’ye
saldırarak) sadece kendinin değil, başında olduğu ülkenin de sonunu getirecek.
Bu ise korkunç acılar demektir.
Bu urumda muhalefet partileri acil olarak Erdoğan’a bu
intihar politikasında çıkması için bir imkan sunmalıdırlar.
Bunu her şeyden önce bir savaş ve/veya iç savaşı engellemek,
binlerce, milyonlarca insanın acılar çekmesini engellemek için yapmalıdırlar.
Bu üç parti ortaklaşa veya ayrı ayrı yapacakları
açıklamalarla Erdoğan’ı yüzde yüz adil ve açık bir mahkemede yargılanacağı
garantisiyle kendisini, tıpkı Hazreti Ömerler gibi adaletin ve milletin
vicdanında beratta etmeye, kendisini gönüllü olarak Türkiye’de mahkemeye
çıkmaya çağırmalıdırlar.
Eğer Erdoğan kendisini değil bu ülkeyi seviyorsa, bunu
ülkesi için yapmasını teklif etmelidirler.
En açık garantiler verilebilir ve verilmelidir adil
yargılanacağına dair.
Örneğin Erdoğan çıkacağı mahkemenin bütün yargıçlarını kendi
seçip, ondan sonra istifa edip kendi seçtiği yargıçların huzuruna çıkabilir.
Ama usul olarak bir tek şart aranmalıdır.
Ama bu mahkemede tüm oturumlar, canlı olarak yayınlanmalı;
hiçbir şey devlet sırrı perdesi altında gizlenmemeli. Tam anlamıyla açık ve
tarafsız bir yargılama olmalı. Tüm kanıtlar, iddialar ve karşı argümanlar
hiçbir kısıtlama olmadan tüm yurttaşlara açık olmalı.
Erdoğan’a yargının ve yurttaşların gözünde beraat etme şansı
verilmelidir.
Erdoğan bunu kabul eder mi etmez mi bu önemli değildir.
Ona bu imkanın sunulması önemlidir.
Uluslararası mahkemelerde mi, yoksa Türkiye’de kendi
seçeceği yargıçlar tarafından ama açık olarak yargılanacağı tarafsız bir
mahkeme mi yargılanmak isteyecektir.
Bu hem dünya kamuoyuna da bir mesaj anlamına gelir. Onu biz
yargılar ve cezası varsa veririz. Bunu yapacak organlarımız vardır. Anlamına
gelir.
Tabii bu aynı zamanda, aslında bütün muhalefet partilerinin
bir şekilde kabul ettiği, Erdoğan-Ergenekon ittifakının iktidarı fiili bir
darbeyle gasp ettiğine ilişkin sözlerinin mantıki bir sonucu ve onunla iç
tutarlılık içinde olacağından aynı zamanda muhalefeti de bugün içinde bulunduğu
tutarsızlıktan kurtarır.
Muhalefet Erdoğan-Ergenekon diktatörlüğünün ayıbını örten
bir asma yaprağı olmaktan çıkmaya başlayabilir.
Ama böyle bir teklif aynı zamanda muhalefete tüm
yurttaşların altında toplanabileceği bir adalet bayrağının “renksiz ve kokusuz”
somut bir biçimi olur.
Böyle bir teklifi destekleyen, hiçbir parti flaması,
bayrağı, sloganı olmayan gerçek bir kitle hareketi başlayabilir.
Kitleler ise ancak eylem içinde hızla kendilerini geliştirip
öğrenebilirler. Böylece gerçekten demokratik bir alternatifin ortaya
çıkabileceği bir, tıpkı ilk hayatın ortaya çıktığı “organik çorba” gibi bir
ortam ve ruh hali ortaya çıkar.
*
Elbette bu öneri bu haliyle çok ham olabilir.
Önerinin biçimi değil özü önemlidir. Tartışarak bu öze en
uygun biçimin ne olacağı bulunabilir.
Burada önemli olan hem Erdoğan’a hem de uluslararası
kamuoyuna, ülke içinde adil olarak yargılanacağı garantisinin verilmesidir. Bunu
muhalefet partilerinin yapmasıdır.
Bu konuda daha önce yazdığımız, o zamanlar Erdoğan’a hitap
eden bir yazıyı aşağıya aktarıyoruz.
Öneri, hem muhalefet partilerine hem de demokrasi özlemleri olan bütün yurttaşlara yapılmış bir öneridir.
Öneri, hem muhalefet partilerine hem de demokrasi özlemleri olan bütün yurttaşlara yapılmış bir öneridir.
Lütfen bu öneri üzerine tartışınız.
Saçma bile bulsanız en azından saçma olduğunu göstermeye
çalışınız ki, muhalefetin nasıl bir strateji izlemesi gerektiği tartışmasını
fiilen başlatıp, şu politik ortamı ve gündemi Erdoğan’a ve hempalarına laf
yetiştirme saçmalığından kurtarabilesiniz.
Bu önerinin tartışılmaya başlanması, yurttaşların gündemine
girmesinin kendisi bile Türkiye’deki umutsuzluğu, çaresizliği ve hareketsizliği
ortadan kaldıracak bir etki yapar.
Bizzat bu etki de önerinin yapıldığı partileri davranışa
itebilir.
Aşağıda bu önerinin ilk biçimi yer alıyor.
22 Kasım 2017 Çarşamba
Demir Küçükaydın
Erdoğan’a Açık ve Adil Bir Teklif[1]
Erdoğan Bey,
Aslında bu mektuba, “Sayın Erdoğan” diye başlamayı isterdim.
Ama bugün siz Türk devletinin başısınız.
İtikadımca insanların elinde güç ve yetki olduğunda onlara
karşı olabildiğince o yetki ve gücün zorladığı hitaplardan azade olarak hitap
etmek; onlara bir an gibi gelip geçici hayatta aslında bir hiç olduklarını
hatırlatmak için, o kişiye konumundan soyutlayan ifadelerle hitap etmek gerekir.
Hiçbir gücünüz ve yetkiniz olmasaydı, size “Sayın Erdoğan”
diye hitap edebilirdim. Ama şimdi çok büyük yetkileriniz ve gücünüz olduğu
için, size sadece “Erdoğan Bey” diyebilirim.
Ayrıca böyle hitabımın sizin dayandığınız iddiasında
olduğunuz İslam’a da uygun olduğunu düşünüyorum.
İlk Müslümanlar devlet denen şeyi tanımadıklarından ve hepsi
de silahlı olduklarından, kimse onlara çıkıp hot zot edemiyor; etmeye kalkanı
da kılıçlarıyla hizaya getireceklerini çekinmeden ifade ediyorlardı.
Sonra Emevi egemenliği ile birlikte İslam Şark despotluğunca
ele geçirildi. Şark Devleti, yani seçilmiş değil devletin başındakilerce
atanmış kapıkulları, köleler ortaya çıkar ve artarken, Müslümanlar
silahsızlandırıldı. Örgütsüz ve her türlü virüsün saldırısına açık derisi
yüzülmüş bir çıplak et haline getirildiler. Buna paralel olarak da insanları
eşitleyen, eşit haklarla donatan ilk İslam’ın özü, uydurma hadislerle vs. adım
adım unutturuldu.
Buna rağmen yoksul ve emekçi halk arasında, ilk doğduğu
günlerin İslam’ının silik yankıları her şeye rağmen yaşamaya da devam etti.
Devletin korkutan ve cezalandıran Allah’ı
karşısında ezilenlerin koruyan ve unutkanlıklar ve hatalar karmaşası insanların
hatalarını affeden, “Esirgeyip Bağışlayan”
bir başka Allah her şeye rağmen yaşadı.
Zaten emeğiyle geçinen insanlardaki bu derinlere işlemiş
geleneklerin yüzü suyu hürmetine hala soluk alınabilecek, küçük ve giderek
azalan alanlar bulunabiliyor.
İşte bütün bu gibi nedenlerle “Erdoğan Bey”.
Neyse, hitaba takmamak gerekir.
Zarfa değil mazrufa bakalım.
Önereceklerim sizin iyiliğinizedir ve kuyuya düşmüş bir
insana, bulunduğu yerden çıkabilmesi için bir ip uzatmak, bir merdiven vermek
gibidir.
*
Siz hızla kendiniz açısından da bir “felakete” gidiyorsunuz.
Bunu size önce göstermem gerekiyor.
Biliyorsunuz, Suriye’de Şam’da Emeviye Camisinde namaz
kılmayı, yani Suriye’de var olan rejimi yıkıp yerine başka bir rejim kurmayı
düşünüyordunuz.
Ama birkaç gün önce şöyle bir beyanat verdiniz:
"Bir terör
örgütüyle diğerinin bertaraf edilmeyeceği de artık kabul edilmelidir. Özellikle
35 yıldır terörle mücadele eden bir ülke olarak, başta DEAŞ olmak üzere PYD,
YPG, El Nusra gibi terör örgütleri bizim her an karşımızda olan terör
örgütleridir. Suriye’nin toprak
bütünlüğünü ve milli birliğini hiç kimse tehlikeye atmamalıdır. Rusya ile
eş güdüm halinde soruna adalet ve hakkaniyet temelinde bir çözüm bulunması için
gayretlerimize devam edeceğiz."
Burada önemli olan koyu ve italik yerlerdir. Bunu önceden
siz tehlikeye atmıştınız.
Bu söylediklerinizi mantık sonucuna götürünce, sizin “ÖSO”
namlı çetelere doğrudan, El Nusra gibilerine dolaylı desteğinizi kesmeniz
gerekecektir.
Keza aynı şekilde, Suriye Hükümetinden şimdiye kadar
uyguladığınız politikalar nedeniyle özür dilemeniz gerekecektir.
Yani Suriye Hükümetini bu çetelere karşı desteklemeniz
gerekir ki, o güçlü Suriye Devleti ve hükümeti Kürtlere bağımsızlık ve özerklik
olanağı tanımasın, eski Suriye topraklarında tekrar egemen olsun.
Söylediklerinizin mantık sonucu budur. A diyen B de der.
Peki, Esat’tan özür dileyecek misiniz?
Geçmişte bütün söyleyip yaptıklarınızdan sonra bunu yapmanız
zor.
Yapsanız bile o zaman kimse sizin hiçbir sözünüze değer
vermez.
Öte yandan bunu yaptığınızda, Suriye hükümet güçlerini
desteklediğinizde, köşeye sıkışan ve şimdiye kadar destekledikleriniz bu
şeriatçı militanlar Türkiye’ye doğru kaçacaktır.
Bunlara kapıları açsanız, sizin başınıza bela olacaklardır.
Çünkü sizler tarafından kullanılıp sonra da bir paçavra gibi
kenara atıldıkları için bütün tepkilerini size yönelteceklerdir. Hiçbir ihanet
cezasız kalmamalıdır diye düşünecekler ve bu yönde harekete geçeceklerdir.
O zaman Suriye Devleti ve Hükümeti ile birlikte onları
sıkıştırıp imhasına katılmaktan başka yapacağınız bir şey yoktur.
Hâsılı, Suriye’deki tıkanmanız sizi çok kötü sıkıştırmış
bulunuyor.
*
Bu aralar Almanya ve Hollanda gibi ülkelerle zorlayıp
kışkırttığınız gerilimler de bir sürü köprünün atılmasına yol açtı.
Onlardan da özür dilemeden herhangi bir diplomatik ilişki
geliştiremezsiniz.
İç politikaya yönelik olarak ve birkaç puancık evet oyu
arttırabilmek için yaptıklarınız Referandum’dan evet çıksa bile önünüze
getirilecektir.
Haydi Rusya’dan özür dilediniz. Rusya da çıkarına uygun
geldiğinden bunu kabul etti. Ama Avrupa için durum öyle değil.
*
Öte yandan bütün bunlara rağmen büyük bir olasılıkla
Referandum’dan da büyük olasılıkla #HAYIR çıkacak, hem de yukarıda sözü edilen
halkın derinliklerine işlemiş ve bir türlü yok edilememiş gelenekler nedeniyle.
Halk da kendi meşrebince size “Erdoğan Bey” diyecek, kendinize gelmenizi
isteyecek.
*
Ve bütün bunlar bir araya gelince, siz birdenbire artık sizi
en çok isteyen ve destekleyen güçlerce bile artık taşınamaz bir yük haline
geleceksiniz.
Aslında şimdiden öyle bir durumdasınız. Elinizdeki sınırsız
güç ve yaklaşan Referandum bunun ortaya çıkmasını ve görülmesini engelliyor.
Bu durumda ister istemez sizi iki büyük tehlike bekliyor.
Birincisi, böyle varlığınızın herkes için bir yük olduğu ve
yokluğunuzda herkesin ferahlayacağı durumlarda, bir şekilde çeşitli güçler sizi
yok edecek eylemler ve girişimlerin, sadece gözlerini kapayarak ya da görmezden
gelerek bile, gerçekleşmesine olanak sağlarlar.
Bir an düşünün, ihanete uğradığını düşünen bir El Nusra
militanını, ki bu sizin koruyucunuz bir polis bile olabilir.
Herkes çok ferahlayacaktır. Sadece ülke içindeki güçler
değil, başka ülkeler de.
Kendi partiniz bile böyle bir şeyi isteyecektir. Hem sizden
kurtulmuş olacaktır; hem de sizi bir kurban olarak kahramanlaştırıp bunun
rantını da yiyebilecektir.
Başında bulunduğunuz Türk Devleti’nin stratejik çıkarları
isteyecektir. Çünkü siz orada olduğunuz sürece kimseyle ilişki kuramaz, kurması
için de, siz devlet başkanı olduğunuzdan, özür dileseniz bile, bir devlet
olarak kendini aşağılanma durumlarında bulacağından, varlığınızdan ise,
yokluğunuz yeğ olacaktır.
Hâsılı siz kendinizi tam anlamıyla köşeye sıkıştırdınız.
Sizin varlığınızı isteyecek kimse kalmıyor giderek.
*
Diyelim ki, böyle bir akıbetten kendinizi korudunuz.
Ama Referandum’dan sonra güç dengeleri değişecektir. Şimdiye
kadar sizin gücünüzden korkup ses çıkarmayanlar kafalarını kaldıracaklardır.
Yani bastığınız toprağın altınızdan kaydığını göreceksiniz.
Ve sizin de çok iyi bildiğiniz gibi, bir kere ayağınız
kaydığında bütün birikmiş hınçlar ve şimdiye kadar ortaya çıkarılmamış dosyalar
ortaya çıkacaktır.
Büyük bir olasılıkla, bir süre sonra kendinizi uluslararası
bir mahkemenin sanık sandalyesinde göreceksiniz.
Yani sizi iki alternatif bekliyor.
Biri bir suikasta kurban gitmeniz. Bu herkesin çıkarına
olabilecek en temiz ve sancısız bir operasyon olur.
Diğeri, sizin tıpkı Miloseviç gibi bir mahkemeye
çıkarılmanız ve orada yargılanmanız.
Tabii bir üçüncü alternatif daha var. Suudi Arabistan veya
benzeri bir ülkeye kaçmanız. Ancak bu alternatif de çok zor görünüyor. Çünkü
onlar sizin düştüğünüzü görünce, size en çok ve ilk vuranlar olacaktır.
*
İşte önerim sizi bu içinde bulunduğunuz kötü durumdan
çıkarmaya, herkes için en sağlıklı yolu açmaya ve güzel bir örnek oluşturmaya
yönelik.
Önerim: referandumu bile beklemeden derhal istifa etmeniz ve
size yapılan suçlamalara karşı suçsuz olduğunuzu kanıtlamak ve insanların
vicdanında olsun beraat etmek için yargılanmaya hazır olduğunuzu ilan
etmenizdir.
Ben sıradan bir yurttaş olarak, sizin tamamen tarafsız bir
mahkemede, en adil biçimde yargılanmanız için her türlü mücadeleye varım ve
milyonlarca insanın da sizin adil bir şekilde yargılanmanız için
çabalayacağınızdan eminim.
Size şunları garanti edebiliriz.
Örneğin bağımsız bir kurumca önerilenler içinden sizin
tarafsız olabileceğini düşündüğünüz yargıçlar sizi yargılayabilir.
Siz rakiplerinize böyle bir hakkı tanımadınız ama size böyle
bir hak tanınabilir.
Ama bizim de bir koşulumuz olacak tabii. Bu da sizin
lehinizedir eğer gerçekten vicdanlarda beraat etmeye layıksanız. Bütün
delillerin ve mahkeme safahatının tüm insanlara açık olması ve tüm mahkeme
safahatının tamamen yayınlanması; tüm dosyaların tüm yurttaşlarca
görülebilmesi.
*
Mahkeme sonunda herhangi bir fiili ceza almayacaksınız.
Sadece insanların vicdanında suçlanacak ve beraat
edeceksiniz.
Hâsılı, size önerim, “ben
bütün yetki ve gücümden azade olarak, tüm yurttaşlarımın bana yaptıklarımın
hesabını sorması için, onların vicdanında beraat edebilmek için kendimi açık
bir yargıya sunuyorum” demeniz.
Bunu yaptığınızda hem insanlığa çok değerli bir örnek sunmuş
olursunuz; hem bu politik tıkanmanın ve toplumdaki kutuplaşmanın aşılmasını
sağlarsınız, hem de kendinizi daha kötü gelişmelerin nesnesi olmaktan korumuş
olursunuz.
*
Sizin çok delikanlı olduğunuz söyleniyor.
Yapın bir delikanlılık ve gösterin delikanlı olduğunuzu.
Önerim özetle böyle.
Tabii daha sağlam garantiler isteyebilirsiniz. Öneri daha
somut ve ayrıntılı olarak tartışılabilir ve gerekli değişiklikler yapılabilir
vs. bunlara da açıktır.
Önemli olan işin özüdür.
Emin olun bu sizin için ve bütün insanlar ve yurttaşlar için
en az acılı çıkış yoludur.
Ve son çıkıştır.
13 Mart 2017 Pazartesi
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Bu yazı ilk olarak şurada yayınlandı:
https://steemit.com/tr/@demiraltona/chp-hdp-ve-iyi-parti-ye-cagri-erdogan-a-bir-sans-verin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder