“Tek millet, tek devlet,
tek bayrak, tek ülke” sloganı aslında sosyalistlerin ve gerçek
demokratların savunması gereken bir slogandır.
CHP’nin de, Erdoğan’ın da, Askeri Bürokratik Oligarşinin de
nasıl bir kandırmaca içinde olduklarını gösterecek, onların ideolojik
egemenliğine son verecek; ipliğini pazara çıkaracak olan slogan budur.
Ama bunu sosyalistlerin ve demokratların anlaması çok zordur.
Çünkü sosyalistler ve demokratlar, tam da bu slogana karşı çıkarlarken, karşı çıktıklarıyla aynı gerici ve karşı devrimci
bir ulus ve ulusçuluk anlayışını paylaşmaktadırlar. Bun dedenle anlamaları
çok zordur. “O mahiler ki derya içindedirler deryayı bilmezler.” Milliyetçiler milliyetçi
olduklarını göremezler çünkü milliyetçiliğin ne olduğunu anlayamazlar.
Bu sloganda esas sorun, sloganda ya da “tek” sözcüğünde değil;
ulusun nasıl tanımlandığında ve tanımlanacağındadır. Sorunu “tek”miş gibi
görmek veya göstermek, gerçek sorunu gözden kaçırmanın ve egemen gerici
ulusçuluğun egemenliğini sürdürmenin aracıdır.
Ulusu bir dille, bir dinle, bir kültürle vs. tanımlayan bir
ulusçu, yani gericinin gericisi, karşı devrimcinin katmerlisi bir ulusçu
iseniz; bunu örneğin Türklükle tanımlanmış bir ulusçuluk ile anladığınızda,
yukarıdaki “Tek”lerin yerine Türk sözcüğünü koyarak anlarsınız.
Yani “tek millet”, Türk Milleti; “tek bayrak”, Türk bayrağı
vs. diye anlaşılır.
Maalesef sosyalistler ve demokratlar, güya karşı çıktıkları
Türk devletiyle aynı ulus ve ulusçuluk anlayışını paylaştıklarından, akıllarınca
“tekçiliğe” “çoğulculukla” karşı çıktıklarını sanmakta, ama aslında var olan ulus
ve ulusçuluk anlayışının, paradigmanın, yeniden üretilmesine ve bu gerici
ulusçuluğun sınırsız egemenliğine yol açmaktadırlar; üstüne üstlük politik
olarak da kendilerini bölücü duruma düşürmektedirler.
Örneğin HDP bu slogana karşı çıkıyor ve çoğulculuğu
savunduğunu söylüyor.
Ama bu karşı çıkışında gerici ve karşı devrimci ulus ve
ulusçuluk anlayışını yeniden üretiyor.
Asıl yapılması gereken ise, bu ideolojik egemenliği, bu
gerici ve karşı devrimci ulus ve ulusçuluk anlayışını; bu sloganın savunulması
ve karşı çıkılışında dayanılan ulus ve ulusçuluk anlayışını yıkmaktır.
O zaman ancak taşlar yerine oturabilir ve demokratlar gerçekten
bir ideolojik egemenlik kurabilir.
Bu sloganı savunan ve karşı çıkanların ortak anlayışında, iki
gizli varsayım vardır.
Birinci varsayım: ulusların, insanların kabulleri dışında,
tıpkı sınıflar gibi var olan “şeyler” olduğudur.
İkinci varsayım: Ulusların, ya bir dile, ya bir dine, ya bir
etniye, ya bir tarihe vs. (veya bunların farklı kombinasyonlarına) dayanan “şeyler”,
olabileceğidir.
Bu iki varsayım baştan aşağı yanlıştır ve gerici ve karşı
devrimci ulusların ve ulusçuluğun dayandığı varsayımlardır.
Birincisi, uluslar sınıflar gibi değil, dinler gibidir. Yani
uluslar olduğu için ulusçular değil,
ulusçular olduğu için uluslar vardır. Müslümanlık olduğu için Müslümanlar değil,
Müslümanlar olduğu için Müslümanlık vardır.
Sınıflar ise insanların bilinçlerinden ve onu kabullerinden bağımsız olarak
vardırlar. Ulusçuların iddiası ise, ulusların sınıflar gibi insanların
kabulleri dışında var olduğu, ulusçuların sadece bunun bilincine varmış
olduklarıdır. Yani Türkler olduğu için Türk Milliyetçileri vardır onlara göre,
Türk milliyetçileri olduğu için Türkler değil.
İkincisi, yine birinciye bağlı olarak, uluslar bir dile, bir
tarihe, bir soya, kültüre, bir dine dayanacaklar diye bir sosyolojik veya
tarihsel bir kural yoktur. (Avusturyalılar ve Almanlar aynı dili konuşurlar ama
ayrı uluslardır. Amerikan ulusunu kuranlar İngilizlerle aynı dilden ve dildendiler
ama ayrı ulus kurdular. Ve bu ulusu bir dile ya da dine dayandırmadılar, onu o
zamana göre dil ve din körü olarak kurdular. İsviçreliler bir sürü dil
konuşurlar ve farklı dinlerdedirler ama İsviçre ulusudurlar.) Böyle bir kuralın
varlığını iddia etmek de gerici ve karşı devrimci ulusçuluğun iddiasıdır. (Stalin’in
ulus tanımı böyledir örneğin.) Aksine hiçbir dine, dile, tarihe, etniye dayanmayan
uluslar da olabilir.
Demokratik bir ulusçuluk, yani yurttaşların biçimsel
eşitliğini esas alan bir ulusçuluk böyle olmak zorundadır.
“Tek bayrak, Tek Ulus…” sloganına karşı çıkanların bütün argümanlarına
bakın, analiz edin; hepsi aslında gizlice yukarıdaki iki gizli varsayımı
paylaşmaktadırlar.
Yani karşı çıktıklarıyla aynı karşı devrimci ve gerici ulusçuluk
anlayışını paylaşmaktadırlar. HDP ile Türk Ulusalcıları, Sosyalistler ile CHP, liberaller
ile Erdoğan aynı ulus ve ulusçuluk anlayışını paylaştığı için; en keskin
muhalif görüneni bile, bu ulus ve ulusçuluğu tartışmayı ve sorgulamayı gündeme
getiremediği için Türkiye’de politika tam bir çıkmaz içindedir ve muhalefet bir
alternatif program ortaya çıkaramamaktadır.
Bu varsayımlar çerçevesinde ortaya çıkman alternatif program,
(örneğin Kürt Özgürlük Hareketinin veya HDP’nin programı) ister istemez bölücü
olmak zorundadır ve Türk çoğunluğu, hatta Kürtlerin de önemli bir kısmını, bölünme
ve iç savaş korkusuyla askeri bürokratik oligarşinin veya Erdoğan’ın kollarına
atmaktadır.
*
Demokratik bir ulusu kurmak için önce demokratik ulusçuların
ortaya çıkması gerekir.
Demokratik ulusçular ulusu, bir dille, dinle, etniyle,
tarihle, soyla, ırkla, kültünle vs. tanımlamaya karşı tanımlarlar.
Ama bunun için var olan ulusçuluğun bir eleştirisini
yapmaları, yeni ve demokratik ulusçuluğun paradigmasını egemen kılmaları
gerekir. Bunun için de kendilerinin birer gerici ulusçu olduklarını görmeleri
gerekir. Yani önce kendi nefislerine karşı bir savaşa girmeleri, savaşların en
kutsalına girmeleri gerekir.
Ancak bundan sonra, ulusların ve ulusçuluğun ne olduğuna
dair bir tartışmayı toplumun gündemine sokabilirler.
*
Demokratik bir ulusun resmi dili olmaz, dini olmaz, tarihi
olmaz, kültürü olmaz, “milli değerleri” olmaz. Demokrasinim değerleri, yani
yurttaşların hukuki ve biçimsel eşitliğinin değerleri onun “milli Değerleri” olur.
Demokratik bir ulusta insanların “milli hisleri” demokratik haklara
karşı bir saldırı olduğunda kabarır.
Demokratik bir ulusta yurttaşların dili, dini, kültürü,
etnisi politik bir anlama sahip olmaz, devlet ya da politik olan bunların körü
olur. Bütün bunlar yurttaşların kişisel sorunu olur.
Örneğin demokratik bir ulusun okullarında, ulusun ulusçular
tarafından yaratıldığı; ulusların tarihinin olmadığı; gerici ulusçuların
ulusların tarihi olduğunu iddia ettiği; işte bizzat hiçbir dile, dine, soya,
tarihe göre tanımlanmayan, böyle tanımlanmaya karşı tanımlanan bu ulusun da bir
ulus olduğu, ama bunun diller, dinler, soyar, etniler, kültürler vs. karşısında
kör yurttaşlarının bu bakımdan eşitliğine dayanan bir ulus olduğu okutulur.
Böyle bir ulusta bir resmi dil olmayacağı için bu dersleri ve
önermeleri herkes kendi ana dilinde
okur.
*
O halde sorun tek dilin, tek bayrağın vs. yani tekliğin
savunulması veya karşı çıkılması değil; hangi ulusçuluğa dayanıldığı ve
savunulduğudur. Yani o tekliğin içinin nasıl doldurulduğu ve doldurulacağıdır.
Gerici bir ulusçulukta bu tekçilik diğer dillerden,
dinlerden vs. yurttaşları ezmenin bir arcı iken, demokratik bir ulusçulukta bu
tekçilik; gerici bir dile, dine dayanan ulusçuluğu ortadan kaldırmanın; egemen
olmaktan çıkarmanın bir aracı olur.
Sorunu ulusun hangi dile veya dine göre tanımlanacağından;
ulusun neye göre tanımlanacağına çekmek gerekir. Böyle bir paradigma değişimi
olmadan, Türkiye’de veya dünyanın hiçbir yerinde en küçük bir demokratik
dönüşüm olması mümkün değildir.
Demokratlar ve sosyalistler, tartışmayı “tekçilik”ten veya “çoğulculuk”tan; veya “çok
renklilikten”; veya “ötekileştirmek”ten;
hangi ulusçuluğa dayanılacağına; kimin
ötekileştirileceğine çekmedikleri sürece yenilmeye mahkûmdurlar.
Türklerin ulusun Türklükle tanımlanmasına karşı çıkanları,
Ulusu Türklükle tanımlayanlarla bölünmeden, onları ötekileştirmeden demokratik
bur ulus kuramazlar. Bunun için ise önce hangi ulusçuluğa dayanılması gerektiği
tartışılmalıdır. Aynı şey elbet Kürtler ve bütün diğer uluslar ve ulusçular
için de geçerlidir.
Yani, eğer tartışma buraya çekilebilirse, o zaman bu askeri
bürokratik oligarşinin, bu faşistlerin gerçek yüzü daha iyi açığa çıkarılabilir.
Ama daha önemlisi onların bu ulusçuluk ve ulus tanımlarının ipliği pazara
çıkarılıp onun ideolojik egemenliğine son verilebilir.
Her hangi bir dille, dinle soyla, tanımlanmaya karşı
tanımlanmış bir ulusu savunmakta mümkündür. Hatta sadece mümkün değil; ekmek
kadar, su kadar gereklidir.
Böyle bir demokratik ulusçuluğun savunusu olur başlıktaki
slogan.
Evet, tek bayrak.
Demokratik bir ulusun bayrağı ne olur?
Hiçbir dile, dine, soya, sopa, kültüre tarihe bir göndermesi
olmayan bir bayrak olur. Örneğin beyaz bir bez parçası olur.
Evet, tek bir ülke.
Böyle bir ulus, kendini bir dille, dinle, soyla, toprak
parçasıyla tanımlamadığından sınırları tüm yeryüzü olur. En azandan amacı bu
olur.
Böyle bir ulus egemenlik alanında bir politik birimin, yani
bir bölgenin, ya da belli bir dilden veya dinden insanların yoğunlaştığı bir
yerin kendini bir dille, dinle tanımlamasına da olanak vermez ve vermemelidir. Çünkü
ulusu bir dille, dinle, toprak parçasıyla tanımlamaya karşı tanımlamak ile bir
ulusu bir dille dinle tanımlamak bir arada bulunamaz. Bu tıpkı Allah’a şirk
koşmak gibidir. İnsan hem Allah’ın birliğine ve tekliğine inanıp hem de putlara
tapamaz.
Evet, tek bir ulus.
Ulusu bir dille, dinle, tarihle, soyla, kültürle, toprak
parçasıyla tanımlamadığınızda ulusun bir sınırı çizilemez olur ve tüm yeryüzündeki
insanları kapsama potansiyeli ortaya çıkar.
Evet, tek bir devlet.
Bu hiçbir toprak parçasıyla, dille, dinle vs. sınırlanmamış,
bunların körü olan devlet, bir dünya cumhuriyetinden başka ne olabilir?
Körlüğünü topraklara kadar geliştirmiş bir devlet, yani demokratik
cumhuriyet, aynı zamanda ulusal devletlerin sonu; demokratik bir ulusçuluk da
en demokratik ulusçuluğun bile aşılması olarak; niceliğin niteliğe dönüşümü
olarak ortaya çıkar.
O halde gelin bu şiarı kendi demokratik içeriğimizle bizler
yükseltelim.
Ulusu bir dille, dinle, soyla, etniyle, tarihle, toprak
parçasıyla tanımlamanın nasıl bölücülük olduğunu gösterelim.
Tek Bayrak: hiç bir dile, dine göndermesi olmayan beyaz bir
bayrak.
Tek Millet: Hiçbir dile, dine, tarihe dayanmayan bunların
körü bir millet
Tek Ülke: Hiçbir dille, dinle, tarihle, bölgeyle vs. kendini
sınırlamayan, tüm insanların eşit yurttaşlar olduğu tek ülke, tüm yeryüzü.
Tak Devlet: Tüm yeryüzü ölçüsünde insanların ortak
yaşamaktan doğan ihtiyaçlarını karşılayacakları, artık kelimenin yaygın
anlamıyla devlet olmayan, tek bir devlet.
Sosyalistler bu sloganı yükselttikleri an, Türkiye’de ve
dünyada içinde bulundukları programsızlık ve stratejisizlikten çıkmak için ilk
adımı atmış olurlar.
Demir Küçükaydın
1 yorum:
Bu yazıdan anladığım, ulus-devletlerin tasfiye edilmesi ve demokratik bir dünya ulusunun inşa edilmesi gerektiği.
Buraya kadar bir problem yok.
Yalnız şu var: Etnik ayrımcılığın giderilmesi sürecinde mesela Kürt toplumu Türk toplumu karşısında ne yapmalı?
Evrensel bir mesaj olarak gelin hep beraber dünya ulusunu kuralım diyebilir, ama bu sırada hayatta kalmak için dilini, kültürünü ve bunlara bağlı olarak soyunu sürdürebilmesi gerekiyor. Aksi takdirde eriyip gitmeye devam edecek.
Kürt milliyetçiliğinin hem haklı, hem realist dayanak noktası bu. Ancak mazlum milliyetçiliği yapmanın şartları ortadan kalktığında bir toplumun milliyetçiliği olumsuzlanabilir. Bu anlamda, Türk toplumunun da bir ölçüde milliyetçi olma hakkı var - zayıf ve aşağı gördüğüne karşı değil tabii.
Mazlum milliyetçiliğini bir dünya ulusu tasarımına bağlamak tabii ki insani bir sorumluluk. Şartlar gereği daha önden buyurması gereken de dilini, kültürünü ve bunlara bağlı olarak soyunu sürdürme şansını elde etmiş toplumlar. Çünkü Kürtlerin hayatta kalmak ve insanlık evrenine dahil olabilmek gibi bir gündemleri de var.
Bu gündem ihmal edildiğinde, HDP gibi Türkiye partisi olacağım diye yola çıkıp kendisini Kürtlere taşıtan, sonra da ortada kalan politik fenomenler yaşanabiliyor.
Yorum Gönder