13 Temmuz 2017 Perşembe

Evet, “Tek Millet, Tek Devlet, Tek Bayrak, Tek Ülke”yi Demokratlar ve Sosyalistler Savunmalı

Tek millet, tek devlet, tek bayrak, tek ülke” sloganı aslında sosyalistlerin ve gerçek demokratların savunması gereken bir slogandır.
CHP’nin de, Erdoğan’ın da, Askeri Bürokratik Oligarşinin de nasıl bir kandırmaca içinde olduklarını gösterecek, onların ideolojik egemenliğine son verecek; ipliğini pazara çıkaracak olan slogan budur.
Ama bunu sosyalistlerin ve demokratların anlaması çok zordur. Çünkü sosyalistler ve demokratlar, tam da bu slogana karşı çıkarlarken, karşı çıktıklarıyla aynı gerici ve karşı devrimci bir ulus ve ulusçuluk anlayışını paylaşmaktadırlar. Bun dedenle anlamaları çok zordur. “O mahiler ki derya içindedirler deryayı bilmezler.” Milliyetçiler milliyetçi olduklarını göremezler çünkü milliyetçiliğin ne olduğunu anlayamazlar.

Bu sloganda esas sorun, sloganda ya da “tek” sözcüğünde değil; ulusun nasıl tanımlandığında ve tanımlanacağındadır. Sorunu “tek”miş gibi görmek veya göstermek, gerçek sorunu gözden kaçırmanın ve egemen gerici ulusçuluğun egemenliğini sürdürmenin aracıdır.
Ulusu bir dille, bir dinle, bir kültürle vs. tanımlayan bir ulusçu, yani gericinin gericisi, karşı devrimcinin katmerlisi bir ulusçu iseniz; bunu örneğin Türklükle tanımlanmış bir ulusçuluk ile anladığınızda, yukarıdaki “Tek”lerin yerine Türk sözcüğünü koyarak anlarsınız.
Yani “tek millet”, Türk Milleti; “tek bayrak”, Türk bayrağı vs. diye anlaşılır.
Maalesef sosyalistler ve demokratlar, güya karşı çıktıkları Türk devletiyle aynı ulus ve ulusçuluk anlayışını paylaştıklarından, akıllarınca “tekçiliğe” “çoğulculukla” karşı çıktıklarını sanmakta, ama aslında var olan ulus ve ulusçuluk anlayışının, paradigmanın, yeniden üretilmesine ve bu gerici ulusçuluğun sınırsız egemenliğine yol açmaktadırlar; üstüne üstlük politik olarak da kendilerini bölücü duruma düşürmektedirler.
Örneğin HDP bu slogana karşı çıkıyor ve çoğulculuğu savunduğunu söylüyor.
Ama bu karşı çıkışında gerici ve karşı devrimci ulus ve ulusçuluk anlayışını yeniden üretiyor.
Asıl yapılması gereken ise, bu ideolojik egemenliği, bu gerici ve karşı devrimci ulus ve ulusçuluk anlayışını; bu sloganın savunulması ve karşı çıkılışında dayanılan ulus ve ulusçuluk anlayışını yıkmaktır.
O zaman ancak taşlar yerine oturabilir ve demokratlar gerçekten bir ideolojik egemenlik kurabilir.
Bu sloganı savunan ve karşı çıkanların ortak anlayışında, iki gizli varsayım vardır.
Birinci varsayım: ulusların, insanların kabulleri dışında, tıpkı sınıflar gibi var olan “şeyler” olduğudur.
İkinci varsayım: Ulusların, ya bir dile, ya bir dine, ya bir etniye, ya bir tarihe vs. (veya bunların farklı kombinasyonlarına) dayanan “şeyler”, olabileceğidir.
Bu iki varsayım baştan aşağı yanlıştır ve gerici ve karşı devrimci ulusların ve ulusçuluğun dayandığı varsayımlardır.
Birincisi, uluslar sınıflar gibi değil, dinler gibidir. Yani uluslar olduğu için ulusçular değil, ulusçular olduğu için uluslar vardır. Müslümanlık olduğu için Müslümanlar değil, Müslümanlar olduğu için Müslümanlık vardır. Sınıflar ise insanların bilinçlerinden ve onu kabullerinden bağımsız olarak vardırlar. Ulusçuların iddiası ise, ulusların sınıflar gibi insanların kabulleri dışında var olduğu, ulusçuların sadece bunun bilincine varmış olduklarıdır. Yani Türkler olduğu için Türk Milliyetçileri vardır onlara göre, Türk milliyetçileri olduğu için Türkler değil.
İkincisi, yine birinciye bağlı olarak, uluslar bir dile, bir tarihe, bir soya, kültüre, bir dine dayanacaklar diye bir sosyolojik veya tarihsel bir kural yoktur. (Avusturyalılar ve Almanlar aynı dili konuşurlar ama ayrı uluslardır. Amerikan ulusunu kuranlar İngilizlerle aynı dilden ve dildendiler ama ayrı ulus kurdular. Ve bu ulusu bir dile ya da dine dayandırmadılar, onu o zamana göre dil ve din körü olarak kurdular. İsviçreliler bir sürü dil konuşurlar ve farklı dinlerdedirler ama İsviçre ulusudurlar.) Böyle bir kuralın varlığını iddia etmek de gerici ve karşı devrimci ulusçuluğun iddiasıdır. (Stalin’in ulus tanımı böyledir örneğin.) Aksine hiçbir dine, dile, tarihe, etniye dayanmayan uluslar da olabilir.
Demokratik bir ulusçuluk, yani yurttaşların biçimsel eşitliğini esas alan bir ulusçuluk böyle olmak zorundadır.
“Tek bayrak, Tek Ulus…” sloganına karşı çıkanların bütün argümanlarına bakın, analiz edin; hepsi aslında gizlice yukarıdaki iki gizli varsayımı paylaşmaktadırlar.
Yani karşı çıktıklarıyla aynı karşı devrimci ve gerici ulusçuluk anlayışını paylaşmaktadırlar. HDP ile Türk Ulusalcıları, Sosyalistler ile CHP, liberaller ile Erdoğan aynı ulus ve ulusçuluk anlayışını paylaştığı için; en keskin muhalif görüneni bile, bu ulus ve ulusçuluğu tartışmayı ve sorgulamayı gündeme getiremediği için Türkiye’de politika tam bir çıkmaz içindedir ve muhalefet bir alternatif program ortaya çıkaramamaktadır.
Bu varsayımlar çerçevesinde ortaya çıkman alternatif program, (örneğin Kürt Özgürlük Hareketinin veya HDP’nin programı) ister istemez bölücü olmak zorundadır ve Türk çoğunluğu, hatta Kürtlerin de önemli bir kısmını, bölünme ve iç savaş korkusuyla askeri bürokratik oligarşinin veya Erdoğan’ın kollarına atmaktadır.
*
Demokratik bir ulusu kurmak için önce demokratik ulusçuların ortaya çıkması gerekir.
Demokratik ulusçular ulusu, bir dille, dinle, etniyle, tarihle, soyla, ırkla, kültünle vs. tanımlamaya karşı tanımlarlar.
Ama bunun için var olan ulusçuluğun bir eleştirisini yapmaları, yeni ve demokratik ulusçuluğun paradigmasını egemen kılmaları gerekir. Bunun için de kendilerinin birer gerici ulusçu olduklarını görmeleri gerekir. Yani önce kendi nefislerine karşı bir savaşa girmeleri, savaşların en kutsalına girmeleri gerekir.
Ancak bundan sonra, ulusların ve ulusçuluğun ne olduğuna dair bir tartışmayı toplumun gündemine sokabilirler.
*
Demokratik bir ulusun resmi dili olmaz, dini olmaz, tarihi olmaz, kültürü olmaz, “milli değerleri” olmaz. Demokrasinim değerleri, yani yurttaşların hukuki ve biçimsel eşitliğinin değerleri onun “milli Değerleri” olur.
Demokratik bir ulusta insanların “milli hisleri” demokratik haklara karşı bir saldırı olduğunda kabarır.
Demokratik bir ulusta yurttaşların dili, dini, kültürü, etnisi politik bir anlama sahip olmaz, devlet ya da politik olan bunların körü olur. Bütün bunlar yurttaşların kişisel sorunu olur.
Örneğin demokratik bir ulusun okullarında, ulusun ulusçular tarafından yaratıldığı; ulusların tarihinin olmadığı; gerici ulusçuların ulusların tarihi olduğunu iddia ettiği; işte bizzat hiçbir dile, dine, soya, tarihe göre tanımlanmayan, böyle tanımlanmaya karşı tanımlanan bu ulusun da bir ulus olduğu, ama bunun diller, dinler, soyar, etniler, kültürler vs. karşısında kör yurttaşlarının bu bakımdan eşitliğine dayanan bir ulus olduğu okutulur.
Böyle bir ulusta bir resmi dil olmayacağı için bu dersleri ve önermeleri herkes kendi ana dilinde okur.
*
O halde sorun tek dilin, tek bayrağın vs. yani tekliğin savunulması veya karşı çıkılması değil; hangi ulusçuluğa dayanıldığı ve savunulduğudur. Yani o tekliğin içinin nasıl doldurulduğu ve doldurulacağıdır.
Gerici bir ulusçulukta bu tekçilik diğer dillerden, dinlerden vs. yurttaşları ezmenin bir arcı iken, demokratik bir ulusçulukta bu tekçilik; gerici bir dile, dine dayanan ulusçuluğu ortadan kaldırmanın; egemen olmaktan çıkarmanın bir aracı olur.
Sorunu ulusun hangi dile veya dine göre tanımlanacağından; ulusun neye göre tanımlanacağına çekmek gerekir. Böyle bir paradigma değişimi olmadan, Türkiye’de veya dünyanın hiçbir yerinde en küçük bir demokratik dönüşüm olması mümkün değildir.
Demokratlar ve sosyalistler, tartışmayı “tekçilik”ten veya “çoğulculuk”tan; veya “çok renklilikten”; veya “ötekileştirmek”ten; hangi ulusçuluğa dayanılacağına; kimin ötekileştirileceğine çekmedikleri sürece yenilmeye mahkûmdurlar.
Türklerin ulusun Türklükle tanımlanmasına karşı çıkanları, Ulusu Türklükle tanımlayanlarla bölünmeden, onları ötekileştirmeden demokratik bur ulus kuramazlar. Bunun için ise önce hangi ulusçuluğa dayanılması gerektiği tartışılmalıdır. Aynı şey elbet Kürtler ve bütün diğer uluslar ve ulusçular için de geçerlidir.
Yani, eğer tartışma buraya çekilebilirse, o zaman bu askeri bürokratik oligarşinin, bu faşistlerin gerçek yüzü daha iyi açığa çıkarılabilir. Ama daha önemlisi onların bu ulusçuluk ve ulus tanımlarının ipliği pazara çıkarılıp onun ideolojik egemenliğine son verilebilir.
Her hangi bir dille, dinle soyla, tanımlanmaya karşı tanımlanmış bir ulusu savunmakta mümkündür. Hatta sadece mümkün değil; ekmek kadar, su kadar gereklidir.
Böyle bir demokratik ulusçuluğun savunusu olur başlıktaki slogan.
Evet, tek bayrak.
Demokratik bir ulusun bayrağı ne olur?
Hiçbir dile, dine, soya, sopa, kültüre tarihe bir göndermesi olmayan bir bayrak olur. Örneğin beyaz bir bez parçası olur.
Evet, tek bir ülke.
Böyle bir ulus, kendini bir dille, dinle, soyla, toprak parçasıyla tanımlamadığından sınırları tüm yeryüzü olur. En azandan amacı bu olur.
Böyle bir ulus egemenlik alanında bir politik birimin, yani bir bölgenin, ya da belli bir dilden veya dinden insanların yoğunlaştığı bir yerin kendini bir dille, dinle tanımlamasına da olanak vermez ve vermemelidir. Çünkü ulusu bir dille, dinle, toprak parçasıyla tanımlamaya karşı tanımlamak ile bir ulusu bir dille dinle tanımlamak bir arada bulunamaz. Bu tıpkı Allah’a şirk koşmak gibidir. İnsan hem Allah’ın birliğine ve tekliğine inanıp hem de putlara tapamaz.
Evet, tek bir ulus.
Ulusu bir dille, dinle, tarihle, soyla, kültürle, toprak parçasıyla tanımlamadığınızda ulusun bir sınırı çizilemez olur ve tüm yeryüzündeki insanları kapsama potansiyeli ortaya çıkar.
Evet, tek bir devlet.
Bu hiçbir toprak parçasıyla, dille, dinle vs. sınırlanmamış, bunların körü olan devlet, bir dünya cumhuriyetinden başka ne olabilir?
Körlüğünü topraklara kadar geliştirmiş bir devlet, yani demokratik cumhuriyet, aynı zamanda ulusal devletlerin sonu; demokratik bir ulusçuluk da en demokratik ulusçuluğun bile aşılması olarak; niceliğin niteliğe dönüşümü olarak ortaya çıkar.
O halde gelin bu şiarı kendi demokratik içeriğimizle bizler yükseltelim.
Ulusu bir dille, dinle, soyla, etniyle, tarihle, toprak parçasıyla tanımlamanın nasıl bölücülük olduğunu gösterelim.
Tek Bayrak: hiç bir dile, dine göndermesi olmayan beyaz bir bayrak.
Tek Millet: Hiçbir dile, dine, tarihe dayanmayan bunların körü bir millet
Tek Ülke: Hiçbir dille, dinle, tarihle, bölgeyle vs. kendini sınırlamayan, tüm insanların eşit yurttaşlar olduğu tek ülke, tüm yeryüzü.
Tak Devlet: Tüm yeryüzü ölçüsünde insanların ortak yaşamaktan doğan ihtiyaçlarını karşılayacakları, artık kelimenin yaygın anlamıyla devlet olmayan, tek bir devlet.
Sosyalistler bu sloganı yükselttikleri an, Türkiye’de ve dünyada içinde bulundukları programsızlık ve stratejisizlikten çıkmak için ilk adımı atmış olurlar.
Demir Küçükaydın

1 yorum:

Ömer F. Kurhan dedi ki...

Bu yazıdan anladığım, ulus-devletlerin tasfiye edilmesi ve demokratik bir dünya ulusunun inşa edilmesi gerektiği.

Buraya kadar bir problem yok.

Yalnız şu var: Etnik ayrımcılığın giderilmesi sürecinde mesela Kürt toplumu Türk toplumu karşısında ne yapmalı?

Evrensel bir mesaj olarak gelin hep beraber dünya ulusunu kuralım diyebilir, ama bu sırada hayatta kalmak için dilini, kültürünü ve bunlara bağlı olarak soyunu sürdürebilmesi gerekiyor. Aksi takdirde eriyip gitmeye devam edecek.

Kürt milliyetçiliğinin hem haklı, hem realist dayanak noktası bu. Ancak mazlum milliyetçiliği yapmanın şartları ortadan kalktığında bir toplumun milliyetçiliği olumsuzlanabilir. Bu anlamda, Türk toplumunun da bir ölçüde milliyetçi olma hakkı var - zayıf ve aşağı gördüğüne karşı değil tabii.

Mazlum milliyetçiliğini bir dünya ulusu tasarımına bağlamak tabii ki insani bir sorumluluk. Şartlar gereği daha önden buyurması gereken de dilini, kültürünü ve bunlara bağlı olarak soyunu sürdürme şansını elde etmiş toplumlar. Çünkü Kürtlerin hayatta kalmak ve insanlık evrenine dahil olabilmek gibi bir gündemleri de var.

Bu gündem ihmal edildiğinde, HDP gibi Türkiye partisi olacağım diye yola çıkıp kendisini Kürtlere taşıtan, sonra da ortada kalan politik fenomenler yaşanabiliyor.