28 Ekim 2017 Cumartesi

Geliyorum Diyen Felaket (14 Yıl Önce Kerkük için yazılmış bir yazı)

(Aşağıdaki yazı 2004 yazında Ülkede Özgür Gündem’de yayınlanmıştı. Kerkük konusunda niye yazmıyorsun diye soran okuyuculara o yazıdaki görüşlerimi esas olarak aynen koruduğumu aynı çözümü önerdiğimi tekrarlamak isterim. Demir Küçükaydın - 28 Ekim 2017 Cumartesi)
Bugünkü Irak, giderek, parçalanmadan önceki Yugoslavya’ya benziyor. Orada da, tıpkı bir zamanların Yugoslavya’sında olduğu gibi etniler ve dinler bölünmesine karşı çıkanların sesi daha az duyulur oluyor ve etkileri azalıyor. Birçok gazeteci gibi, Cemal Uçar’ın da aktardığı izlenimler, bir etniler ve dinler boğazlaşmasına doğru hızla yol alındığını gösteriyor.
Etniye, dile, soya, dine, tarihe dayanan gerici milliyetçilik, doğduğu günden beri, her zaman halkların katliamlarına yol açmıştır. En katliama yol açmadığı yerlerde bile, zorunlu kitle sürgünlerine.

Bu milliyetçiliğin ilk büyük zafer yürüyüşü Balkanlarda oldu. Bunu Balkanlar’dan Müslümanların sürülüşü ve daha sonra da bizzat kalanların birbirini boğazlaması izledi. Bunu, Anadolu’daki Ermeni katliamları, Mübadeleler izledi; onu Yahudilerin toplu imhası. Pek az bilineni ve bugün Hitler’in günahları nedeniyle sözü edilmeyeni, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yine bu gerici milliyetçiliğin bütün Avrupa’da milyonlarca Almanın sürülmesine ve bu sürgünlerde tıpkı Ermenilerinkinde olduğu gibi yüz binlerce, kimi tahminlere göre milyonlarca insanın ölümüne yol açtığıdır. İsrail, tıpkı Türkiye’nin Ermeni, Süryani katliamları ve Rum mübadeleleri üzerinde yükselişi gibi, Arapların sürülüşü ve katliamı üzerinde var oldu. Ve şimdi Irak dolu dizgin bu noktaya doğru gidiyor.
Bu gidiş durdurulabilirdi. Barzani ve Talabani, eğer PKK gibi bir programa sahip olsalardı, ulusu Kürtlük veya Araplık gibi, etnik, dilsel, tarihsel biçimde tanımlamayıp,  Irak’ta, tıpkı gerçek bir laik sistemde devletin nasıl dini olmaz ve bütün dinler eşit olursa, dili, etnisi, soyu, tarihi olmayan bir demokratik Irak ve Orta Doğu’yu savunsalardı, bütün bölge ezilenlerinin kalplerini ve desteğini kazanırlar; Irak’ı parçalamak isteyen ve bunun için de Irak’ı dil, etni ve din dengelerine göre  örgütleyerek bu türden bölünmelerin yolunu açan ABD ve diğer emperyalistlere karşı direnişin mayalandığı bir merkez olabilirlerdi. Böylece Irak’ın, ve muhtemelen sonra da bütün Orta doğu’nun bu kanlı boğazlaşmaya gidişini durdurabilirlerdi.
Ama bunu yapabilecek ne sınıfsal temelleri vardı ne de ideolojik şekillenmeleri. Kerkük’ün Kürtlüğü noktasında yoğunlaşarak; daha önce Saddam’ın etniye dayanan milliyetçiliği ile yaptığına, yani Arap ve Türkmenleri Kerkük'ten sürmeye; aynı mantıkla cevap vermeye kalktılar. Bir tarihsel haksızlığı yeni bir haksızlıkla düzeltmeye kalktılar.
“Kerküğün Kürt veya Arap olması önemli değildir. Bizler insanların Kürt, Arap, Türkmen, Ermeni, Süryani; Sünni, Şii olmalarının hiçbir politik anlamlarının olmadığı bir demokratik Irak istiyoruz. Bu demokratik Irak’ın, tarihi, dili, dini, etnisi olması gerekmiyor. Tıpkı Amerika’da olduğu gibi, yurttaşlık ve onun insan ve yurttaş olarak hak ve görevleri ulusu tanımlamalıdır” demediler.
Elbette, Kürtler, bu bizzat kendileri gerici ulusçuluğa göre şekillenmiş, dile, etniye, dine, soya, tarihe dayanan devletlerde ezilmektedirler. Ama bu ezilmeden kurtulmanın yolu, kurbanı olunan gerici milliyetçiliğin bir benzeri olamazdı. Elbette çok elverişli güç dengelerinde bu da olur ve her zaman olduğu gibi, yine etnilerin, dillerin, dinlerin sürgün ve imhasıyla olur.
Ama büyük politikacı, Tarihin önüne sunduğu istisnai anda, güçlü olduğu noktada, var olan paradigmaları aşıp, yeni bir açılım getirendir.
Barzani ve Talabani, bu fırsatı elde ettiler ve her zaman olduğu gibi, sınıfsal konumları, ideolojik şekillenmeleri nedeniyle Padişah olsa soğanın cücüğünü yiyecek bir çobandan daha fazla bir ufuk genişliği ve çözüm gücü gösteremediler.
İşin kötüsü, kendisi bizzat Kürtlerin de büyük felaketlerine yol açacak bu politika, PKK gibi şu an bu etniye, dile, oya dayanan milletçiliği aşabilecek ve bunu programlaştırmış biricik hareketin de sarsılmasına yol açtı.
Çok yazık! PKK’nın politikasının ve projesinin, Orta Doğu’da ulusları dile, dine, soya, etniye gör tanımlayanlarla bölünmüş bir Demokratik Cumhuriyetin biricik doğru proje ve politika olduğu, kanlı katliamlar ve sürgünlerden geçerek anlaşılacak.
Ve bu anlaşıldığında insanlar dillere, dinlere, etnilere göre öylesine derin bölünmelere uğramış olabilir ki, tekrar bir birliğin bütün yolları tıkanmış olabilir.
ABD buna oynuyor. Kendileri gerici milliyetçiliğe dayanan ve bu nedenle Kürtleri ezen uluslar ve devletler ile; onlara karşı yine onların dayandığı milliyetçilik anlayışıyla cevap vermeye kalkan Barzani ve Talabaniler bu oyunun başarısının en büyük destekçileri oluyor.
*
Bosna’daki savaşın en hızlı günlerinden birinde çalıştığım taksiye Yugoslavya’dan geldiği belli olan Boşnak olduğunu sandığım bir genç binmişti. Konuşurken Sırp mı, Hırvat mı, Boşnak mı olduğunu sormuştum. “Saraybosnalıyım” demişti.
Şehrini sormadığımı, Sırp mı, Hırvat mı, Boşnak mı olduğunu sorduğumu söyleyip soruyu tekrarlayınca; o da tekrar “Saraybosnalıyım” dedi.
O zaman bunu bilinçli olarak söylediğini fark ettim.
Karşımdakinin soya, etniye, dile, dine dayanan milliyetçiliği reddeden biri olduğunu tahmin edemezdim.
Karşımda, ho etniler ve dinler boğazlaşmasında hala beynini ve yüreğini yitirmemiş bir insan vardı. Kendisini Boşnak, Sırp, Hırvat vs. olarak, bir etniye, bir dine göre tanımlamayı reddediyordu.
Bugün de Irak’ta (Sadece Irak’ta mı? Her yerde ama Özellikle Ortadoğu’da) “Türk müsün, Kürt müsün, Arap mısın, Fars mısın, Yahudi misin?” sorusuna, her türlü etnik, dilsel, dinsel, tarihsel göndermeyi reddederek, Kerküklüyüm, Musulluyum; Bağdatlıyım, diyecek, Kürt, Türk, Arap, Fars olmayı reddedecek, o Saraybosnalı genç gibi insanlar gerekiyor.

27 Temmuz 2004 Salı

Hiç yorum yok: