(Aşağıdaki yazı 2004
yazında Ülkede Özgür Gündem’de
yayınlanmıştı. Kerkük konusunda niye yazmıyorsun diye soran okuyuculara o
yazıdaki görüşlerimi esas olarak aynen koruduğumu aynı çözümü önerdiğimi
tekrarlamak isterim. Demir Küçükaydın - 28 Ekim 2017 Cumartesi)
Bugünkü Irak, giderek, parçalanmadan önceki Yugoslavya’ya
benziyor. Orada da, tıpkı bir zamanların Yugoslavya’sında olduğu gibi etniler
ve dinler bölünmesine karşı çıkanların sesi daha az duyulur oluyor ve etkileri
azalıyor. Birçok gazeteci gibi, Cemal Uçar’ın da aktardığı izlenimler, bir
etniler ve dinler boğazlaşmasına doğru hızla yol alındığını gösteriyor.
Etniye, dile, soya, dine, tarihe dayanan gerici
milliyetçilik, doğduğu günden beri, her zaman halkların katliamlarına yol
açmıştır. En katliama yol açmadığı yerlerde bile, zorunlu kitle sürgünlerine.
Bu milliyetçiliğin ilk büyük zafer yürüyüşü Balkanlarda
oldu. Bunu Balkanlar’dan Müslümanların sürülüşü ve daha sonra da bizzat
kalanların birbirini boğazlaması izledi. Bunu, Anadolu’daki Ermeni katliamları,
Mübadeleler izledi; onu Yahudilerin toplu imhası. Pek az bilineni ve bugün
Hitler’in günahları nedeniyle sözü edilmeyeni, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra
yine bu gerici milliyetçiliğin bütün Avrupa’da milyonlarca Almanın sürülmesine ve
bu sürgünlerde tıpkı Ermenilerinkinde olduğu gibi yüz binlerce, kimi tahminlere
göre milyonlarca insanın ölümüne yol açtığıdır. İsrail, tıpkı Türkiye’nin
Ermeni, Süryani katliamları ve Rum mübadeleleri üzerinde yükselişi gibi,
Arapların sürülüşü ve katliamı üzerinde var oldu. Ve şimdi Irak dolu dizgin bu
noktaya doğru gidiyor.
Bu gidiş durdurulabilirdi. Barzani ve Talabani, eğer PKK
gibi bir programa sahip olsalardı, ulusu Kürtlük veya Araplık gibi, etnik,
dilsel, tarihsel biçimde tanımlamayıp,
Irak’ta, tıpkı gerçek bir laik sistemde devletin nasıl dini olmaz ve
bütün dinler eşit olursa, dili, etnisi, soyu, tarihi olmayan bir demokratik
Irak ve Orta Doğu’yu savunsalardı, bütün bölge ezilenlerinin kalplerini ve
desteğini kazanırlar; Irak’ı parçalamak isteyen ve bunun için de Irak’ı dil,
etni ve din dengelerine göre
örgütleyerek bu türden bölünmelerin yolunu açan ABD ve diğer
emperyalistlere karşı direnişin mayalandığı bir merkez olabilirlerdi. Böylece
Irak’ın, ve muhtemelen sonra da bütün Orta doğu’nun bu kanlı boğazlaşmaya
gidişini durdurabilirlerdi.
Ama bunu yapabilecek ne sınıfsal temelleri vardı ne de
ideolojik şekillenmeleri. Kerkük’ün Kürtlüğü noktasında yoğunlaşarak; daha önce
Saddam’ın etniye dayanan milliyetçiliği ile yaptığına, yani Arap ve Türkmenleri
Kerkük'ten sürmeye; aynı mantıkla cevap vermeye kalktılar. Bir tarihsel
haksızlığı yeni bir haksızlıkla düzeltmeye kalktılar.
“Kerküğün Kürt veya Arap olması önemli değildir. Bizler
insanların Kürt, Arap, Türkmen, Ermeni, Süryani; Sünni, Şii olmalarının hiçbir
politik anlamlarının olmadığı bir demokratik Irak istiyoruz. Bu demokratik
Irak’ın, tarihi, dili, dini, etnisi olması gerekmiyor. Tıpkı Amerika’da olduğu
gibi, yurttaşlık ve onun insan ve yurttaş olarak hak ve görevleri ulusu
tanımlamalıdır” demediler.
Elbette, Kürtler, bu bizzat kendileri gerici ulusçuluğa göre
şekillenmiş, dile, etniye, dine, soya, tarihe dayanan devletlerde
ezilmektedirler. Ama bu ezilmeden kurtulmanın yolu, kurbanı olunan gerici
milliyetçiliğin bir benzeri olamazdı. Elbette çok elverişli güç dengelerinde bu
da olur ve her zaman olduğu gibi, yine etnilerin, dillerin, dinlerin sürgün ve imhasıyla
olur.
Ama büyük politikacı, Tarihin önüne sunduğu istisnai anda,
güçlü olduğu noktada, var olan paradigmaları aşıp, yeni bir açılım getirendir.
Barzani ve Talabani, bu fırsatı elde ettiler ve her zaman
olduğu gibi, sınıfsal konumları, ideolojik şekillenmeleri nedeniyle Padişah
olsa soğanın cücüğünü yiyecek bir çobandan daha fazla bir ufuk genişliği ve
çözüm gücü gösteremediler.
İşin kötüsü, kendisi bizzat Kürtlerin de büyük felaketlerine
yol açacak bu politika, PKK gibi şu an bu etniye, dile, oya dayanan
milletçiliği aşabilecek ve bunu programlaştırmış biricik hareketin de
sarsılmasına yol açtı.
Çok yazık! PKK’nın politikasının ve projesinin, Orta Doğu’da
ulusları dile, dine, soya, etniye gör tanımlayanlarla bölünmüş bir Demokratik Cumhuriyetin
biricik doğru proje ve politika olduğu, kanlı katliamlar ve sürgünlerden
geçerek anlaşılacak.
Ve bu anlaşıldığında insanlar dillere, dinlere, etnilere
göre öylesine derin bölünmelere uğramış olabilir ki, tekrar bir birliğin bütün
yolları tıkanmış olabilir.
ABD buna oynuyor. Kendileri gerici milliyetçiliğe dayanan ve
bu nedenle Kürtleri ezen uluslar ve devletler ile; onlara karşı yine onların
dayandığı milliyetçilik anlayışıyla cevap vermeye kalkan Barzani ve Talabaniler
bu oyunun başarısının en büyük destekçileri oluyor.
*
Bosna’daki savaşın en hızlı günlerinden birinde çalıştığım
taksiye Yugoslavya’dan geldiği belli olan Boşnak olduğunu sandığım bir genç
binmişti. Konuşurken Sırp mı, Hırvat mı, Boşnak mı olduğunu sormuştum. “Saraybosnalıyım” demişti.
Şehrini sormadığımı, Sırp mı, Hırvat mı, Boşnak mı olduğunu
sorduğumu söyleyip soruyu tekrarlayınca; o da tekrar “Saraybosnalıyım” dedi.
O zaman bunu bilinçli olarak söylediğini fark ettim.
Karşımdakinin soya, etniye, dile, dine dayanan
milliyetçiliği reddeden biri olduğunu tahmin edemezdim.
Karşımda, ho etniler ve dinler boğazlaşmasında hala beynini
ve yüreğini yitirmemiş bir insan vardı. Kendisini Boşnak, Sırp, Hırvat vs. olarak,
bir etniye, bir dine göre tanımlamayı reddediyordu.
Bugün de Irak’ta (Sadece Irak’ta mı? Her yerde ama Özellikle
Ortadoğu’da) “Türk müsün, Kürt müsün, Arap mısın, Fars mısın, Yahudi misin?”
sorusuna, her türlü etnik, dilsel, dinsel, tarihsel göndermeyi reddederek,
Kerküklüyüm, Musulluyum; Bağdatlıyım, diyecek, Kürt, Türk, Arap, Fars olmayı reddedecek,
o Saraybosnalı genç gibi insanlar gerekiyor.
27 Temmuz 2004 Salı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder