Özellikle #ADALET Yürüyüşü başladığından beri HDP’nin ne
dediğini, nasıl bir politika izlediğini anlayan varsa beri gelsin.
Pervin Buldan: “#ADALET herkes için istenirse #ADALET olur. Sadece kendilerine yapılan haksızlıklar için #ADALET aramak yanlıştır. Bizler yürüyen yurttaşlarımız Kandıra’ya ulaştıklarında manevi bir karşılama yapacağız. Fakat yürüyüş Edirne’ye kadar uzatılırsa bizler de #ADALET arayışlarının samimiyetine inanarak dâhil oluruz.”
Ahmet Yıldırım: "Biz
bu yürüyüşün yanındayız, destekliyoruz. Bu yürüyüşe belli bir yerden
katılacağımız içimizde tartışılan bir husustur. Yarın MYK toplantımızdan sonra
bu netleşecektir. Yürüyüşün en uygun, en iyi katkı sunabileceğimiz yerinden
itibaren içerisinde bulunacağız. Yoksa düşünsel olarak, destek olarak hiçbir
zaman dışında olmadık."
Sırrı Süreyya Önder: “Sorun
sadece bizde değiliz. Geniş toplumsal kesimler ancak ilkeler ve doğru
çerçevelenmiş çağrılar etrafında bir araya gelebilir (...) Gerisi selde kütük
misali oradan oraya çarparak ufalanmak ve hacim kaybetmekle sonuçlanır. Ortak
bir eylem mümkündü.”
Ahmet Türk: “Sağlığımın
el verdiği kadar yürüyüşe eşlik edeceğim.”
Daha uzatılabilir, bu dördü yeter.
Buldan: destek için “samimiyet”
ve “Edirne’ye” yürünmesi koşulunu koyuyor; Yıldırım hiçbir koşul
koymadan “destek” belirtiyor, “en iyi katkı”yı nasıl yapacaklarını
tartıştıklarını belirtiyor; Önder: başlangıçta bizimle birlikte başlanmadı ve
geniş bir birlik oluşturulmadı, o halde geçmiş olsun anlamında şeyler
söylüyor; Ahmet Türk hiçbir koşul
belirtmeden yürüyüşe “eşlik edeceğini”
söylüyor.
Bu farklı duruşlardan normal bir insan “HDP şunu diyor” diye
bir sonuç çıkarabilir mi?
Hayır.
Peki, neden böyle?
Bunu HDP önderliğinin içerde (hapiste) olmasıyla “açıklayanlar”
olabilir.
Ama bu “açıklama” da bir açıklama değildir.
Çünkü Selahattin Demirtaş da bulunduğu yerden elbet görüşünü
belirtebilir ve partisini toparlayabilir.
Şu ana kadar yürüyüş hakkında duruşunu yansıtan bir açıklama
yapmış; onu yapamıyorsa bir imada
bulunmuş değil.
Demirtaş, maalesef politik strateji ve taktikler bağlamında
son derece zayıf kalmaktadır. Belki verili bir politikayı ve stratejiyi iyi
temsil edebiliyor, açıklayabiliyor ama sürekli değişen dengelere ve koşullara
göre kritik ana halkayı yakalama ve o konuda doğru bir duruş ortaya koymada başarısız
olduğu görülüyor.
Demirtaş, resim yapıyor, şiir, hikâye yazıyor. Binlerce insan
hareketlenirken sesi çıkmıyor.
Özel olarak HDP’deki genel olarak da Kürt Özgürlük
Hareketindeki kritik zaman ve durumlardaki bu tavırsızlık, ne yapacağını
bilememe bir rastlantı değildir.
Aynı durum Gezi’de de olmuştu. Bereket o zamanlar Öcalan ile
görüşme imkânı vardı ve Öcalan tavrıyla durumu toparlamıştı. Ayrıca Sırrı
Süreyya direnişin başlamasına vesile olanlardan biri olduğundan HDP’nin
şaşkınlığı ve ne olduğunu anlamakta ne kadar yetersiz olduğu dikkatlerden
kaçmış veya arada kaynamıştı. (Aynı
Sırrı Süreyya, Gezi’deki rolü nedeniyle ortaya çıkan desteği belediye
seçimlerinde Gezi’yi oya çevirmeye çalışarak bozuk para gibi de harcamıştı.)
Aslında aynı ufuksuzluk #HAYIR kampanyasında da görüldü. HDP
kendi bayrağıyla seçim kampanyası benzeri bir #HAYIR kampanyası yapacak yerde,
kendi ismini geri plana iterek, #HAYIR’dan hareketle bir kitle hareketi, bir
sivil direniş biçimi ortaya çıkabilirdi, şimdi Kılıçdaroğlu’nun yaptığını o
zaman kendisi yapabilirdi.
Ama “Herkesin #Hayır’ı kendine” diyerek bunun yolunu
baştan kesti.
*
Referandum’da CHP ise kendini ikinci plana iten bir kampanya
yürüterek daha akıllıca davrandı. Kendi adını öne çıkarmadan sadece ##ADALET
diye yürümenin ipuçlarını verdi. Ama bu yürüyüşün sonunda ne olacağının ipuçları
da yine CHP’nin referandumdan sonra yaptıklarında görülebilir.
Bu vesileyle CHP satar diye bu yürüyüşe uzak duranlara bir
söz. CHP elbette satacaktır. Bunu veri kabul etmek gerekir.
Ama tam da satılmamak için, bu #ADALET sloganına sahip çıkılmalı,
yürünmeli, hareket genişletilmeli, derinleştirilmeli ve örgütlenmeli. Yani bu
kitle hareketlenmesini sadece CHP’nin inisiyatifine bırakmamak için her şey
yapılmalı. CHP bir süre sonra başına topladığı cinleri dağıtamayan büyücüye
dönecektir. O zaman işi satacak ya da dağın fare doğurması durumunda
bırakacaktır.
Bu noktada yılgınlık ve dağılma gelir. Ondan sonra da
Erdoğan’ın 15 Temmuz yıldönümünde yeni bir saldırısı başlar muhtemelen ve bu
sefer yürüyüş öncesinden bile daha kötü bir duruma düşülebilir.
Gezi’de veya Referandum’da olduğu gibi bir yılgınlık ve
dağınıklığın egemen olmaması için tam da böyle davranmak gerekmektedir. Yürüyüş
boyunca kitlenin hareketlenmesi ve örgütlenmesi için eylem biçimleri bulunmalı
ve organlar yaratılmalıdır. Örneğin #ADALET Meclisleri kurulabilir, #ADALET
isten herkesin birey olarak katılabileceği.
Örgüt temsiline dayanmayan, ama her bireyin aynı zamanda
görüşlerini yansıtmak ve destek almak için her biçimde birlikler
oluşturabileceği. Kararların evet-hayır ve çoğunluk-azınlık ile değil,
örneğin tüm eğilimleri yansıtan oydaşma (Her öneriye herkesin kendi
reddi ölçüsünde bir puan vermesi ve en az reddedilenin kabulü) ile alınacağı.
*
HDP neden böyle?
Bunun derin toplumsal nedenleri var.
Ama şimdi bu nedenlere girmeyelim.
HDP’nin yapması gereken nedir?
Bir kere HDP kendisinin bu yürüyüş vesilesiyle muhatap alınması veya eşit bir
partner gibi görülmesi gibi koşulları bir kenara bırakmalıdır.
Bunda ısrarı iyice refüze olmasına veya bütünüyle bu kitle
hareketlenmesi ve radikalleşmesinin dışına düşmesine yol açacaktır.
Unutmayalım, bu yürüyüşü Kılıçdaroğlu kişi olarak kendisi
başlattı, parti olarak başlatmadı.
Her zaman bu gerekçenin ardında durarak, HDP’yi politik
muhatap almayı veya HDP olarak katılınmasını reddedecektir.
Aslında HDP’nin tam da Kılıçdaroğlu’nun sahiplendiği böyle
bir tarzı savunması gerekir. Politik birimlerin bir araya gelmesinden ise,
somut politik hedefler etrafında fiili, her yurttaşın bir araya gelebileceği
biçimler önermeli ve bu yönde girişim göstermelidir.
Ama HDP, kendisini felç eden “bileşen hukuku”ndan ötesini
göremediğinden hala kendisini bu yürüyüşün bir bileşeni olarak kabul ettirmeye
çalışmaktadır.
Bu yürüyüşte aksine tam da eğer CHP fiilen bir “bileşen
hukuku” uygulamaya kalkarsa olan karşı “birey hukuku” savunulmalı ve hayata
geçirilmelidir.
Ancak böylece Kılıçdaroğlu’nun ve CHP’nin bu yürüyüşü,
temsilcisi oldukları bürokratik kastın, dar çıkarlarına kurban etmesi
engellenebilir.
Slogan doğrudur ve birleştiricidir: #ADALET!
Biçim doğrudur ve birleştiricidir: Yürümek
Bu bayrak ve eylem biçimi, insanların hareketlenmesini, #ADALET
isteminin ülke gündemini belirlemesini, örgütlenmesini mümkün kılmaktadır.
Demokrasi her şeyden önce politik aktif ve haklarına sahip çıkan
yurttaşlar gerektirir. Böyle yurttaşlar
ise ancak hareket içinde, mücadele içinde hızla ve milyonlarca ortaya
çıkabilir.
İşçilerin grevinin desteklemek için nasıl bir koşul öne
sürülmezse bu yürüyüş için de öyle bir şart getirilemez.
Türkiye’de #ADALET ayaklar altında ve bir takım yurttaşlar
bunun için yollara düşmüş mü?
Evet düşmüş.
Yapılacak bir tek iş vardır. Buna sahip çıkmak, desteklemek
ve mümkünse işin hamallığını da üstlenerek etkileme olanaklarını arttırmak.
HDP hiç Kandıra’yı falan beklemeden, bir tek gün bile
yitirmeden, yürüyüşü desteklediğini ilan edip tüm üye ve destekçilerini, tüm
yurttaşları bu yürüyüşe derhal katılmaya onun örgütlenmesinde yer almaya davet
etmelidir.
Bizzat HDP bu yürüyüşte, her türlü politik anlam kazanmış
sembollerin ve bayrakların taşınmasına karşı çıkmalı ve bir tek #ADALET
sembolünü bayraklaştırmalıdır.
Çünkü Kürtlerin katılımı için de bu gereklidir. Türk bayrağı
da olmaması sağlanmalıdır. #ADALET bir dil ve din vurgusu taşımadığından tam da
bu işleve uygundur.
HDP katılımın bayrak ve flamalarla değil, politik veya
örgütsel kimliklerle değil #ADALET bayrağıyla ve #ADALET yürüyüşüne ve talebine
destek olan yurttaşlar sıfatıyla olmasını savunmalıdır. Böyle bir tavır hem
yürüyüşü genişletir, sağlamlaştırır hem de kendisinin refüze olmaktan
kurtulmasını sağlayabilir. Hatta şimdiye kadarki dışta kalmışlıktan
kurtulmasını sağlayabilir.
Çünkü öyle görülüyor ki, HDP, HDP olarak katılmaktan ve kendisinin muhatap
alınmasından yola çıkmakta ve neredeyse bunu bir koşul gibi öne sürmektedir.
Hâlbuki Kılıçdaroğlu, bu yürüyüşü ben bir yurttaş olarak
başlattım ve CHP olarak yürümüyoruz diyor. Yani, HDP’yi siyasi bir parti olarak
yürüyüşe katılımını bunu kabul etmeyeceğini ifade etmiş bulunuyor. O halde
yapılması gerekenler şunlardır:
Birincisi, HDP Hiçbir koşul öne sürmeden, #ADALET bayrağını
ve yürüyüşünü sahiplenmelidir. Ve bunu derhal yapmalıdır. HDP’liler HDP’li
olarak değil, #ADALET isteyen yurttaşlar olarak en önde katılmalıdırlar ve herkese
de böyle katılma çağrısı yapmalıdırlar.
Aksi takdirde, koşul olarak tanınmayı ve HDP olarak katılımı
ortaya koyduğunda, bu kabul edilmeyeceğinden, çok ciddi bir kitle
hareketlenmesinin dışında kalacaktır. Dışında kalmamak için katıldığında ise
akıntıya karşı duramadığı için katılmış olacaktır.
(Elbette tıpkı referandumda başlangıçta boykot diyenlerin
epey bir ağırlığı olması gibi, Kürtler arasında da bu yürüyüşe aynı gözle bakan
bir güçlü eğilim vardır. Ama referandumda nasıl asılınca bu eğilim geriletildiyse,
aynısı şimdi de yapılabilir.)
İkincisi, bu yürüyüşte CHP’nin özellikle sonuna doğru ihanet
edeceğini veri kabul edip öyle katılmak gerekiyor. Nasıl seçimlere bile
Erdoğan’ın her türlü provokasyon yapacağını, baskı uygulayacağını bilerek ve
bekleyerek katılıyorsak öyle.
Bunun böyle olacağı bizzat referandumdan bellidir. Bu CHP’nin
karakteri ile ilgilidir. Bu nedenle, katılmak, CHP yürüyüşü sattığında veya
dağın fare doğurması gibi bıraktığında onu CHP’nin bu satışından korumak;
demoralizasyonu engellemek; zararı minimuma indirmek için de hayati önemdedir.
Üçüncüsü, sadece bu yürüyüşe katılmakla kalmamalı. Türkiye’nin
her yerinde benzer yürüyüşler ve/veya nöbetler başlatılmalı. Yürümek temel
yurttaşlık hakkıdır. Bir yerde durmak, bulunmak temel yurttaşlık hakkıdır.
#ADALET sözlerinden başka hiçbir bayrak, hiçbir pankart,
döviz olmayan sadece #ADALET sözleriyle her şehrin önemli merkezlerinde her gün
#ADALET nöbetleri başlatılabilir. Böylece milyonlarca insanın bir seyirci veya
uzaktan sempatizan olmaktan çıkıp aktif katılımı ve mobilizasyonu sağlanabilir.
Örneğin böylece her şehrin merkezi noktalarında, her gün akşamüstü
iş çıkışı saatlerinde #ADALET nöbetleri ile geniş bir kitle mobilizasyonu
sağlanabilir.
Kılıçdaroğlu bu hareketin başlatıcısı olmuştu böylece HDP
yayıcısı olabilir. Böylece ağırlık tüm ülkeye yayılır.
Bu olanak Erdoğan’ı durdurmak ve yenmek için belki de son
olanaktır. Bu olanak yitirildiği takdirde çok kötü yenilgiler bunu izleyebilir.
Dördüncüsü, sadece bunlar da yetmez. #ADALET yürüyüşü ve Nöbetlerine
katılan her bireyin bir yurttaş olarak katılabileceği; sorunlarını
tartışabileceği, kararlar alabileceği #ADALET Meclisleri örgütlenebilir.
Bugünkü merkezi ve bürokratik devletin karşısında bunlar demokrasi
ve #ADALET isteyen yurttaşların alternatif organları haline gelebilir.
Bu #ADALET hareketi belki de Erdoğan’ı durdurmak için son
fırsattır.
Demir tavında dövülür.
30 Haziran 2017 Cuma
Demir
Küçükaydın
Blog: https://demirden-kapilar.blogspot.com/
Youtube
Kanalı: https://www.youtube.com/user/demiraltona
Podcast: https://soundcloud.com/demirden-kapilar
Kitaplarımızı
İndirmek İçin:
https://disk.yandex.com.tr/d/MP0-52MFdgdqBg
https://disk.yandex.com.tr/d/2Vez45Mg7W7wzA
3 yorum:
Sayın Demir Küçükaydın'ın yazısının başlangıç kısmı ağırlıklı subjektif ön görülere dayalı bir biçimde, HDP'li yetkililerin öneri ve 'böyle olsaydı daha iyi olurdu' türünden temennilerini, talep ve şartmış gibi lanse etmesi bence gerçeği yansıtmamakta. Böyle ele alınsa sayın Ahmet Türk'ün "sağlığım elverdiği ölçüde yürürüm" sözünüde 'sağlığımı düzeltirlerse katılırım' diye çarpıtmak mümkün. Yazı içerisinde ağırlıklı olarak, HDP'nin sanki yürüyüşe katılmaktan imtina ediyormuş intibasını işlemesinde bir anti HDP propagandası düzeyinde. Bunun yerine yazının sonuna doğru sıraladığı 4maddenin özellikle 3. maddesindeki dili kullanmayı yazının tümünde kullanmış olsaydı daha birleştirici bir rol oynayacaktı.
Her nekadar HDP parti olarak katılma şartı öne sürmüş olmasada, özellikle partinin lideri ve eş başkanlarından biri olan sayın Demirtaş'ın olmaması nedeniyle parti adı vererek ama sembollerini kullanmayarak katılmalarında bir sakınca olmasa gerek. Tıpkı diğer örgüt ve grupların bizde katılıyoruz derken kim olarak katıldıklarını açıklamalarına rağmen, sembollerini kullanmadıkları gibi. Şayet öküzün altında buzağı arayacaksak, Kılıçdaroğlu'nun "kimse bayrak ve sembolleriyle katılmasın" sözünü dayatma olarak ele almak mümkün.
Evet doğrudur bu eyleme dayanışma ve katkı sunulup, büyütülmeli ve dahada yaygınlaştırılmalıdır. Zarar verecek her davranıştan uzak durulmalıdır.
Saygılarımla
Hasan Topkaya
Sayın Demir Küçükaydın'ın yazısının başlangıç kısmı ağırlıklı subjektif ön görülere dayalı bir biçimde, HDP'li yetkililerin öneri ve 'böyle olsaydı daha iyi olurdu' türünden temennilerini, talep ve şartmış gibi lanse etmesi bence gerçeği yansıtmamakta. Böyle ele alınsa sayın Ahmet Türk'ün "sağlığım elverdiği ölçüde yürürüm" sözünüde 'sağlığımı düzeltirlerse katılırım' diye çarpıtmak mümkün. Yazı içerisinde ağırlıklı olarak, HDP'nin sanki yürüyüşe katılmaktan imtina ediyormuş intibasını işlemesinde bir anti HDP propagandası düzeyinde. Bunun yerine yazının sonuna doğru sıraladığı 4maddenin özellikle 3. maddesindeki dili kullanmayı yazının tümünde kullanmış olsaydı daha birleştirici bir rol oynayacaktı.
Her nekadar HDP parti olarak katılma şartı öne sürmüş olmasada, özellikle partinin lideri ve eş başkanlarından biri olan sayın Demirtaş'ın olmaması nedeniyle parti adı vererek ama sembollerini kullanmayarak katılmalarında bir sakınca olmasa gerek. Tıpkı diğer örgüt ve grupların bizde katılıyoruz derken kim olarak katıldıklarını açıklamalarına rağmen, sembollerini kullanmadıkları gibi. Şayet öküzün altında buzağı arayacaksak, Kılıçdaroğlu'nun "kimse bayrak ve sembolleriyle katılmasın" sözünü dayatma olarak ele almak mümkün.
Evet doğrudur bu eyleme dayanışma ve katkı sunulup, büyütülmeli ve dahada yaygınlaştırılmalıdır. Zarar verecek her davranıştan uzak durulmalıdır.
Saygılarımla
Hasan Topkaya
«Sevdâlınız» 25 Temmuz 1951 tarihinde vatandaşlıktan çıkartıldığında zamanın CHP'si «Adalet, adalet» diye bırakın İstanbul'a kadar, TBMM tuvaletine kadar bile yürümedi. BERBEROĞLU'nun komünist silsile-i merâtipte rütbesi O'nunkinden de yüksek olmalı!
Yorum Gönder