En sondan başlayalım.
Türkiye, İran veya
Irak hükümeti müdahale eder mi?
Isıracak köpek dişini göstermez.
Türkiye, İran ve de Irak hükümetinin tehditleri bu
referandum kararı karşısında hiçbir şey yapmayacakları ve yapamayacaklarının en
sağlam göstergesidir.
Hatta bu tehditler aslında Barzani’nin değirmenine su
taşımakta, Kürtler içinde ona en karşı olanların bile onun kararının ardında
toplanmasına yol açmaktadır.
Eminim ki Türk devletinin kurmayları, Barzani’nin bu
güçlenmesinin PKK’nın bir zayıflamasına, zayıflamasa bile hareket alanının
daralmasına yol açacağının hesabını da yapmaktadırlar.
Zamanı mı?
Bir şeyin zamanı olup olmadığı o işi yapanın kendi amaçları
açısından değerlendirilebilir.
Çünkü taktikler strateji içinde, strateji de tabi olduğu amaçlar
içinde değerlendirilebilir.
Türkiye, İran veya Irak’ın veya ABD’nin veya diğer güçlerin Kürdistan’da
bağımsız bir devlet kurmak gibi amacı mı var ki zamanı mı diye itiraz ediyorlar?
Öte yandan, hukuksal olarak en azından yaygın uygulama ve
kabullerle, bir ülkede veya bölgede yaşayanlar istedikleri zaman istedikleri
konularda referandumlar, eğilim yoklamaları, seçimler vs. yapabilirler. Böyle karar
ya da danışma veya eğilim belirlemeleri orada yaşayanların kedi bilecekleri bir
şeydir. Bunun için kimseye soru sormaları veya izin almaları gerekmez.
Ve nihayet, bu referandum hemen ayrı bir devlet kurulacağı,
Kürdistan’ın Irak’tan ayrılacağı gibi bir anlama da gelmemektedir.
O halde bu referandumu ortaya atan ve gündeme getirenin
amaçları ve çıkarları açısından, zamanı mı, doğru mu diye sormak gerekir.
Böyle baktığımızda Barzani açısından bu referandum tam
zamanında yapılmış son derece akıllı bir hamledir.
Barzani zaten çürümüş ve ekonomik kriz içindeki bir
yönetimin başıydı. Fiilen meclisi fesh etmişti. PKK her yerde bir yükseliş
içindeydi. Öte yandan Irak’ta IŞİD’e karşı savaşa katılarak elverişli bir
pozisyon elde etmişlerdi. Coğrafi olarak sınırları fiilen genişletmişlerdi.
Ortadoğu’ya Rusya tekrar geri dönmüş ve ABD karşısında belli
bir ağırlık oluşturmuştu.
Daha da uzatılabilecek bütün bu koşullar bir daha hiçbir araya
gelmeyebilirdi.
Fırsat tekrar gelse bile kendisi bu günkü konumunda bulunamayabilirdi.
Bütün bu koşullarda Barzani bu hamlesiyle, hem kedi
tecridine ve güç kaybına son vermiş, hem Kürtler içindeki bütün diğer
rakiplerini köşeye sıkıştırmış ve karşı duramaz durumda bırakmış, hem de aslında
bölgesel ve dünya çapındaki rekabetler de göz önüne alındığında aslında riski
çok az bir hamleyle çok büyük bir kazanç sağlamıştır.
Yani demek ki zamanıymış.
Aslında “zamanı değil”
itirazları Barzani’nin kendi amaçları açısından tam da zamanı olduğunun en
esaslı kanıtıdır.
Karıştırılan konu
Karıştırılan bir konu var: Referandum ayrı ve bağımsız bir
devlet anlamına gelmemektedir. Sadece bu yönde bir irade beyanı olacaktır. İstediklerim
verilmezse bağımsız bir Kürt devleti olurum demektir.
Zaten Türkiye, İran ve Irak’ın bütün tehditlerine rağmen hiçbir
şey yapamayacakları bu farkla da ilgilidir.
Referandum sonucu fiilen bir ayrı devlet kurma anlamına gelmediğinden
ve gelemeyeeğinden, Türkiye ve/veya İran’ın müdahalesi Irak’ın topraklarına bir
tecavüz olur.
Irak merkezi hükümeti saldıramaz, çünkü kendi yurttaşlarına
karşı, onların anayasal haklarına karşı saldırmış olur.
Özetle bu referandum kararı sadece Kürtler içinde Barzani’nin
rakiplerini zayıflatan ve onların hareket alanını kısan, kendi konumunu
güçlendiren bir işlev görmemiştir.
Aynı zamanda gerek Irak, gerek bölge devletleri, gerek ABD,
Avrupa, Rusya gibi dünya güçleri karşısında Barzani’nin pazarlık gücünü
arttırmıştır.
Karar fiilen bağımsız bir devlet anlamına gelmediği için,
aynı zamanda bölge devletlerini de hareketsiz bırakacaktır.
Yapabilecekleri tek şey kuru tehditler ve belki uzantıları
vasıtasıyla provakasyon ve karışıklıklar vs. olabilir.
Bir sosyalistin ve
demokratın tavrı tavrı ne olmalı?
Bir sosyalist ve demokrat, sosyalistler en tutarlı
demokratlar olacağından veya olması gerektiğinden, elbet bu olguya kendi
amaçları açısından bakar.
Ama önce biraz işin alfabesinden başlayalım. Tabii bu alfabe
yaygın olarak bilinen yanlış alfabe değildir.
Sosyalist olmak demek, devlet, millet ve sermaye düşmanlığı
demektir. (Eski alfabede Millet düşmanlığı yoktur, milliyetçilik karşıtlığı
vardır. Ama milliyetçilik de milliyetçilerin milliyetçilik tanımlarıyla tanımlanır;
eski alfabede Devlet Düşmanlığı en başta yer almaz. En başta Sermaye Düşmanlığı
yer alırdı.)
Devlet ve millet
düşmanlığı özünde insanların biçimsel olarak eşit (yurttaşlar)
olmasıyla, yani demokrasi ile özdeştir.
(Elbet demokrasi de bir devlettir, ama o anlamda devlete sıra gelmesine daha çok var. O anlamıyla
devlet düşmanlığı, sermaye düşmanlığının yan ürünüdür.)
Sermaye düşmanlığı,
ise sosyalizm yani ekonomik ve sosyal eşitlik demektir.
Biçimsel eşitlik (Demokrasi) olmadan sosyal eşitlik (Sosyalizm) olamaz.
Biçimsel eşitlik (Demokrasi) olmadan sosyal eşitlik (Sosyalizm) olamaz.
Dolayısıyla öncelik demokraside, yani devlet ve millet
düşmanlığındadır.
Yani her sosyalist sermayeden önce devlet ve millet düşmanı
olmalıdır.
Hele o devlet merkezi ve bürokratik bir şark despotluğu ise;
hele o millet bir dille, dinle, tarihle, soyla, ırkla vs. tanımlanmış, böyle
tanımlamaya karşı tanımlanmamış bir gerici millet ise, bir demokratın en baş
görevi bu devlet ve millete karşı savaşmak ve onları yıkmaktır.
Öte yandan bir sosyalist önce “kendi” devletine ve “kendi”
milletine karşı savaşmalı, onu yıkmayı hedef almalıdır.
Sosyalistler tebası oldukları devleti bu devlete ilişkin
olarak bu devlet benim devletim değildir, ben zaten devlete karşıyım, içinde
bulundukları milleti bu millet benim milletim değildir, ben milliyetsizim diyerek
sorumluluktan kaçamazlar. Milletsiz olmak mümkün değildir pratikte.
Uluslar politik varoluşlardır. Yani devlet ve millet
birbirinden ayrılmamaktadır pratikte.
Yani devletsiz ve milletsiz olmak fiilen mümkün değildir.
Bu ancak şu koşulda mümkün olur: devlet vergi vermemek, onun
yasalarını tanımamak, kanunlarına uymamak, askere gitmemek, onun okullarına
gitmemek, verdiği evrakı tanımamak ve kullanmamak vs..
Ama böyle yapanın hiçbir yaşama ve var olma şansı olmaz. O
halde her demokrat ancak ilk Müslümanların, puta taparlar dünyasında yapmak
zorunda kaldıkları gibi, “takiye” yapmak zorundadırlar. Yani düşmanı oldukları,
yıkmayı hedefledikleri devletle bir uzlaşma yaparlar onu var olup yıkabilmek
için.
Bu nedenle “Uzlaşma yok” bir anarşist palavrasıdır.
Bu nedenle sosyalistlerin ve demokratların “onuru” olmaz. Küçük
burjuvaların onuru olur. Çünkü onlar en büyük onursuzluklarda onursuzluk
görmezler.
Çünkü en büyük “onursuzluğu” yaparak yıkmayı hedefledikleri
devleti vergileriyle, askerlikleriyle, onun mahkemeleri, evraklarını tanıyarak
vs. aynı zamanda yaşatırlar.
Yani düşmanı oldukları devlet ve milletle uzlaşmak
zorundadırlar onu yıkabilecek koşullara ulaşabilmek için.
O halde, her sosyalist ve demokrat ne kadar içinde yer
aldığı millet ve devleti yıkmayı hedeflerse hedeflesin, bunları yapmadığı
sürece aynı zamanda vergisiyle, askerliğiyle, eğitimiyle, kağıtlarıyla o
devleti tanıdığı ve ayakta tuttuğu için, yani “takiye” yapmak zorunda olduğu
için, o devletin ve milletin yaptıklarından sorumludur. Yani istediğimiz kadar
Türklüğün düşmanı olalım, Türk olmaya devam ederiz. Sosyalist veya demokratik
hedef ve inançlarımız bizi örneğin Türk olmaktan çıkarmaz.
O halde her demokrat öncelikle düşmanı olduğu ve yıkmayı baş
görev edindiği “kendi” devlet ve milletini zayıflatacak, yıkacak gelişmeleri ve
güçleri desteklemekle yükümlüdür.
Hele kendi devleti ve milleti egemen ve ezen ise, yine aynı
gericilik içinde bile olsa, başka bir milleti ve devleti eziyorsa, onun görevi
o ezilenden yana tavır koymak onu desteklemek olabilir.
Bu durumda bir sosyalistin tavrı, “kendi” devlet ve milletini
zayıflatacağı için, Kürtlerin devlet kurmasına veya ayrılmasına veya
mücadelesine destek olmaktır.
Kürtlerin ayrı bir devlet kurması demokrasi anlamına gelmez.
Çünkü o devlet de tıpkı Türk devleti ve diğer devletler
gibi, kendini ve ulusu bir dille, bir tarihle tanımlayacaktır; ulusun ve
devletin bir dille, dinle vs. tanımlanmasına karşı olmayacaktır.
Yani desteğin gerekçesi, “Ulusların kendi kaderini tayin hakkı” gibi, tarih ve toplum üstü, aslında
ulusu bir dille veya dinle tanıma
hakkından başka bir anlama gelmeyen anti demokratik, eşitliğe karşı bir
hakkı savunmak olamaz.
Desteğin gerekçesi, Türklükle tanımlanmış bu egemen devleti
ve milleti zayıflatacağı olabilir.
Demokratın Baş Görevi
Türkiye’de yaşayan bir sosyalistin ya da demokratın acil
görevi bu Türklükle (ve Sünni Müslümanlığın çok özel devletçi bir yorumuyla) tanımlanmış
devleti yıkmak; ulusu bir dille, dinle, tarihle tanımlanmaya karşı tanımlayan
ve merkezi ve bürokratik olmayan bir demokratik devlet ve ulus kurmaktır.
Demokratik bir ulusta Kürtlüğün ya da Türklüğün politik bir
anlamı olmaz. O tıpkı gerçekten laik bir ulusta ve devlette dinin kişilerin
özel sorunu olması gibi özel bir sorun olur. Üç kişi bir araya gelip istediği
dini kurabilecekleri gibi istediği ulusu kurabilir.
O halde sosyalistin veya demokratın savunması gereken ilke, “ulusların kaderini tayin hakkı” değil, ulusu bir dille, dinle,
kültürlü, tarihle vs. tanımlamayan
bir ulus ve devlet oluşturma hakkı olabilir.
Bugün yeryüzündeki ulusların ve devletlerin hiç birisi bu
hakkı tanımamaktadır.
Sosyalist ve demokratlar da bu hak için savaşmamaktadırlar.
Kendisi de gizli bir varsayım olarak ulusu bir dille, dinle,
tarihle, kültürle tanımlayan bir milliyetçi olan Marks’ın “Ezen bir ulus özgür olamaz”
sözüne atıfla demokratın ve sosyalistin parolası: “Ulusu bir dille, dinle, kültürle,
tanımlayan ulusları ezen bir ulus özgür olabilir”dir.
Demokratik bir cumhuriyet ve ulus, ulusun bir dille, dinle,
soyla, tarihle tanımlanmasını kabul etmeyen, kendisini ve ulusunu böyle
tanımlamaya karşı tanımlayan bir ulus ve cumhuriyet olabilir.
O halde demokrat ve sosyalistlerin görevi, önce “kendi”
devlet ve uluslarının bir dille, dinle, soyla, tarihle tanımlanmasını ortadan
kaldırmaktır.
Yani türkleri Türklüğe karşı mücadeleye sokmak ve çekmektir.
Tıpkı ilk İslam’da, puta taparların puta taparlığa karşı
mücadeleye girmeleri gibi. Yani Türklerin kendilerine, nefislerine karı kutsal bir
savaşa girmeleri gerekmektedir.
Türkler ancak Türklüğe karşı mücadele ederek demokrat
olabilirler ve Türklük kişilerin özel bir sorunu olabilir.
Bu program savunulduğu takdirde, Türkler böyle bir dönüşüm
geçirmeye başladığı takdirde, Kürtler onlardan da hızlı Demokrat olmaya
başlarlar.
Çünkü o zaman kendini Kürtlükle tanımlayan bir devlet
olmadan da demokratik bir cumhuriyetin ve ulusun eşit yurttaşları
olabileceklerini Türklerden çok daha iyi ve hızlı görebilirler.
Ama buna daha çoook yol var.
Çünkü Türkiye’nin (hatta bütün dünyanın) bütün sosyalistleri
bile birer gerici milliyetçiden başka bir şey değildirler.
Çünkü hala gerici milliyetçiliğin, yani ulusu bir dille,
dinle tanımlayan milliyetçiliğin sloganı olan, “ulusların kendi kaderini tayin
hakkı”nı savunuyorlar ve referandum karşısındaki tavırlarını bu ilkeyle belirlemeye
çalışıyorlar.
Ulusların kendi kaderini tayin hakkı, ulusu bir dille,
dinle, tarihle, kültürle tanımlama, böyle eşitsizliğe dayanan uluslar ve
devletler kurma hakkından başka bir şey değildir.
Gerçek demokratlar ve sosyalistler ise, ulusu bir dille,
dinle, tarihle, kültürle belirlememe, böyle belirlemeye karşı belirleme hakkı
için savaşırlar ve savaşmalıdırlar.
Ve üstüne üstlük, bu henüz ulusların ve ulusçuluğun aşılması
bile değildir.
Sadece demokratik bir ulusun ve ulusçuluğun savunulmasıdır.
Bunu ulusçuluğun aşılması, ulus devletin aşılması olarak
görmek veya tanımlamak, ulusların tarihe, dile, dine, soya, kültüre, ortak
yaşantıya, dayanan insanların kabulü dışında var olan toplumsal yapılar
olduğunu kabul etmekten başka bir anlama gelmez.
Ama ulusları böyle tanımlamak tam da gerici ulusçuların ulus
tanımıdır. Yani tamı tamına gerici ulusçuların ulus tanımını kabul etmekten,
yani demokrasiyi savunur gibi görünürken gerici ulusçuluğu yeniden üretmekten
başka bir anlama gelmez.
Ulusların tarihi yoktur.
Onlar din gibidirler. Aslında modern toplumun dini olan
Aydınlanma’nın karşı devrime uğramış biçiminden başka bir şey değildirler.
Uluslar olduğu için ulusçular değil, ulusçular olduğu için
uluslar vardır.
Sosyalistler ve kendini demokrat olarak görenler gerici
ulusçular oldukları için, yani ulusların bir dil, din, tarih, kültür vs. ile
oluşmuş, sınıflar gibi, insanların kabulleri dışında var olan şeyler oldukları
varsayımına dayandıkları için, bugün dünyayı gerici uluslar ve ulusçuluklar
kaplamıştır.
Kendi yanlışımızın sonuçları karşımıza, o yanlışlardan
kurtulmamızı adeta olanaksız kılan nesnel koşullar olarak dikilmektedir.
Demir Küçükaydın
25 Eylül 2017 Pazartesi
1 yorum:
Sınıfsız bir dünya düşü için güzel bir özet.
Ancak,yazıda 'takiye' sözcüğünün kullanılması hiç yerinde olmadı.
Daha güzel yazılabilirdi.
Teşekkür ederim.
Yorum Gönder