19 Kasım 2017 Pazar

Bir Devrimin Eşiğinde (5) – “İnsan Oluş Sürecinde Emeğin Rolü” Neden Yoktur? Engels’in Yanılgısı Üzerine

Engels’in 1876’da yazdığı, yarım kalmış, ancak ölümünden sonra 1896’da, (Yazılışından yirmi yıl sonra) yayınlanan, daha sonra da “Sovyet Bilim İşçileri”nin uydurması “Doğa’nın Diyalektiği”nde de yayınlanan ve Türkiye sosyalist ve Marksistleri arasında çok tutulan, “Maymundan İnsana Geçişte Emeğin Rolü” (Anteil der Arbeit an der Menschenwerdung der Affen) başlıklı bir denemesi vardır[1].
Engels bu çalışmasında Emeğin (İşin), maymundan insana geçişte belirleyici bir önemi olduğu tezini savunur.
Daha denemenin girişinde şunları söyler:
Ekonomi politikçiler emeğin bütün zenginliklerin kaynağı olduğunu söylerler. O kendisine zenginliğe dönüştüreceği ham maddeyi sunan, doğanın yanı sıra, öyledir. Ama o bundan sonsuzca   daha fazla bir şeydir. O tüm insan yaşamının temel koşuludur. Hatta belli bir anlamda ve belli bir dereceye kadar, insanı emek yarattı diyebiliriz.[2]

Engels’in bu denemesindeki şimdi bizim eleştireceğimiz yanılgısı olgulara ilişkin değildir. Elbet o zamanlar bu ölçüde zengin bir veri yığını yoktu. Bu veriler işin olgulara ilişkin kısmını büyük ölçüde değiştirmiştir de. Ama biz burada olgularla değil, olguları ele aldığımız kavramlarla ilgileneceğiz.
*
Biz de karşı önermemizi şöyle ifade edelim:
Maymunun insanlaşması prosesinde emeğin hiçbir rolü yoktur. Çünkü emek bir ekonomi politik kategorisidir. Varoluşun ve hareketin başka bir biçimine ait bir kategoridir. Maymundan insana geçiş ise, biyolojik, canlıların evrimine ilişkin bir süreçtir.
Bir insansı maymun veya insan türünün, bir sopayı veya bir taş baltayı kullanarak kendisinin tüketeceği bir şeyler elde etmesi bir üretim değildir.
Dolayısıyla bir emek kategorisinden de söz edemeyiz.
Eğer bunu üretim olarak kabul edersek. Benzer başka eylemleri de aynı kategorilerle tanımlamamız gerekir.
Örneğin ağaç bitlerini “köleleştiren” ve onların sütünü sağan, karınca türlerinin ağaç bitlerini bir üretim aracı olarak kullandıklarını ve emek sarf ettiklerini, bir üretimde bulunduklarını kabul etmek gerekir.
Çünkü bir canlı türü olarak, karıncaların veya o insansı maymun veya insan denen canlı türlerinin yaptığı farklı bir şey değildir. Başka bir canlı ya da cansız nesneyi, kendi yaşamını sürdürmekte bir araç olarak kullanmaktır.
Keza çeşitli “yüksek” kuşlar ve memelilerin zaman zaman belli nesneleri kavrayarak ve bir araç olarak kullanarak kendilerine yiyecek temin etmeleri de sık sık görülür. Maymunlar, termit ya da karınca yuvalarından dal parçalarıyla karınca avlarlar.
Yapılan iş bir araç kullanarak kendine yiyecek temin etmek olduğundan, bu iş bir taş baltayla veya bir sopayla bir bitki kökü çıkarmak veya bir hayvanı öldürüp yemekten farklı değildir.
Bu durumda, yapılan işi, bir canlı ya da cansızı örneğin yiyecek temini için kullanmayı, biyolojinin kavramlarıyla tanımlamamız gerekir.
Biyolojik olarak olan, bir nesneyi ya da başka bir canlıyı, kendi organlarının uzantısı olarak kullanmaktır.
Yani taş balta veya sopa, bir üretim aracı değil, cansız bir organ veya organın bir uzantısıdır.
Bu aracın ve onun kullanımındaki gelişmeler, bir üretim biçiminden diğer üretim biçimine geçmeye değil, bir canlı türünden diğer canlı türüne geçişe yol açar. Süreç sosyolojinin ve/veya ekonomi politiğin değil, biyolojinin kanunlarına tabidir.
İnsansı maymunların veya çeşitli insan türlerinin taş ve sopa kullanımındaki değişmeler yeni toplum biçimlerine değil, yeni insan veya insansı maymun türlerinin ortaya çıkışına yol açmış olabilir ve öyle de olmuştur.
Bugüne kadar keşfedilen en eski taş balta 3,3 milyon yıllıktır[3].
Bu üç buçuk milyon yıl boyunca toplum biçimleri değil, insan türleri değişmiştir.
Yani sosyolojik yasaların değil, biyolojik yasaların geçerli olduğu bir süreç söz konusudur.
Bu durumda taş başta ve sopayı (sopa muhtemelen bu insan türleri tarafından taş baltadan da daha çok kullanılan bir şeydi ama ağaç çürüdüğü için hiçbir izi kalmamıştır.) kullanmak o canlılara yeni bir Niş sağlamış olmalıdır. Ayakta durma ve ağaçlarda iken edinilmiş elin kavrama özelliği, bir cansız nesneyi organizmanın bir uzantısı gibi kullanmaya, bir tür mutasyonla yeni bir organın oluşmasına benzer bir gelişmeye olanak sağlamıştır.
Ama bir mutasyon belli bir avantaj sağlıyorsa, bir süre sonra diğer organlar da ona uyumlu değişimler (mutasyonlar) geçirirler.
Diyelim ki beyniniz biraz daha büyük ve daha zekisiniz ve bu size bir avantaj sağlıyor ama bu doğum esnasında o daha büyük kafanın geçebilmesi için daha büyük bir hafsalaya veya daha erken bir doğuma da yol açarak bir çözüm bulmalıdır.
Muhtemelen taş balta ve sopa kullanmak da ellerin, kolların ve diğer organların evrimini beli şekillerde etkilemiştir. Muhtemelen bu evrim en iyi taş baltanın evrimine de yansımıştır.
Ama bu evrim sosyolojik bir evrim değil, biyolojik bir evrimdir. Bir insan türünden diğerine geçişle sonuçlanan bir evrimdir.
Toparlarsak, Engels’in hatası, biyolojik bir olguyu açıklarken, sosyolojik kavramlar kullanmasındadır.
Taş balta veya sopa bir üretim aracı değil, yeni türde canlının vücudu dışından alınmış, elin kavrama yeteneğiyle organizmanın bir parçasına dönüştürülmüş. Organik olmayan bir organdır.
Bu cansı organ, esas insan türünün ortaya çıkmasına yol açan devrimci etkisini, ateşe dokunma dolayısıyla kontrol altına alma olanağı sağlayarak göstermiştir. (Ateş konusunu Kıvılcımlı bağlamında başka bir yazıda ele alalım.)
*
Peki Emek kategorisi ne zaman ortaya çıkar?
Emek kategorisi toplumla bile ortaya çıkmaz.
Çok daha sonra ekonomi politiğin konusu olan ilk alış verişin yapıldığı noktada ortaya çıkar.
İnsanlar ya da kabileler arasında neredeyse hiçbir iş bölümü ve değişimin olmadığı bir toplumda emek kategorisi de hem toplumsal olgu olarak, hem de zihinlerde var olamaz ve olmamıştır.
Emek,  değerin (değişim değerinin) ortaya çıktığı noktada ortaya çıkar. Değer ise iki ürün birbiriyle mübadele edildiği anda.
Dolasıyla emek kategorisinin ortaya çıkışı, mübadelenin ortaya çıkışıyla olur.
Bunu gerek Tüccar sermayesinde (bezirgan sermaye); gerek emeğin yok oluş sürecinde daha iyi görmek mümkündür.
Bu emek ve değer ancak birlikte ortaya çıkabildiğinden, tüccar sermayesi emeğinin değerini bilmeyen, yani henüz kapalı ekonomide yaşayan topluluklardan bir ürünü çok ucuza alarak ve başka yerlerde çok pahalı satarak artı değer ve kar elde eder. Bu nedenle tüccarlar esas olarak o toplulukların dışındaki yabancılar olmuştur.
Emeğin değerini bilmemenin ve modern meta üretimine göre her şeyi emek değerle ölçmenin nasıl sürreal durumlara yol açtığını, böyle karşılaşmalara şahit olmuş B, Traven, Jack London gibi yazarların kimi roman ve hikayelerinde görmek mümkündür.
Ya da daha bilinen bir örnek verelim. Misafirperverliğin temelinde, esas olarak kullanım değerleri üreten bir ekonomide emeğinin değerini bilmemek vardır.
Ticari ilişkilere girildikçe, metalar üretilip, tüketilmeye başlandıkça misafirperverliğin yok olduğu görülür.
Emek kategorisinin bir ekonomi politik kategorisi olduğu, onun yok oluşunda daha iyi görülür.
Zenginliklerin gürül gürül aktığı bir toplumda, gerçek zenginliği “boş zamanlar” oluşturur. Yani bir emek harcanmayan ve değer yaratılmayan zamanlar.
İnsanların kendilerini gerçekleştirmek için, kendi zevkleri ve mutlulukları için yapacakları “iş”ler onlara bir emek harcama olarak görülmeyecektir. Oyun gibi olacaktır.
Oyunda da bir takım “iş”ler yapılabilir, “emek” harcanabilir. Ama bu iş veya emek artık fiziksel bir kategori olarak bir iş veya emektir, bir enerji harcamaktır.
İş veya emek ekonomi politik bir kategori olmaktan çıkar, insan psikolojisinin ya da biyolojisinin ihtiyaçlarının zorunlu olmayan bir tatmini işlevi görür. Sevişme gibi bir işlev ve anlam kazanır. Sevişirken de çok enerji harcayabilir emek sarf edebilirsiniz, ama bu ekonomi politiğin bir kategorisi olarak emek veya enerji değildir.
*
Engels’in bu yanlışı üzerinde niye durduk?
Üretici güçlerde bir nitelik sıçraması anlamına gelen ve yaklaşan devrimin toplumsal sonuçlarını ve ortaya çıkaracağı çelişkileri anlamaya çalışıyorduk. Bu çelişkileri açıklayabilmek için, Marksizmin en temel kavramlarına baş vuruyorduk.
Örneğin robotların artı değer üretemeyeceğinden, dolayısıyla kapitalizmin belli sınırlara takılacağından söz ediyorduk.
Ancak artık Marksizmin M’sini bile bilmeyen, robotlarda insanı ve insanlığı yok edecek bir tehlike gören; ama kapitalizmi yok edecek olanakları ve potansiyeli görmeyi ve hayal etmeyi bile unutmuş yeni kuşakların dikkat ve enerjisini bu gerçek ve somut sorunlara çekmeye ve bu vesileyle de Marks’ın Kapital’inin 150. Yılı vesilesiyle onun eserinin tazeliğini göstermeye çalışıyorduk.
Bu bağlamda robotların artı değer üretemeyeceğini, robotların emek harcamayacaklarını ifade ediyor ve bunların bir türlü anlaşılamadığını görüyorduk. Bu nedenle emek ve değer kategorilerini ortaya çıktığı noktaya geri dönmek gerekti.
*
Tabii burada anlaşılamayan çok daha başka bir konu daha var. İnsan kavramının biyolojik, sosyolojik ve politik tanımlarının farkı.
Bu farkı anlamak Toplum kavramının tanımıyla da yakından ilişkili. Toplum nedir sorusu doğru dürüst sorulup cevabı verilmemiştir.
Örneğin Engels’in emeği insan türünün ortaya çıkışına kadar uzatmasının ardında biraz da bu toplum kavramının insanla özdeşleştirilmesinin de bir etkisi vardır.
Ancak bu İnsan ve Toplum kavramlarına geçmeden önce, Engels’le aynı konularda kafa yormuş bizim bildiğimiz biricik Marksist olan Hıkmet Kıvılcımlı’nın Engels’inkine benzer bir yanılgısını ele almak gerekiyor.
Hikmet Kıvılcımlı’da da, toplumun evrimi ile insan türünün biyolojik evrimini karıştırmak, insan türünün evriminde devrimci sonuçları olan ateşin kullanılmasını toplumsal sonuçları olan bir süreç, dolayısıyla da ateşi bir üretim aracı gibi tanımlamak yanlışı vardır.
Sonraki yazıda Kıvılcımlı’nın bu yanlışını ele alalım.
Demir Küçükaydın
19 Kasım 2017 Pazar
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:




[1] Engels’in bu denemesini başka bir bağlamda tekrar konu eden “Kültürel Önyargılar, Bilim, Engels ve Emek Kategorisi” başlıklı bir yazıyı 2012 yılında yazmış ve bloğumda yayınlamıştım. Yazı şu adresten okunabilir:
https://demirden-kapilar.blogspot.de/2012/12/kulturel-onyarglar-bilim-engels-ve-emek.html
[2] Bu giriş paragrafının Kurtuluş Cephesi sitesinde yer alan çevirisi Engels’in vurgularını ve yaptığı ayrımı yok etmektedir. İlk çümle şöyle çevrilmiştir.
EKONOMİ politikçiler, emek bütün zenginliklerin kaynağıdır, der. Gerçekten de bir kaynaktır - ki bu kaynak, hemen hemen doğadan sağladığı materyali, zenginliğe çevirir. Ama bundan da sonsuz denecek kadar fazla bir şeydir. O, insanın tüm varlığının başlıca temel koşuludur ve belirli bir anlamda, bu öyle bir ölçüdedir ki, emek, insanı bizzat yarattı diyebiliriz.”
Belli ki çevirmen Marks ve Engels’in düşüncesinin özünü yeterince kavramamıştır. Engels’in cümlesi, Doğa’nın emeğin yanı sıra tüm zenginliklerin kaynağı olduğunu söyler. Bu yanı sıralık, zenginliklerin iki kaynağının emek ve doğa olmasına yapılan vurgu, çeviride yok olmuştur. Halbuki Marks da Engels gibi bu çok yaygın ve bayağı önermeye her zaman karşı durmuştur. Örneğin “Emek bütün zenginliklerin ve kültürün kaynağıdır” diye söze balayan Gotha programının ilk cümlesini şu sözlerle eleştirir:
Emek bütün zenginliklerin kaynağı değildir. Doğa da tıpkı, bir doğa gücünün insan emek gücünün deyimlenmesinden başka bir şey olmayan emek gibi kullanım değerlerinin (ve kuşkusuz maddi zenginlik de bu değerlerden meydana gelir) kaynağıdır.(…) Bir sosyalist program bu tür burjuva tümcelerine yer veremez.”
Yani Marks, emeği tüm enginliklerin kaynağı olarak tanımlamayı bir burjuva tümcesi olarak tanımlıyor ve zenginliklerin iki kaynağı olduğunu vurguluyor: doğa ve emek. Bunu burjuva tümcesi olarak tanımlaması da rastlantı değildir. Çünkü burjuvazi değerin kaynağının emek olduğunu iyi bilir. Ve değerden, yani metalardan başka bir zenginlik tasavvuru olmadığından, bütün zenginliklerin kaynağı olarak emeği tanımlar. Şecaat arz ederken sirkatin söyler.
Engels de bu nedenle öyle bir vurgu yapmıştır ama muhtemelen kafaca burjuvazinin emek övgülerinin ötesine gidemeyen çevirmenler bu vurguyu atlamışlardır.

Hiç yorum yok: