Engels’in
1876’da yazdığı, yarım kalmış, ancak ölümünden sonra 1896’da, (Yazılışından
yirmi yıl sonra) yayınlanan, daha sonra da “Sovyet
Bilim İşçileri”nin uydurması “Doğa’nın
Diyalektiği”nde de yayınlanan ve Türkiye sosyalist ve Marksistleri arasında
çok tutulan, “Maymundan İnsana Geçişte
Emeğin Rolü” (Anteil der Arbeit an
der Menschenwerdung der Affen) başlıklı bir denemesi vardır[1].
Engels
bu çalışmasında Emeğin (İşin), maymundan insana geçişte belirleyici bir önemi
olduğu tezini savunur.
Daha
denemenin girişinde şunları söyler:
“Ekonomi politikçiler emeğin bütün zenginliklerin
kaynağı olduğunu söylerler. O kendisine zenginliğe dönüştüreceği ham maddeyi
sunan, doğanın yanı sıra, öyledir. Ama o bundan sonsuzca daha
fazla bir şeydir. O tüm insan yaşamının temel koşuludur. Hatta belli bir
anlamda ve belli bir dereceye kadar, insanı emek yarattı diyebiliriz.[2]”
Engels’in
bu denemesindeki şimdi bizim eleştireceğimiz yanılgısı olgulara ilişkin
değildir. Elbet o zamanlar bu ölçüde zengin bir veri yığını yoktu. Bu veriler
işin olgulara ilişkin kısmını büyük ölçüde değiştirmiştir de. Ama biz burada olgularla değil, olguları ele aldığımız kavramlarla ilgileneceğiz.
*
Biz de
karşı önermemizi şöyle ifade edelim:
Maymunun
insanlaşması prosesinde emeğin hiçbir rolü yoktur. Çünkü emek bir ekonomi
politik kategorisidir. Varoluşun ve hareketin başka bir biçimine ait bir
kategoridir. Maymundan insana geçiş ise, biyolojik, canlıların evrimine ilişkin
bir süreçtir.
Bir
insansı maymun veya insan türünün, bir sopayı veya bir taş baltayı kullanarak
kendisinin tüketeceği bir şeyler elde etmesi bir üretim değildir.
Dolayısıyla
bir emek kategorisinden de söz edemeyiz.
Eğer
bunu üretim olarak kabul edersek. Benzer başka eylemleri de aynı kategorilerle
tanımlamamız gerekir.
Örneğin
ağaç bitlerini “köleleştiren” ve onların sütünü sağan, karınca türlerinin ağaç
bitlerini bir üretim aracı olarak kullandıklarını ve emek sarf ettiklerini, bir
üretimde bulunduklarını kabul etmek gerekir.
Çünkü
bir canlı türü olarak, karıncaların veya o insansı maymun veya insan denen canlı
türlerinin yaptığı farklı bir şey değildir. Başka bir canlı ya da cansız
nesneyi, kendi yaşamını sürdürmekte bir araç olarak kullanmaktır.
Keza
çeşitli “yüksek” kuşlar ve memelilerin zaman zaman belli nesneleri kavrayarak
ve bir araç olarak kullanarak kendilerine yiyecek temin etmeleri de sık sık
görülür. Maymunlar, termit ya da karınca yuvalarından dal parçalarıyla karınca
avlarlar.
Yapılan
iş bir araç kullanarak kendine yiyecek temin etmek olduğundan, bu iş bir taş
baltayla veya bir sopayla bir bitki kökü çıkarmak veya bir hayvanı öldürüp
yemekten farklı değildir.
Bu durumda,
yapılan işi, bir canlı ya da cansızı örneğin yiyecek temini için kullanmayı, biyolojinin kavramlarıyla tanımlamamız
gerekir.
Biyolojik
olarak olan, bir nesneyi ya da başka bir canlıyı, kendi organlarının uzantısı
olarak kullanmaktır.
Yani
taş balta veya sopa, bir üretim aracı değil, cansız bir organ veya organın bir
uzantısıdır.
Bu aracın
ve onun kullanımındaki gelişmeler, bir üretim biçiminden diğer üretim biçimine
geçmeye değil, bir canlı türünden diğer canlı türüne geçişe yol açar. Süreç sosyolojinin
ve/veya ekonomi politiğin değil, biyolojinin kanunlarına tabidir.
İnsansı
maymunların veya çeşitli insan türlerinin taş ve sopa kullanımındaki değişmeler
yeni toplum biçimlerine değil, yeni insan veya insansı maymun türlerinin ortaya
çıkışına yol açmış olabilir ve öyle de olmuştur.
Bugüne
kadar keşfedilen en eski taş balta 3,3 milyon yıllıktır[3].
Bu üç
buçuk milyon yıl boyunca toplum biçimleri
değil, insan türleri değişmiştir.
Yani
sosyolojik yasaların değil, biyolojik yasaların geçerli olduğu bir süreç söz
konusudur.
Bu
durumda taş başta ve sopayı (sopa muhtemelen bu insan türleri tarafından taş
baltadan da daha çok kullanılan bir şeydi ama ağaç çürüdüğü için hiçbir izi
kalmamıştır.) kullanmak o canlılara yeni bir Niş sağlamış olmalıdır. Ayakta durma ve ağaçlarda iken edinilmiş
elin kavrama özelliği, bir cansız nesneyi organizmanın bir uzantısı gibi
kullanmaya, bir tür mutasyonla yeni bir organın oluşmasına benzer bir gelişmeye
olanak sağlamıştır.
Ama bir
mutasyon belli bir avantaj sağlıyorsa, bir süre sonra diğer organlar da ona
uyumlu değişimler (mutasyonlar) geçirirler.
Diyelim
ki beyniniz biraz daha büyük ve daha zekisiniz ve bu size bir avantaj sağlıyor
ama bu doğum esnasında o daha büyük kafanın geçebilmesi için daha büyük bir
hafsalaya veya daha erken bir doğuma da yol açarak bir çözüm bulmalıdır.
Muhtemelen
taş balta ve sopa kullanmak da ellerin, kolların ve diğer organların evrimini
beli şekillerde etkilemiştir. Muhtemelen bu evrim en iyi taş baltanın evrimine
de yansımıştır.
Ama bu
evrim sosyolojik bir evrim değil, biyolojik bir evrimdir. Bir insan türünden
diğerine geçişle sonuçlanan bir evrimdir.
Toparlarsak,
Engels’in hatası, biyolojik bir olguyu açıklarken, sosyolojik kavramlar
kullanmasındadır.
Taş balta
veya sopa bir üretim aracı değil,
yeni türde canlının vücudu dışından alınmış, elin kavrama yeteneğiyle
organizmanın bir parçasına dönüştürülmüş. Organik olmayan bir organdır.
Bu
cansı organ, esas insan türünün ortaya çıkmasına yol açan devrimci etkisini, ateşe
dokunma dolayısıyla kontrol altına alma olanağı sağlayarak göstermiştir. (Ateş
konusunu Kıvılcımlı bağlamında başka bir yazıda ele alalım.)
*
Peki Emek
kategorisi ne zaman ortaya çıkar?
Emek
kategorisi toplumla bile ortaya çıkmaz.
Çok
daha sonra ekonomi politiğin konusu olan ilk alış verişin yapıldığı noktada
ortaya çıkar.
İnsanlar
ya da kabileler arasında neredeyse hiçbir iş bölümü ve değişimin olmadığı bir
toplumda emek kategorisi de hem toplumsal olgu olarak, hem de zihinlerde var
olamaz ve olmamıştır.
Emek, değerin (değişim değerinin) ortaya çıktığı noktada
ortaya çıkar. Değer ise iki ürün birbiriyle mübadele edildiği anda.
Dolasıyla
emek kategorisinin ortaya çıkışı, mübadelenin ortaya çıkışıyla olur.
Bunu gerek
Tüccar sermayesinde (bezirgan sermaye); gerek emeğin yok oluş sürecinde daha
iyi görmek mümkündür.
Bu emek
ve değer ancak birlikte ortaya çıkabildiğinden, tüccar sermayesi emeğinin
değerini bilmeyen, yani henüz kapalı ekonomide yaşayan topluluklardan bir ürünü
çok ucuza alarak ve başka yerlerde çok pahalı satarak artı değer ve kar elde
eder. Bu nedenle tüccarlar esas olarak o toplulukların dışındaki yabancılar
olmuştur.
Emeğin
değerini bilmemenin ve modern meta üretimine göre her şeyi emek değerle ölçmenin
nasıl sürreal durumlara yol açtığını, böyle karşılaşmalara şahit olmuş B,
Traven, Jack London gibi yazarların kimi roman ve hikayelerinde görmek
mümkündür.
Ya da daha
bilinen bir örnek verelim. Misafirperverliğin temelinde, esas olarak kullanım
değerleri üreten bir ekonomide emeğinin değerini bilmemek vardır.
Ticari ilişkilere
girildikçe, metalar üretilip, tüketilmeye başlandıkça misafirperverliğin yok
olduğu görülür.
Emek
kategorisinin bir ekonomi politik kategorisi olduğu, onun yok oluşunda daha iyi
görülür.
Zenginliklerin
gürül gürül aktığı bir toplumda, gerçek zenginliği “boş zamanlar” oluşturur. Yani
bir emek harcanmayan ve değer
yaratılmayan zamanlar.
İnsanların
kendilerini gerçekleştirmek için, kendi zevkleri ve mutlulukları için
yapacakları “iş”ler onlara bir emek harcama olarak görülmeyecektir. Oyun gibi
olacaktır.
Oyunda
da bir takım “iş”ler yapılabilir, “emek” harcanabilir. Ama bu iş veya emek
artık fiziksel bir kategori olarak bir iş veya emektir, bir enerji harcamaktır.
İş veya
emek ekonomi politik bir kategori olmaktan çıkar, insan psikolojisinin ya da
biyolojisinin ihtiyaçlarının zorunlu olmayan bir tatmini işlevi görür. Sevişme
gibi bir işlev ve anlam kazanır. Sevişirken de çok enerji harcayabilir emek
sarf edebilirsiniz, ama bu ekonomi politiğin bir kategorisi olarak emek veya
enerji değildir.
*
Engels’in
bu yanlışı üzerinde niye durduk?
Üretici
güçlerde bir nitelik sıçraması anlamına gelen ve yaklaşan devrimin toplumsal
sonuçlarını ve ortaya çıkaracağı çelişkileri anlamaya çalışıyorduk. Bu çelişkileri
açıklayabilmek için, Marksizmin en temel kavramlarına baş vuruyorduk.
Örneğin
robotların artı değer üretemeyeceğinden, dolayısıyla kapitalizmin belli
sınırlara takılacağından söz ediyorduk.
Ancak
artık Marksizmin M’sini bile bilmeyen, robotlarda insanı ve insanlığı yok
edecek bir tehlike gören; ama kapitalizmi yok edecek olanakları ve potansiyeli
görmeyi ve hayal etmeyi bile unutmuş yeni kuşakların dikkat ve enerjisini bu gerçek
ve somut sorunlara çekmeye ve bu vesileyle de Marks’ın Kapital’inin 150. Yılı vesilesiyle
onun eserinin tazeliğini göstermeye çalışıyorduk.
Bu bağlamda
robotların artı değer üretemeyeceğini, robotların emek harcamayacaklarını ifade
ediyor ve bunların bir türlü anlaşılamadığını görüyorduk. Bu nedenle emek ve
değer kategorilerini ortaya çıktığı noktaya geri dönmek gerekti.
*
Tabii burada
anlaşılamayan çok daha başka bir konu daha var. İnsan kavramının biyolojik,
sosyolojik ve politik tanımlarının farkı.
Bu farkı
anlamak Toplum kavramının tanımıyla da yakından ilişkili. Toplum nedir sorusu
doğru dürüst sorulup cevabı verilmemiştir.
Örneğin
Engels’in emeği insan türünün ortaya çıkışına kadar uzatmasının ardında biraz
da bu toplum kavramının insanla özdeşleştirilmesinin de bir etkisi vardır.
Ancak
bu İnsan ve Toplum kavramlarına geçmeden önce, Engels’le aynı konularda kafa
yormuş bizim bildiğimiz biricik Marksist olan Hıkmet Kıvılcımlı’nın Engels’inkine
benzer bir yanılgısını ele almak gerekiyor.
Hikmet
Kıvılcımlı’da da, toplumun evrimi ile insan türünün biyolojik evrimini
karıştırmak, insan türünün evriminde devrimci sonuçları olan ateşin
kullanılmasını toplumsal sonuçları olan bir süreç, dolayısıyla da ateşi bir
üretim aracı gibi tanımlamak yanlışı vardır.
Sonraki
yazıda Kıvılcımlı’nın bu yanlışını ele alalım.
Demir Küçükaydın
19
Kasım 2017 Pazar
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
[1]
Engels’in
bu denemesini başka bir bağlamda tekrar konu eden “Kültürel Önyargılar, Bilim,
Engels ve Emek Kategorisi” başlıklı bir yazıyı 2012 yılında yazmış ve
bloğumda yayınlamıştım. Yazı şu adresten okunabilir:
https://demirden-kapilar.blogspot.de/2012/12/kulturel-onyarglar-bilim-engels-ve-emek.html
https://demirden-kapilar.blogspot.de/2012/12/kulturel-onyarglar-bilim-engels-ve-emek.html
[2]
Bu giriş
paragrafının Kurtuluş Cephesi sitesinde yer alan çevirisi Engels’in vurgularını
ve yaptığı ayrımı yok etmektedir. İlk çümle şöyle çevrilmiştir.
“EKONOMİ politikçiler,
emek bütün zenginliklerin kaynağıdır, der. Gerçekten de bir kaynaktır - ki bu
kaynak, hemen hemen doğadan sağladığı materyali, zenginliğe çevirir. Ama bundan
da sonsuz denecek kadar fazla bir şeydir. O, insanın tüm varlığının başlıca temel
koşuludur ve belirli bir anlamda, bu öyle bir ölçüdedir ki, emek, insanı bizzat
yarattı diyebiliriz.”
Belli ki çevirmen Marks ve Engels’in düşüncesinin özünü yeterince
kavramamıştır. Engels’in cümlesi, Doğa’nın emeğin yanı sıra tüm zenginliklerin kaynağı olduğunu söyler. Bu yanı
sıralık, zenginliklerin iki kaynağının emek ve doğa olmasına yapılan vurgu,
çeviride yok olmuştur. Halbuki Marks da Engels gibi bu çok yaygın ve bayağı
önermeye her zaman karşı durmuştur. Örneğin “Emek bütün zenginliklerin ve
kültürün kaynağıdır” diye söze balayan Gotha programının ilk cümlesini şu
sözlerle eleştirir:
“Emek bütün zenginliklerin
kaynağı değildir. Doğa da tıpkı, bir doğa gücünün insan emek gücünün
deyimlenmesinden başka bir şey olmayan emek gibi kullanım değerlerinin (ve kuşkusuz
maddi zenginlik de bu değerlerden meydana gelir) kaynağıdır.(…) Bir sosyalist
program bu tür burjuva tümcelerine
yer veremez.”
Yani Marks,
emeği tüm enginliklerin kaynağı olarak tanımlamayı bir burjuva tümcesi olarak tanımlıyor
ve zenginliklerin iki kaynağı olduğunu vurguluyor: doğa ve emek. Bunu burjuva
tümcesi olarak tanımlaması da rastlantı değildir. Çünkü burjuvazi değerin
kaynağının emek olduğunu iyi bilir. Ve değerden, yani metalardan başka bir
zenginlik tasavvuru olmadığından, bütün zenginliklerin kaynağı olarak emeği
tanımlar. Şecaat arz ederken sirkatin söyler.
Engels de
bu nedenle öyle bir vurgu yapmıştır ama muhtemelen kafaca burjuvazinin emek
övgülerinin ötesine gidemeyen çevirmenler bu vurguyu atlamışlardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder